El ele tutuşuyorlardı. Pahalı takım elbisesinin içindeki yakışıklı adam elinden tuttuğu güzeller güzeli çekici kadınla önümden geçerken birbirlerinin gözlerine sevgi ile bakıyor ve gülüyorlardı. Dışardan görenler onları tutkulu birer aşık zannedebilirdi. Ama o adamın içi buzdan kalelerle kaplıydı.
Çıkışa doğru yürümeleri olduğum yerde onları gizlice incelememe neden olmuştu. Bu yürüyen kibirli ego bir kadının elin tutabiliyor muydu? Hem de yüzüne gülerek...
Soğukluğun ve kibrin aktığı her hareketini gördükten sonra karşıma ansızın bu tabloyla çıkması şaşırması zor olan beni bile şaşırtmıştı. Belki de bu resimde en can alıcı nokta yürüyen egonun da gülümsemesi ve o kadının gözlerine sevgi ile bakmasıydı. Aşık olacak kadar karakterli olduğunu sanmıyordum. Tanımıyordum kibirli egoyu ama bana ilk görüşten beri hissettitdiği şeyleri biliyordum. Nefret ve soğukluk.
Onları köşe de izlemenin verdiği suçlulukla yoluma devam edip asansöre doğru yürüdüm. Ama Asude sarı saçlarını savurduğunda beni gördü ve bana doğru başını çevirdi. Onu görmemezlikten gelmek istesemde kısa sürede onun kırgın ve bana karşı küskün bakışlarını görmüştüm. Hiç bir renk vermeyerek asansörün düğmesine bastım. Bir arkadaşla geçirecek zamanım yoktu hem zengin hem de her bakımdan benden üstün olan bir kadınla asla!
Geceyi selamlayan dakikalarla birlikte şişemde kalan suyun son yudumunu da büyük bir iştahla içtim. Saatlerdir masa başında oturmaktan artık her yerim ağrıyor ve zonkluyordu. Eve gidip uyumak istiyordum. Ayrıca yanan gözlerimden de durmadan göz yaşlarım akıp duruyordu. Biraz daha oturursam kontrolümde tutacağım bir beden kalmayacaktı.
Ekmeği ve bir elmayı büyük bir ihtiyaçla sindiren midem yine açlık duyuyordu. Eve gidip tekrardan bir şeyler yemek zorunda oluşuma moralim bozulmuştu. Dolapta ne vardı ki yiyecektim! Kalktım yerimden. Sabah evden devam edeceğim için diz üstü bilgisayarımı da ikinci el aldığım çantama soktum. Işıklarıda kapatarak asansöre yürüdüm.
Akşam yemeğine çıkmak için güzel bir gündü. Belki de başka bir yere gidiyorlardı. Davet, düğün, gece kulübü bir çok yere... Asude onu biraz beklemişti. Çünkü yürüyen kibirli ego çalışma konusunda büyük bir tutkuya sahipti. Onunla birlikte farklı ofislerde sabahladığımız çok olmuştu. Bu şirkette ikimizden daha çok çalışanı yoktu fakat o bunu göremeyecek kadar kördü.
Fatih sabah saatlerinde odama başını uzatmış onun ağzından çıkan kelimeleri komik bir şekilde taklit ederek söylemişti. Espiriye vurması endişe etmemem içindi ama hatamı düzeltmemle böyle bir sorun olmayacağını belirtmişti. Fatih iyi bir adam ve başarılı bir yazılım mühendisiydi.
Şirketten çıkacağım zaman gözlerim daha çok ağrımaya başlamıştı. Elimin tersi ile gözümü sıvazlarken çarptığım bedenle neye uğradığımı şaşırdım. Bir kaç adım geriye çekilerek kime çarptığıma baktım.
"Yürürken neden gözünüzü kapatıyorsunuz Elif hanım?"
Sert ve kızgın çıkan sesin sahibi yürüyen egoydu. Bir adım geriye gitmeme rağmen hâlâ çok yakın duruyordu. Uzun boyluydum ama bu adamın dev cüssesi karşısında boynumu kaldırıyor yüzünün düzgün simetrilerine bakmaya çalışıyordum. Mavi gözlerine yansıyan görüntümü görmekle tedirgin oldum ve biraz daha uzaklaştım. Benim her saniye ondan uzaklaşmamı tahammül edemiyorcasına sinirlendi ve "Yerinizden durun Elif hanım." diyerek küçük çocuklar gibi azarladı.
Ellerim titreyerek yakama iliştirdiğim gözlüğümü hızla gözüme taktım. Birde salaklığımın yanında kızaran gözlerimi görsün istemiyordum.
"Kusura bakmayın. Gözüm kaşınmıştı."
Daha fazla önünde beceriksizce hareket etmeye korktum ve iyi geceler dileyerek yanından ayrıldım. Savunmasız bir halde yakalanmak tedirgin etmişti ve saçma sapan şeyler yapmama ve söylememe neden olmadan kaçmam en iyisiydi. Ama...
"Bugün Asude hanımla konuştuklarınızı biliyorum. Eğer bir daha onu kırar veya saygısızlık ederseniz karşılıksız kalmayacaktır Elif hanım." Kesin ve net konuşmuş yine çocuk gibi azarlanmıştım.
Arkamı yavaşça döndüm ve mavi gözlerine baktım. Gözlerinden akan nefretin gözlerime ulaşması kısa sürmüştü. Ama ben o anda bin yıllık acıyı yaşamış ve ayakta kalmaya çalışıyordum. Değersiz olduğumu bu güne kadar hiç kimse böyle yüzüme vurmamıştı. Ağlamayı kendime yasak etmeseydim gönlümde akan bir damla yaşı kabul edebilirdi gözlerim.
"Kimseyi kırmadım ve de saygısızlık da etmedim. Nişanlınız arkadaş seçmeyi armut seçmeye benzetmiş. Ama ben teklifini kibarca reddettim. Sorun nerede anlayamadım!"
İki yüzüm vardı. Biri içinde kan ağlarken yaşadıklarını yüz yıl içinde hazmetmeye çalışır diğeri her türlü darbeye dayanıklı, sert çehresini ve sivri dilini kullanmaktan çekinmeyen biriydi. Aldım, acıdı ve geri aynı şekilde iade ediyorum.
Aramızdaki iki metrelik mesafeyi iki saniye çekmeden kat etti ve o uzun boyunu kullanarak bana yukardan baktı. Tıpkı bir sineğe bakar gibi.
"Eğer böyle devam edersen seni severek kapının önüne koyarım! Bu sana son şans olsun!" Dişlerinin arasından öfkeyle savurduğu tehdidini hissizce dinledim.
Elini çeneme yaklaştırdı. İşaret ve baş parmağı arasında çenemi tuttu. Teninin verdiği sıcaklık ile bir kaç saniye sersemlesemde tutuşundaki sertlik ile zemine çakıldım."Bu çeneni açarsan işin biter!"
Gözlerime hiç olmadığı kadar yakın mavi harelerin içinde kendimi görmenin şokuyla dilim tutulmuştu adeta. Onun gözlerinde, onun maviliklerinde olmak çok tuhaf ve farklıydı. Daha önce kimsenin gözlerinde kendimi görmemiştim.
Ruhumun köşelerine kaç saniye baktı bilmiyorum ama tehdidini sindirdiğimi düşünmüş olmalı ki ellerini tenimden sanki pis bir şeye dokunmuş gibi hızla iterek çekti. İnsandım ve bir gururum vardı kör herif!
Tehtidini ve tenimde ki dokunduğu yerin tuhaf karıncalanma hissiyle beni bırakıp gitmişti. Hızlı yürüyüşünü o gözden kaybolana kadar izlemiş ve o gözden kaybolunca da içimde hırçın duyguların bir anda alabora olmasıyla omuzlarım düşmüştü.
Dik durmak zordu bu adamın karşısında ama en zoru kalbimde gerçekleşen depremlerdi. Bugün yine enkazın altında kalmıştım. Bu kez en çok hasar alan gururumdu.
Söylediklerini düşünerek yarım saatlik yürüyüşle varacağım evime doğru adımlarmı hızlandırdım. Adam net ve açık konuşmuştu. Konuşursan bitersin demişti. Bunu yapabilirdim önem verdiğim bir mesele değildi konuşmak veya konuşmamak.
Her bir sözünün nedensizce üzerimde etkisi olması büyük bir meseleydi. En çok, bana baktığında gözlerinde görmeye tahammül edemediğim nefret, iğrenti ve değersiz oluşumu vurgulayan bakışlarıydı. Annem öldüğünden beri ilk defa yüreğimin sızladığını hissetmiştim. Buna nasıl gücü yetiyordu?
