4. Bölüm: “Nikah”
Sevim Özyurt…
Hayatım ellerimden kayıp gidiyor, farkındayım. Ama kalkıp engel olamıyorum, çünkü daha 18 yaşındayım. Bir kişi bile destekçim değil. Ben bu yükün altından tek başıma asla kalkamam. Küçücük bir umudum bile yok. Artık resmen Gürkan’ın karısı oluyorum. Bir haftadır hazırlık yapılıyor. Kayınbabam, annemin vefatından dolayı kına gecesi yapılmasını uygun görmedi. Nikah kıyıldıktan sonra yemek verilecek ve yola çıkıyorlar; izinleri bitmiş.
Bana kalsa, gelinlik bile giymeme gerek yok. Annemin yasını bahane edip eğlence de istemedim. Aklıma Senem’in düğünü geldi. O kadar olay olmasına rağmen telli duvaklı gelin oldu. Benim hiçbir suçum, günahım yok ama bana layık görülen sadece nikah… Böyle olması benim için daha iyi. Annemin olmadığı, sevdiğimle evlenemediğim düğünü ne yapayım?
Almanya’da da herhangi bir eğlence ya da nikah organizasyonu olmayacakmış. Gerek görmedi kayınbabam Zafer Bey.
Bazen rahmetli annemle diziler izlerdik. Mesela kayınbaba rolünde Altan Erkekli oynardı, çok severdim. Ya da daha eski Yeşilçam filmlerinde Hulusi Kentmen olurdu kayınbaba ve baba rollerinde. Hiç hayalimdeki gibi bir babam ya da kayınbabam olmayacak. Zafer Babayı tanıdıkça bunu anladım. “Zafer Baba” dememe de kızdı zaten. Direkt “baba” diyecekmişim, “Ağzın hemen alışsın,” dedi.
Gürkan da babası ne derse o havalarında. Geçirdiğim bu bir haftada bazı şeyleri çözmeye başlıyorum. Gürkan bana çok iyi davranıyor. Baş başayken de iyiyiz. Birileri yanımızdaysa hele de kuzeni Ayça ortamdaysa, benimle iki kat daha fazla ilgileniyor. Yurt dışındaki küçük amcasının kızı Ayça.
Zehra Anneme bu durumu fark ettiğimi söylediğimde, Gürkan’ın Ayça ile evlenmek istemiş olduğunu ama Ayça’nın kesinlikle kabul etmediğini anlattı. Madde bağımlısı olduğunu bildiği için. Galiba benim üzerimden Ayça’ya hava atıyor gibi. “Sen benim karım olsaydın, bu ilgiyi sana gösterirdim,” havasında.
Ve ister istemez aklıma şu geliyor: Almanya’ya gittiğimizde gerçek Gürkan’la mı tanışacağım? Çünkü burada gösteriş yaptığı belli. Çok huzursuzum, çok da korkuyorum. Ama yapacak bir şeyim yok. Yine de son bir umut, hem dayımı hem abimi birer kere daha aradım. Tabii ki abim telefonda ona ne dediğimi anlamadı bile. Yine ayık değildi.
Gürkan’dan madde bağımlısı diye korkuyorum ama galiba abim de sadece alkol kullanmıyor; o da başladı bir şeylere. Bu çevresini hiç sevmezdi rahmetli annem. “Sağlam adamı da bozar onun çevresi,” derdi hep. Annem de yok artık. Abime “dur” diyecek kimse olmadığı için soluğu o çevrede almış yine.
Dayım da, fabrika izin vermediği için gelememiş. Gelemediği için de bir şey yapamıyor. Ama “Evlen, mutlu ol, mutluluğuna bak,” diye klasik nasihatler verdi. Evlilik mutluluk getirseydi, anneciğim hayatta olurdu.
O evden uzaklaşınca ben de bazı şeylerde rayına oturdu. Annemin ölümü artık benim gözümde şüpheli bir ölüm. Ya Elif ya da babam... İkisinden birisi anneme bir şey yaptı. Bizim merdivenlerimiz çok dik değil, annemin de tansiyon problemi yok ki aniden merdivenin en başından en sonuna kadar yuvarlanıp düşsün. Düştüğü gibi, bir de başının kanadığını görmüştüm.
