•4.BÖLÜM•

1306 Words
Açlık başta hissedilir biçimde midemi ağrıtırken bankanın aramasından sonra bütün iştahım kaçmıştı. Ama o odadan çıkıp hayat belirtisi göstermek için bir şeyler yemeliydim. Öylesine bir tabldot aldım ve sırayla bir şeyler koydum. Ne aldığımı bilmeyecek kadar kopuk olduğumu masama oturduğumda çatalımı yeşil fasulyeye batırdığımda anladım. Ben yeşil fasulye sevmezdim ki? Çatalı hızla masaya bıraktım ve amaçsızca gözlerimi etrafta gezdirdim. Sıradan tipler, entelektüel züppeler, sürtükler, bilmiş anneler, çapkın evli erkekler, ben çok zekiyim diyen salaklar, yürüyen ego ve silik bir ben bütün yemekhaneyi doldurmuştuk. Onu insanları incelerken üst yönetimin olduğu masada yemek yerken görmüştüm. Düşünceli olduğu halinden belli olan yürüyen egoyu burada görmekte biraz şaşırmıştım. Yanında Asude yi arasamda yoktu sadece üst yöneticilerin olduğu kasıntı tiplerdi ve yalakalık peşindeydiler. Tabi havada uçan sürtükleri de saymak gerekirdi. Ne buluyorlar bu adamda desem de sıradan kadınlara göre bir çok kritere uygundu . Zengin, yakışıklı ve başarılı olmak dışında ne özelliği vardı ki? Ruhu var mıydı? İnsana verdiği değer karşısındakinin parası kadar mıydı yoksa? Yukarda ki burnunu hiç yere düşürmüş müydü? Dizlerinin üstüne çöküp af dileyecek kadar kendinden ödün verebiliyor muydu? Canını sevdiğine verecek kadar cesur muydu? Hayır. Hiç birini yapamayacak kadar bencil,küstah, kibirli ve egoist bir adamdı. Gördüğüm buydu peki bu insanlar en başta saydığım üç maddeyi neden hayatlarının merkezinde koyup gerçek hayatlarına yön verecek kriterleri yok sayıyorlardı? Ben yine kendime sorular yöneltirken başını yemeğinden kaldıran patron bozuntusu etrafina şöyle baktı ve beni fark ederek bakışlarını uyarır gibi gözlerime dikti. Dün akşam attığı fırça yetmemiş gibi bir de her gördüğü yerde kızgın boğalar gibi bakmaya devam edecekti ha! Bir Asude nelere kadirdi. Onu umursamamayı o kadar çok isterdim ki ama ne yazık ki başıma gelen belayı def etmek için ağzından çıkacak her bir söz kaderimdi. O bilmese de. Yürüyen egoyu nasıl bir suratla izliyorsam kaşlarını çatarak ağzında ki yemeği yavaş yavaş çiğnemeye başladı. Dikkati üzerimdeyken önümde ki yemeğe bakmak yerine güçlü görünen çenesine baktım. Sakallı daha önce görmemiştim ama yüzü açık yakasından görünen vücudundan daha beyaz duruyordu. Masmavi, gök kubbeden bir parça bahşedilmiş gibi cam hareleri vardı. Parlak insana duyduğu bütün duyguları çekinmeden apaçık seren gözleri bazen can yakabiliyordu. Tıpkı dün gece bana değersiz ve bir sineğe bakar gibi baktığı an gibi. Uzun zamandan sonra kimse canımı o kadar yakmamıştı. Gözleri saf nefretini yüreğime çok iyi bir şekilde iletmişti. Önümde ki soğuyan yemeğe baktım ta ki midem bulanana kadar. Yeşil fasulye kokusunu hazmedemeyen midemi zorlamadan yanına aldığım küçük puding kabını ve kaşığı alarak odama gittim. Bir dakikayı bile artık boşa harcayacak lüksüm yoktu bütün günü çalışarak bitirmeliydim. Tatlıyı ancak bir saat sonra zorlanarak yemiş mesai saatine kadar aralıksız çalışmıştım. Yine arkada bir ben kalana dek herkes gitmişti. Biraz olsun kendime gelmek için pencereye doğru adım atacakken büyük