Asude yi bu kadar düşünmesi yürüyen egonun da ona karşı bir şeyler hissettiği anlamını mı taşıyordu anlayamıyordum ama onu bu gece daha net görmüştüm. O yürüyen egoydu ve bütün özellikleri taşıyordu. Aşık değildi. Onun aşkı işiydi işinde ki başarısıydı. Kaç kere şahit olmuştum kazandığı ihalenin mutluluğunu, gazetelerde ki başarısının gururunu, sabahın yedisinde ki heyecanını, şirketin satış grafiğindeki yükselişinin sevincini ve işle ilgili daha bir çok şeye olan tutkusunu. Mavi gözleri parlar yüzünün çizgileri yumuşacık olurdu. Beyaz mükemmel dişlerini bir ay önce kazandığı büyük ihalenin açıklandığı zaman görmüştüm. Pislik çok güzel gülmüş nerdeyse gelip bana bile sarılacaktı. Fatih'le birlikte onun odasında olmasaydık görmezdim belki de o gülüşünü. Sevinçle Fatih e sarıldıktan sonra bana baktığında kalbim öyle hızla çarpmıştı ki bana sarılacağını zannettiğimde yaşadığım korku ve tedirginlik yüzünden az kalsın elimdeki dosyaları düşecektim. Ama bakışı kısa sürmüş hemen üst düzey yöneticiler ile bir toplantı ayarlamamı istemişti. O an ki duygularım öyle farklıydı ki rahatlamam gerekirken aptalca duygular hissetmiştim. Aptal duygulardı işte geçip gitmişti artık. Önemsizdi tıpkı kendisi gibi.
Düşüne düşüne kendimi eski bir binanın önünde bulduğumda elimde ki anahtarla dış kapıyı açtım ve apartmana girdim. İndiğim merdivenlerden tahta kapıyı görmemle önce anahtarı yerine sokarak dili çevirdim. Daha sonra kenara sakladığım demir çubuğu alarak kapı ve pervaz arasına sokarak son gücümle sıkışan kapıyı açmaya çalıştım. Açılan kapı ile yüzüme değen nem ve küf kokusuyla yüzümü buruşturdum. Kapı demeye bin şahit isteyen tahta parçasını kapattım ve elimde duran demir çubuğu da kendi yaptığım eski çağ kilit sistemine yerleştirdim. Aynı boyutta ki diğer demir çubuğu da kapının diğer tarafına taktıktan sonra komidin olarak kullandığım dolabı kapının arkasına çektim. Şimdi kapımı da kitlediğime gören bir şeyler yiyip yatabilirdim.
Eski dökük bir çalışıp bir çalışmayan buzdolabına baktığımda biraz domates, bir kaç dilim ekmek, bir tabak zeytin ve peynir gördüm. Buzlukta dondurulmuş pizza vardı geçen haftadan aldığım ama onu özel günler için saklıyordum. Şimdi sadece bir domates, biraz da peynir zeytinle midemin ağrısını geçiştirebilirdim. Öğlen şirketteki yemeğe kadar idare etmesini umut ediyordum.
İkinci el olan kermeste aldığım uygun pijama takımımı giydiğim gibi tek odalı evimde kırık dökük çekyata uzandım. Yine aynı şekilde kırık dökük bir banyosu, yarısı olmayan eski mutfağı ve kırılmak üzere az eşyalarıyla yaşam süren ve Türkiye nin en iyi teknoloji firmasında çalışan bir kadındım. Aldığım maaş en iyi evi tutmama, giysileri ve yiyeceği almama ve hatta birikim yapmaya yetecek kadar çoktu. Ama bu meblağ elime geçmeden bankadaki borçlara akıyordu. Geriye o kadar az kalıyordu ki evin üç kuruş kirasına ve faturalarına gidiyordu. Su çoğu zaman kesikti zaten. Şofben de aynı şekilde bazen çalışıyor bazen çalışmıyordu. Mutfak ısıtıcısından ısıttığım suyla duş almaya alışmıştım artık. Ama yazın sorun oluyordu bu durum. Her gün duş almak istiyordum.
Yazları pek evde kalmıyor küf ve nem kokusu artınca gece yarılarına kadar parklarda oturuyordum.
Belime batan yayları ve delici mavi gözleri yok sayarak uyumak istedim. Günün kırgınlığından uzakta uykumdan bir parça huzuru yakalamak için gözlerimi kapattım. Tüm eksiklikliklerime rağmen hayatta kalıyorsam bil ki anne senin için.