Babam, otopsi yapılmasını istemedi. Ya kavga çıktı ve kavga esnasında istemeden bir darbe aldı annem, o darbe ile merdivenden düştü... Ya da Elif, bilerek isteyerek annemi iteleyip düşürdü. Sonra babama haber verdi. Kendisi de ortadan kayboldu. Bize başsağlığına gelmemişti günlerce. Dikkat çekmemek içindi. Çünkü annemle çok samimi değillerdi. Hemen gelse insanların gözüne batacaktı. Yanlış hatırlamıyorsam, ancak 3. gün gelmişti cenazeye.
Evde, o ortamda babam sürekli bir şeyler istediği için, sürekli gelen giden olduğu için bunları düşünememiştim. Ama şu an düşünüyorum. Hatta... Artık eminim: Annem kesinlikle kendi eceliyle ölmedi. Benim anneme kıydılar.
Bazen mantıklı düşünebilmek için o ortamı terk etmek ve üçüncü göz olarak dışarıdan bakmak gerekirmiş ya... Şu an ben o evredeyim. Cenaze ortamından uzaklaşınca her şey tek tek rayına oturdu bende.
Polise şikayet etsem babamı ve Elif’i acaba ne olur diye düşündüm. Tutuklanmazlar ve serbest kalırlarsa... Babam beni öldürmez, süründürür. Öldürürse kurtulurum. Ama öldürmez beni. Zevkine dayak atar, biliyorum. Zaten babamdan ve Elif’ten şikayetçi olursam bu evlilik işi de aksayacak. Beni direkt baba evine postalarlar ve babama verdikleri parayı alırlar.
Annemin cenazesine yanmaz babam, elinden giden o paraya daha çok üzülür. Buna eminim. Ve o üzüntüyle tüm hırsını benden çıkarır. Zehra, annemin dediği doğru, pavyona bile satar beni babam. Bazı gerçekleri biliyorum, tahmin ediyorum ama ortaya çıkarmaya gücüm yok.
İşte o yüzden sürekli kendi kendime, “Elin kolun bağlı Sevim. Bir destekçin bile yok. Yapabileceğin hiçbir şey de yok. Sadece yaşamaya bakacaksın, nefes almaya devam et,” diyorum.
Belki de bir gün elime çok güzel imkânlar geçer. Her şeyi ispatlarım. Çok şahit oluyorum; on sene sonra bile çözülen cinayetler var. Herkes bir şekilde hak ettiğini yaşıyor. Babam ve Elif de yaşayacak... Canı gönülden inanıyorum buna.
Bir insan evlenirken neyi hayal eder, hiç bilmiyorum. Herkes mutlu olmak için evleniyor, kimse boşanmak için değil. Ama galiba ben mutlu olmak için evlenmiyorum. Bir görevi yerine getirir gibiyim şu an. Gelin başım yapılıyor mesela. Aynada kendimle göz göze geliyorum ama düşündüğüm tek şey annemin ölümü. Babam, Elif ve kayınbabam. Birde Gürkan Almanya’ya gittiğimde bana nasıl davranacak?
Allah’tan Zehra anne var. Benim bu zor hayatımdaki tek kolaylığım galiba Zehra annenin anlayışlı olması. Bir kere kesinlikle yalan konuşmuyor. Ne soruyorsan, net ve doğru cevaplar alıyorsun. Kendi kocası da oğlu da olsa, doğru neyse onu söylüyor. Derler ya, “aldığı abdestin, kıldığı namazın hakkını veriyor” diye. Zehra annem gerçekten öyle birisi. Benim rahmetli annem gibi; tesettürüne, abdestine ve namazına dikkat ediyor. Dili dualı, kalbi güzel bir kadın gerçekten. Bu yönleriyle rahmetli anneme benzettiğim için çok çabuk benimsedim Zehra annemi.
