Şehrin kuzeyine düşen boş bir arazi, karanlığın ardında başka karanlıklar saklıyordu. Aleyna o sabah, Hasan’dan gelen çağrıyla erken uyanmış, doğruca Emniyet’e geçmişti. Dün gece Nalan’la buldukları laboratuvar ve simülasyon dosyaları henüz raporlanmamıştı. Çünkü bu artık sadece emniyetin değil, başka bir yapının meselesi haline gelmişti. Hasan, o çağrısında sesini düşürerek tek bir cümle kurmuştu: “Aleyna, bizim çocuklardan biri kayboldu. Aynı yöntemle.”
Dosya odasında buluştular. Hasan’ın yüzü her zamankinden daha gergindi. Elindeki kahve kupasını masaya bırakırken gözlerini kaçırmadı.
“Serkan Bozkurt. İstihbarat görevlisi. Bir süredir bazı siyasi figürlerin güvenlik açıklarını test ediyordu. Üç gün önce haber alınamamaya başlandı. Bu sabah, evine döndü.”
Aleyna kaşlarını çattı. “Evine döndüyse sorun ne?”
“Kadın komşusu onu camdan görmüş. Dalgın bir şekilde yürürken yere çökmüş. Ambulans çağırmışlar. Bilinci açık ama konuşmuyor. Göz bebekleri geniş, tıpkı Elif gibi.”
Aleyna’nın içinden buz gibi bir şey geçti. “Yani ‘uyandırılmış’ olabilir.”
“Evet. Ve en kötüsü, kolunun içine kazınmış bir sayı var: N-9.”
Aleyna dosyayı açtı. Elif’in sisteminde yer alan diğer kodlarla karşılaştırdı. N-9, veri tabanında olmayan ama yakın zamanda işaretlenmiş bir profil koduydu. Bu, sürecin genişlediğini, simülasyon deneklerinin istihbarat personeline kadar ulaştığını gösteriyordu.
“Bu iş artık bizim kontrolümüzden çıkıyor.” dedi Hasan. “Ama senin Nalan’la birlikte bulduğun yer... orası kilit nokta olabilir.”
Aleyna başını salladı. “Bu sabah tekrar oraya gideceğiz. Ama bu kez iz bırakmayacağız. Kamera sistemlerini çöktürmeli, giriş-çıkışlarımızı gizlemeliyiz.”
Hasan onu dikkatle süzdü. “Yalnız gitmene izin veremem.”
“Yanımda Nalan olacak. Gölge gibi girip çıkacağız. Sadece bize ait bir kayıt oluşturacağım. Bir daha içeride kimse kalmayacak.”
Birkaç saat sonra, Aleyna ve Nalan yine o inşaat bölgesindeydi. Bu kez tam donanımlıydılar. Aleyna’nın omzundaki küçük siyah çanta, ses temizleyiciden veri toplayıcıya kadar her şeyi içeriyordu. Nalan ise EMP cihazı ve nöro-dalgasal tarayıcı taşıyordu. Girişteki kapak hâlâ açıktı ama tuhaf bir detay göze çarpıyordu. İçeriye sürüklenmiş izler... Ayak değil, sanki metal bir cisim.
Merdivenleri dikkatle indiler. Duvarlar hâlâ aynı kasveti taşıyordu ama havadaki metal kokusu daha keskinleşmişti. Geçtikleri koridorlar, önceki geceki kadar sessiz değildi. Bu kez içeriden mekanik bir tıklama duyuluyordu. Aleyna işaret etti, “Ses oradan geliyor.”
Laboratuvara vardıklarında tablo değişmişti. Tüm ekranlar kapalıydı. Masalar dağılmış, kablolar kesilmişti. Ama duvardaki bir panel açılmıştı. İçeri baktıklarında başka bir odaya açılan metal bir kapı gördüler. Giriş sistemi parmak iziyle çalışıyordu. Ancak cihaz bozuk görünüyordu.
Nalan çantasından küçük bir kızılötesi panel çıkardı. “Isı algılayıcıyı devreye sokacağım. Belki içeriden biri parmak izi bırakmıştır.”
Aleyna çevredeki duvarları incelerken, bir not buldu. Bir kâğıda titrek harflerle yazılmıştı: “Beni unuttular. Ama ben onları hatırlıyorum.” Altında ise bir sayı daha vardı: G-X.
“Bu artık bir denek listesi değil sadece.” dedi Aleyna. “Bu bir ağ. Bilinç ağını oluşturuyorlar. Denekler sadece veri değil, taşıyıcı haline getiriliyor.”
Nalan başını çevirdi. “Yani, bu insanlar kendi hafızalarının dışında bir sistemin parçası oluyor.”
“Aynen öyle. Ve bu sistem her denekte başka bir şey test ediyor: korku, sadakat, kayıp ya da direnç.”
Metal kapı birden kendi kendine aralandı. İçerisi karanlıktı. Nalan el fenerini doğrulttu. Oda, ekranlarla çevriliydi. Her bir ekran farklı bir yüz gösteriyordu. Uyuyan insanlar. Kadınlar, erkekler, çocuklar. Gözleri kapalı ama mimikleri hareket halindeydi. Aleyna yaklaştı. Ekranların altındaki isim etiketlerine baktı. Elif Tütüncü, N-9 Serkan Bozkurt ve diğerleri. Tümü burada izleniyordu. Yaşıyorlardı, ama farklı dünyalarda.
“Bu sanal değil.” dedi Nalan. “Gerçek beyin dalgaları bunlar. Onları hâlâ bağlı tutan bir merkez var.”
Tam o anda ekranlardan biri titredi. Görüntü değişti. Kamera açıldı ve gerçek zamanlı bir yüz belirdi. Orta yaşlı, gözlüklü, ifadesiz biri. Aleyna onun canlı olduğunu anladı. Kameraya bakıyor, onları izliyordu.
“Siz... geldiğiniz anı bekliyordum.” dedi adam.
Aleyna bir adım yaklaştı. “Kimsiniz?”
“Ben onların sesiyim. Ama aslında sadece bir tercümanım. Bu sistemin dili artık insani değil.”
“Bu insanlara ne yaptınız?” dedi Nalan.
Adam gülümsedi. “Onları özgürleştirdik. Zihnin sınırları bedenden ibaret olmamalı.”
Ekran birden kapandı. Odadaki tüm sistemler kapanmaya başladı. Işıklar titredi. Aleyna hemen ses kaydını durdurdu ve cihazlarını topladı.
“Çıkmamız gerek. Şimdi!”
Yukarı doğru koşarlarken, duvarlardan sanki yer değiştirirmişçesine titreşim yayıldı. Yapının içine gizlenmiş başka bir şey vardı. Birden her şey çökmeye başladı. Yer altı sığınağı yıkılmıyordu ama içerideki enerji tahliye ediliyordu. Sistem, kendi kendini yok etmeye ayarlanmıştı.
Yüzeye çıktıklarında gökyüzü koyu bulutlarla kaplıydı. Nalan ve Aleyna, nefes nefese, birbirlerine baktılar. Artık ellerinde yalnızca birkaç cihaz ve bir ses kaydı değil, başka bir gerçeklik vardı. Şehrin altında yürüyen bir zihin ordusu oluşuyordu. Her şeyin başlangıcı şimdi görünmüştü.
Emniyete döner dönmez Aleyna, Hasan’la göz göze geldi. Nalan hâlâ sessizdi, çantasında taşıdığı kayıt cihazını sımsıkı tutuyordu. O dehşet verici yer altı odasında gördükleri şey, sadece bir keşif değil; bir uyanıştı.
“Adam bizimle konuştu,” dedi Aleyna doğrudan. “Ama bir birey olarak değil, bir yapı adına... Sanki insan formunda bir yapay zeka gibiydi. Veya başka bir protokolün temsilcisi.”
Hasan elindeki dosyayı masaya bıraktı. “Sistem dışı bir teknolojiyle karşı karşıyayız. Bunun devletin herhangi bir kurumuyla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Daha derin, daha eski bir yapı gibi.”
Nalan cebinden not kağıdını çıkardı. “Bize bıraktıkları mesaj: ‘Beni unuttular ama ben onları hatırlıyorum.’ Bu yalnızca bireysel bir isyan değil. Bu, ağın içinde sıkışıp kalan birinin çığlığı olabilir.”
Aleyna birden irkildi. “Belki de bu kişi... ‘ses’ olan adam değildi. Belki hâlâ içeride biri var. Sisteme bağlı ama iletişim kurmak isteyen bir denek.”
“Bilinçli bir direniş mi?” diye sordu Hasan.
