Meliha, adamın değişip duran ifadelerini süzerken "Tanı almış mıydın?" diye sordu. Dudakları tir tir titriyordu.
Kartal, "Beni tanımlama çalışmak ister misin?" diyerek kıza sırıttı. Sonra kucağından yere indirdi. Bileğine asılıp ayağa kaldırdı. Meliha, ayaklanınca odadaki hayvanların gittiğini fark edip adamdan anında uzaklaşırken merdivenlerden inen hayvanların kükreyerek aşağı inişini duyunca aniden durdu.
Kararsızca açılan dış kapıdan çıkışlarını izlerken evin çevresini saran metrelerce yükseklikteki kalın taş duvarları fark etti. Kartal, onun etrafı incelemesine sabırsızca çekiştirerek karşılık verirken "Hapishaneni sonra incelersin, yürü!" diye azarladı.
Meliha inatla ayak diretince aniden topuklarının üzerinde dönerek "Sikilmeye senin kadar heveslini ilk defa görüyorum!" diye bağırdı.
Meliha, sinirden titrerken "Kaçamıyorum! Bırak beni! Nereye gidiyorsak gideceğim işte!" dedi.
Kartal onu bırakır bırakmaz aklına gelen ilk planı uygulamak için dış kapıya doğru koştu. Kapının eşiğinde kendine yetişince onu dışarı itip Aslanların önüne düşmesine neden olmak istedi. Ama adamı itmek şöyle dursun, yerinden bile oynatamamıştı.
Elleri adamın göğsüne, kale duvarına yaslanmış bir dal parçası gibi dikilirken çaresizlikle "Siktir ya!" diye bağırdı.
Kartal, "Asıl merak ettiğim şey şu: Sen kulaklarınla ya da düşük zeka seviyenle ilgili bir tanı almış mıydın?" diye sorduğunda çaresizlikle camları bile titreten uzun bir çığlık attı.
Kızın bembeyaz dişlerinin neredeyse hepsini bu çığlık sayesinde gören Kartal, çığlıktan sıkılmış bir şekilde esnedi.
"Hatırlatma. Kural Bir: Isırmak yasak!" diyerek kızın ellerini tutup bedenini kendi etrafında çevirerek sırtını ona yaslamasına, yönünü koridora dönmesine enden oldu. Belini sıkıca sararken tırnaklarını kollarına geçirip kıvranmaya, tekme savurmaya başlayınca "Kural 2: Tırmalamak yasak!" dedi.
Meliha, "Kurallarını kendine sok!" dese de adamın yönlendirmesiyle tökezleyerek ilerliyordu.
Kartal, "Kelimelerine dikkat etsen iyi olur, beni tahrik ediyorsun!" diyerek kızın kalçasını bir an için kasıklarına yasladı. Elini karnından kaydırıp kadınlığına doğru ilerletirken "Tamam!" diye bağırınca saniyesinde durdu.
"Tamam ne?" diye sordu. Eli ne aşağıya ne de yukarıya hareket etmiyordu.
Meliha, "Ne dememi istiyorsun ruh hastası şerefsiz?" diye sorunca boynuna eğildi. Çiçeksi parfümünün kokusunu içine çekerken "Efendim?" diye mırıldandı. "Tamam, Efendim."
Meliha, sınırına geldiğini hissetse de bir kez daha "Asla," diyerek bekledi. Başını eğmiş, kendini gelecek olan darbeye hazırlamıştı. Pes etmişti.
Kartal, kızı sindirmeye başladığını fark ederek "Yürü," dedi. "Bol bol vaktimiz var. Belli ki yavaş öğreniyorsun!"
***
Yemek odası, İran’ın otantik kültürünü yansıtan, zengin detaylarla bezenmiş bir mekandı.
Odanın tam ortasında yere serilmiş geniş bir yer sofrası bulunuyordu.
Sofra, işlemeli ve rengarenk desenlerle süslenmiş, dikkatle dokunmuş bir İran kiliminin üzerinde yer alıyordu.
Çevresine, kenarları püsküllü ve kuş tüyüyle doldurulmuş minderler özenle yerleştirilmişti. Minderlerin üzerindeki işlemeler, İran’ın tarihi motiflerinden izler taşıyordu.
Yemekte kullanılan malzemeler oldukça sade ama bir o kadar etkileyiciydi. Ortada büyük bir tepsi içinde servis edilen Acem pilavı ve özenle pişirilmiş deve eti, sıcak bir buğu yayarak iştah kabartıyordu.
Tepsinin çevresine, basit plastik bardaklarla ayranlar bırakılmıştı. Ancak, yemek sofrasında tabak, çatal ya da bıçak yoktu; kırılmış incecik lavaş ekmekleri, yemek için kullanılan tek araçtı.
Odada hâkim olan tütsü kokusu, ortamı mistik bir havayla dolduruyordu. Duvarlarda, İran halılarından daha küçük ama bir o kadar görkemli asılı kilimler vardı.
Tavandan sarkan kristal bir avize, düşük bir ışıkla yemeğin bulunduğu alanı aydınlatıyor, ışığın yumuşak kırılmaları odaya masalsı bir atmosfer katıyordu.
Pencerelerdeki perdeler ise işlemeli ve zarif dokularıyla, odanın egzotik havasını tamamlıyordu.
Koyu renkli ahşap çerçevelerden sızan gün ışığı, bu otantik atmosferi daha da etkileyici kılıyordu. Yavaş tempolu bir müzik, odanın sessizliğini nazikçe dolduruyordu.
Başta Arapça gibi duyulan bu ezgi, dikkat edildiğinde Acemce bir melodi olduğu anlaşılıyordu.
Yemek odası, her detayıyla hem huzurlu hem de hafif bir gerilim yaratan bir denge içindeydi.
Bu denge, sofra başına oturacak kişilerin duygularını yansıtır gibiydi; bir yanda sıcak ve samimi bir ortam, diğer yanda bilinmeyen bir gerginlik...
Kartal, Meliha'yı sofraya oturmaya zorladı. Kız yemeye başlamayınca kucağına çekip sadece tek eliyle bileklerinin ikisini birden kavrayarak eliyle bir parça ekmekle aldığı eti kızın dudaklarının arasına uzattı.
"Ye!" diye emretti.
Meliha inatlaşacakken adamı alt etmek istiyorsa yemesi gerektiğine karar verdi... Dudağını aralamak yerine "Ben yerim!" diye karşı çıktı.
Kartal, "Geçti o fasıl, numaralarınla uğraşamayacak kadar yoğunum, bir an önce zıkkımlan," diyerek elindeki ekmeği Meliha'nın dudaklarının arasına soktu.
"Çiğne!" diye emretti sabırsızca.
Meliha, yavaş yavaş çiğnerken kalçasını kaydırıp adamın kucağından kalkmaya çalışsa da başarılı olamayınca pes etti. İlacın tüm etkilerinden sıyrılmamış olduğunu fark etmişti.
O yüzden uysalca uzattığı her lokmayı çiğneyip yutuyor, dudaklarının arasına uzattığı bardaktan ayranını yudumluyordu.
Bunu yaparken bedeninde hak sahibi gibi davranan adamdan yayılıp kendi teninden içeri girerek tüm sinir uçlarına nüfuz eden kokusunu ve sıcaklığını yok saymaya çalışıyordu.
Kartal kızın yediği her lokmayla tatmin olurken son lokmasında "Daha fazlasını yiyemem" deyince ısrar etmeden lokmayı kendi ağzına attı. Keyifle çiğneyip yutarken boştaki elini kadınlığına oldukça yakın bir bölgeden, kumaşın derin yırtmacından içeriye sokarak baskıcı bir şekilde okşamaya başlamıştı.
"Bu arada..." dedi. Meliha'nın yine dokunuşundan kurtulmak için bir şey deneyeceğini gerilen kaslarından, elinin altında titremeye başlamış olan bedeninden fark etmişti.
"Meraklı, minik, abla düşkünü kardeşin... Alin miydi? Kardeşimde kalıyor. Şimdilik sadece senin gibi besleniyor... Güzelce misafir ediliyor... Ama hata yapmaya, inatlaşmaya devam edersen bu şekilde kalmayacak!" dedi.
Meliha, korkuyla bir nefes alınca bu kez başardığından emin oldu.
Meliha, Kartal’ın sözlerini duyar duymaz donup kaldı. Yüreğine ağır bir yük binmiş, nefesi kesilmiş gibiydi. Kardeşi Alin… Şu an nerede olduğundan emin değildi. Kartal doğruyu mu söylüyordu, yoksa sadece onu korkutmak için mi böyle bir şey uydurmuştu?
“Alin benimle güvende,” demişti.
Ama ya bu, Meliha’yı teslim olmaya zorlamak için tasarlanmış bir yalandan ibaretse?
Alin, diğer kız kardeşi Karaca gibi Meliha’nın en zayıf noktasıydı. Henüz çocuktu; bu kadar acımasız bir oyunun içinde olmamalıydı.
Kartal’ın gerçekten kardeşine zarar verebileceği düşüncesi, onun tüylerini ürpertiyordu.
Ancak karşısındaki adamın karanlık bakışlarına bakarken, neyin gerçek, neyin blöf olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
Gözlerini yere dikti ve derin bir nefes aldı. Kartal, o anda zaferinin tadını çıkarıyor gibi görünüyordu. Yüzündeki alaycı gülümseme, Meliha’nın öfkesini alevlendirdi. Ama ne kadar sinirlenirse sinirlensin, kardeşinin hayatını riske atacak bir hamle yapamazdı. Düşünmesi gerekiyordu. Her kelimesi, her hareketi dikkatli olmalıydı.
“Eğer ona bir şey yaptıysan…” diye mırıldandı Meliha, sesi titreyerek. Ama cümlesini bitiremedi. Kartal’ın gözlerindeki tehdit, onun sözlerini yutmasına neden oldu.
“Endişelenme,” dedi Kartal, sakin ama sert bir tonla. “Ben dediğimi yaparım. O da şimdilik iyi durumda. Ama sen hatalı bir adım atarsan, işler değişir.”
Meliha, ne yapacağını bilemez bir şekilde odadaki sessizliğe teslim oldu.
Kartal doğru söylüyor muydu, yoksa bu bir manipülasyon muydu? Alin gerçekten onun elinde miydi? Meliha, bir yolunu bulup bu sorulara cevap aramalıydı. Ama şimdilik, Kartal’ın kurallarına uymak dışında bir seçeneği yok gibi görünüyordu.