bir bağırışma ve kırılıp dökülen eşyaların sesiyle durdum yerimde. Dikkat kesildiğim sesler yukarıdan, yönetimin olduğu kattan geliyordu. Merak ve korkuyu harmanlayan cesaretimle merdivenlere kadar yürüdüm. Kimin sesi diye merak ederek başımı yukarı kaldırdım ve sese kulak kesildim. "Seni bulup yedi sülalene kadar ......" Ağır küfürleri es geçerek patronu bu kadar sinirlendirecek neler olmuş olabileceğini düşündüm. Kesin işle alakalı bir şey olmalıydı. Bu adam işi için ruhunu satacak kadar psikopat bir işkolikti. Küçük bir yanlışda bile insanın gözünün yaşına bakmazdı. Merakıma yenilerek merdivenleri yavaşça çıktım. Yakalanmak istenmediğim için bir duvar kenarına sinerek Kaya TEKSOY yazan odanın açık kapısından içeriyi görmeye çalıştım. Sandalyeler ve kırık bir bilgisayar parçasını görmeyi beklerdim ama koca masanın kapının önünde görmeyi beklemezdim. Korkuyu bir nefes gibi içime çektiğimde zorlanarak yutkundum. Birazı buysa içeri Allah bilir savaş alanıydı ve bu adam göründüğü kadar sakin değilmiş meğerse! "Eğer o görüntüler birilerin eline geçerse bittiğimizin resmidir Fatih. Devlet içi bir probleme neden oluruz. Ve bizi gözlerini kırpmadan harcarlar." Ağzım açık Kaya TEKSOY un dediklerini aklımda çevirip duruyordum. Devlet içi ne demek? Bu şirket devlet için çalışmıyordu diye biliyordum. Ürün pazarları genellikle yurt dışıydı. Kişisel elektrikli aletler, ev robotları ve çeşitli mobil uygulamar üreten bir şirkettin zararıne olabilidi ki? Devlete saç kurutma makinesi veya blender mi satıp kargaşaya mı neden olacaktılar? Yerine oturmayan sorularla kafa karışıklığım artarken şüphe ilk defa iliklerime kadar beni sardı ve aklıma olmayacak senaryolar getirdi. Paravan bir şirket miydi burası? İçerden yine bağışmalar devam edince yerime tekrardan sindim. "Tamam abi de bir dur! Sakin ol! Odana kimse girmemiş. Bunu uzaktan bilgisayarına girerek yapabilme olasılıkları olabilir." "Kurduğum programla uzaktan alınması imkansız NASA bile yapamaz! İçeri girilmiş Fatih! Üstelik virüs bulaştırılarak alındı!" Bu adam kedisinin dahi olduğunu bağırırken bilgisayarından alınanın ne olduğunu merak ettim. Her neyse çok önemli olduğu aşikardı. "Bana hacker kim varsa hepsini bul! Özellikle Heco grubunun başı olan piçi bul!" "Kaya o adam o kadar taşşaklı değil. Zekidir ama en son içeri atıldığından beri böyle işlerle uğraşmıyor." Cam objenij kırıldığı ve etrafa parçalarının saçıldığı korkunç sahne gerçekleşirken gözlerimi istemsizce kapattım. Düşünülecek bir sonraları yoktu bu adamların her şeyi kırıp döküyorlardı. Kaya Teksoy odasının son model aletlerle donatılmış olduğunu unutmuştu galiba. Kırıp dökmeyi masrafsız görüyordu. "Kaya ben şimdi gideceğim ama sen burda kal! Bir arkadaşım MİT ten, bunu ona soracağım. Sabaha gelmiş olurum." Güven veren sesiyle Fatih bir süre bekledi. "Adamlar kapının önünde olacaktır." Fatih odadan çıktığı vakit kendimi hızla köşeden alıp diğer koridorun görünmeyen duvar dibine attım. Ayak sesleri aceleci ve sert ilerken ortalığın durulmasını bekledim. Yerimde daha fazla kalamadım, çıktım ve hala açık kalan kapıya baktım. Kırıp dökme yoktu ama insanı rahatsız eden tuhaf bir sessizlik