“Evet,” dedi Aleyna, gözlerini Nalan’la buluşturarak. “Bu bir tür dijital ayakta kalma savaşı. Bedeni sistemde hapsedilmiş ama zihni hâlâ özgür olan birinin içerden verdiği sinyal olabilir. Bizimle bağlantı kurmaya çalışan biri.”
Hasan hemen teknik ekibi çağırdı. Elde edilen frekans kayıtları ve dalga örüntüleri analiz edilecekti. Ama asıl risk daha büyüktü. Çünkü sistem artık kendi kendini imha moduna geçmişti. Bu, başka deneklerin de yakında “susturulacağı” anlamına geliyordu.
O sırada Aleyna’nın telefonu tekrar titredi. Numara yine gizliydi. Ekranda sadece iki kelime vardı:
“N-5: Aktif. Silivri.”
Aleyna hemen not aldı. N-5 kodu, önceki dosyalarda yer almıyordu. Bu, sistemin hâlâ genişlediğini ve yeni “aktivasyonların” başladığını gösteriyordu. Hedef belliydi: Silivri.
“Nalan, hazır ol. Bu gece yola çıkıyoruz.”
Hasan itiraz etti. “Silivri bu saatten sonra kapalı devreye girer. Girişler denetleniyor.”
Aleyna onu durdurdu. “Biz giriş yapmayacağız. Sahil hattından dolanıp terk edilmiş endüstriyel depolardan sızacağız. Sistem artık klasik rotaları izlemiyor. Biz de öyle yapmayacağız.”
Nalan başını salladı. “Sadece yer değil, zaman da önemli. Mesaj gece 23.05’te geldi. Demek ki bir eşik vakti var. O saatte orada olmalıyız.”
---
Aynı gece – Silivri, Eski Lojistik Depo Bölgesi
Rüzgar sertti. Metal yapılar paslanmış, camları kırılmış haldeydi. Terk edilmiş görünüyordu, ama Aleyna’nın içgüdüleri başka bir şey söylüyordu. Sessizlik sahteydi. Gölgeler bile fazla hareketsizdi.
Depoya sessizce sızdıklarında içeride eski raflar, bozulmuş konteynerler ve devrilmiş masalar vardı. Ama en arkada, kırık bir aynanın ardında başka bir oda vardı. Yine bir giriş paneli. Bu kez şifreliydi.
Nalan diz çöktü ve cihazını bağladı. “Bu şifre... Elif’in defterindeki ikinci sekansla aynı yapıda. Aynı elden çıkmış. Bu sistemler bir bütün.”
Aleyna çevreyi kolaçan ederken birden bir ses duydu. İnce, tiz bir tıklama. Arkalarını döndüklerinde odada bir çocuk duruyordu. En fazla sekiz yaşında. Üzerinde eski, yırtık bir tişört, gözlerinde ise tarifsiz bir boşluk vardı.
“Beni mi arıyorsunuz?” diye sordu çocuk.
Aleyna diz çöktü. “Adın ne?”
“Bilmiyorum,” dedi çocuk. “Ama bana N-5 diyorlardı.”
Nalan’ın nefesi kesildi. “Bu çocuk bir denek mi?”
“Hayır,” dedi Aleyna alçak sesle. “O bir taşıyıcı. Yani başka bir zihni tutmak için programlanmış bir vücut olabilir. Bu beden sadece bir kap.”
Tam o anda, çocuğun gözleri donuklaştı. Başını hafifçe yana çevirdi ve bambaşka bir sesle konuştu:
> “Bizi durduramazsınız. Biz artık çok fazlayız.”
O anlık bir parıltıyla çocuğun gözlerinden ışık süzüldü ve aniden bayıldı. Aleyna onu kucağına alıp kontrol etti. Nabzı yavaş ama sabitti. Nalan elindeki cihazı açtı.
“Beyninde nöral bir ağ aktif. Onu uzaktan yönlendiriyorlar.”
Aleyna başını kaldırdı. “Bu çocuk bizim tek bağlantımız olabilir. Ama zamanımız daralıyor. Bu sistemin köküne inmeli ve o beyni yöneten merkezi bulmalıyız.”
Nalan gözlerini kısıp dışarı baktı. “Bizi fark etmiş olabilirler.”
“Bırak gelsinler,” dedi Aleyna. “Bu kez biz hazırız.”