1.Bölüm: “Cami Avlusunda”
Sevim Özyurt...
Her insanın hayatında dönüm noktaları olur. Bazı şeyler başımıza gelecekse, Allah öyle köprüler kurar ki o köprülerin üzerinden geçip olaylar silsilesinin içinde buluruz kendimizi. Şu an ben öyle bir köprünün üzerinden geçtiğimi bilmeden, yere düşen kitaplarımı topladım ve sokağa doğru hızlıca adımladım.
Atilla abiyi ve abim Semih'i mahalleli ayırdı. Ahmet amcam, Funda yengem ve Senem eve girdi. Atilla abi kendi evine geçti ama annesi ve babası Ahmet amcamlara yürüdü. Ben, annemin yanına geldim. Tam "Neler oluyor?" diye soracaktım ki babam, yüzüme okkalı bir tokat atıp,
"Bu saatten sonra sana okul falan yok! Sen de okuyup Senem gibi mi olacaksın başımıza? Senem belası yeter, ikinci bir vukuat istemiyorum! Bundan sonra dershane, okul yok. Hele üniversite? Asla! Bitti! İlk gelen görücüye vereceğim seni!" deyip annemle ikimizi iteleyerek eve doğru soktu. Sonra da Ahmet amcamlara geçti.
Ben ağlamaya başladım. Anneme bakarak;
"Senem'in zaten okumakta gözü yoktu. Onun yaptığı hatanın bedelini neden ben ödüyorum?" dedim. Annem;
"Babana bakma sen. Mutlaka bir yolunu bulup seni okutacağım kızım. Meslek sahibi olacaksın ve kendi ayaklarının üzerinde duracaksın, yoksa gözüm açık gider." dedi. Bana sarılıp saçlarımı okşadı, teselli etti.
Annem "Yaparım." dediyse yapar. Babamdan dayak yediğini çok görmüştüm. O dayağı yerken bile daima bizi babama karşı savundu. Annem hep koruyucu bir anne oldu. Evin içinde babama, evin dışında gelebilecek tüm kötülüklere karşı bizi hep savundu, hep korudu. Eğer bir gün anne olursam, ben de annem gibi bir anne olacağım.
Yaklaşık iki saat sonra babam geldi. Masayı kurduk. Ben sessizdim. Babamla konuşmaya başlarsam işin sonu tartışma ve dayak olacaktı. O yüzden sessiz kalmaya devam ettim.
Annem, "Ne karar verdiniz? Ahmet'le Funda ne diyor?" diye sordu.
Babam da;
"Haftaya düğün yapacaklar. Atilla, üzerime düşen ne varsa yapacağım dedi. Allah'tan kabul etti. Senem’i de, namusumuzu da kurtardık, soyadımızı da." dedi.
Acaba Senem hangi ara Kadir'den ayrılıp Atilla ağabey ile sevgili oldu, çok merak ediyorum. Aslında Atilla abi mahallenin kızlarına bakan biri değildi. Benden on yaş büyük. Ben 18 yaşındayım, o 28. Bugün evlenmek istese, mahalledeki genç kızlar sıraya girer. Ama o, "Kesinlikle evlilik istemiyorum." demiş annesine. Ben, bunu annesi, annemle konuşurken duymuştum. Ayten teyze çok üzülüyordu Atilla abinin evlilik konusundaki isteksizliğine ama bir çözüm de bulamamıştı.
Atilla abi ne anlama geldiğini bilmiyorum ama mahallenin 'reisiymiş'. Benim abim de dahil, mahallenin gençleri sürekli "Reis" diye hitap ederdi ona. Arada bir de akşamları kahvede toplanıp bir şeyler yaparlardı. Taksiciydi Atilla abi, 7/24 direksiyon sallardı. Bugüne kadar ne bir müşterisiyle ne de başka bir taksiciyle kavgasını duymamıştık. İşinde gücünde, kendi halinde biriydi.
Nasıl oldu da Senem’le birlikte oldu, hâlâ aklım almıyor. Çünkü Senem çok asi, çok hırslı, Atilla abinin tam tersi karakterde biri. Neyse... "Allah mesut etsin" demekten başka söylenebilecek pek fazla bir şey yok.
Yemeğe başlamıştık. Annem, bana göz kırptı ve;
"Sevim'i boşuna tokatladın sokak ortasında. Benim kızımın okulu gayet iyi gidiyor. Hocaları çok memnun. Ayrıca ne okulda ne mahallede bir tane erkekle bile görünmedi. Senem’in yaptığını Sevim’e yükleyemezsin. İzin vermem! Zaten dershanenin parasını peşin ödedik. Parayı da bize iade etmezler. Bizim sokağa atacak paramız yok. Kız gitsin eğitimini tamamlasın. İstanbul dışında başka bir üniversite kazanırsa o zaman oturur konuşuruz, okuyup okumayacağını. Ama dershanesine devam edip o sınava girecek. En azından verdiğimiz para boşa gitmesin." dedi.
Babamın can damarı para. Annem böyle açıklama yapınca babam;
"İyi madem... Parayı iade alamayacaksak gitsin. Ama tek bir yanlışında gözüm üzerindedir. Ne dershane ne de eğitim! Ona göre! Hata yaparsan bitiririm seni!" dedi.
Ben de;
"Dikkat ederim baba, merak etme." dedim. Bunu bile söylemek istemiyorum ama bir defa cevap vermezsem yine tokatlar. O yüzden tek cümleyle cevap verip geçiştirdim, daha fazla ortam gerilmesin diye.
Abim nerde hiç bilmiyorum. Eve gelmedi. Galiba yine akşamları toplandıkları o kahveye gitmişti. Atilla abi olmadan abim adım dahi atmazdı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi ikisinin. Şimdi ne yapacak acaba . Senem yüzünden araları fena bozuldu. Belkide düğünden sonra barışırlar. İkisinin ki yılların dostluğuydu… Acaba bu dostluğa gölge düşer mi, diye düşündüm.
Atilla abinin annesi Ayten teyzede benim annem Sevda ile samimi dost. Atilla abinin babası Fuat amca babamı pek sevmez ancak zaruri durumlarda babamı muhatap alırdı. Sebebini bilmiyoruz.
# # # # # # # # # # #
Aradan bir hafta geçti, son hız düğün hazırlığı yapıldı. Senem bir damla bile gözyaşı dökmedi. Yani ben ne hale düştüm, kendimi bu hale nasıl getirdim diye zerre üzülmüyordu. Apar topar düğün yapılmasına rağmen Senem ne istiyorsa o oldu. Ayten teyze, Atilla abinin tüm birikimini bu düğüne harcadığını söylüyormuş. “Bari deyseydi,” diye anneme sitem etmişti. Neden öyle dediğini anlamadım.
Kına gecesi, fotoğraf çekimi, organizasyonlar, kuaför… Herşey Senem neyi nasıl istiyorsa öyle oldu. Sanki mecburi değilde severek evlenen çiftler gibi. Belkide Atilla abi Senem’i hep sevdi. Abim yakasına yapışmıştı. O konuşmanın üzerine bunu nasıl yaparsın Senem’e demişti. Belkide aşkını itiraf etti Atilla abi… Benim için herşey tam muamma ama benim dışımda herkese normal geliyor şu an yaşananlar…
Düğün salonundayız. Senem’le Atilla abi salona giriş yaptı ve ilk danslarına başladılar. Sonra yerlerine geçip nikah memuru geldiğinde resmi nikah kıyıldı.
Bir ara ben lavaboya gittim. Geri döndüğümde lavabonun koridorunda Ayten Teyze ile karşılaştık;
“Ah Sevim’im, hoş geldin kızım, görememiştim seni,” dedi.
“Hoş bulduk Ayten teyze, tekrar hayırlı uğurlu olsun.”
“Ne hayrı, ne uğuru... Sen de şahitsin, biliyorsun işte bu düğün neden böyle oldu. Ah Sevim, ah... Benim aklımdaki de gönlümdeki de sendin Atilla için. Ama ne olduysa aniden bu Senem peydah oldu. Hiç içime sinmiyor. Bizi pişman edecek, oğlum bile bile kendi cehennemine yürüdü, engel olamadım. Umarım başı daha fazla belaya girmez. Senem bundan sonra akıllılık eder de Atilla’yla mutlu olur. Yoksa bu dünyayı Senem’e ben dar ederim! Senin gibi akıllı, terbiyeli bir gelinim olacaktı. Ne oldu? Mahallenin en oynak kızı oğluma düştü. Ne haysiyet bıraktı bizde ne de onur, gurur... Neyse, hadi bakalım, eğlenmene bak, bari sizler eğlenin şu düğünde,” dedi.
Duyduklarımla şok oldum. Hiçbir şey diyemedim ve masaya geçip oturdum.
Eğer ben okuyamasaydım, ev kızı olarak yaşamaya devam etseydim demek ki Ayten teyzenin ilk işi beni oğluna istemek olurmuş. Aslında çok hayalini kurmuştum bunun. Atilla abiye içten içe hep bir hayranlığım vardı. Ama o kadar çok utanıyordum ki... Kendi kendime söylenirken bile “Atilla” diyemezdim, hep “Atilla abi” derdim. Ağzım alışır da kocaman adama “Atilla” derim korkusuyla yalnızken bile “abi” kelimesini kullanırdım.
Acaba Senem'le ikisinin nasıl bir evliliği olacak, çok merak ediyorum. Senem doyumsuz, isteği bitmeyen bir insan. Atilla abi ise Senem'in tam tersi; sade hayat sever. Bakalım, ikisi bir arada nasıl anlaşacaklar?
Bir şekilde düğünü bitirdik. İki aile de birbirine sinirli olmasına rağmen kavga, gürültü çıkmadan final yapıldı. Düğün bitti, hepimiz evimize, kabuğumuza çekildik. Ahmet amcamların evinde düğün değerlendirmesi yapılıyordu.
Funda yengem, babama:
“Bence artık Sevim’in de vakti geldi. İsteyeni olursa ver gitsin. Sonuçta ne kadar okursa okusun, ne kadar eğitim alırsa alsın, işin sonunda evlilik var abi. Zamanı gelen kızı evlendirin, bir an önce kocasının sorumluluğu altına girsin,” dedi.
Babam da:
“Annesine dua etsin. Annesinin hatırına şu dershaneye gitmesine şimdilik izin veriyorum. Bir yanlış olursa tabii ki affetmeyeceğim. Ama düzgün gider gelirse, okumasına izin var,” dedi.
Sürekli, benim eğitimim ve okulum ipin ucundaymış gibi hissediyorum. Ama annem var. Nasıl olsa annem beni korur, bir şekilde okutur diye içim rahat.
Aslında içimin rahat olmaması gerekiyormuş. Çok değil, bir hafta sonra bunu anladım.
Yine dershaneden çıkmış, aheste aheste eve geliyordum. Aynı çığlık seslerini duydum. Bu defa, hayatımın felaketinin çığlık sesleriydi bunlar. Hem korktum, ne olduğunu görmek, bilmek istemedim; hem de çok merak ettim. “Bu defa ne oldu acaba?” diye hızlıca adımladım.
Bizim evin önünde büyük bir kalabalık vardı. Ambulans ve polis aracı da var. Ayten Teyze ile göz göze geldik. O kalabalıkta beni görünce o da bana doğru gelip;
“Girme kızım eve, ne olur bir dur, görme...” dedi.
“Ne oldu Ayten teyze? Niye herkes bizim evin önünde? Allah aşkına bir şey mi oldu? Yoksa abim mi birine bir şey yaptı?” diye sordum.
“Hayır kızım… Çok üzgünüz. [Derin bir nefes alıp verdi. Aynı anda gözleri doldu.] Başın sağ olsun. Annen vefat etmiş… Merdivenlerden düşmüş. İçeride hem polis hem sağlık ekipleri var. Kimseyi almıyorlar zaten. Sen de sakın girme, görme, olanı da olmayanı da,” dedi.
Dizlerim beni tartmadı. Elimdeki kitaplar yere düştü. Diz çökeceğim sırada biri beni tuttu.
Atilla abinin sesini duydum:
“Sakın Sevim, sakın bırakma kendini. Hayatının en kötü anı bu an, eminim… Ama zaman durmayacak, ilerleyecek ve bu anlar geçecek,” deyip beni ayağa kaldırdı.
O an ne olduğunu anlamadım. Arkamı döndüm ve sarıldım Atilla abiye. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Atilla abi saçlarımı okşayıp;
“Ağla, içini boşalt, sakın içine atma,” dedi.
Ağlıyordum ama aslında ağlamak istemiyordum. Feryat etmek istiyordum.
“Annem beni bırakıp gitmez! İnanmıyorum! Annem ölmedi!” dedim.
Sonra görmek istedim. Öldüyse de… Hani derler ya, “Soğuk yüzünü son kez görmek…” diye, ben de görmek istedim. Atilla abiden ayrıldım, evin girişine doğru ilerledim. Polisler içeriye almadı. Çok kısa bir an, merdivenin son basamağının dibinde oluşan kan gölünü gördüm. Yuvarlak daire biçiminde, kan orada birikmişti. Annemin kanıydı o...
2 katlı evimizin içeriden merdiveni vardı ama çok dik değildi. O merdivenlerden küçük bir çocuk bile rahatça inip çıkardı. Nasıl oldu da annem düştü, bilmiyorum. Üstelik o kadar kan akacak derecede nasıl bir düşüş olabilir? Hepi topu 15-16 basamak merdiven…
Annem siyah bir torbanın içinde çıktı. Ömür verdiği bu evin kapısından, annemi o siyah torbanın içinde hayal edince artık kendimi tutamadım ve:
“Anne!” diye feryat ettim
“Annneeeee, gitmeeee!!!”
Ayten Teyze ile Funda yengem beni tutmaya çalıştılar. “Görmek istiyorum!” dedim ama ne polis ne sağlık ekibi izin verdi.
“Şu an olmaz,” dediler.
İki ekip de hastaneye doğru yola çıktı. Peşlerinden biz de gittik. Hastaneye yaklaşırken fark ettim, Atilla abinin arabasındayız. Abim önde, ben Ayten Teyze ve Funda Yengem arkadayız. Hastaneye gelince,
“Otopsi yapılmasına gerek yok,” denildi ve annem morga kaldırıldı.
Babam yanımıza gelip;
“Yarın ancak teslim alabileceğiz, gasilhaneyi falan ayarlamamız lazım. Burada beklemenin bir anlamı yok. Eve geçelim,” dedi.
“Annemizi burada mı bırakacağız?” dedim.
Gözleri doldu, ilk defa mahcubiyet oldu babamda…
“Başka yapacağımız hiçbir şey yok. Hepimizin başı sağolsun,” dedi.
Annemizi o buz gibi morgda bıraktık ve eve geldik. Bu sıcak evde oturamayız… Annem o soğuk yerdeyken ben nasıl burada durayım? Balkona çıktım…
Ben de üşüyeyim. Ben de soğukta kalayım.
Annem hiçbir şey yaşamadı ki bu hayatta… Gün yüzü görmedi ki… Garip geldi, garip gitti… Daha benim mezuniyetimi görecekti, mesleğimi elime aldığımı, ayaklarımın üzerinde nasıl güçlü bir kadın olarak yetiştiğimi görecekti. Annem benimle gurur duyacaktı. Ama şimdi… İki evladının hiçbir şeyini göremeden, öylece çıkıp gitti aramızdan.
Ben şimdi sensiz ne yapacağım? Saçlarımı kim okşayacak? Kim beni teselli edecek? Kim beni koruyacak?
Çok erken oldu bu ayrılık, anne…
Ne olur, bir an önce beni de yanına al…
Dizlerimi kendime doğru çekip başımı kucağıma eğdim ve peş peşe düşen gözyaşlarımı izledim. Annem için ne yapsam az… Ama ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorum şu an. Nasıl bir acı, nasıl bir felaket bu?
Annesi ölene “öksüz” derlermiş.
Artık ben öksüz biri miyim?
Belki de herkes bana baktığında acıyacak.
“Annesi yok, bu da öksüz,” diyecek.
Ama ben insanların bana acımasına, acıyarak bakmasına tahammül edemem…
İstemiyorum…
—
Sabaha kadar oturduk hepimiz. Babam ve abim peş peşe balkona çıkıp sürekli sigara içiyorlardı. Ben sadece ağlıyordum. Çünkü yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Annem olsaydı bana söylerdi:
"Sevim, hadi kalk kızım. Şunu yap, bunu yap," derdi.
Ben de onu yapardım. Ama şimdi annem yoktu. Öylece oturup ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyordu.
Ahmet amcamlar ve Ayten teyzemler hiç ayrılmadı yanımızdan. Ayten teyzem anneme hep “ahiretliğim” derdi. Çok samimi arkadaşlardı zaten. İkisinin oğluda aynı şekilde arkadaş olmuştu. Bu gece de bizi hiç yalnız bırakmadılar. Zaten biz Ayten teyzelerle komşu gibi değildik; aile gibiydik. Fuat amcam da aynı şekilde bizimle çok ilgilenirdi, kendi çocuklarıyla ilgilenir gibi… Bu gece de aynısını yaptılar. Bizimle ilgilendiler, yanımızda oldular.
Sabah olduğunda toparlanıp evden çıktık. Kahvaltı denilmez ama komşular bir iki lokma bir şeyler yedirdi. Israr ettiler. Önce annemi morgdan alıp gasilhaneye götürdük. Ayten teyzeyle ben de cenaze yıkama işlemi için içeri girdik.
“Sen bilmezsin, bir de kıyamazsın. Belki korkabilirsin ama en azından yanımızda dur,” dedi.
Ayten teyzem görevliye yardım etti ve ikisi birlikte, iki elden annemin cansız bedenini yıkadılar.
Annem ölü gibi değildi… Sanki öylece uyuyordu.Sadece izledim…
“Gözleri açık gitmiş annenin,” demişti biri.
“Senin okuyup meslek sahibi olduğunu görmezsem gözlerim açık gider.’’ demişti annem. Ona mı açık gitti acaba gözleri? Abimin evlendiğini de göremedi… Ona mı açık gitti bilmiyorum. Ama eminim, son anında bile bizi düşündü. Zaten varı yoğu abim ve bendik… Bizden başka kimi vardı ki?
Annemin hayatının çoğu sıkıntıyla geçmişti. Babamı düşündü mü son anında bilmiyorum… Ama babama çok kızgınım. Annem hayattayken rahat ettiremedi onu. Biz büyüyüp geldik de biraz olsun yükünü aldık ama biz büyüyene kadar annem çok hırpalandı. Şimdi pişman mı babam, bilmem… Anneme çektirdikleri için acaba pişman mı?
Görevli kadın,
“Hadi gel, annenin ayaklarına su dök. Evladısın sonuçta. Sonra içine batmasın,” dedi.
