40. Bölüm “Düğün Dernek”

1549 Words
40. Bölüm “Düğün Dernek” Cengiz Hayat zaten zordu. Ama aileler... Onlar her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Elif’i kaçırmıştım. İlk gördüğüm an etkilenmiştim ondan. “Bu kızla evleneceğim.” demiştim kendi kendime. Ve dediğimi de yapmıştım. Bugün düğün günümüzdü. Aileler sonunda anlaşmış, orta yolu bulmuşlardı. Şükür... İçimde garip bir huzur vardı. Sözleşmeli erliğe başvurmuştum ve başarmıştım. Düğünden hemen sonra görevime başlayacaktım. Henüz Elif’in bundan haberi yoktu. Koray, Efe ve Tolga biliyordu sadece. Tolgayla konuşurken heyecanını gizleyemiyordu. “Cengiz, seninle gurur duyuyorum kardeşim.” demişti. O kadar içten söylüyordu ki, bir an onun gözlerinde kendi geleceğimi görür gibi olmuştum. Düğünden iki hafta sonra göreve başlayacaktım. İçimde hem gurur hem de korku vardı. Sırf Tolga’nın başına gelenler benim de başıma gelmesin diye bu defa düğünü yapıp öyle gitmek istedim. Tolga’nın bundan haberi yoktu ama... Buse sözlenmişti. Ve bunu ona kimse söylememişti. İzne gelecekti. Yüz yüze konuşmak, her şeyi açıkça anlatmak herkese daha doğru gelmişti. Belki teselli etme fırsatımız olurdu, belki de bir şeyleri yoluna koyabilirdik. Ama aklımızı kurcalayan bir şey vardı. Aslında tek bir şey… Buse sözlendiği halde Tolga’yla nasıl hâlâ konuşmaya devam ediyordu? Bu durum hepimizin kafasını karıştırıyordu. Ne kadar düşünsek de bir anlam veremiyorduk. Tolga’nın haberi olmadığını sanıyorduk, ama bazen onun da her şeyi bildiğinden şüpheleniyordum. İçimde bir ses, bu işin sandığımızdan daha karışık olduğunu söylüyordu. Elif Ve Cengiz “Düğün Sabahı” Koray ve Efe erkenden gelmişti. Sadıçlarım, can dostlarım… Düğün telaşında bütün yük onların omuzlarında yı. İkisi de çok yakışıklı ve karizma olmuştu. Benden yakışıklı olmayın dedikçe inadına dahada özenmişlerdi. Koray henüz kendi işini kuramamıştı; planladığı gibi gitmiyordu işler. Ama o da kararını vermişti. Sınavı iyi geçmişti, şimdi mülakat ve spor aşamasını bekliyordu. Aynı yere düşsek, ne güzel olurdu... Dört silahşör, hayallerimizdeki gibi yan yana! O zaman görün bizi… Ne tim olurdu bizden, Komutanlar düşünsün artık! 😎 Koray ve Efe, beni damat traşına götürdüler. Güneş yavaş yavaş yükselirken ikisinin de yüzünde aynı muzip gülümseme vardı. Koray, durup durup söyleniyordu: “Bak ya! Sıramı çaldın. Sözde ben önce evlenme teklif etmiştim, sen direkt düğün yaptın!” Ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. “Ne var yani, kıskanmana gerek yoktu bacanak.” deyip lafı yapıştırdım. Efe kahkahayı bastı. “Oğlum, ben zaten evlenmeyi düşünmüyordum ki! Haftaya benim sözüm var diyorlar, hâlâ aklım almıyor. Nasıl bu duruma geldim, vallahi anlamadım!” Üçümüz birden güldük. Düğün heyecanı, askerlik telaşı ve dostluk… Hepsi bir aradaydı o sabah. O an, hiçbirimizin yüzünden tebessüm eksik olmadı. Damat traşından çıkıp Elif’imi almaya gittik, kuaföre doğru yola koyulduk. Bir haftada her şeyi yetiştirmeye çalışmıştık. Benim için önemli olan tek şey vardı: Her şey onun gönlüne göre olsun. Kuaförden içeri girdiğimizde Elif’im arkasını dönmüştü. Hanna ve kuzenleri beni görünce gülümseyip işaret ettiler; elime bir demet çiçek tutuşturdular. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Sessizce yanına yaklaştım, omzuna dokundum. Önce dönmedi. Ben de elimdeki çiçekten bir tane koparıp belinden usulca sarıldım, sonra o çiçeği eline verdim. Yavaşça döndü bana. O an nefesim kesildi. Sanki mümkünmüş gibi, sevdiğim daha da güzelleşmişti. Beyazlar içinde bir melekti karşımda. Bir an içim burkuldu... Kaçırdığım için hâlâ biraz pişmandım. Ama Elif’i o hâlde görünce, bütün pişmanlıklar silinip gitti içimden. Bu güzelliği bir başkasına kaptırsaydım, gerçekten çok zoruma giderdi. Kendi kendime gülümsedim, “Helal olsun Cengiz.” dedim içimden. Elif’le göz göze geldik, sonra birbirimize sarıldık. Herkes alkışlıyordu bizi. O an, bütün dünyayı arkamızda bırakmış gibiydik. Hak etmiştik bunu… Ve gerçekten de, o gün herkesi sollamıştık. Elif’imi koluma takıp gururla gelin arabasına bindik. Konvoy uzadıkça uzuyordu. Koray direksiyonda, Efe de hemen peşimizi de korna çalmakla meşguldü. Mahallede ne kadar araç varsa arkamıza dizilmişti. Hiç ummadığım insanlar bile gelmişti düğünüme. İlk erkek çocuk olmanın faydaları, sanırım. Salona vardığımızda herkes bizi alkışlarla karşıladı. Elif’im kolumdaydı; kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Onu gelin odasına kadar götürdüm. İçeride Hanna, Eylem, Zeynep ve Merve vardı. Hepsi Elif’imin etrafında pervane olmuş, gelinliğini düzeltiyor, duvağını yayıyor, moral veriyorlardı. O an düşündüm; böyle dostları olmalı insanın. Zamanı geldiğinde yanında sessizce duran, destek olan… Bir süre sonra Efe ve Koray kapıyı tıklatıp içeri girdi. “Hazır mısın damat bey?” dedi Efe, gülümseyerek. Koray da hemen arkasından, “Hadi bakalım! Açılış müziği çalmaya başladı, sahne damat görsün!” diye seslendi. Elif’im koluma girdiğinde içimde tarifsiz bir gurur hissettim. Her adımımızda alkışlar yükseliyordu. Sahnede sadece ikimiz vardık. İlk dansımız başladı… Işıklar üzerimize düşerken dünya bir anda sessizleşti sanki. Dumanlar içinde dansımız başlamıştı. Mithat Körler’den Güneşimi Kaybettim şarkısı çalıyordu. Ben güneşimi bulmuştum… Yavaş yavaş misafirler de piste geldi. Sevdiğini koluna takan herkes, bize eşlik ediyordu artık. Gözüm kalabalığın arasında Kora’yı ve Efe’yi buldu. Gülüyordu, ama yüzündeki burukluğu fark etmemek imkânsızdı. O an içimden geçirdim; Tolga’nın kalbindeki sızı olmasa, hepimiz gerçekten tam olurduk. Koray ve Efe arasında sahne tekrar hareketlendi. Efe yanaşıp kulağıma eğildi; sesi neredeyse bir fısıltıydı ama gözleri gülüyordu. “Kuzenlerin plan yapıyormuş, seni kaçıracaklarmış,” dedi. “Kaçırılmak istiyor musun? Koray’la olaya el atalım mı?” Koray hemen arkamdan omzuma dokunup sırıttı. İkisi de bu ‘şaka’yı fazlasıyla ciddiye almış gibiydi, ama gözlerinde çocukça bir heyecan parlıyordu. Ben de gülerek karşılık verdim: “O iş öyle kolay değil! Ama önce sizi geçmeleri gerekiyor. Yoksa... kendinize güvenmiyor musunuz?” Efe kıkırdadı, Koray ise eliyle havada bir mendil savurup halayı başlattı. O an, dostluğun hem ne kadar sıcak hem de ne kadar yorucu olabileceğini düşündüm. En saçma anlarda bile yanındalarmış gibi hissettiren dostlardı bunlar. Bizim buralarda böyleydi; damat kaçırılır, son gün diye iyice gezdirilirdi. Saatlerce getirmezler, cezayı da sadıça keserlerdi. “Damadı koruyamadın!” diye takılırlardı sonra. Ama benim sadıçlarım... Öyle kolay ceza kestirecek tipler değildi! 😎😁 Oyun havası, uzun süren halaylar, takı merasimi ve pasta her şey usulüne uygun ilerlemişti. Konuklar neşeyle şarkılar söyleyip oyun oynarken salon bir sevgi denizine dönmüştü. En sonunda kızlar Elif’im için kısa da olsa bir kına merasimi düzenlediler. Gözlerinde oyunbazlık, ellerinde kına; amaçları ona bir damla yaş döktürmekti. Herkes o anı bekliyordu. Ben yanına sokuldum, kalbim onun için çarpıyordu. Eğilip kulağına fısıldadım: “O güzel gözlerinden bir damla bile gelmesin, kıyamam.” Elif gülümsedi ama gözleri hafif ıslaktı. İçim birden burkuldu. “Ama illâ ki ağlayacaksan,” diye devam ettim, dudaklarımın kenarında bir tebessümle, “şunu bil: gözünden tek damla yaş akarsa seni tekrar kaçırırım.” 😉😅 Kızlar kahkahalarla karışık bir tezahürat kopardı; salon yine neşeyle doldu. Elif beni gözleriyle tartıp, sonra usulca başını yana eğip elimi tuttu. O an, tüm telaşların, tüm gerginliğin, yerini yalnızca bu sıcaklığa bıraktığını hissettim. Duygusal bir müzik başlamıştı bile. Elif’in annesi kına başlamadan ağlamaya başlamıştı. Kesin, benim gibi bir damadı olduğu için sevinçten gözyaşı döküyordu. Koray’a işaret ettim; bakışlarımdan anlamıştı. Mikrofonu kaptığı gibi yanımıza geldi: “Evet damadımız ve gelin hanım ellerini açmıyor. Amcalar, dayılar, halalar, teyzeler… Pamuk eller cebe!” Neredeyse tüm sülaleyi tek tek, isim isim sahneye çağırıp kimden ne koparabiliyorsa almıştı. Köyün muhtarına kadar sahneye çıkardı. Herkes gülmekten ağlamayı unutmuştu. Kınayı hızlıca Filiz abla yakmıştı: “Hadi, hadi! Halaya!” deyip elinde tepsiyle sahneye çağırmıştı bizi. “Ağlamak yok, halay zamanı!” Şükür, Elif’im ağlamadan kına merasimi bitmişti. Filiz teyze, Elif’in annesini sahneye alıp, benim annemle karşılıklı oynatmıştı. Salon kahkahalarla, alkışlarla dolmuştu; o an düğün gerçek anlamda başlamıştı. Nihayet düğün merasimi sona ermişti. Veda vakti geldiğinde, ben bir adım geri çekildim. Elif’im ailesiyle vedalaşmaya başlamıştı; her sarılışta, her gözyaşında içim biraz daha burkuldu. Akıttığı her damla gözyaşını ona unutturmaya söz vermiştim. Ama en çok benim yüzümden ağlayacağını, onu en çok benim üzeceğimi hesap edememiştim. Kalbim sıkıştı. Bir yandan gurur ve mutlulukla doluydum, diğer yandan ise çaresizlik hissi içimi kemiriyordu. O an, yanında olmanın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım. Ve sessizce kendi kendime fısıldadım: “Ne olursa olsun, seni hep koruyacağım.” Elif’le, bizim için hazırlanan evimize doğru yola çıktık. Gelin arabası, adeta bizim geleceğimize doğru ilerliyordu. Elif başını omzuma yasladı; gönül çelenim yorgundu. Hem ruhen hem bedenen… Bir haftada hayatı tamamen değişmişti. Kokusunu derin bir nefesle içime çektim ve başımı onun başına yasladım. Yol boyunca sessizliğimiz, paylaştığımız yorgunlukla birleşmişti. İkimiz de bedenen bitkin düşmüştük; sonunda uyuya kalmıştık gelin arabasında. Koray, aslanım, arabayı şehrin en güzel manzarasına park etmiş, uyanmamızı sabırla beklemişti. Gözlerimizi açtığımızda, şehir ışıkları önümüzde parlıyordu. Ve omzumda sevdiğim kız… Ah, hayat… Bir de ayrılık kısmı olmasa. 😔 İleride gireceğim o büyük çatışmada gözümün önüne bu anın hayali gelecekti; ben ise şimdilik sadece tadını çıkarıyordum bilmeden. Düğün Sabahı — Elif Elime ne geçiyorsa Cengiz’e fırlatıyordum. “Bana nasıl söylemezsin?” diye haykırıyordum. “Sözleşmeli er olduğunu ve iki hafta sonra göreve gideceğini… Bunu bana nasıl yaparsın?” Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama olmuyordu. “Hiç mi güvenmedin bana? Beklerdim ben seni,” diye fısıldadım ama kalbim hala hızla çarpıyordu. Evlendikten iki hafta sonra yalnız mı kalacaktım yuvamızda? Hayır… Gidemezsin desem de biliyordum; başka çaresi yoktu. Düğün için çok borçlanmış. Ailesinin durumu ortadaydı, ortalama bir aile… Allah’ım, keşke bana söyleseydi! O an hem kırgın, hem çaresiz, hem de sevgiyle doluydum. İçimde karmaşık bir fırtına vardı; ama bir yandan da kalbim, onu korumak istediğini biliyordu. Daha sonra Cengiz, bana yaklaşmayı başarmıştı. Sıkıca sarıldı ve sakinleştirmeye çalıştı; saçlarımı okşayıp öptü. “Tamam, sakin bebeğim,” dedi yumuşak bir sesle. “Üç sene dişimizi sıkacağız. Hem sen sınavı kazanırsan okulun olacak. Ayrılık illaki olacak, ama birlikte dayanacağız.” Hıçkırıklarım arasında titreyerek sordum: “Görev yerin… nereye çıkacak?” “Hakkari,” dedi. O an gözyaşlarım resmen sel oldu. Sıkıca ona sarıldım, kalbim onun kalbiyle birlikte çarpıyordu. O an yalnızca sevgi ve çaresizlik vardı; ama aynı zamanda birbirimize olan güvenimiz de her zamankinden güçlüydü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD