Sinclair bir hafta kadar önce taşındığı yeni dairesinde, henüz alışamadığı yatağında uzanıyordu. Bu daireye geldiğinden beri her gece yaptığı gibi soğuk odada kat kat örtünün altında, sırt üstü uzanmış ve gözlerini tavana dikmişti bu gece de.
Tavanda ve odanın diğer köşelerinde arayıp bulamadığı şey bir parça huzur ve uykuydu tabii ki. Yatmaktan sıkılmıştı ama henüz bir ısıtma sistemi mevcut olmadığı için yataktan çıkmayı ve buz gibi fayanslara basmayı göze alamamıştı.
Bir süre daha acıyla yanan gözlerini ovalamamak için kırpıştırarak tavana bakmaya devam etti. Birkaç saat de olsa uyuyacağından emindi bir süre sonra. Umduğu gibi de oldu. Gözleri ağır ağır kapandı. Uykunun onu soğuk ve rahatsız kollarıyla da olsa sarmalamasına içtenlikle yanıt veren Sinclair'ın bilinci, yeni aşkıyla aralarına giren tiz sese kaşlarını çattı.
Zor da olsa yakaladığı mutluluk kayıp yok olan bir yıldız gibi arkasında iz bile bırakmamıştı. Birkaç saniye ne olduğunu anlamaya çalışan Sinclair, yataktan kalkabilmek için üzerindeki kat kat örtüden kurtuldu. Çoraplı ayaklarını yataktan sarkıtıp hemen yatağın başucunda öylesine atılmış hırkasını aldı ve sırtına geçirdi. Söylenerek odada bir yerde olduğunu bildiği ama dünden beri bulamadığı terliğine tekrar bir göz attı. Görebildiği kadarıyla kayıp eşyalar diyarına tek yön bilet almıştı terlikleri.
Odadan yavaş ve hantal adımlarla çıkarken onu uyandıran sesi tekrar duydu. Tiz bir kadın sesiydi duyduğu ve artık başka sesler de eşlik ediyorlardı bu soprano komşusuna. Kadın histerik bir şekilde biriyle konuşuyor, karşısındakinin cevap vermesine fırsat vermeden kendi sorularını yine kendisi cevaplıyordu. Alışık olmadığı kadar fazla konuşan bu kadını merak etmiş ve en sonunda kavuştuğu uykusundan onu uyandırdığı için epeyce kızmıştı. Şu an yan dairenin çenesi fazla mesai yapan sakinini rahatsız etmiyorsa tek bir sebebi vardı, kadın ve yanındaki epeyce üzgün ve kızgındı.
Duyduğu sesler ilgi çekici olsa da umursamamaya çalışıp kendisine kahve hazırladı. Kahvesini alıp hırkasını çekiştirip sarılarak balkonun kapısını açtığında, bitişik dairenin balkonunda bayan gevezeyi gördü. Ayağında çoraptan başka bir şey olmadığı için kapıdan caddeye bakmak istemişti sadece ama gördüğü manzara karşısında adım atmadan duramadı. Ayaklarının kendiliğinden iki parmak kadar yüksekliği olan soğuk karla buluştuğunu fark etmedi bile.
Balkonda caddeden vuran ışıkla aydınlanmış yüzü gördüğü kadarıyla kumral, uzun siyah veya kahverengi saçlıydı. Otursa da bir bayana göre uzun olduğu belli olan kızın iki elinde tuttuğu kadehleri tokuşturmasını merakla izlemeye başladı. Kız karşısında biri varmışçasına hiddetle konuşmaya ve elindeki kadehlerden birinden içmeye devam ediyordu. Artık içmeye ihtiyacı olmadığını, dolanan dili, ayarlayamadığı ses düzeyi ve elini kolunu kukla gibi sağa sola sallamasıyla gayet güzel sergiliyordu.
Bir süre sonra birkaç saniye sessizliğe bürünen kızın sızdığını ya da donduğunu düşünmeye başlamıştı Sinclair çünkü sarhoş komşusunun üzerinde ince olduğu belli olan, kesinlikle ıslak kıyafetler vardı şu anda.
Kıza seslenmeye karar verdiğinde kız aniden doğrulmaya çalıştı. Başaramayınca omuz silkip dönerek elleri ve dizleri üzerinde dengesizce ilerleyerek açık balkon kapısından evine girdi. Eve girerken bir salyangoz kadar yavaş ve azimliydi. Kapıdan geçerken içeriden yüzüne bir anlık da olsa vuran florasan ışığı ile yüzündeki ifadeyi gördü Sinclair.
Kız abartılı bir güzelliğe sahip değildi. Yüzünde bu deli dolu konuşmaları yapacak kıza yakışmayan öylesine hüzünlü, çaresiz ve umutsuz bir ifade vardı ki kızın saçmaladıklarını yapacağını o an anladı. Balkondan odaya geçtiğinde dairesinden çıkıp kızın kapısını çalmak ile çalmamak arasında gidip geldi bir süre. Yan daireden ilk duyduklarına benzer sesler yükselmeye başlamıştı yine. *Yüzünde isminin hakkını veren bir gülüş oluştu. Kızların ancak ve ancak şans eseri görebileceği o pırıltılı bakışları, kendinden emin tavırları ile keyifle tahtına kuruldu. Ayağındaki ıslak çoraplarının yerde bıraktığı izlerin farkına vardığında odasına hızla doğru ilerliyordu. Yatağına oturduğunda ıslık çalarak birer hamlede çoraplarını çıkartıp yatağın yanına yere bıraktığında bir şey daha fark etti. Sindy'i o adamla yakaladığından beri kalbine yerleşen koyu kasvet ve başındaki yakıcı ağrı ortadan kaybolmuştu. Uykusuzluğun verdiği o o hantallık bile gerilemişti sanki. Enerjik ve keyifliydi.
Yan dairenin kapısının şiddetle kapandığını gösteren ses, boş apartmanda yankılanırken duvarları ince ve kötü bir yerde ev tuttuğuna şükür etti. Evinden sessizce kaçmasına sebep olan baskıyı kuran babasına da şükranlarını sunmayı ihmal etmedi.
Kısa bir süre sonra kızın peşinden yavaşça merdivenleri iniyordu. Kız asansör yerine merdivenleri kullanıyordu. Merdiven parmaklıklarına tutunarak inmeye çalışırken Sinclair gülümseyerek kızı geriden takip etmeye devam etti.
Alora kendisinden üçüncü bir şahıstan bahseder gibi kendine söyleniyordu. Kafasında ancak Alice'in harikalar diyarındaki deli şapkacının elinden çıkabilecek nitelikte büyük ve çılgın bir şapka vardı. Omzunda boks eldivenleri, ayaklarında büyük pelüş ev ayakkabısı, boynunda üzerinde büyük kar kristalleri bulunan koca atkısı ve kucağında taşıdığı plastik bir sele ile güç bela 8 katı indiğinde, arkasında sessizce gülmeye çalışmaktan çenesine ağrılar girmiş bir adam olduğundan habersizdi.
Şefi telefonu kapattığında bir süre düşünmüş, ama hiçbir çıkar yol bulamamıştı. Sinirle duvara bir şeyler fırlatmak, eşyalarını oradan oraya sürüklemek ona sadece incinmiş bir bilek, donmuş bir popo ve birkaç kırık bibloya mal olmuştu. Ailesi veya birlikte resim çekilip saklamak isteyeceği kadar samimi arkadaşı olmadığı için filmlerdeki gibi çerçeve parçalayamamıştı. Bunu fark ettiğinde çaresizliği bir ağacın üzerinden birden yere inen kar kümesi gibi tüm ağırlığı ile tepesine çökmüştü.
"Ne kaybederim ki?" diyerek, hazırlıklarını yapıp TV'de duyduğu saçma vudu saçmalığını denemeye karar vermişti.
Apartmandan çıkıp bütün hafta boyunca yoğun olan, şu an ise cadde ışıklandırması ve ağaç süslemeleri ile kutuplardaki bir buz çölünü andıran düzlüğe ulaştı. Yanında getirdiği elbise askısı ile yere bir kar kristali çizdi. Çizimi bittiğinde kar kristalinden başka her şeye benzeyen şeklin çirkinliğine aldırmadı. Yerdeki karı eliyle bir araya toplaması uzun sürdüğü için küçük bir küre yapıp şeklin ortasına koymaya çabalarken ortaya koyduğu gösteri, değme tiyatrolara taş çıkartacak cinstendi.
Sinclair keyifle kızın küçük kardan adamını yapışını izledi. Apartmandan inerken kızın boynunda sallanan eldivenler şimdi kardan adamın elleriydi. Boynundaki büyük atkı ise kardan adamın yarısını sarmıştı. Merdivenlerden inerken kızın başındaki şapka kardan adamın kafasını neredeyse yutmuştu. Daha fazla yutmamasının tek nedeni burun yapmak yerine kullandığı bir soğandı.
Sinclair ''Galiba havuç bulamadı.'' diye mırıldandı. Bir ağaca yaslanmış hırsla eserini bitirmeye çalışan kız, bu fısıltıdan farksız sözcükleri işitmese de cevaplamıştı.
''Al bakalım. Kötü kokabilir ama o olmazsa koku da alamazsın. Soğan koklamak, hiçbir şey koklayamamaktan çok daha iyidir. Hem öyle kocaman Pinokyo gibi burunla durmana gönlüm razı olmadı. Ayrıca öyle burnu havada insanları sevmem.''
Alora, seleden bulduğu plastik çiçekleri de adamının kırmızı elleri ile karnı arasına sıkıştırdığında yüzünde ümit dolu bir gülümsemeyle doğruldu.
