Yorum ve desteklerinizi bekliyorum hikaye nasıl ilerliyor sizinde fikrinizi ve önerilerinizi yorumda bekliyorum.
30. Bölüm
“Kader Ağlarını Örer”
Hanna ;
Eylem’le tanıştığımda onu hemen sevmiştim.
Gözlerinin içi gülen, saf, heyecanlı bir kızdı. Filiz yengemi tanıdığım kadarıyla, Eylem tam da onun seveceği türden bir gelindi. Sessiz, saygılı, ama yeri geldiğinde tatlı tatlı muziplik yapabilen biri.
Bence çok güzel anlaşacaklardı.
Ama Efe’nin onu gizlemesi… işte o kısmı bana tuhaf gelmişti.
İnsan sevdiğini neden sevdiklerinden saklar ki?
Hele de annesinden…
Yemeğin ardından çay bahçesine gitmiştik. Birazda orda sohbete devam ettik. Daha fazla gecikmemek için biz müsade istedik Elif’le. Koray izi eve bırakacaktı, birlikte arabaya yöneldi. Eylem ve Efede kalkmıştı ama arabaya binerken Eylem’in yüzü çok asıktı. Yada üzgünde desem yeri. Biz arabaya bindik Koray arabayı çalıştırdı. Elif arka koltukta sessizce telefonuyla oynuyordu, ben de camdan dışarı bakarken düşüncelerime daldım.
Efe’nin o soğuk bakışları, Eylem’in içinde kalmış sözleri hâlâ aklımdaydı.
Bir süre sessizlik oldu, sonra dayanamayıp konuya girdim:
“Koray,” dedim yavaşça, “Efe neden annesinden saklıyor Eylem’i? Yoksa… ciddi düşünmüyor mu?”
Koray hemen itiraz etti, direksiyonu hafifçe kırarken başını iki yana salladı.
“Yok, öyle değil. Efe, Eylem’i gerçekten seviyor. Hem de sandığından çok daha fazla. Niyeti de ciddi ama...”
Kısa bir nefes aldı, sonra içini çekti.
“Ailesi yeni yeni toparlandı. Bayağı borçlanmışlardı. Ev aldılar, eşya aldılar, dükkanın giderleri derken iyice sıkıştılar. Şimdi biraz nefes aldılar. O da onlara yük olmak istemiyor. Düğün parasını kendi biriktirip, öyle söyleyecek yengeme.”
Başımı salladım, düşünceli bir şekilde.
“Zor tabii…” dedim. “Bu gidişle de kolay değil. Altın fırladı zaten.”
Koray acı bir tebessüm etti.
“Aynen. Dün annem gitmiş sarrafa, fiyatları duyunca geri dönmüş. ‘Bilmiyorum nasıl çıkacağız işin içinden’ dedi.”
Sonra bana baktı, yarı ciddi yarı şakacı bir ifadeyle:
“Sizinkiler çok altın ister mi?”
Kahkaha attım.
“Bizimkiler o kadar takıntılı değil sanırım. ‘Geçinmenin yolunu bulun yeter,’ derler büyük ihtimalle. Ama ne desem yalan, belli mi olur… Belki yüz görümlüğüne altın kemer bile isterim!”
Koray başını iki yana sallayıp güldü.
“Bizim evlilik o zaman hayal olur!” dedi gülerek. “Şaka yapıyorum, gözünü korkutmayım. Ev eşyasını tam isterler ama altına karışacaklarını sanmıyorum.”
O anda arabada tatlı bir kahkaha yankılandı.
Ama içimde bir his vardı Efe ne kadar plan yaparsa yapsın, bu kadar şeyi tek başına taşımak kolay olmayacaktı.
Belki de en çok Eylem’in sabrı sınanacaktı.
Koray arabayı evin önünde durdurduğunda motoru kapatmadı.
Direksiyonu tutan elleriyle bir süre boşluğa baktı, sonra derin bir nefes alıp bana döndü.
“Baban belki bir şey der, görmesin beni,” dedi tedirgin bir sesle.
Gülümsedim. “Zaten bugün kararını açıklayacak.”
Koray’ın gözleri bir anda büyüdü. “Ne? Bugün mü? Hanna neden şimdi söylüyorsun bunu?”
Sesinde hem şaşkınlık hem de heyecan vardı. “Hadi çabuk yukarı çık, öğren ne diyecek. Ben burada beklerim.”
“Saçmalama Koray,” dedim omzuna hafifçe dokunarak. “Sen eve git, ben sana mesaj atarım.”
Yanımda oturan Elif araya girdi, gülümseyerek:
“Koray, boşuna heyecan yapma. Dayım onaylasa da onaylamasa da siz birbirinizi bırakmazsınız zaten.”
Koray başını iki yana salladı, ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm vardı.
“Elif, sen karışma şimdi. Bu ciddi mesele. Ben buradayım, Hanna’dan haber gelmeden gitmiyorum.”
“Koray…” dedim uyarı gibi.
Ama o çoktan kararını vermiş gibiydi. “Hadi çabuk ol, gelişmeleri bana bildir. Belki bu gece kaderimiz belli olacak.”
Elif kapıyı açtı, bana göz kırptı. “Hadi kuzen, bakalım büyük toplantı başlıyor.”
Arabadan indik.
Koray’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum içinde umut, korku ve sabırsızlık vardı.
Kapıya yönelirken, kalbim onunkiyle aynı ritimde atıyordu sanki.
Bu akşam, birimizin kaderi değişecekti. Belki de ikimizin birden.
Binaya girip asansöre bindik. Elif’in elinde telefon, parmakları bir aşağı bir yukarı kayıyordu. Gülümsemesini saklayamıyordu belli ki Cengiz ile yazışıyordu.
“Sen hâlâ Cengiz’le mi yazışıyorsun?” dedim.
Başını kaldırmadan cevap verdi: “Evet tabii. Bizde işler hızla ilerliyor. Cengiz’le karar verdik, yarına hemen istemeye geliryorlar. Hafta ya da sözümüz olur gibi duruyor.”
Sonra bana dönüp kaşlarını hafifçe kaldırdı.
“Siz niye bu kadar ağır hareket ediyorsunuz anlamıyorum. Bu çağda kim bekliyor hâlâ?”
Gülerek omzuna hafifçe vurdum.
“Kızım biz mi ağırız? Bizimki de bir ayın içinde oldu ne olduysa. Daha doğru düzgün tanımıyoruz birbirimizi. Bazen çok hızlı ilerliyor gibi geliyor bana. Acaba biraz daha tanısam mıydı?”
Elif gözlerini devirdi. “Aman boşver. Nişanlıyken daha rahat tanırsın. Adı konmadan ne konuşacaksınız ki? Her şey yarım, her şey eksik kalıyor.”
Asansör yukarı çıkarken düşündüm. Haklıydı.
Adı konmadıkça insanın içi hep bir tedirginlik taşıyordu.
O yüzden en iyisi, sözlenip tanımaktı belki de.
Zaten “söz” bunun için değil miydi?
İki kalbin birbirini daha yakından tanıması için verilen küçük ama anlamlı bir söz…
İç sesim çok sessizdi. “O da yorulmuş demek ki,” diye geçirdim içimden. Eve girdiğimizde akşam yemeğinin telaşı hâlâ mutfakta sürüyordu. Annem sofrayı topluyordu, belli ki biz dışarıda yiyeceğiz dediğimiz için beklememişlerdi.
Ben hemen babama kahve hazırlamaya koyuldum. Sade severdi. İçimden, “Bakalım kararı neymiş?” dedim.
Annem tabakları kaldırırken, kahveyi babama verdim. O gün tam saatinde eve geldiğimiz için sesini çıkarmadı. Babam, verdiğimiz sözü tuttuğumuz sürece hiçbir zaman bizi üzmezdi.
Kahveyi uzattım, sonra anneme yardıma geçtim. Elif dayanamadı, her zamanki gibi şakacı tavrıyla söze girdi:
“Dayı, ne zaman çağıracaksın artık? Bir tatlı yiyelim, canımız tatlı çekiyor.”
Amacı belliydi; laf alacak babamdan. Annemin tebessüm edişinden cevabı az çok almıştım zaten ama babam sessizliğini koruyordu.
Elif iyice dayanamayıp:
“Dayı hadi bir şey söyle, bu kadar sessiz olma! Gelecekler mi, gelmeyecekler mi? Ona göre kıyafet bakacağım,” deyince babam sandalyesine yaslanıp kahvesinden bir yudum aldı.
“Niye? Sen mi gelin olacaksın da kıyafete bakıyorsun? Gelin olacak kişi düşünsün,” dedi.
Elimden bardak lavabonun içine düştü. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. “Elim sabunlu kaydı ondan?” dedim utana sıkıla.
Annem bana dönüp sakin bir sesle,
“Yarın misafirimiz olacak. Dilek ablanı ara, izin al. Hem temizlik hem hazırlık, ben yetiştiremeyen bilirim,” dedi.
“Misafir mi? Kimmiş ki misafir?” dedim heyecanla.
Babam kahvesini alıp sessizce mutfaktan çıktı.
Annem, gülümseyerek,
“Haberi gönderdik. Yarın istemeye gelecekler seni. Baban oğlan hakkında epey araştırma yaptı. Ne ailesi ne kendi hakkında kötü bir şey duymamış. Memnun kalmış. Hatta babasını arayıp ‘buyurun, yarın gelin’ dedi.”
Olduğum yerde donakaldım. “Gerçekten mi?” diyebildim sadece.
Sonra birden annemin boynuna sarıldım. Heyecandan elim ayağım titriyordu.
Ellerimi kurulayıp hemen telefona sarıldım.
Koray’a🌙:
“Yarın sizinkiler gelecekmiş beni istemeye. Haber vereyim dedim.”
Mesajı gönderir göndermez telefon titredi.
Koray🌙:
“Evet evet, sen gecikince ben annemi arayıp haberi aldım zaten. Balkona çıksana, son bir kez göreyim seni.”
Lavabodaki çöpü hemen toplayıp, sanki çöp atmaya çıkıyormuşum gibi balkona çıktım.
Koray, aracın önünde durmuş, arabasına yaslanmıştı. Elinde telefon, başını kaldırıp bizim balkona bakıyordu. Sokak lambasının ışığı tam üstüne düşüyordu; sanki bütün sokağı değil de o an yalnızca Koray için yanıyordu.
Ah sevgilim...
Artık daha rahat görüşecektik.
Kalbim, ilk defa gerçekten yerini bulmuş gibiydi.