2. KİMSESİZLER MEZARLIĞI

1887 Words
Eve girdiğimizde içimdeki sıkıntı gözlerimden akıyordu resmen ve kardeşlerim çoktan bir sorun olduğunu anlamıştı. Anne babamın aksine elbette. Ayşe’yi hemen lavaboya götürüp işlerini halletmesini sağladım. Hızlıca yıkayıp üzerine pijamalarını giydirdim ve mutfakta çorbasını yedirip uyuttum. Konuşacaklarıma şahit olsun, babası gibi öz anne babamın da beni aşağılamasını görsün istemiyordum. Yemeği az da olsa yeyip masayı kaldırdığımızda mutfakta meyve hazırlayan annemin yanına gidip kısık sesle “Anne, seninle az konuşalım mı?” dediğimde yüzüme çatık kaşları ile baktı. İrislerinde durumu anlamak ister gibi bir ifade vardı. “Hayırdır Gül. Babandan gizli kaçak ne konuşması bu? Kız yoksa hamile misin? Kaynanan falan şikayetçi mi?” Ah anne ah. Aklına sadece bunlar geliyordu değil mi? Benim yaşadıklarımı duymak pek de umurunda değildi sanki. İç çektim. “Anne, hamile değilim. Kaynanam da şikayetçi değil. Derdim başka da Allah aşkına sesini yükseltme önce senle konuşayım, babam duyarsa anlatmam zorlaşır.” Zekiye Hanım bakışlarıyla beni sindirmeye çalışırken kolumu sıkıca tutmaya başladı. Dişleri arasından konuşurken hayat bana işimin ne kadar da zor olduğunu fragmanlarla gösteriyordu. “Bana bak kız, ne senin karın ağrın? Kocanla mı sorunların var? Yoksa, yoksa Allah muhafaza boşanma işi falan mı var? Elin adamı seni kapıya koydu değil mi? Gözü kör olasıca adama ne ettin de seni attı sokağa Allah bilir. Babana ne diyeceksin he, adam kalpten gider resmen. Ama yok anne babayı güldüren hayırlı evlattır. Sayende başımız yerden kalkmıyor ki.” Durdum. Parmakları etime gömülen kadına ne desem suçlu ben olacaktım. Yaşadıklarımı anlatsam bile yumuşamayacaktı. Yıkılmak istedim. Kızımdan başka kimsem olmadığını rahminde can bulup dünyaya geldiğim kadının sözleri ile anladım. Usulca elini tutup kolumdan çektim. Kocaman bir hayal kırıklığı aramıza oturduğunda yutkundum. “Yok anne. Bir sorun yok ben sadece az dertleşsek mi diyecektim.” “O zaman ne demeye babam duymasın diyorsun?” “Ne bileyim, anne kız dertleşirdik ama gerek yok.” Mutfaktan çıktığım gibi üst kata çıkıp kendimi balkona attığımda son nefesimi veriyor gibiydim. Elimi ağzıma kapayıp sessizce çığlık atmaya çalıştım. Gözlerimden sicim gibi akan yaşlardan önümü göremiyordum ama içinde olduğum cehennem kuyusunu hissediyordum. Bedenim atamadığım çığlıkların dudaklarımdan firar edemeyen hıçkırıkların yuvası gibiydi. Lanet etmek istedim hayatıma yaşadığım her bir olaya ama vazgeçtim. Bazen büyümek, güçlü olabilmek ve kıymet bilmek için kızgın közlerin üzerinde yürümekte gerekiyordu ve ben o kor denizinin hemen ortasındaydım. Bir süre sessizce ağladım. Kardeşim Aynur yanıma gelip halimi görünce bir şeyler sorsa da ‘Bunaldım sadece’ diyerek geçiştirdim. Çünkü yapabileceği bir şey yoktu. Anlatsam ruhumun yükü ona da azap olacaktı. Benim için yeni yollar gerekliydi. Yeni bir hayata adım atmalı kızımı ve kendimi korumalıydım. Annemin delici bakışları babamın insanı mezara sokan imaları ile geceyi gündüz gündüzü gece ettim. Ne yaparım diye düşündüğüm üç günün ardından eskiden komşumuz olan ve sevdiğim bir abim aklıma geldi. Avukat Harun Yokuş. Bazı insanlar için ‘Sağlam adamdır’ derler ya Harun abi de onlardan biriydi. Tek sorun numarası bende yoktu. Telefondan ilk defa bir saat kadar sosyal medya açıp kullandım. Sonunda kendine ait sayfayı bulduğumda kısacık da olsa nefes alabilmiştim. Mesaj kısmına girip “Merbaha Harun abi. Ben Gül. On üç sene kadar önce komşuyduk. Tahir Kavaklı’nın kızıyım. Bu mesajımı görür müsün bilmiyorum ama zor durumdayım. Sağlam ve halimden anlayacak bir avukata ihtiyacım var. Kızım Ayşe ve benim can güvenliğimiz yok abi ve kime gideceğimi bilmiyorum. Tek tutunacak dalım sensin. İnşallah mesajımı görür ve bana dönüş yapabilirsin. Numaram 053......” yazdım ve yolladım. Resimlerine baktığımda en son sabah paylaşım yapması içime umut dolduruyordu ve dua ediyordum ki olumlu bir dönüş yapsın. Yine uykusuz bir geceyi devirirken koluma sarılan Ayşe’m biraz kıpırdanıp sırtını döndü ve bebeğine sarıldı. O ara telefonun bildirim ışığı ile tüm bedenimin uyuştuğuna yemin edebilirdim. Ellerim titreyerek ekran kilidini açtım ve ** mesaj bildirimine tıkladım. Gelen mesaj Harun abideydi ve okuduklarım gözlerimin dolmasına neden olmuştu. “Merhaba Gül. Uzun zaman oldu abicim ama hatırladım seni. Hayatımız tehlikede demişsin. Sana neden nasıl diye arayıp şimdi sormuyorum ama yarın gün içinde ilk fırsatta beni ara ya da çaldır ben dönüş yapayım. Aklım sende ve küçük kızın da kaldı. Senden gelecek telefonu bekleyeceğim. Geç saatte yazdığım içinde kusura bakma bir dava dosyası inceliyordum mesajını yeni gördüm. Allah’a emanet ol abicim bir de mutlaka ara.” Yüreğim bir kuşun ki gibi çırpınıyordu. Resmen saatleri saydım. Güneş doğdu herkes uyandı. Evden yine Ayşe’yi parka götürmek için çıktım ve kaydettiğim numarayı aradım. İkinci çalışta açıldı ve “Ben arayayım seni dakikan boşa gitmesin” diyen Harun abi geri kapadı. Sonra o aradı. Yarım saat kadar her şeyi anlattım. Başımdan kocamla ilgili ne geçtiyse ve sinirlerine hakim olamayan koca adam sövmeden edemedi. Çok nadir argo sözcüklere baş vururdu ama şimdiki hali içimde güven tohumları yeşertti. “Gül, bak abicim bu heriften kurtulman için elimden geleni yaparım ama önce bana vekalet vermen ve dilekçe yazmamız lazım. Aynı anda bir de uzaklaştırma kararı çıkarttırır senle kızını koruma altına aldırırız. İstanbul’a döndüğünde neler yapacağına da bakarız. Avukatlık vs. Ücretlerini de düşünme. Duyduklarımdan sonra seni o kansızdan kurtarmak boynumun borcu oldu.” “Allah razı olsun abi. Onca zamandan sonra kapını işim düştüğü için çalmış gibi oldum ama durumum ortada. Aileme de bir şey söyleyemiyorum. Az çok anne babamı tanıyorsun.” İç çekti. Bu bana “Tanımaz olur muyum?” demenin farklı bir şekliydi. Bir süre daha konuştuk. Bize yakın bir ilçe de olduğu için hemen çıkıp gelebilmişti. Bir saat sonunda karşımda duran beden ile gözlerim doldu. Yaşına rağmen dinç görüntüsü hayranlık uyandırıcıydı. Başkası olsa beğenebilirdi ama ben yıllardır görmediğim abim yerine koyduğum adama hayrandım. Başını yana eğip arkama saklanmaya çalışan kızıma ve bana baktı. Göğsünü şişiren bir soluk alıp kollarını açtığında istemsiz bir tedirginlik sardı etrafımı ama oysa o Harun abiydi. Yediğim baba dayaklarından sonra nasihatler edip babamı uyaran asla yan gözle bakmayan işinde gücünde olan akıl hocam. Sertçe yutkunarak girdim kolları arasına. Kısacık sarıldı zaten çünkü kasılan bedenimden bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Banka oturup sessizce birbirimize bakarken binlerce soru irislerimizde dans etti. “Çok teşekkür ederim abi, zahmet edip buralara kadar geldin. Nasılsın neler yapıyorsun?” dedim sohbet açmak ister gibi. Oysa sohbete değil hemen harekete geçmeye ihtiyacım vardı. “Kız durup dinlenip teşekkür etme. Seni ölen kardeşim yerine koyup da sevdim bilirsin. Üstelik duyduklarım da kanımı kaynatmadı değil yani. Ah var ya o bu şehirde olacaktı da ben ona soracaktım.” “Aman abi bulaşmaya değmez inan. Çamurunu sıçratmaktan fazlası olmaz. Hem sen hukuk adamısın.” İmalı ama hak verir gibi söylemde bulunmam onu gülümsetti. “Gül, inan bana şu meslekteki yirmi yılda öyle şeylere şahit oldum adaletsizliğin dibini o kadar gördüm ki bazen yumruğumu sıkıp onlara onların dilinden cevap veresim geliyordu. Hala da geliyor. Neyse sen bırak hukuk adamlığını da kalk hemen şu ileri ki caddede noter var. Vekalet işini halledelim. Ardından da hemen adliyeye gidip uzaklaştırma için karar çıkarttıralım. Sonrasına gidişata göre yön verelim.” Haklıydı. Kızımın elinden tutup yanımızda yürüyen Harun abinin aracına kadar yürüdük. Tedirgindim. Tanıdık biri görürse iş çok pis yerlere kadar gidebilirdi. İşte bu korkular kadınları genç kızları hataya sürüklüyor ya. Yanlış anlaşılmak, hiç hesapta yokken orospu damgası yemek. Arka koltuğa oturup gözlerimle son kez etrafı taradığımda kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum orası muamma olsa da. *** İşleri az biraz da olsa halledip mahalleye kadar Harun abi bizi bıraktığında saat beşi geçmişti. Annem defalarca kez aramış her defasında “Biraz işim var anne” diye geçiştirmiştim. Hissediyordu ama hissetmek bana destek olmasına, elini sırtımda görmeme neden olmuyordu. Kapıyı çalıp içeri girdiğim an hışımla üzerime gelen babamın tokadını yemem bir oldu. Ayşe korkudan çığlık atmaya başladığında Ahmet babamı tutmaya çalışıyor Aynur yanıma gelmiş dolu gözlerle yüzüme bakıyordu. İrisleri kırmızıydı ve ifadesi bir şeylerin olduğunun kanıtıydı. Kızıma sarıldığım an başımdaki şala yapışan babam küfrederek beni kaldırmaya çalışırken tek düşündüğüm çocuktu. “Kalk orospu kalk. Ne boklar yediğini elin herifinden öğreniyorum. Yetmiyor adamların arabalarında fink atıyorsun parka diye çıkıp. Sıçacağım ağzına senin geberteceğim seni.” Kimden ne duymuş ya da öğrenmiş bilmiyordum ama yaşadığım şey bir insan için en onur kırıcı şeydi. Derdimi anlatmaya derdini anlamaya çalışırken Ahmet yeniden araya girdi. “Baba dur Allah aşkına. Önce ablamı dinleyelim. O şerefsizin sözü ile yakma canını çocuk da korkuyor.” “Kes lan sesini. O şerefsiz dediğin bizi çiğneyip kaçıp gittiği adam. Kocası. Adam yalan mı söylüyor. Yapmış kahpeliği yetmemiş bir de yanımıza gelmiş. Amacı neydi? Bugün kimin arabasındaydı bu orospu. Yazıklar olsun, benim onun gibi bir kızım sizin de ablanız yok. Defolup gidecek bu evden yoksa pis kanına bulanacak elim. Piçini de alsın gitsin.” Yeniden üzerime saldırdı. Bana kendimi anlatma fırsatı tanımıyor canımı yaktıkça sanki kendi içini soğutuyordu. Annem. Benim için kılını kıpırdatmayıp babamın koluna sarılarak kalbin tutacak diyen kadın. İyi bak bana ve gözlerimdeki cenazeni gör. Kocan ve sen bu gece tam da şu an da benim cenazemi bu evin kapısında kaldırdınız. Ruhum ise kimsesizler mezarlığında gömüldü yanlızlıklarıyla. Aynur’u da yanımdan kaldırıp içeri savurduğunda kızımla ikimiz kaldık. Azrail gibiydi babam ve yüzüme inen şiddetli tokatların tenimden çok ruhuma ve kalbime indiğini hissediyordum. Acaba gerçekler ona utanma hissi verir miydi? Pişmanlık uğrar mıydı limanına ya da keşke der miydi? Bunları bilmiyorum ama artık bildiğim bir şey varsa benim için onların öldüğüydü. Sadece kardeşlerim vardı. Bir onlar kan bağıma ortaktı. Yüzümden sonra sırtıma ve karnıma inen tekmeler yumruklar nefes almamı zorlaştırırken kendimi kapı önünde buldum. Yavrum öyle korkmuştu ki artık çığlık da atmıyor ama titriyordu. Canım daha çok yandı. Ona bunu yaşatmalarına izin verdiğim koruyamadığım için ciğerim söküldü. Daha da nefret ettim körü körüne bir şeylere inanan insanlardan ve düşünce yapılarından. Yaz gecesi olsa da ılıkça esen rüzgar ile ayaklanıp yürümeye başladık. Resmen dayak yemiş üzerine kapı dışarı edilmiştim. Anladığım ise Selim babamı arayıp yalanlarını sıralamıştı. Beklediğim bir şeydi. Benden önce davranması ise anne babamın gerçekte nasıl insanlar olduklarını görmemi sağlamıştı. Benim gözlerinde de yüreklerinde de yerim yoktu. Zaten yıllarca öz evlatlarının yaşadığı kötü durumu görmemiş evden kaçınca da suçlu olmuştum. Kendimi zor bela parka attığımda ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Yüzüm gözüm kan ve kızarıklık içindeydi. Kızım korkudan titiriyor ara ara yerinden sıçrıyordu ve gece geç saatlerde tekin olmayan yerlerden birindeydik. Yaklaşık iki saat kadar bankta oturduk. Ayşe korksa da kaçışı uykuda bulmuş gözlerini kapamıştı. Bense bitik halde öylece karşıya bakıyordum. Gelen kısık mesaj sesi ile irkildim. Acıyan karnım ve kaburgalarım nefes alırken sızlasa da çantamın gözünden ekranı çatlamış telefonu çıkardım. Harun abi “Her şey yolunda mı Gül. Bir sıkıntı yok değil mi?” yazmıştı. Kendi kendime acıyan dudağıma rağmen gülümsedim. Sıkıntı. Benim yaşadıklarım sıkıntının da ötesindeydi sonuçta. Mesaj yazmak yerine arama tuşuna bastım çünkü sol gözüm şişmeye başlamış görüşüm bulanıklaşıyordu ara ara. Üç kez çaldı ve “Alo, İyi geceler Gül. İyi misin?” sözleri ile iç çekip ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olmadım. Hışırtı sesleri gelirken arkadan bir kadının “Harun, sorun nedir?” dediğini duydum. Elbette bu eşi Sultan ablaydı. “Hayatım bizim Gül arıyor ama iyi değil.” Değildim. İyi falan değildim ve yıkılmak üzereydim. Acınası bir tonda çıkan sesimle titrekçe “Abi, çok kötü şeyler oldu. Senin bizi aldığın parktayız Ayşe ile” diyebildim. Zaten onun sorularına fırsat kalmadan telefon kapandı. Siyaha dönen ekran ile şarjın bittiğini anladım. Dakikalar geçti. Başım dönmeye midem bulanmaya başlamıştı. Ağrıyan kemiklerim daha da şişen sol gözüm dizimde iki büklüm yatan kızımla çaresizdim yine ve yeniden. Hemen ilerimizdeki yoldan fren sesi geldi. Başımı çevirip bakmak istedim ama beceremedim. Gücüm tükeniyordu. Ayak sesleri telaşlı ve koşar adım bize yaklaştı, yaklaştı ve tam karşımızda duruverdi. Şaşkın ve korkmuş bir ses “Gül?” diye resmen bağırırken en son hatırladığım “A-abi” dediğimdi. Bedenim zihnim ve benliğim isyan bayrağını çekmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD