Bahar Kokusu sinmiş Yanık Bağrına

2302 Words
Yanık bağrının tam ortasına, bahar kokusu sinmişti İbrahim’in. Zemheri ayının, ayaza çalan saatlerinde sıcacık bir gülümseme içini ısıtmıştı. Evine doğru ilerlerken hayatı boyunca ilk kez kalın kıvrımlı dudaklarının arasından bir ıslık nidası yükselmişti. Halbuki bu yaşına kadar ne türkülerden ne de şarkılardan bihaberdi. Dilinde şenlenen bu türküyü de yakın zamanda, Abdullah Ağabeyin kahvehanesinde, cızırtılı radyodan dinlemişti. "Evlerinin önü bulgur sokusu" diye başlıyordu o yanık sesli adam. Oysa arka arkaya çayını yudumlarken hiç de dinliyormuş gibi değildi. Demek ki hafızasının derinliklerine saklanırken dile gelmesi için bugünleri bekliyordu. “Yel estikçe gelir yarın kokusu” derken melodisini ıslıkla şenlendirmiş, kelimelerin anlamını da düşünmeye başlamıştı. Sahi yar ne demekti? Kime denirdi bu yar? Herkes mi olurdu yar? Herkesin yârim dediği de böyle ateş düşürürdü bağrına. Sonra ne yapardı o yar? Seni yaktım söndüreyim diye sinesine sığınır, o yangını hafifletir miydi? Bilmezdi ki İbrahim. Ne bilsin bütün bunları. Görmemiş ki er ile avrat nasıl olur. Henüz kundaktayken babası ölmüş, anası ise ağzı süt kokarken siktir olup gitmişti. İbrahim nereden bilsindi. Bacası tüten şu evlerde, iki eş nasıl olur, nasıl davranır ne yer ne içerler, nasıl uyurlar, bunlara hiç şahit olmamıştı. Sadece birinci dereceden ailesine değildi görmemişliği! İbrahim ara sıra Cihat’ın evine öylesine gittiği günler dışında hiçbir aile ortamında bulunmamıştı. "Yârim küçüktür cilve kutusu. Ben yârime neler neler alayım" Sahiden de yârim diyeceği Mihran Kız ne de küçüktü öyle. Soğuktan titreyen dudakları ve ucu kızarmış küçük burnu, küçücüktü. Siyah perçemlerinin döküldüğü o küçük alnı neredeyse İbrahim’in baş parmağı kadardı! Al al olmuştu yanakları. Kuranı kerimi kucağına bastıran elleri de küçüktü. Aslında her kız kadardı da İbrahim’e göre o kadardı. Mihran Kız küçüktü ama silahı büyüktü. Koyu kahveye çalan gözleriyle İbrahim’e bir bakış atmış, tok kirpikleriyle tam bağrının ortasından vurmuştu. Türküde bahsedilen cilve dediği de bu olsa gerekti. Şayet öyleyse vay halineydi İbrahim'in. O Küçücük elleriyle Koca bir Deveyi yere çalardı. Ki o Deve İbrahim’den başkası değildi. … Eve doğru yürüdüğü yol bitince dudaklarının arasından dökülen şen ıslık sesi de aniden kesilmişti. Yol boyunca gördüğü düş anında silinmişti. Yine gelmişti işte kara delik dediği, otuz küsür yılını çürüttüğü şu eve. Bacası tütmeyen, ışığı yanmayan, aşı kaynamayan, eşiği süpürülmeyen bu ev, açık mezarıydı onların. Lakin üstlerini örten kimseleri yoktu. İki baş, iki leş olarak çürümeye yüz tutmuşlardı. Çürüyüp toprağa karışmak sonra da kimsenin burnuna o leş kokuları dolmadan, yok olup gitmeyi bekliyorlardı. Evin önüne geldiğinde canı fazlasıyla sıkılmıştı. Şu kadına kaç kez tembih etmişti. Sobanın yanında duran odunlardan birkaç tane içine at da üşüme diye. Şayet kendisi yapmasa asla yapmazdı. Sonra da yataklara düşer, inim inim inlerdi de İbrahim'in burnundan fitil fitil getirirdi. Hissettiği sinirle, kara bulaşmış botlarını eşiğe sertçe vurup temizlerken gülen yüzü solmuştu. Tahta kapının, zemberek yayını çekerek açtı. İçeri adımlar adımlamaz, burnuna dolan kokuyla yüzünü