Neden bilmiyorum ama benim Zehra annemle iyi anlaşmama Ayça çok bozuluyor. Sürekli “çok yapmacıksınız, kaynana gelin böyle olmaz” gibisinden laf sokuyor. İlgilenmiyorum. Benim üzerimde dünya tepiniyor, Ayça’nın laf sokmaları en son düşüneceğim şey. Bir de bu laf dilime dolandı: "Dünya üzerimde tepiniyor." Gerçekten öyle hissediyorum.
Yozgat’a geleli 2 kilo daha verdim. Gelinlik provasına gittiğimizde anladım bunu. Aslında gelinlik değil, beyaz şifon bir elbise aldım. Nikah için daha uygun bu elbise... Gelinlik istemiyorum. Annemin vefatının üzerinden daha bir sene bile geçmedi. Yas tutmuyorum ama ölüsüne saygı duyuyorum, kendimce. Bir şey diyen olmadı. İlle de gelinlik giyeceksin diye tutturan da olmadı.
Ben düz beyaz elbise giyince, Gürkan da klasik bir kombin yaptı. Siyah ceket, siyah pantolon, beyaz gömlekle tamamladı. O da damat tıraşı oluyormuş, telefon konuşmalarından öyle anladım. Aile apartmandaki herkes şu an bu kuaförde. Saçımı dümdüz yapıp, içine Gürkan’ın aldığı incili tokaları taktılar. Saçımla birlikte inciler de aşağı doğru iniyor. Sonra duvağım takıldı. Beyaz o da incili bir duvak. Gürkan isteyince çok zevkli olabiliyormuş demek.
Takı merasimi de olmayacağı için, kuafördeki saç ve makyajım bitince Zehra annem tüm takıları burada taktı. Kolumda dirseğime kadar altın var diyebilirim. Boynumda da dolu. Bunlar sadece damat ve ailesinin taktığı takılar. Diğer takılar yemekten sonra gelecekmiş. Nasıl bir gelenekleri var, bilmiyorum. Sadece Zehra anne ne derse onu yapıyorum. Ve kesinlikle Gürkan’a itiraz etmiyorum. Bunu çok tembihledi Zehra anne: “Birbirinize alışana kadar itiraz etme kızım. Alıştıktan sonra itiraz edersen de gözüne batmaz,” dedi. Ben de onun nasihatlarını dinliyorum.
Zaten Zehra annenin dediğini yaptığım sürece gerçekten kimseden kötülük görmüyorum. Şu an için herkes gayet ilgili benimle. Bu durumdan da memnunum. Evdeki gibi görmezden gelen yok beni. Aksine tüm gözler üzerimde. Kimisi iyi niyetle, kimisi de “bir hata yapsa da dalga geçsem” niyetiyle... Ama fırsat vermiyoruz Zehra annemle o insanlara.
Dışarıdan davul, zurna ve korna sesleri duyuldu. Damat gelin almaya geliyor. Sanki düğün başkasının, ben uzaktan izliyor gibiyim. Hiçbir heyecanım bile yok. Senem’in düğününde bile daha heyecanlıydım diyebilirim.
Kuaförün kapısı açıldı, Gürkan girdi içeri. Takım elbise, damatlık yakışmış gerçekten. Bana doğru geldiğinde bakışlarında hayranlık vardı, çözebiliyorum. Yüz ifadesini saklayabilen biri değil. O an yaşadığı duygu neyse yüzünden çok net okunuyor. Alnımdan öptü ve bana sarıldı. İlk defa sarılıyoruz. El ele tutuştuk, Gürkan’ın isteğiyle koluna girdiğimde oldu. Ama yakınlaşmamıştık hiç. Sarıldığımda yine o ağır çam kokusu geldi burnuma.
Ben odunsu, çam ya da baharat kokusu tarzındaki ağır parfüm kokularını hiç sevmezdim. Gürkan tam tersi, ağır koku seviyor. Mecburen ben de ağır kokulu bir parfüm kullanıyorum.
El ele ve alkışlar eşliğinde kuaför salonundan çıktık. Gelin arabasına bindik. Gürkan’ın arabası gelin arabası oldu. O şoför, ben de yanındayım. Kimseyi almadı arabaya. Ve konvoyla nikah salonuna doğru ilerlemeye başladık. Müziği kapattı. Kısa bir an bana yan bakış atıp:
“Çok güzel olmuşsun Sevim. Hayalimde seni böyle beyaz bir elbise veya gelinlik içinde çok düşünmüştüm ama sen şu an hayalimden bile güzelsin. Lütfen hep böyle bakımlı ol. Her zaman karşıma böyle güzel çık,” dedi.
“Peki...” diyebildim.
Resmen koyun can derdinde, kasap et derdinde...
Nikahımızın kıyılacağı nikah salonuna geldik. Yine coşkulu bir kalabalık ve şenlikli bir girişimiz oldu. Resmî nikah için gerekli prosedürler yapıldı ve o soru soruldu. Gözüm salon kapısına ister istemez gitti. Ağabeyim gelir mi diye çok bekledim. Dayım veya küçük teyzem… İkisinden biri gelir de “durun bu, nikah kıyılamaz” der mi diye çok bekledim. Ama olmadı. Gelen olmayınca mecburen "evet" dedim ve imzalar atıldı.
Tabii ki babam nikahıma gelmedi. “Çok uzakmış, siz gerekeni yaparsınız eminim. Gelemediğim için kızımın çeyizini ya da düğün hediyesini de getiremiyorum, artık kusuruma bakmazsınız. Hâlâ başsağlığına gelenler var, evi kitleyip gelmek doğru olmaz,” dedi. Şimdiye kadar yaptığı her şey çok doğruymuş gibi… Başsağlığına gelenler evin içinde Elif’i görüyor mesela. Bu ne kadar doğru?
Babamın doğruları bana çok yanlış. O yüzden zaten ne benimle ne ağabeyimle geçinebilirdi. İnsan iki evladının ikisiyle de mi anlaşamaz, orta yol bulamaz? Babam öyle biriydi. Genel olarak zaten kimseyle anlaştığı görülmedi. Huysuzun teki.
Nikah ve tebrik kısmı bittikten sonra başka bir salona geçtik. Yemek yendi. Yemekten sonra da takı takıldı. Boynumuzdaki şeritleri Zehra annem alıp çantasına koydu. Bütün işlemler bitince bu büyük nikah salonundan çıktık. Merdivenlerden inerken tam karşıdan birinin koşarak geldiğini gördüm. Mesafe çoktu ama koştuğu için o hareketlilik belliydi. Kimseye, özellikle de Gürkan’a çaktırmadan bu koşarak gelen kim diye baktığımda Atilla abi olduğunu anladım.
Koşarak geldi ve yolun başında durdu. Beni elimde gelin çiçeğim, Gürkan’ın kolunda görünce omuzları düştü. Acaba abim de mi burada diye bakındım ama yok. Atilla abi tek gelmişti. Gürkan, “Hadi güzelim,” deyince merdivenden indim. Son basamağa geldiğimde Ayça, “Gelin çiçeğini atsın!” dedi.
Her boyayı boyadık, fıstık yeşili eksik kaldı derler ya, o hesap…
Ayça istedi diye müzik açıldı ve gelin çiçeğini arkaya doğru attım. En azından Ayça yakalayamadı, buna sevindim. Atilla abim bu anları izledi. Ne yanıma gelebildi, ne de ben ona “gel” diye işaret verebildim. Ya da abimin arkadaşı Atilla abi gelmiş burada yanına gideyim diyemedim. Ailen bile gelmedi, abinin arkadaşı ne alaka denilecek. Yine elim kolum bağlı. Hiçbir şey yapamadım.
Gelin arabasına bindik. Kornalara basarak uzaklaştık oradan. Dikiz aynasından kısa bir an gördüm Atilla abi öylece baktı arkamızdan. O da bir şey yapamadı. Sadece baktı. Acaba nikah kıyılmadan gelmiş olsaydı ne diyecekti? Veya bir şey diyecek miydi bana? Merak ettim ama yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Biliyorum.
Üç günlük balayı ayarlandı bize. Kuaförden çıktığımız gibi Nevşehir’e geçtik. Abimi arayıp haber dahi vermedim Nevşehirdeyim diye. Çünkü görmek istemiyorum. Çok kırgınım ona. Benim şu halimin en büyük sebebi abim. Abilik yapabilseydi, ömründe bir kere zoru seçseydi, kolayı değil, şu an ikimiz bir şekilde hayat mücadelesi veriyor olurduk ama en azından ikimiz de mutlu olurduk.
Balayım çok ağrılı geçti. Gürkan buna hep "normal" dedi. İlk defa böyle bir şey yaşadığın için bu ağrılar gayet normalmiş. "Demek ki evlilik böyle bir şey," dedim. Sonuçta Gürkan yaş olarak benden büyük ve her konuda daha tecrübeli. O yüzden yine o ne diyorsa onu yaptım. Aslında bazen evli kadınların muhabbetlerini ister istemez duyduğum olurdu. Onlar ağrılı olduğunu söylemezlerdi; hatta çok güzel bir şeymiş gibi bahsedenler de vardı. Ama bu bana hiç güzel bir şey gibi gelmedi. Sadece acı çekiyorum, ağrım var. Gürkan'ın ağır kokusundan hatta midem bile bulanıyor. Daha da enteresan tarafı: Gürkan, "Şu an seninle normal bir ilişki yaşıyorum. Alışma sürecinde olduğun için... Evliliğin ilerleyen aylarında daha farklı ilişkilerimiz olacak ve sen de zevk alacaksın. Bu çok güzel bir şey. Her defasında isteyeceksin benden," dedi.
Mide bulantısı ve ağrıdan başka bir şey hissetmediğim için bu konuda Gürkan’a uyum sağlayamayacağım gibi geliyor. Ama ağrım olmazsa ve bu kullandığı parfüm kokusunu değiştirirse, belki de dediği gibi olur.
Nevşehir’i gezmek istedim ama Gürkan, "Buradan dönüşte yola çıkacağız, yorulmak istemiyorum. Sadece seninle yorulmak istiyorum. Gezmekle vakit kaybetmemize gerek yok," dedi. Yalnızca yemek saatlerinde otelden çıkıp bir restorana gidip yemek yiyoruz, tekrar otel odasına geliyorduk. O mesafede görebildiğim kadar gördüm Nevşehir’i. Doğru düzgün sohbet eden birisi değil. Zehra annenin bahsettiği değişik ve ağır kokulu sigarayı içip benimle birlikte oluyor sonra sızlıyordu. Bende camdan saatlerce dışarıyı izleyip ağrı çekiyorum. Üç gün böyle geçti. Sonra da Yozgat’a döndük.
Zehra Anne benimle kaldı. Gürkan ve babası yola çıktılar. "Üç ay içinde seni götüreceğiz," dediler. Ben yine onlar ne derse onu yapmaya devam ettim. Dil kursuna yazıldım. Gürkan oradan bana vize için istek yaptı. Yıllardır Avrupa’dalar, maddi durumları da iyi. Hatta Gürkan işçi, ancak babası orada iş adamı diye geçiyormuş. İki tane süpermarket tarzı işyeri var, orayı işletip yaklaşık yirmi tane işçi çalıştırdığı için Almanya’da işveren ve iş adamı konumundaymış. Babası da referans oldu.
Ben dil kursuna başladığımda Zehra Anne, "Sakın sadece sınavı geçebileceğin kadar öğrenme, daha fazlasını öğren. Oraya gittiğinde okula başlaman için elimden geleni yapacağım. Bu yabancı dil orada da senin çok işine yarayacak. Almanca seviyen yüksek olsun," dedi. Ve gelip dil kursunda öğretmenimden de rica etti. Normal standart aile birleşimi dil kursu değil de, bir tık üst seviyede aldım dil eğitimini. Zaten okumayı, okulu da özlediğim için, yapacağım başka herhangi bir şey de olmadığı için tek hedefim güzel Almanca öğrenmekti. Öğrendim de. İngilizcem çok iyiydi. Hem İngilizce hem Almanca olarak eve geldiğimde de online dersler alıp çalışmaya başladım. İngilizcemi de unutmak istemiyordum. Başka türlü de vakit geçmiyordu Yozgat’ta.
Zehra Anne ile yapabileceğimiz çok büyük etkinlikler yoktu. Yürüyüş yapıp hava alıyoruz, eve geliyoruz, yemek yiyoruz, ben ders çalışıyorum, Zehra Anne televizyon izliyor. Bu şekilde bir standart oldu. Sessizlik ve huzur var. Kavga gürültü kesinlikle yok.
Zehra Anne, "Bunaldım, hadi kızım bir alışveriş yapalım," deyip arada alışverişe de çıkardı beni. Elimi neye uzatıyorsam alıyor. Gürkan’la sürekli mesajlaşıyoruz. Attığım adımda haber veriyorum ama annesi yanımdaysa haber vermeme gerek yok. Zaten ben de yalnız çıkmıyorum. Sadece kursa gidip gelirken, sabah erken saat olduğu için yalnız gidiyorum. Bazen dönüşte Zehra Anne’yi çağırıyorum, birlikte yürüyüş yapıyoruz, dışarıda yemek yiyoruz ve eve geliyoruz.
Tüm resmi işler halledildi. Gürkan bir haftalığına geldi. Konsolosluk vize işlemleri için Ankara’ya birlikte gittik geldik. Sonrasında vize çıkarsa ve ilk yolculuğum olacağı için karayolu değil de uçakla gideceğiz. Konsolosluğun verdiği tarihte yine Ankara’ya gittik. Herhangi bir pürüz ya da problem yoktu. Evraklar da eksiksiz olunca, vizeniz verildi dediler. Zaten dil sınavını da geçmiştim. Tek sevindiğim, artık Zehra Annem perişan olmayacak. Benim yüzümden kadın burada kaldı, kendi memleketi bile değilmiş Yozgat… Ne benim annemin mezarına gitmeme izin verdiler, ne de Zehra Annemin memleketine gitmesine. Yozgat’ta sıkışıp kaldık. Canımız çok sıkıldı. Ama Zehra Annemin dediği gibi: "En azından hırgür, kavga gürültü yok. Sessiz sakiniz. Yaşayıp gidelim bakalım," dedi.
Gürkan’a bir kere daha söyledim, "Annemin mezarına gitmek istiyorum," diye. Buradan da okuyunca ulaşır illa ki mezarına gitmene gerek yok, deyip kestirip attı. Sonra biletleri aldı. Önce Kayseri’ye, Kayseri Havalimanı’ndan dış hatlar aracılığı ile Almanya’ya uçtuk. Uçakta cam kenarı benimdi. Camdan dışarıya bakıp sadece düşündüm: Bakalım beni Almanya’da nasıl bir hayat bekliyor?
Oradaki gurbetçiler, yurt dışından gelen gelin veya damada "ithal gelin", "ithal damat" derlermiş. Zehra Annem’den böyle bir söz asla duymadım. Bakalım, ithal gelin olarak beni ne bekliyor Avrupa’da?
Ömrüm boyunca yaşadığım tüm bu mutsuz ve umutsuz hayatımda, aklımdan çıkaramayacağım tek şey vardı o da Atilla abim.
Çıktı geldi nikahıma. Belki de engel olmak için geldi, yetişemedi. Ölsem de unutmam onun oraya gelişini… Bakışlarıyla ve uzakta da olsa varlığıyla beni tek bırakmamasını… Babamın, abimin, dayımın yapmadığını Atilla abim yaptı. En azından, "Ben buradayım," der gibi durdu tam karşımda. Keşke ona onu sevdiğimi, hatta yıllardır uzaktan hayran olduğumu söyleme imkânım olsaydı. Bunu bilseydi acaba ne yapardı Atilla abi diye düşünmeden edemedim.
Şu an en son düşüneceğim şeyin Atilla abi olduğunu biliyorum. Önümde koskoca bir hayat var. Belki de Zehra Annem gibi ömrüm Almanya’da geçecek. Hiç mutlu değilim. Annesizlik çok zor. Ama hem annesiz hem mutsuz olmak, iki kat daha zormuş.
Almanya bana kolaylıklar ülkesi ol lütfen…