23. Bölüm “Gizli Saklı Kalmasın”

1654 Words
23. Bölüm “Gizli Saklı Kalmasın” Koray ; Artık yeter. Ayşe’nin çevirdiği oyunlardan, her şeyi kontrol etme çabasından bıkmıştım. Bir insanın hayatını altüst etmesi için bazen sadece birkaç kelime yeterdi Ayşe bunu iyi biliyordu. Ama bu defa izin vermeyecektim. Hanna konusunda kafam netti artık. Onunla konuşurken içim sakinleşiyordu. Yüzündeki o masum tebessüm, sesindeki o yumuşaklık… Beni yeniden kendime getiriyordu. Ben o kadını tanımak istiyordum. Gerçekten. Ama Ayşe’nin oyunlarını susturmanın tek yolu vardı: bir söz, bir bağ, bir karar. Telefonu elime aldım. Henüz sabahın erken saatleriydi ama umurumda değildi. Ablam Seda’nın sesi uykulu geldi. “Koray, bu saatte hayırdır?” Derin bir nefes aldım. “Abla… Hızlı bir evlenme teklifi planlıyorum. Yardımına ihtiyacım var.” Sessizlik oldu. Sonra Seda’nın sesi daha yumuşak geldi: “Bence de doğru yapıyorsun. O kızı tanıyorum. Mağazadan. Güzel bir kız, sakin bir kız. Belki de senin hayatına huzur getirecek olan o.” Bir an içim ısındı. Ablamın sesinde onay, güven vardı. Onunla daha önce konuşmuştum. Hanna’yı anlatmıştım ona, haberi vardı. “Tamam,” dedi sonunda. “Sen merak etme. Ben ortamı ayarlarım. Balonlar, çiçekler, müzik… Sen sadece onu getir.” “Tamam abla,” dedim. “Hazırlan, birazdan alıyorum seni.” Telefonu kapattığımda aynadaki yansımama baktım. Belki de hayatımda ilk defa gerçekten birine ait hissetmek üzereydim. Ve bu kez oyunlara, korkulara değil; aşka güvenecektim. İş yerini arayıp izin istedim. Zaten doğru düzgün izin kullandığımız yoktu, bir günden bir şey olmazdı. “İdare etsinler,” diye geçirdim içimden. Bu sefer izin, sadece dinlenmek için değil… hayatımı değiştirecek bir gün içindi. Hızlıca hazırlandım, üzerime sade ama şık bir şeyler giydim. Ablamın evine giderken yüreğim göğsümde atıyordu. Seda kapıyı açtığında yüzü gülüyordu belli ki o da heyecanlıydı. Onu arabaya aldım, Aksaray’daki seyir terasına bıraktım. Mekân çoktan süslenmeye başlamıştı: Balonlar, çiçekler, masa üstünde minik ışıklar… Her şey kusursuz görünüyordu. Sonra Cengiz’i aradım. “Bir izin koparabilir misin?” dedim. Cengiz anlamıştı, sesi gülümseyerek cevap verdi: “Anlaşıldı komutan, bu sefer ciddi bir operasyon var.” Cengiz de izin aldı. Ayşe’yi o idare edecekti. Ben ise artık son adımı atmak üzereydim. Telefonu elime aldım, Ayşe’ye konum attım. Mesaj kutusuna sadece kısa bir cümle yazdım: “Burada bekliyorum seni.” Ekrana baktım, parmaklarımı kenetledim. Evet Ayşe, bakalım bu kez kafanda nasıl bir senaryo kuracaksın. Ama gördüklerinle kurdukların asla birbirine benzemeyecek. Çünkü bugün, senin değil, bizim günümüz. Şimdi sırada Hanna vardı. Her şey hazırdı ama o olmazsa, bu hazırlıkların hiçbir anlamı yoktu. O yüzden önce Hanna’nın patronunu aradım. Mağazanın tabelasındaki numarayı defalarca okumuşumdur, şimdi o numara hayatımın en önemli telefonuna dönüşmüştü. Kadın telefonu açtığında kendimi tanıttım, durumu kısa ama samimi bir şekilde anlattım. “Hanna’ya küçük bir sürpriz hazırladım,” dedim. Ses tonumdan heyecanım belli oluyordu. Dilek Hanım bir süre sustu, sonra gülümseyen bir sesle, “Ne güzel düşünmüşsünüz. Elbette izin veririm,” dedi. İçimden bir oh çektim. Her şey yolunda gidiyordu. Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Sıra en zoruna gelmişti: Hanna’ya mesaj atmak. Ellerim terliyordu. Mesaj kutusunu açtım ve kısa ama anlamı büyük bir cümle yazdım: Hanna💫 “Dilek Hanım’dan rica ettim. Senin için bir saatliğine izin aldım. Atacağım konuma gelebilir misin? Sana bir sürprizim var.” Mesajı gönderdikten sonra ekrana uzun süre baktım. Sanki o “görüldü” yazısı tüm dünyamı belirleyecekti. “Umarım beni kırmaz,” diye fısıldadım kendi kendime. “Umarım gelir…” Ve o an kalbim, Hanna’nın cevabını beklerken bir asker nöbeti kadar sabırsız, bir çocuk kadar heyecanlıydı. Cengiz, Ayşe’yi zapt edecekti. O konuda içim rahattı. Ablam ise tam anlamıyla hızır gibi yetişmişti; organizasyonu göz açıp kapayıncaya kadar hazırlamıştı. Balonlar, çiçekler, ışıklar… Her şey yerli yerindeydi. Şimdi geriye sadece Hanna’yı beklemek kalmıştı. Biraz zaman geçmişti. Etrafa baktım, her şey hazırdı. Ufak tefek detaylara takılmadım. Zaten Hanna öyle abartıdan hoşlanan biri değildi. Sade, ama samimi şeyler onu mutlu etmeye yeterdi. Onun kalbine giden yolun gösterişten değil, incelikten geçtiğini biliyordum. Cebimden yüzüğü çıkardım. Kutu avuçlarımın arasında duruyordu. Bir süre baktım ona… Kendi birikimimle, alın terimle aldığım bir yüzüktü bu. Her kuruşunda emeğim, her ışığında niyetim vardı. “Bakalım işe yarayacak mı?” diye fısıldadım kendi kendime. Hanna’dan olumlu cevap gelmişti. “Şükür” dedim beklemek kalmıştı geriye. Saatime bakmaktan yorulmuştum Hanna neredeyse gelmek üzereydi. Tam o sırada Ayşe’yi fark ettim. Cengiz tam zamanında yetişmişti; onu durdurmayı başarmıştı. Zamanlama mükemmeldi. Ve Hanna da gelmişti. Onun adımları duyulduğu an içimdeki tüm sesler susmuştu. Ablamın planı tam anlamıyla kusursuzdu. Müzik başladı, Hanna karşımdaydı. Kalbim deli gibi atarken cebimden yüzüğü çıkarıp diz çöktüm. Ve o büyülü an… Evlenme teklifimi yaptım. Hanna’nın titrek sesiyle gelen “evet” cevabı kulaklarımda yankılanırken, bütün yorgunluk, bütün endişe üzerimden silinmişti. Çok şükür… Bir gözüm hâlâ Ayşe’nin üzerindeydi. Cengiz onu sıkı şekilde tutmuştu, Hanna’nın keyfini kaçırmasına izin vermedi. İçimden geçirdim sadece: “Evet, Ayşe… Sana da hayatında başarılar dilerim. Artık başkalarının mutluluğuyla uğraşmayı bırakırsın umarım.” Ablam bizim için önceden masayı ayırtmıştı. Manzara şahane, hava tam kararında, sabahın dinginliği içimize işlemişti. Hanna karşımdaki sandalyeye oturduğunda kalbim bir anlığına hızla çarptı. Henüz her şeyin şaşkınlığındaydı ama yüzündeki mutluluk, sabah güneşinden bile parlaktı. Kahvaltı boyunca sohbet ettik. Ablamla aralarındaki uyum beni bile şaşırtmıştı. Zaten mağazadan birbirlerini tanıyorlardı, ama bu kadar kısa sürede kaynaşacaklarını tahmin etmemiştim. Ablam, Hanna’yı sanki yıllardır tanıyormuş gibi sevgiyle dinliyordu. Hanna da ablamın her sözünde içten bir gülümsemeyle karşılık veriyordu. O an içimden “İşte bu,” dedim. Tam da olması gerektiği gibiydi her şey. Huzurlu, sade, içten… Ne oyun, ne yalan, ne de geçmişin karmaşası vardı. Sadece Hanna ve ben. Ta ki o telefon çalana kadar. Ablamın telefonu çalıyordu ve arayan kişiyi bana gösterince… O tanıdık, tatsız isim ekranda belirdiğinde içimdeki huzur bir anda dağıldı. Ayşe. Bu kızın gerçekten beyin nakline ihtiyacı vardı. Gördüklerinden sonra bile hâlâ anlamamıştı onu istemediğimi. Ne kadar açık söylesem de, ne kadar uzak dursam da… Sanki kelimelerim ona çarparak geri dönüyordu. Telefon ablamın elindeydi. Ekranda Ayşe’nin adı yazdığında bile içime bir huzursuzluk çökmüştü. Ablam, iyi niyetinden aramayı yanıtladı ama daha ilk kelimeden sonra yüz ifadesi değişti. Ses tonu sertleşti, kaşları çatıldı. Ben ise Hanna’ya baktım. Masum, ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir ifadeyle ablama doğru kulak kabartmıştı. Ayşe’nin sesi telefondan taşarcasına yükseliyordu. Cümleleri zehir gibiydi. Hanna’yı karalıyor, olmadık şeyler anlatıyordu. Sanki kendi yalanlarına inanmış gibi bir hâli vardı. İçimden “Gerçekten bu kadar düşebilir mi bir insan?” diye geçirdim. Bu beyhude çabasına hayret ediyordum. Sanki kendini temize çıkarabilmek için herkesi kirletmeye yemin etmişti. Hanna’nın yüzü solmuştu. Bir kelime bile etmeden sadece dinliyordu. Ama gözleri… Gözleri her şeyi söylüyordu. Bir insanın bu kadar kötü olabileceğini anlamakta zorlanıyordu, eminim. O, dünyayı daha temiz sanıyordu. Ama ne yazık ki, Ayşe’yi tanımıyordu. Ve bence, Ayşe de Hanna’nın kim olduğunu hâlâ anlamamıştı. Ablama kısa bir bakış attım. Bakışım her şeyi anlatıyordu. “Yeter,” dedim sessizce, sadece gözlerimle. Ablam da ne demek istediğimi anladı. Başını belli belirsiz sallayıp telefonu kapattı. Artık bu konunun kapanması gerekiyordu. Benim için bitmişti. Kesin ve geri dönülmez bir şekilde. Ablam telefonu kapattıktan sonra Hanna’ya döndüm. “Hanna,” dedim, “Ayşe’nin durup duracağı yok. Gidip senin ailenle de konuşabilir. Sana zarar gelmesini istemem. O yüzden artık ailelerimiz tanışsın. Yüzüğü annene gösterme, sadece tanışma gibi düşün. Bizimkiler gelip sizinle tanışmak istiyor. Niyeti ciddiymiş de annen anlayışla karşılayacaktır, eminim. Ablamla ben de annemle konuşuruz. Bugün bu işi halledelim. Akşama aileler tanışsın. Eğer içleri rahat olursa, haftaya da istemeye geliriz,” dedim. Hanna başıyla onayladı beni. O an, yeni bir yola adım atmıştık. Artık kimse bizi durduramaz gibi geliyordu. Çaylarımızdan son