vardı. Adımlarım beni kapıya yaklaştırırken açılıp kapanan çekmece ile yerimden durdum ve ne yaptığıma şaşırarak arkadamı döndüm. Ne diye taş üstüne taş bırakmayan adamın inine girecektim! Merak kediyi öldürür boşuna demiyorlardı. Merdivenlerden yine yavaşça inerken duyduklarımla aptala dönmüş, sersem sersem adımlar atıyordum. Odama büyük bir istekle girdim ve kapıya yaslanarak derin bir nefes aldım. Neler döndüğünü az çok anlamıştım galiba. Belki de üç ay önce burası bir paravan şirket olarak alınmıştı. Kimsenin bilemeyeceği, duymayacağı ve tahmin edwmeyeceği bir şirketti burası. Adı bile Rosetec kalmıştı. Halbuki teknoloji devi bir firmanın aldığı bu şirket hâlâ eski adını kullanıyordu. Belki de TSK için silah üretecek kimsenin haberi olmadan piyasaya çıkaracaklardı yada bunların hepsi benim hayal ürünümdü. Tamam adam kasıntı yürüyen egoydu ama geçmişi başarılarla dolu olup Türkiye'nin ilk teknoloji şirketlerinden birini açan adamın da torunuydu. Babası Evren Teksoy bir efsaneydi bizim gibi teknolojiyle iç içe olan kesim için. Kaya Teksoy un da aşağı kalır yanı yoktu ama onun gözü daha yüksekte kendi ailesinin dahi adamlarından bir adım önde olmaktı ve bunun için savaşıyordu. Tehlikeli işlere bulaşarak ne kadar doğru iş yaptığı da tartışılırdı.. Masama geçtim ve açık kalan projemin hatalı kodlarını bulup teker teker düzelttim ve boşlukları doldurmaya koyuldum. Beni ilgilendiren bir durum yoktu yoluma bakmalıydım. Saatler arkamdan kovalar gibi ekranın ve klavyenin önünde mücadele ediyordum. Artık pilim bitmek üzereyken kalktım ve laptopu çantama koyarak çıktım kaç saattir bana ve beynime zindan olan odadan. Asansör düğmesine bastığım an içime düşen kurt ile merdivenlere gözlerim takıldı. Acaba gitmiş miydi? Fatih sabaha kadar onu burda beklemesini istemişti ama sağı solu belli olmayan bir adamdı Kaya Teksoy. Dudaklarımı içten kemirmeye başladığımda kararsız bir kaç adım atarak merdivenlerin başına geçtim ve sessizliği dinledim. Gitmişti galiba. Ama yine de emin olamayarak merdivenleri çıktım. Bu yaptığım çok tehlikeliydi ama bu merakta kırk yılda bir çıkıyor ruhumu kemirip duruyordu. Kapı hala aralık durunca içeri bakmanın bir zararı olmayacağını varsaydım. Ucundan bakar tekrar geri dönerdim. Üstelik ortalıkda da kimse görünmüyordu. Adımlarım beni oraya götürürken kalbimin hızlı atışlarını kulaklarım duyuyordu neredeyse. Dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirdim ve açık kapıdan savaş halini andıran odaya baktım. Başımı içeri sokmuş loş ortamda koca bir beden arıyordum. Bir kaç defa buraya azar işitmek için gelmiştim ama etrafa pek dikkat etmemiştim. Ama etsem de yararı yoktu çünkü şimdi her yer her yerdeydi. Loş ortama alışan gözlerim dolunayın aydınlattığı yerlerde gezindi ve çatlamış ,bazılarının da kırılarak yere düşmüş olduğu büyük ekranların asıldığı yerde duvar dibine çöken bedeni gördüm. Uzun bacaklarını uzatmış boydan cam duvara bedeninin sol tarafını dayamıştı. Ayın vurduğu ışık iri bedeninin yarısını aydınlatıyordu. Bu manzarayı beklemiyordum doğrusu. Şaşkınlığın verdiği merak ve tedirginlikle bir adım attım ona doğru.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD