Elif o sabah ofise giderken içindeki huzursuzluk önceki günlerden farklıydı. Bu kez yorgunluk değil, netlik hissediyordu. Ne istediğini biliyordu. Ne istemediğini de. Ve Mert Karahan’la çalışmak, bu ikisinin tam ortasında duruyordu.
Ofise girdiğinde Zeynep onu süzdü.
“Bugün daha dik duruyorsun,” dedi. “Fırtına öncesi mi bu?”
“Elimden geleni yapıyorum,” dedi Elif. “Gerisi onun meselesi.”
Cam duvarın ardında Mert Karahan vardı. Telefonda sert konuşuyordu. Kelimeler kısa, net, tartışmaya kapalıydı. Telefonu kapattığında bakışları Elif’e kaydı. Bir anlığına göz göze geldiler. Kimse gülümsemedi.
“Elif,” dedi.
Yanına gitti. “Evet?”
“Bugün şehir dışı toplantı var,” dedi. “Benimle geliyorsunuz.”
Bu beklenmedik bir karardı. “Hazırlık için zaman—”
“Yolda anlatırım.”
Zeynep’in gözleri büyüdü. Emre kaşlarını kaldırdı. Ama Elif sadece başını salladı. “Peki.”
Arabada sessizlik vardı. Mert direksiyondaydı. Elif camdan dışarı bakıyordu. Bu sessizlik rahatlatıcı değildi, baskındı.
“Toplantıda konuşmayacaksınız,” dedi Mert aniden. “Not alacaksınız.”
“Elimde veri varsa—”
“Ben konuşurum.”
“Elimde doğru bilgi varsa,” diye düzeltti Elif, “şirket için faydalı olur.”
Mert frene hafifçe bastı. Arabayı yol kenarına çekmedi ama bakışlarını ona çevirdi.
“Yetkiyi ben veririm,” dedi sertçe.
“Bilgiyi ben taşırım,” dedi Elif sakin bir sesle. “Yetki bilgiye kulak vermezse hata yapar.”
Uzun bir sessizlik oldu. Mert tekrar yola baktı. Tartışmayı uzatmadı. Ama geri adım da atmadı.
Toplantı binasına vardıklarında hava resmiydi. Elif kenarda oturdu, not aldı. Ama konuşulan rakamlarda bir tutarsızlık fark etti. Parmakları kalemin üzerinde duraksadı.
Mert ona kısa bir bakış attı.
“Bir şey mi var?” dedi.
“Elimde bir tablo var,” dedi Elif. “Şu oranlar uyuşmuyor.”
Salondaki gözler onlara çevrildi. Mert bir saniye düşündü. Sonra kısa bir baş hareketiyle izin verdi.
Elif konuştu. Netti. Kısa cümleler kurdu. Kimseyi ezmeden ama geri çekilmeden. Salonda mırıldanmalar başladı.
Toplantı sonrası arabaya bindiklerinde Mert uzun süre konuşmadı. Sonunda direksiyonu sıkıca tutarak konuştu.
“Beni zor durumda bıraktınız.”
“Elinizdeki riski önledim,” dedi Elif.
“Ben riski yönetirim.”
“Bilgiyle.”
Arabayı sertçe park etti. Döndü. Bakışları sertti ama kontrollüydü.
“Burada kalmak istiyorsanız,” dedi, “benim sınırlarımı zorlamayacaksınız.”
Elif gözlerini kaçırmadı.
“Burada kalmak istiyorsam,” dedi, “işimi doğru yapacağım. Sizin rahatınızı değil.”
Bu cümle ikisinin arasına ağır bir sessizlik bıraktı.
Ertesi gün ofiste söylentiler dolaşıyordu. Zeynep fısıldadı:
“Yönetim şehir dışı toplantıyı konuşuyor. Senin sunumdan bahsediyorlar.”
Elif cevap vermedi.
Öğleden sonra Mert Karahan onu tekrar odasına çağırdı. Bu kez kapıyı kapatmadı.
“Yönetim memnun,” dedi. “Ama yönteminiz hâlâ sorunlu.”
“Sonuç sorunlu değil,” dedi Elif.
“Sonuç her şeyi affettirmez.”
“Bazen affettirir,” diye karşılık verdi Elif.
Mert ayağa kalktı. Sertti. Mesafeli. Ama sesi yükselmedi.
“Ben duygusal kararlar almam,” dedi.
“Ben de,” dedi Elif. “O yüzden buradayım.”
Bir süre sustu. Sonra masasına döndü.
“İşinize dönün,” dedi.
O akşam Elif eve geç geldi. Halide Hanım onu kapıda karşıladı.
“Yüzün çok ciddi,” dedi.
“Bazı insanlar geri adım atmıyor anne,” dedi Elif. “Ben de atmıyorum.”
Kemal Bey başını salladı. “O zaman yol zor olur.”
“Biliyorum,” dedi Elif.
Aynı saatlerde Mert Karahan evindeydi. Babası Rauf Bey televizyonu kapattı.
“Yanında çalışan biri var,” dedi. “Sana benzeyen.”
Mert ceketini çıkardı. “Kimse bana benzemez.”
“Ben de öyle diyordum,” dedi babası.
Mert sustu.
Ertesi gün ofiste herkes fark etti:
Mert Karahan daha sertti.
Elif daha netti.
Ve kimse geri adım atmıyordu.
Bu bir yakınlaşma değildi.
Bir güç savaşıydı.
Ve bu savaşta kazanan, vazgeçmeyen olacaktı.