yudumları aldıktan sonra kalktık. Hanna’yı evine bıraktım; ailesiyle konuşması gerekiyordu. Ablamla birlikte bizim evin yolunu tuttuk. Yolda Cengiz’i aradım. “Son durum ne?” dedim. “Ayşe pek sakin kalacak gibi görünmüyor,” dedi Cengiz. “Şu an arkadaşının evinde ama yarına kadar bir şeyler çevirir. O yüzden elinizi çabuk tutun bence.” Telefonu kapattım. Eve varmıştık. Ablam, “Sakin ol,” dedi. “Annem zaten senin evlenmeni istiyordu. Hanna’yı da beğenmiştik ailece. Sadece senin askerliğin vardı diye acele etmiyordu. Askerliğini yapıp gelince başını bağlayalım diye konuşuyorduk.” Tebessüm ettim. Ama içimde bir yerde, askerden döner miyim bilmiyorum ki diye geçirdim. Çünkü niyetim, sözleşmeli er olmaktı. Ablamla birlikte eve girince annem kapıdan “Merhaba” dedi, yüzünde hem şaşkın hem meraklı bir ifade vardı. “Hayırdır bu saatte ne işiniz var ikinizin de? Oğlum sen işe gitmedin mi?” diye sordu. “Hayır anne, izin aldım. Ablamla ufak bir işimiz vardı,” dedim. Ablam heyecanla telefonunu açıp, “Anne, şunu bir izle,” dedi. Bana da göz kırpmıştı. Anlamıştım: Susmamı istiyor. Sessizce geçip mutfaktaki sandalyeye oturdum. Annem de masada oturuyordu. Ablam telefonu anneme uzattı, annem izlemeye başladı. Sesi titreyerek dua okudu. İzledikçe gözleri doldu. Sonra bir baktım, ağlamaya başladı. Elimi omzuna attım, hafifçe kendime çektim. “Eee ne diyorsun anne? Beğendin mi gelin adayını?” dedim gülümseyerek. Annem ağlayıp bana sarıldı. “Beğenmez miyim oğlum, çok da yakışmışsınız… Maşallah,” dedi. “Maşallah kime?” dedim şaka yollu. “Kim?” diye sordu annem. Ablam da bana bakıyordu. “Hani devamlı gittiğimiz mağazadaki kız var ya… Dilek ablanın çalışanı Hanna. Sen de beğenmiştin ya…” dedim. “İşte nasipte varmış. Senin söylemene bile gerek kalmadı anne.” Annem bir an sustu, sonra yüzünde yumuşacık bir tebessüm belirdi. İlk defa böyle bir mutlulukla bana bakıyor. Gözlerinde mutluluk, dilinde dua vardı. Annem tamamdı; onu ikna etmek zor olmamıştı. Zaten dünden razıydı evlenmeme. Durup durup videoyu açıp izliyordu, ablamın çektiği fotoğrafları ekranda yakınlaştırıyor ve Hanna’ya daha alıcı gözlerle bakıyordu. Fatma hanım; “Ne zaman istemeye gideceğiz? Koray, “Bence önce aileler tanışacak, anne.” Fatma hanım; Öyle mi? Ne zaman tanışacağız peki? Karar verdiniz mi? Koray,”Haber bekliyoruz. Beklediğim haber gelirse, akşama” dedim ben, tam o anda annem birden ayağa kalktı. “Ne? Akşama mı? Bu kadar hızlı mı? Hiç hazırlığımız yok!” dedi ve mutfakta telaşla dolanmaya başladı. “Ne yapacağız? Ne götüreceğiz? Eli boş mu gideceğiz? Ne yapayım ben?” O kadar heyecanlanmıştı ki, ablam kahkaha atıyordu. Annemi durdurabilene aşk olsun. Benim aklım ise tamamen Hanna’daydı. Acaba konuşabilmiş miydi? Bir gözüm telefonda, gelecek mesajı bekliyordu. Diğer yanım Ayşe’den önce Hanna ailesi ile konuşması…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD