Elif o sabah evden çıkarken Halide Hanım arkasından baktı. Kızının omuzlarındaki yükü fark etmemek imkânsızdı. Eskisi gibi neşeyle kapıyı çekip çıkmıyordu artık. Daha sessizdi. Daha düşünceli.
“Akşam erken gelmeye çalış,” dedi annesi.
Elif gülümsedi ama bu, yarım bir gülümsemeydi. “Denerim anne.”
Kemal Bey gazeteyi indirip kızına baktı. “Hakkını yedirme. İş zor olabilir ama insan zor olmak zorunda değil.”
Elif başını salladı. “Ben de öyle düşünüyorum baba.”
Ama ofise adımını attığı anda, bu düşüncenin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladı.
Mert Karahan çoktan gelmişti. Cam duvarların ardında ayakta duruyor, telefonla konuşuyordu. Sesi alçaktı ama tonu kesindi. Bir anlaşmazlık olduğu belliydi. Telefonu kapattığında yüzü daha da sertleşti.
“Elif,” dedi odasından çıkmadan.
Masasından kalkıp yanına gitti. “Evet?”
“Bugün yönetim kurulu sunumu var,” dedi. “Hazırlıkları sen yapacaksın.”
Zeynep başını kaldırdı. Emre kaşlarını çattı. Bu sunum normalde üç kişinin işiydi.
“Süre?” diye sordu Elif.
“İki saat.”
“Bu yeterli değil,” dedi sakin ama net bir sesle. “Eksik olur.”
Mert Karahan ona baktı. Soğuk, ölçen bir bakıştı bu. “Yeterli olacak.”
“Kaliteden ödün verir,” dedi Elif. “Buna imza atmam.”
Ofisteki hava gerildi. Kimse nefes almıyordu sanki.
“Bu bir emir,” dedi Mert.
Elif’in kalbi hızlandı ama geri adım atmadı. “Benim işim, sorunları önceden söylemek.”
Bir anlık sessizlik oldu. Mert Karahan’ın çenesi kasıldı. Sonra başını hafifçe eğdi. “O zaman çözüm üretin,” dedi. “Bahane değil.”
Odasına döndü.
Elif masasına geçerken Zeynep fısıldadı. “Bu resmen ateşe atmak.”
“Biliyorum,” dedi Elif. “Ama yapacağım.”
Emre yaklaştı. “Yardım edeyim.”
Elif başını salladı. “Gerekirse sorarım.”
Saatler hızla geçti. Elif dosyalar arasında kayboldu. Rakamlar, tablolar, sunum slaytları… Zaman daralıyordu. Ellerinin titrediğini hissetti ama durmadı.
Camın ardında Mert Karahan onu izliyordu. Hiçbir şey söylemeden. Ne destek, ne eleştiri. Sadece bakış.
Sunum saati geldiğinde Elif dosyaları masaya bıraktı. “Hazır,” dedi.
Mert dosyaları aldı. Göz gezdirdi. Kaşları çatıldı. Sonra bir dosyada durdu.
“Bunu kim ekledi?” diye sordu.
“Ben,” dedi Elif. “Risk analizini.”
“İstememiştim.”
“İstemeniz gerekmiyordu,” dedi Elif. “Gerekliydi.”
Bir an için Mert’in sertliği daha da yoğunlaştı. Ama dosyayı kapatmadı. Sunuma öyle girdi.
İki saat sonra yönetim kurulu odasından çıktığında yüzü ifadesizdi. Kimse sonucu bilmiyordu.
“Elif,” dedi.
Kalbi ağzına geldi ama belli etmedi. Odasına girdi.
“Sunum,” dedi kısa bir duraksamadan sonra, “kabul edildi.”
Bir saniye. Sadece bir saniye. Ama Elif o an her şeyi hissetti.
“Risk analizi,” diye ekledi, “fark yarattı.”
Teşekkür etmedi. Gülümsemedi. Ama bu, onun dilinde büyük bir onaydı.
“İşinize dönün,” dedi.
Elif çıktığında Zeynep gözleriyle sordu. Elif sadece başını salladı.
Aynı akşam Mert Karahan evine gittiğinde annesi Nermin Hanım onu kapıda karşıladı.
“Bugün yüzün daha gergin,” dedi.
“Yoğun bir gündü,” dedi Mert.
Rauf Bey koltuğundan konuştu. “Birine fazla mı güvendin?”
Mert durdu. “Güvenmem.”
“İnsan kendine bile güvenmezse yalnız kalır,” dedi babası.
Mert cevap vermedi. Bu konuşmalar ona göre değildi.
Elif’in evinde ise bambaşka bir hava vardı. Halide Hanım sofrayı hazırlamıştı.
“Yüzün yorgun ama gözlerin güçlü,” dedi kızına. “İyi bir şey mi oldu?”
“Zor bir işti,” dedi Elif. “Ama yaptım.”
Kemal Bey gülümsedi. “Aferin.”
O gece ikisi de farklı evlerde, aynı şeyi düşündü.
Sınırları.
Duvarları.
Ve karşılarındaki insanın geri çekilmemesini.
Ertesi gün ofiste Emre ile Elif birlikte çalışırken Emre sordu: “Karahan Bey sana neden bu kadar yükleniyor biliyor musun?”
“Neden?” dedi Elif.
“Çünkü ona karşı çıkan çok az kişi var.”
Tam o sırada Mert Karahan yanlarından geçti. Konuşmayı duymuş muydu, bilinmezdi. Ama adımları daha sertti.
“Elif,” dedi durmadan. “Benimle gelin.”
Odaya girdiklerinde kapıyı kapattı.
“Dün,” dedi, “sınırı zorladınız.”
“Ve iş yaptım,” dedi Elif.
“Bu şirkette,” dedi Mert, “insanlar ya kurallara uyar ya da gider.”
“Elif’in sesi sakindi. “Ben üçüncü bir yolu seçiyorum. İşimi doğru yapıyorum.”
Uzun bir sessizlik oldu. Mert ona baktı. Sert. Ulaşılmaz. Ama geri çekilmedi.
“Bu yol,” dedi, “yalnız bir yoldur.”
“Alışığım,” dedi Elif.
Mert Karahan başını çevirdi. “Çıkabilirsiniz.”
Elif çıktığında kalbi hızlı atıyordu ama yüzü sakindi. Bu adamın kabuğu hâlâ sağlamdı. Kırılmamıştı. Belki de hiç kırılmayacaktı.
Ama artık biliyordu.
Bu hikâyede mesele aşk değildi.
Güçtü.
Sınırdı.
Ve kim olduğundan vazgeçmeden ayakta kalabilmekti.
Ve Mert Karahan, karşısında bunu yapabilen birini ilk kez görüyordu.