buruşturdu. Bilerek yapıyordu lanet kadın! İşkence olsun diye İbrahim'e bilhassa yapıyordu. Eli ayağı tuttuğu halde çişini ve büyük abdestini, bir tasın içine yapıp yattığı odada bir köşeye bırakıyordu. Sonra da temizlesin dursundu İbrahim! Bir de rüya görüyordu koca Dev. Neymiş şu evin içine o ışıl ışıl parlayan kızın gelebileceği rüyalar görüyordu. Her kim bu eve gelirse gelsin bu ikilinin kiri yüz yıl yıkansa da parlamazdı. Aslında yanlış düşünürdü İbrahim. O dursun Kadının bütün çirkefliklerine rağmen hep temiz olmuştu. Küçük yaşlardan itibaren evin bütün sorumluluğu üstünde olunca, temizliğini de iyi yapardı. Hatta bu konuda fazlasıyla takıntılıydı. Yaşadığı evin içinde Dursun Kadının pisliğini bulaştırmadığı köşe kalmadığı için o da kendini hep kirli sayardı. Büyük adımlar atıp, söylenerek içeri girdi. Evin içi zifiri karanlıktı. Ara holdeki yenice bağlattıkları cereyanın düğmesine bastı. Yanan ampulden cızırtılar gelmeye başlayınca, tepesindeki lambaya baktı. Uzandı eliyle sıkılaştırdı. Nenesi uyuyor olmalıydı ki kapının sesini duyar duymaz cırlamamıştı. “Sen mi geldin lan!” diye. Aman uyusun dedi. Uyusun da bana karışmasın. Nenesinin yattığı odaya sessizce girdi ve ışığı açmadı. Evin içine resmen kar yağmıştı. Bu kadın Birgün bu inadı yüzünden donarak ölecekti. Sessiz olmaya çalışarak sobanın kovasını aldı, dışarı çıktı, doldurdu ve yakmak için odaya tekrar girdi. Hırıltılı sesiyle horul horul uyuyan nenesi, kibriti çaktığı an sesine karşı uyanmıştı işte. İbrahim onun bu takıntılı halini hiç anlamıyordu. Kadın tüten sobadan, yanan ateşten nefret ediyordu. Şayet İbrahim olmasa asla sobayı yakmazdı. Üşürdü donardı yine de o sobaya el sürmezdi. Çocukluğundan bugüne emindi bundan. Kış geldiği zaman o döşeğin içinde tepesine kadar yorganı çeker, büzüşürdü. Şu soba o zamanlar hiç yanmazdı. “Lan deyyus! Evimi yakıyorsun, her yer is koktu!” diye söylenerek uyandı. İbrahim henüz elindeki çırayı tutuşturmuş, içine bile atmamıştı. “Başlama gene! Çıra bile tam tutuşmadı!” dedi. Elindekinin dumanı eve yayılmasın diye hızla içine attı. Kapağı sertçe kapattı. Nenesine bakmadan ışığı yaktı. Uyanmıştı artık. Üstündeki kabanını çıkarıp duvardaki çiviye astı. Boynundaki atkıyı da kabanın üstüne astı. Nenesinin onu pörtlek gözlerle izlediğini biliyordu. Odadan çıktı. Nenesinin üstüne işemesinden çekindiği döşeğini kilitli odanın yüklüğünden çıkarıp getirdi. Karşıda da oda vardı. İstese İbrahim orayı dayar döşer kendisine dünya kurardı. Fakat kadın öyle manyaktı ki onu bu odada da rahat bırakmıyordu. Kaç kez denemişti de bastonuyla kapıyı dakikalarca vurup bezdirmeye çalışmıştı. O seslere tahammül edemediği için mecbur aynı odada yatıyorlardı. Belki de korkuyor ama çirkefliğinden dile getiremiyor sanıyordu. Askerden geldikten sonra ilk işi bu odayı temizlemek oldu. Kapısına asma kilit astı. Kendi şahsına ait temiz kıyafetleri, temiz eşyaları burada muhafaza etmeye başladı. Bugün yine o odaya girmemek için direndi. Döşekle birlikte odaya girip yere attı. Bu konuyu tekrar konuşacaktı. “Yarın ilk işim karşı odaya soba kurmak olacak, haberin olsun!” dedi. Nenesi inleyerek ve tuhaf sesler çıkararak yattığı yerden toparlandı. Günden güne daha da çirkinleşen yüzünü asıp, konuştu. “Ne diye soba kuracaksın, bok!” dedi. İbrahim bu hakaretleri ilk kez duymuyordu. Geniş alnı duyduğu hitaba karşı yine de acı çeker gibi büzüldü. Gecenin şu saatinde yine birbirlerine gireceklerdi. Kendini tutmaya çalışsa da öyle anları oluyordu ki adeta damarına basıyordu. “Sen önce pisliğini dökmeyi bil! Sonra bana bok de!” dedi. “Yük mü oldum sana Deve Abraham! Siktir git diyorum, sen bok temizlemeyi istiyorsun” dedi. İbrahim koca gövdesini döşeğin üstüne yığılırcasına bıraktı. Cevap vermekten de usanmıştı. Üstündeki kareli gömleğini çıkarırken düşündü. Bu kadın ona yıllarca git demişti. Nereye gideceğini söylemeden. Aklına geldiği her Allah'ın günü evden kovmuştu O anları çok iyi hatırlıyordu. Çocukken de yeni yetme delikanlı olduğu zamanlarda da kapıyı bacayı kilitler içeri almadığı günler olurdu. Sabrederdi. Saatlerce dışarıda yahut ahırda kalır sonra nenesi ne vakit dışarı çıkarsa, görünmeden tekrar içeri girerdi. Gitmezdi. Çocuktu, gidemezdi. Nereye gitsindi? Sonra büyüdü bu kez de bırakamadı. Türlü işkenceler yaptığı halde şu kadını bırakıp bir türlü gidemedi. Hayatı boyunca sadece askere gittiği o iki yıl içinde ayrı kalmışlardı. Askerden döndüğünde, kapısını tek bir Allah’ın kulunun açmadığını bildiği kadını yirmi yaş daha yaşlanmış olduğunu görünce acımıştı. Ona acımayan nenesine acırken, yüreğinin bir köşesinde dedesi İbrahim'in merhamet mirasını taşırdı da bilmezdi. Dedesini hiç tanımamıştı. Birkaç kez bu kadının ağzından nasıl biri olduğunu duymuştu. Onun anlattığına göre katildi dedesi. İnsana kurşun sıkmadan öldürmeyi iyi bilirdi. Babası ise aptaldı. Yerin göğün bütün salaklığı babasının üstünde toplanmış, anası orusbu yüzünden canından olmuştu. Ya anasına ne demeli? Şu köyde yatmadığı adam kalmamış belki de kendisi bile bir piç olarak dünyaya gelmişti. İşte bunlar çocukluğundan beri ailesi hakkında duyduğu birkaç bilgiden ibaretti. Küçükken inanırdı ama aklı ermeye başlayınca Kahveci Abdullah Ağabey üstün körü bazı gerçekleri bildiği kadarıyla anlatmıştı. Fakat İbrahim asla ardını aramamış, sorgulamamıştı. “İster dünyanın en iyi insanları olsun. İster en namussuzu, en aptalı. Beni bu kadının eline bırakan her kimse, benim için yoktur” Aile nedir en çok sorguladığı dönem, askere gideceği günlerdi. Kendiyle birlikte buna Cihat da dahil beş kişi aynı dönem askere gitmişlerdi. Köy meydanında davullu zurnalı asker uğurlaması yapılırken, ellerine kınalarını anneleri yakmıştı. İbrahim askere giden gençlerden biri olmasına rağmen asla meydana çıkmak istememişti. Fakat Cihat ve Abdullah Ağabeyi onu zorla götürmüştü. “Benim anam ikimizin de kınasını yakacak. İti saymazsan sahibini say” dedi. Böyle demişti çünkü İbrahim’in içindeki yangının sebebini tek o bilirdi. Cihat onun için şu dünyada gerçek dost ve kardeşten öteydi. Şayet İbrahim’e biri için canını vereceksin dediklerinde aklına ilk gelen kişiydi Cihat. Bunu söylemek için sabah saatlerinde avlu kapısına kadar gelmişlerdi. Cihat ısrar edip annesinin ricasını da dile getirince dayanamamıştı İbrahim. Bir de her delikanlı gibi heves etmişti. Onlara tamam dedikten sonra ilk işi beyaz gömleğini, beyaz sabunla dakikalarca çitilemek olmuştu. O da herkes gibi bunu anası yapsın isterdi ama olmamıştı. Altına giydiği siyah pantolonunu da kendi elleriyle