Sözleri hatırladığı kadarıyla yanlış, eksik ve biraz da kendisi uydurarak gökyüzünde ışıltılardan göremediği bir noktaya bakarak diledi. Evrene mesaj gönderiyordu. En acilinden gerçekleşmesi gereken bir dilek içeren mesajının gideceği yere, gözünü kısmasına sebep olan ışıktan daha hızlı ulaşmasını dileyerek isteklerini kesintisiz bir şekilde sıralamaya başladı. Televizyonda isteklerin ara verilmeden sıralanması gerektiği ve tek bir şanslarının olduğunu söylemişti kadın. Derin bir nefes alıp ciğerlerini soğuk ve ferah havayla doldurabildiği kadar doldurup saymaya başladı.
''Beni her daim koruyacak, yalnız bırakmayacak, destek olacak, sevecek, evine sık sık çiçeklerle gelecek, yakışıklı ve düşünceli bir adam diliyorum.''
Tüm bunları zar zor saydığında, bulanık zihni sebebiyle amacından saptığını ancak fark edebilmişti Alora. Hızlı bir düzeltme yaptı kabul olmasını dileyerek.
''Ahh, bunların yerine yarın geceki partide bana eşlik edecek bir adam da şimdilik işimi görür aslında. Şu kardan adama benzese bile olur. Günümü kurtarsın yeter.''
Kardan adamına bakıp yüzünü buruşturduktan sonra birkaç dakika boyunca gökyüzüne baktı. Mesajının ulaşıp kabul gördüğüne dair, ne olduğunu bilmediği bir işaret bekledi umutla. Göremeyince boynunu büküp usul usul tükenmiş bir şekilde dairesinin yolunu tuttu.
Sinclair, o apartmana girene kadar ağacın karaltısında kalmaya devam etti. Kız gözden kaybolduğunda gökten kayıp giden yıldızı görmeden kardan adama ilerledi. İlk işi kardan adamın üzerindekileri toplamaktı. Sonrasında çok eğleneceğini biliyordu. Kıyafetleri ve çirkin çiçeği kucaklayıp kızın bir kenarda unuttuğu seleye doldurdu. Kızın yere çizdiği şekli bozmadan kardan adamı ortadan kaldırdı ve seleyi de yanına alarak evinin yolunu tuttu.
Yaklaşık bir saat sonra beyaz pantolonu, beyaz ayakkabısı ve beyaz yün kazağını giymişti. Başında ona bile büyük gelen şapka, boynunda büyük kırmızı atkı vardı. Boks eldivenleri ile kapıyı açması sıkıntı olacağı için evden çıkarken eldivenleri ipliklerinden birbirine bağlayıp koluna astı. Bir eline çiçeği alıp kapıdan çıktı. Anahtarları paspasın altına, elindeki çiçekleri de hemen kapının eşiğine bırakarak eldivenleri giydi. Sonrasında güçlükle çiçekleri alıp kızın kapısına ilerledi.
30 yıllık hayatında ilk defa böyle bir çılgınlık yapıyordu ve bu onu fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Kızla bir an önce buluşmak için çabucak hazırlanmaya başladı. Tek endişesi vardı o da kızın ayılmış olup şu keyif dolu gecenin başlamadan bitecek olmasıydı. Hazırlandığı süre zarfında yan daireden bu tarafa doğru tek bir ses bile ulaşmaması Sinclair'in içine bir başka endişe daha sardı. Ya bu sıska, tuhaf kız aşırı alkolün etkisiyle sızıp kaldıysa. Böyle bir şeyin olmuş olma olasılığı bile keyfime limon sıkmaya yeterdi. Öyle bir şey olabilme ihtimaline karşın yan daireye doğru hızlı adımlarla koşmaya başladı.
Kapı ziline uzun uzun bastı. Bir dakika kadar sonra dönüp evine gitme düşüncesi zihnini sarmalamaya başladığında kapı aniden açıldı. Kapı aralığında duran kızı baştan ayağa süzmekten kendini alamadı. Islak saçları, eski pijama takımı, çıplak ve yarı aralık göz kapaklarıyla, isminin Alora olduğunu öğrendiği çılgın kız fena halde sevimli bir şekilde karşısındaydı. Bir adım atarak kıza yaklaşıp sol elini kapının pervazına dayayarak kıza çapkın bir şekilde göz kırptı. Kızın verdiği tepki ise çok eğlenceliydi. Gözleri hayretle açılmış ve onu baştan aşağı süzüp duran kızın sözleriyle gülümsedi.
''Aman Tanrım! Aman Tanrım!'' kelimelerini yineleyen Alora, karşısında duran adamın elleriyle yaptığı eğreti bir yapıya benzeyen kardan adamı olduğuna hala inanamıyordu. Adam fena halde yakışıklıydı. Yüzü bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına keskin hatlara sahipti. Bir doksan boylarında, yapılı olduğu giydiği beyaz kıyafetlere rağmen ortadaydı ve şu an elindeki eski plastik çiçekleri alması için Alora'ya uzatıyordu. Elini değil parmağını bile kıpırdatmaktan aciz Alora, yine aynı kelimeyi tekrarladı. Devreleri yanmış bir robota benziyordu bu haliyle.
''Aman Tanrım!"
''Benzetme için teşekkürler ama ben Sinclair, Alora."