Gittim… Bana verdiği suyu annemin ayaklarına döktüm. Buz gibiydi ayakları… Dökme işi bitince annemi kuruladılar ve kefenini biçtiler. Sonra onu kefenlediler. Yüzünü örtmeden önce son kez annemi öptüm. Yanaklarından ve alnından…
“Helalleşmek nasip olmadı seninle annem karınca kadar dahi evlatlık hakkım sana geçtiyse, yerden göğe kadar helal olsun.”
Ayten teyze bu sözlerimle ağlamaya başladı. O da annemi öpüp helalleşti. Sonra abimi aldık içeriye. Abim de annemi son kez gördü ve çıktı.
Ah anneciğim…
Sen bize çok güzel annelik yaptın.
Bizi bir cami avlusuna bırakmadın…
Ama biz seninle bir cami avlusunda vedalaşıyoruz şimdi.
Hem de sonsuza dek olan bir vedalaşma…
Ne kadar da ağır bir şeymiş sevdiğini bir daha göremeyeceğini bilmek…
“Yattığın yerler seni incitmesin, acıtmasın anneciğim…” diye dua ettim hep.
Cenaze namazı kılındı. Kabristana doğru yola çıktık. Defin işlemleri tamamlandı. Hoca talkım verdi ve mezarın başından ayrıldı. Hoca gidince biz geldik. Anneme sarılır gibi mezarına sarıldım.
“Çok erken oldu, anne… Ben sensiz ne yapacağım? Ah annem… Keşke gitmeseydin…” diyebildim sadece.
—
Aslında orada, annemin mezarı başında, içimi dökmek istediğim çok şey vardı. Ama hiçbirini söyleyemedim. Sadece gözyaşlarımı akıtıp,
“Keşke gitmeseydin... Çok erken oldu…” diye sayıkladım durmadan.
Abimin ve Ayten teyzenin ısrarlarıyla sonunda kalktık. Bu defa da annemi kabristanlıkta bırakıp eve döndük. Kapıdan içeri girmeden önce, karşıdan o iki katlı, her taşında annemin emeği olan eve baktım.
Bu duvarların arasında annemin acı feryatları da vardı, bizimle birlikte attığı şen kahkahaları da…
Ama şimdi ölüm, hepsini silip süpürmüştü.
En çok korktuğum, asla yaşamak istemediğim o buz gibi ölüm gerçeğiyle yüzleşmiştim.
Hem de henüz 18 yaşındayken.
Hem de anneme en çok ihtiyacım olan günlerde…
Ben anneme çok düşkün bir kız çocuğuydum. Kesinlikle babama düşkün değildim.
Değil 18, 60 yaşına da gelsem, annemin eksikliğini iliklerime kadar hissedeceğim.
Öksüz denirmiş ya, annesi ölene…
İşte o öksüzlüğün ağırlığı şimdiden omuzlarımda. Ve biliyorum ki bu ağırlık nereye gidersem gideyim, ne kadar yaşarsam yaşayayım hiç azalmayacak.
Aksine, artarak devam edecek.
Ah Sevim… Kaldın işte bir başına.
Sorumsuz bir baba, ancak kendine hayrı dokunan bir abi…
Ve sen…
Bakalım annesiz bu ev seni nasıl kucaklayacak?
Bugünüme bile şükredeceğimi bilmeden, içten içe sitemlerimi sıralıyordum.
Bu ev beni kucaklamayacak. Hatta belki de bir gün beni kovacak.
Bilmiyordum…
Ama yine de yavaşça adımlayıp içeri girdim.
Annem için yapılması gereken ne varsa, hepsini yapacağım.
Ve sonra…
Annemin bana verdiği bir görev gibi, ben de ona verdiğim sözü tutacağım.
Okuyacağım, meslek sahibi olacağım.
Annem hayatta olmasa da benim meslek sahibi olduğumu görecek.
Ve yine benimle gurur duyacak.
Artık tek hedefim bu.
Anneme çok istediği o gururu yaşatmak…
—