ütülemişti. Öğle namazından sonra köyün askere gidecek gençleri meydanda toplanır, asker tıraşı olurdu. Tıraş olduktan sonra köylüler tarafından ceplerine harçlık konulurdu. Her biri yan yana oturmuş dört delikanlının yanına oturduğunda, Allah için kimse de ona sen öte git dememişti. Bu onun iştahını daha da arttırmıştı. Tıraşları bitip sırasıyla köylünün elini öptüklerinde de içlerinde en gösterişli, en kara yağız delikanlı, o, ikincisi de Cihattı. Maniler söylenmiş dualar okunmuş sıra akşam saatlerinde kına yakmaya gelmişti. Beş delikanlı yine yan yana sırayla sandalyelerine oturduğunda İbrahim’in de yüzü gülüyordu. Zira gün boyunca kimse ona Deli Dursun’un torunu öte git dememişti. Bu onun için kabul görme umuduyla paha biçilemezdi. Dört ana, gözlerinde gurur ve yaşlarla evlatlarının önünde kına yakmak için diz çökerken, Cihat'ın annesi ikisinin tam ortasına oturdu. İkisin de elini aynı anda alıp dizlerinin üstüne koyarken “benim yiğit evlatlarım” diye tutmuştu. İbrahim o gün bir kez daha minnet duymuştu Saliha Kadına. Şayet bu kadın, anaysa onun başındaki neydi? Boğazında koca yumru koskoca kadının önünde ağlayacak gibi olmuştu. Fakat çatık kara kaşlarıyla kendini kamufle etmeyi becerebilmişti. Saliha Kadın, iki delikanlının avuçlarına kınasını yakacağı zaman, meydana çirkin bir ses yayılmıştı. O ses ki herkes ne olduğunu çözmeye çalışırken, etrafına bakıyordu. İbrahim haricinde. O utancından başını yere eğmişti. Nenesi, kendi gibi eğik bükük bastonuyla, ağzında çeşit çeşit küfürle bağırarak ortaya çıktığı gibi gençlerin önüne geçmişti. “Sana mı kaldı, ona kına yakmak Donsuz Karı! Çekil şuradan bastonla kafanı yarmayayım” diyerek, Saliha’yı bastonuyla iteklemişti. Herkesin içinde onun tepkisine karşı bozulsa da olgun kadındı. Kendi oğlunun yanına kaymıştı. İbrahim dişlerini sıkarken sanırsın şakaklarından çıkacak gibiydi. Ayağa kalkıp nenesini kucaklayarak arkalarına bakmadan kaçmak için hareketlenmişti ki Cihat dizine elini bastırarak engel oldu. Dursun’a bakarak ise tehdit etti. “Eğer burada rezillik çıkarırsan bana da Cihat demesinler evini ateşe veririm” dedi. Ateşten korktuğunu biliyordu. Fakat Dursun Kadın onun tehdidine karşı değil şaşırtarak İbrahim’in önüne diz çöktü. “Kendi kınamızı kendimiz yakarız” diyerek kirli şalvarının uçkuruna bağladığı poşeti çıkardı. Karanlıkta tam belli olmasa da herkesin elindeki yuvarlanmış kınaya benziyordu. İbrahim’in içine küçük bir umut doğdu. Belki de insafa geldi torunu olduğumu hatırladı diye düşündü. Herkes şaşırmıştı onun bu haline de kimse ona bulaşmak istemediğinden, kendi işine dönmüştü. İbrahim yine de tereddütle onun ne yapacağını bekliyordu. “Ver lan avucunu!” diye elini sertçe çekip dizine koyunca, halen içindeki umuda sarılıyordu. Lakin Dursun Kadın bu. Ne vakit iyi olarak yerinde durmuştu. Yapmıştı işte yapacağını. Poşeti açıp içindeki yuvarlak kınaya benzer şeyden koku yayılınca ilk Cihat ve Annesinin dikkatini çekmişti. Onların vereceği tepkiye karşı İbrahim’in avucuna cıvık ve pis kokulu şeyi sürerken Saliha kadın hemen ne olduğunu anlamıştı. Hayretle elini ağzına kapatmış. “Rabbim seni tez zamanda ıslah etsin be kadın!” diye yine de bunu bizden başkası anlamasın diye fısıltıyla isyan etmişti. Cihat tepki vermesin diye onu da durdurmuştu. Yetim ve öksüz İbrahim’in o yaşına kadar yüzünü güldürmeyen kadın o gün mü insafa gelmiş olsundu. Bunu düşünen aklına tükürsündü. Dursun işini bitirir bitirmez elini öyle hızlı kapatmıştı ki yumruk yapıp sıktığı için günlerce ağrısını çekecekti. Ağzında sıktığı dişleriyle beraber. Herkes kınanın üstüne renkli tüller sararken onun nenesi ayağındaki kirli çorabı çıkarıp giydirmişti. Kınaları yakan analar ayağa kalkıp evlatlarının boynuna sarılırken o da sarılır gibi yaklaşmıştı. İbrahim’in yüzüne karşı iğrenç ağız kokusunu üfleyerek şöyle demişti. “Gidenin ardından kına değil, at boku yakılır Abraham. Gidişin olsun da dönüşün olmasın inşallah! İbrahim için o gün “elbet bir gün o da değişecek” diyerek, sevmeye çalıştığı nenesini toprağı olmadan gömdüğü gündü. … İbrahim yeni bir güne gözlerini açarken, gece boyu yine uykusuz kalmıştı. Sabaha kadar askerlik anıları hemen sonra Mihran Kızla konuşmasını düşünürken sanki araftaydı. Bir tarafı bahar bahçe diğer tarafı çölü olan cehennem sabahı dar etmişti. Sabah uyanıp genel işerini yaptıktan sonra ahıra bakarken, Cihat avlu duvarına çıkmış ona sesleniyordu. “Lan İbo! Bak lan bana! Haydi varilleri getir de çeşmeden su dolduralım” diyordu. Köyde sular donmuş Cihat’ta onu düşünmüş olmalıydı. İbrahim el arabasıyla yem taşıyordu. Cihat’a bakıp “senin kıçında pireler uçuşurken ben sabahın köründe dereden suyumu çektim. Gerek yok!” dedi. “Bir kere de dediğimi yap ulan! Onları ineklere verirsin haydi!” diye sinirlenip yerden aldığı sopayı duvarın üstünden, üzerine doğru fırlattı. Sopa İbrahim’in üşüyen elinin üstüne düşünce canı yandı. Zaten canı burnundaydı. “Lan ben senin şimdi! Derdin ne sabah sabah!” diye küfretmeye meyillendi. Cihat’ın derdi belliydi. Fakat bunu açıkça söylemeyecekti. Zira o cazgır her an her şeye şahit olabilirdi. “Ne derdim olacak lan! Senin gibi deve susuz kalmasın diye uğraşıyorum. Tüm köylü çeşme başında sıraya girmiş. Bende sırayı Mihran Kızın arkasından tuttum. Haydi sıra geçecek haydi!” dedi. Derken Mihran’ın adını bastırarak, kaşıyla gözüyle işaret ederek söyledi. “Senin ben belanı!” derken İbrahim, dişlerinin arasından adeta tıslıyordu. Hem Cihat’ın burnunu sokmaya çalıştığı iş için hem de nenesi her an buna şahit olacak korkusuyla. Eli ayağı boşa çaldı. El arabası yan devrildi. Cihat onun bu haline karşı kıkırdarken, parmağıyla da tehdit ediyordu. Gelme de gör bak neler edeceğim diye. Mihran demişti. Çeşmede sıraya girmiş biz de hemen arkasındayız. Sabahlara kadar gözünün önünden gitmeyen kızın adını duymuştu. Duyar duymaz da ağzı kurumuş, sanki ölümüne susamıştı. Evin içi bidonlar dolusu su doluyken daha fazlasına ihtiyaç duydu. “Sen git, evin arkasındaki mavi varilleri getir ben de üstümü değiştireyim” dedi. Güya Cihat’a kendini belli etmemek için gözlerini kaçırarak konuştu. İstediği kadar gözlerini kaçırsındı. Cihat artık bunun için ant içmişti. Şu dünyadan göçüp gitmeden önce yarı ölü bir adamı canlandırıp, insanlığa faydam dokunsun diye. Aynı zamanda bunu yaparken de eyleniyordu. “Devem benim! Çimmen için getireceksem, büyük olanları mı getireyim” dedi kahkaha atarak. Kafasına atılan odundan kendini zor kurtarıp evin arkasına dolandı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD