45. Bölüm “ Tuzlu Kahve Telaşı”
Eylem;
Allah’ım… Ne güzel bir sabahtı.
Güneş, perdeden sızan ışıklarıyla yüzüme dokunuyor, kalbimse sanki ritmini şaşırmış gibiydi. Bugün o gündü. Bu akşam aileler tanışacak.
Efe ve ailesi geliyordu sonunda. Bir öncesinde;
Efe sınavdan çıkar çıkmaz beni otobüse bindirmişti. “Git dinlen, ben de işlerimi halledip gelirim,” demişti. O sırada gözlerinde gördüğüm o gururlu bakış hâlâ aklımdaydı.
Eve vardığımda annem zaten ayaktaydı. Evin içi mis gibi sabun, taze pişmiş börek ve temizlik kokuyordu. Sanki her şey çoktan hazır gibiydi.
“Kızım,” dedi annem, elindeki sarmaları tencereye dizerken, “senin bu kaynanan çok tez canlı. Gözüne görünen mi var nedir, her işe acele ediyor. Sanki bir yere yetişecek. Sen eminsin değil mi kızım?”
Sarmaların kokusu burnuma dolarken gülümsedim.
“Hem de hiç olmadığı kadar eminim anne,” dedim. “Onları yakından tanıyınca sen de ne demek istediğimi anlayacaksın.”
Annem başını salladı, yüzünde hem hüzün hem huzur vardı.
“Hadi hadi,” dedi, ellerini önlüğüne silerken. “Şu sarmaları bitirelim, sonra sen hazırlan. Vakit az demiş dünden herşeyi hazırlamıştık. Bugün ise ben hazırlanacaktım yataktan çıkıp duşumu aldım. Annem resmen evin içinde fırtına gibi dolanıyordu. Kayınvaliden demiş ki akşama kalmayız, biraz erken geliriz, daha çok vakit geçiririz diye.”
Kaşlarımı kaldırdım.
“Daha erken mi?”
Annem başını hafifçe eğdi.
“He ya kızım, baban yokken önden benimle konuşacakmış.”
Kalbim bir an durdu sanki.
“Ne konuşacakmış anne?”
“Bilmiyorum kızım,” dedi sessizce. “Vardır bir bildiği.”
Annemin gözlerinde tuhaf bir sezgi vardı. O an mutfakta dönen sarmaların kokusu bile yerini hafif bir gerginliğe bırakmıştı.
İçimden, “Allah’ım, ne olursa olsun bugün güzel geçsin,” dedim.
Sonra aynaya baktım; yanaklarımda heyecanın pembesi, kalbimde duaların sıcaklığı vardı.
“Hadi bakalım Eylem,” dedim kendi kendime. “Bugün senin günün.”
Yine çok zevklidir kayınvalidem. Filiz ablam, gitmeden önce bana kıyafet almıştı. “Bunu giy, sana çok yakışacak,” demişti. Aslında o kadar da haksız sayılmazdı. Gerçekten zevklidir, Filiz abla.
Filiz abla diyorum ama... içten içe anne demek için sabırsızlanıyorum. Adı bir konulsun, sonra gönlümce “anneciğim, anacığım” diyeceğim ona.
O da bunu istiyor, eminim. Çünkü her fırsatta Hanna’yı sıkıştırıyor.
“Kayınvaliden artık senin annen sayılır Hanna. Ona anne demelisin, ayıp olur.”
Sanki Hanna’ya söylüyor ama gözleri hep bende…
Mesajı almıştım. Ama vakti geldiğinde diyecektim.
Her şey hazırdı, ama ben bir türlü hazır olamıyordum. Elim ayağıma dolaşıyor, ne yapsam bir sakarlık çıkıyordu. Sonra kuzenlerimi aradım. Tolga abim için düşündüğüm kuzenimi Çiçek’i. O da gelecekti, marketteki işinden çıkıp gelecekti. İçim içime sığmıyordu. Bakalım Tolga abimle Çiçek birbirlerinden elektrik alabilecekler miydi?
Filiz abla, “Sakın makyaj yapma,” demişti. “Sade güzelliğin sana yetiyor.”
Ama dayanamadım.
Hafif bir makyaj yaptım, şalımı da bağladım. Kıyafet üzerime tam oturmuştu. Filiz abla beden ölçülerimi ezbere biliyordu. “Terzi olmanın faydaları,” dedim kendi kendime.
Renk öylesine yakışmıştı ki… Aynada kendime baktım, içim kıpır kıpır oldu.
Telefonumu elime aldım. Efe’ye mesaj attım:
“Ne yaptınız, yolda mısınız?”
Az sonra yanıt geldi:
“Yoldayız, yaklaştık bir tanem. Sen ne yapıyorsun?”
Cevap olarak selfie attım. O da kalplerle karşılık verdi.
Altına da yazmıştı:
“En sevdiğim renk… nasıl da yakışmış sana.”
O anda anladım Filiz ablanın neden bu renkte ısrar ettiğini.
Demek ki oğlu, bu rengi seviyordu.
Efe de aynı tonlarda bir kıyafet giymişti.
Bu kesin Filiz ablamın işiydi.
Organizasyonun kitabını yazmış kadın. İkimizinde laciverti en güzel tonunu giydirmişti.
Aklıma ilk gelenle Hanna’ya mesaj attım:
“Tolga abi geliyor mu?”
Hanna gülümseyen bir emojiyle yanıtladı:
“Selfi, çekip atmış. Tolga abinin arabasıyla geliyoruz biz. Şoförümüz o yani.”
Heyecanlandım. Hemen Çiçek’e yazdım:
“Bak kuzen, yanımda sönük kalma. Sen de çok şık giyin tamam mı?”
O da sadece bir okey emojisi yolladı.
Bu kız konuşmayı hiç sevmiyordu.
“Hayırlısı bakalım,” dedim içimden, “inşallah iyi anlaşırlar.”
Bir yandan da Efe için hazırladığım tuzlu kahve sürprizini düşünüyordum.
Bakalım beğenecek miydi?
Kuzenlerim bir bir gelmeye başlamıştı. Annem amcalara falan haber vermemişti.
“Önce kendi aramızda tanışalım,” demişti.
Sadece babam, annem ve üç kuzenim vardı evde.
Amcalara, dayılara sonra haber verilecekmiş.
“Onların yanında rahat konuşamayız, gerginlik olmasın,” dedi annem.
Hak verdim.
Zaten Filiz abla cephesi yeterince kalabalık görünüyordu. Sözde erken gelecekti ama sanırım anca hazırlık yaptı.
O sırada Hanna’dan mesaj geldi:
“Balkona çık kız, geliyoruz!”
Balkona çıktım…
Ve o an gözlerime inanamadım.
Resmen konvoy halindeydiler!
Beş araba birden geldi.
Arabadan inen herkes sanki düğüne gidiyor gibiydi takım elbiseler, kombin kıyafetleri bayanların, topuklular…
Eller dolu, kollar dolu.
Filiz abla resmen tanışmayı abartmıştı!
Oysa bu sadece tanışmaydı.
Ama eğer tanışma böyleyse, kız istemede kim bilir neler olurdu...
Kapıya geçtim. Efe elinde çiçekle ilk gelen o oldu . Kapıda kuzenlerim ve annemle karşılama için inci gibi dizilmiştik.
O kadar yakışıklıydı ki Efe...
Ama gözüm çikolataların üzerindeki yazıya takıldı:
> “Kızınızı istemeye geldik.”
Bir an donakaldım.
Bu resmen kız isteme!
Filiz abla içeri girerken yüzünde o her zamanki tatlı gülümseme vardı:
“Merhaba kızım. Sen tanışma diye planladın ama biz kız istemeye geldik. Zaten tanıyoruz birbirimizi. Uzatmanın alemi yok, değil mi güzel kızım?”
dedi, yanaklarımdan öperek.
Ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim.
Hanna arkadan geldi, kulağıma eğildi:
“Alış, alış güzelim,” dedi.
Eda, Seda, Şeyda… herkes oradaydı.
Ev dolup taşmıştı.
Annem hafif mahcup bir şekilde Filiz ablaya döndü:
“Filiz hanım, biz böyle konuşmamıştık…”
Filiz abla gayet sakin bir sesle:
“Yok canım, konuştuk. Ben gelince isterim demiştim. Sen oraya atlamışsın,” dedi.
Tatlı dilli kadın herkesi öyle bir ikna etmişti ki, kimse karşı koyamadı.
Bizim yaptığımız hazırlık bir kenara, onların getirdikleri bir orduya yeterdi.
Annem sonunda pes etti;
“Tamam,” dedi, “madem öyle...”
Sonra bir bir aramalar başladı. Amcalar, dayılar, teyzeler, halalar...
Ev bir anda kız isteme sahnesine dönmüştü.
Kapıdan giren şaşırıyor, içeridekiler heyecanla hazırlık yapıyordu.
Ben ise elimde kahve tepsisiyle duruyordum kalbim deli gibi atıyordu.
Büyükler çoktan içeri geçmişti.
Gençler de çerezleri, içecekleri, tatlıları taşımakla meşguldü.
Sadece Tolga abi kalmıştı.
Çiçek tam yanımdaydı.
Tolga abi elindeki poşetleri hiç düşünmeden direkt Çiçek’in kucağına bıraktı.
Kızın yüzü bir anda değişti.
Tolga abi, “Kolum koptu! Asansör doluymuş, merdivenlerden çıktım zaten!” dedi nefes nefese.
Çiçek, poşetleri yere koyarken gözlerini devirdi.
Tolga abi gayet rahat bir şekilde,
“Pardon, hiç bakmadım ben. Erkek sandım seni,” deyiverdi.
O an ortam buz kesti.
Çiçek’in kaşları çatıldı.
“Gözünün önünü görmüyorsun bir de laf sokuyorsun ha?” dedi,
sesinde hafif bir alay vardı ama kırgınlığı da gizlenmemişti.
Tolga abi hemen toparlandı.
“Özür diledim ya, kusura bakma. Ben götürürüm,” deyip poşetlere uzandı.
Ama Çiçek bırakmadı.
O çekerken Tolga da tutmaya devam etti.
İçecekler iki arada bir derede kaldı;
bir ileri, bir geri gidip geliyordu.
“Bırakırım dedim ya!”
“Ben de bırakırım ama sen önce bırak!”
İkisi de inatlaşmıştı.
Ben aralarında kalmış, ne yapacağımı bilemeden bakıyordum.
O sırada Koray abi geldi.
“Tamam, tamam! Sakin olun!” dedi.
“Ben götürürüm, ikiniz de bırakın şu torbaları.”
Çiçek bir anda poşetleri bıraktı.
“Alın, ne haliniz varsa görün! Sizle uğraşamam,” deyip
omzunu silkerek salına salına içeri girdi.
Tolga abi ise elindeki torbalarla kalakaldı.
Arkasından bir süre baktı,
gözlerinde garip bir karışım vardı şaşkınlık, merak, biraz da hayranlık.
Ben de içimden gülümseyip düşündüm:
Acaba bu ikisi arasında bir şey olur mu? Yoksa ilk tanışmadan el yaktılar mı?
Ama bir şeyden emindim.
Tolga abinin bakışları “bitti” demiyordu.
Aksine...
Yeni bir şey başlıyordu sanki.
Allah'ım, kalbim küt küt atıyordu bu sabah. Rüya gibi başlayan gün, güzelliğini hiç bozmadan devam ediyordu. Daha dün türkü barda kahkahalar atıyorduk, bugün beni istemeye gelmişlerdi!
Annem heyecandan ellerini ovuşturuyordu, kuzenlerim oradan oraya koşturuyordu. Ben ise mutfakta cezvelerin başına geçmiş, titreyen ellerimle kahveleri hazırlıyordum. Hoş geldin merasimi bitmişti.
Filiz abla yani kayınvalide sabah arayıp telefonda dedi ki:
“Bak Eylem kızım, klasikleşmiş tuzlu kahve işini bir adım ileri taşıyoruz. Efe’nin tüm arkadaşlarına tuzlu kahve yap, ama Efe’ninki onun sevdiği gibi az şekerli olsun. Hem gelenek bozulmaz, hem de herkes anlar senin kim için kalbinin attığını.”
Kaynanamla resmen kumpas kuruyorduk Efe’nin arkadaşlarına!
“Ama Efe kızarsa?” dedim.
“Efe mi? O memnun bile olur. Boşver kızım, arkadaşları ne güne duruyor?”
Gülerek “Tamam,” dedim. Bu konuşma aklıma geldikçe tebessüm ediyordum. Çünkü bu fikir aklıma yatmıştı yapacaktım.
Küçük cezveleri önüme dizdim. Koray, Tolga, Oğuzhan ve adını bilmediğim birkaç arkadaş… Hepsine tuzlu kahve yaptım. Efe’nin kahvesini sevdiği gibi, az şekerli.
Hanna yanıma gelip fısıldadı:
“Tuz attın mı?”
“Attım, attım,” dedim hızlıca. (Filiz abla tembihlemişti, Hanna’ya söyleme, Koray’a içirtmez tuzlu kahveyi diye.)
Çiçek’e bir tepsi uzattım.
“Sen Efe’nin arkadaşlarına dağıt, Hanna sen de büyüklere,” dedim.
Çiçek hemen arkamdaydı, ben Efe’ye kahvesini uzattım. Çiçek de arkadaşların kini. Yerime geçip oturdum, gözler üzerimizdeydi.
Efe kahvesini yudum yudum içti, keyifle. Ama Koray abi yüzünü buruşturdu, Tolga abi boğazını temizlemeye başladı. Çiçek pis pis sırıtıyordu; olayı biliyor ama hiç ses etmiyordu. Ben başımı önüme eğdim, yanaklarımı ısırdım, gülmemek için kendimi zor tuttum.
Efe ise sessizce, fincanı tutup kahvesini içti. Gözleri bana döndü… O anda her şey durdu. Sadece o vardı. Bakışlarında sevgi, gülümsemesinde sıcaklık.
Filiz ablanın bize gülümseyen gözlerini yakaladım. Zafer kazanmış gibi bir edası vardı. Sonra kahkahalar yükseldi tabii.
Tolga abi, “Yemin ederim bu kahveyle asker bile teslim olur!” diye bağırdı.
Koray, Filiz ablama döndü:
“Bu senin işin yenge, değil mi? Eylem böyle bir şey düşünmez.”
Ama ben sadece Efe’nin gülümsemesini görüyordum.
Efe fincanı masaya koydu, bana doğru biraz eğilip fısıldadı:
“Sen bana tuz da katsan, yine tatlı gelir.”
Gözlerimi kaçırdım, kalbim yeniden hızlandı.
O anda içimden geçirdim:
Demek ki doğru kişiye yapılan kahve, tuzlu bile olsa tatlı geliyormuş.
Gerçi Efe’ninki tuzlu değildi… Ona sevgimi katmıştım.
Tolga abi lavabonun yerini sormuştu, gençler sırayla gidiyordu. Çiçek de merakla peşlerinden yürüdü.
Tolga elini yıkayıp lavabodan çıkmıştı. Çiçek’e bakarak sordu:
"Tuz istesek, yemeğe atacak tuz bırakmamışsınız herhalde?"
Çiçek kollarını kavuşturdu, kaşlarını kaldırdı.
"İncileriniz mi döküldü arkadaşınız için? Bir yudum tuzlu kahve içtiniz, amma abarttınız. Ne biçim askersiniz siz, dayanıklı olmanız gerekmiyor mu?"
Tolga anında sinirlendi.
"Ben sana dayanıklılığı gösterirdim ama yeri ve zamanı değil."
Çiçek alaycı bir şekilde omuz silkti.
"Gördük dayanıklılığını az önce. Bir fincanı bile bitiremedin. İnsan arkadaşı için çiğ tavuk yer, bir yudum kahveyi içemedin. Yazıklar olsun size."
Tolga’nın kaşları çatıldı.
"Bana bak kızım, sen bana sınav mısın? Geldiğimden beri ters tüz konuşuyorsun. Aklını alırım ha."
Çiçek geri adım atmadı.
"Hayırdır? Askersin diye kabadayı mı kesileceksin? Kusura bakma, ben o bildiğin nazik, kibar kızlardan değilim. Neysem oyum.”
Tolga alaycı bir gülümseme takındı.
"Çiçek misin böcek misin belli değil. Ne olduğunu da anlamadım uğraşma benimle, pişman olursun. Kabalıkla kibarlığı ayırt edemiyorsun sanırım."
Çiçek’in gözleri parladı, sesi sertleşti.
"Sen önce kendine bak. Karşında bir bayan olduğunu unutuyorsun."
"Bayan değil kadın," dedi Tolga gülerek. "Siz takıntılısınız ya bu kelimelere."
"Neyse ne," dedi Çiçek, dimdik durarak. "Kibar olmayı öğreneceksin. Karşında bir hanımefendi var."
Tolga kahkahayı patlattı.
"Hanımefendi görmesek inanacağım valla. Kızım çekil önümden, ezeceğim şimdi seni."
Çiçek yerinden kıpırdamadı. Elleri önünde birleşti, sesi kararlıydı.
"Benden özür dilersen çekilirim."
Tolga bir an neye uğradığını şaşırdı.
"Valla normalde senden özür dilemezdim," dedi gülümseyerek. "Çünkü hatalı değilim ama... Özür dilerim, her ne yaptıysam."
Çiçek başını hafifçe salladı, gülümsedi.
"Önemli değil. Görmezden gelebilirim. Buyur geç, sana normal bir kahve getireyim. Hak ettin."
Tolga da başını eğdi.
"Lütufta bulunursunuz hanımefendi. Yani... normal bir kahve içelim de keyfimiz yerine gelsin."
Tolga içeri geçti. Çiçek ise derin bir nefes aldı, ardından kahveleri tazeleyip gençlere yeniden ikram etti.
İkisinin de aklında aynı soru yankılanıyordu:
"Bu tartışmanın içinde neden kalbim bu kadar hızlı attı?"
Hanna ve ben göz göze gelmiştik. İkimizde bunlardaki ışığı görmüştük.
Daha sonra Efe'nin babası söze girdi.
"Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızınızı istiyoruz," dedi Faruk Bey.
Babam başını önüne eğmişti. Resmen halıdaki desenleri inceliyordu. Annem duygulanmıştı; gözyaşları ince ince dökülüyordu ama yapacak bir şey yoktu.
Babam başını kaldırdı.
"Allah Allah, biz aile tanışması diye bekliyorduk. Siz biraz emrivaki yaptınız. Aslında oğlumuzu biraz tanımak isterdik."
Anneme bakıp ekledi:
"Ve sizleri de…”
Ben eyvah dedim, babam vermeyecek diye düşünürken…
Filiz ablanın gözlerine baktım. Gayet sakindi. Normalde böyle bir şeyde hemen atılması gerekirdi. Ama ciddiyetle babamı dinliyordu.
Babam benim gözlerime bakarak; “Anladığım kadarıyla gençler tanışmış, birbirini sevmiş, istemiş.”
Babam konuşmaya devam etti:
"Oğlumuz ne işi yapıyor diye sormayacağım. Çünkü annesi bana her şeyi anlatmıştı. Siz gelmeden önce. Ne diyelim… Allah bir yastıkta kocatsın. Rabbim kimseyi utandırmasın. Verdim gitti."
Allah'ım, o kadar sevinmiştim ki elimi birden alkış yaptım. Herkes dönüp bana baktı. O kadar utandım ki resmen eridim olduğum yerde.
Filiz abla hemen araya girdi.
"Neyse. Madem kızımızı aldık, yüzüklerini takmaya kimi uygun görürsünüz?"
Bunu sözleriyle hem benim heyecanımı bastırmak, hem de herkesin dikkatini benim üzerimden çekmek için yapmıştı. Canım kaynanacım.
Filiz abla ve annem gülümsüyordu. Babam biraz tedirgindi ama gözlerinde gurur vardı.
Faruk Bey elini uzattı.
"Kızımızı ve sizleri çok sevdik. Önce Allah’ın izniyle , sonra sizlerinde rızasıyla yüzükleri takalım," dedi.
Babam başını salladı.
"Allah razı olsun. Sizi de tanımış olduk. Artık yüzükleri takalım."
Filiz abla hafifçe gülerek bana fısıldadı.
"Derin nefes al kızım, her şey yolunda. Sadece kalbini dinle."
Filiz abla yüzükleri çıkardı.
"Bu yüzük, sevginizin ve bağlılığınızın simgesi olacak," dedi.
Babam bana dönüp:
"Kızım, hazır mısın?"
"Hazırım," dedim, ellerim titriyordu.
Filiz abla Hanna’ya işaret edince Hanna yüzük tepsisini getirdi. Yüzükleri tepsiye koydular Hanna yüzük tepsisini amcama uzattı. Amcam önce Efe’nin parmağına taktı. Efe hafifçe gülümsedi, gözleri bana kilitlenmişti.
Amcam elindeki yüzüğü uzatıp.
"Şimdi senin sıran," dedi.
Benim de parmağıma yüzüğü taktı. Bir anlığına dünya durdu gibi hissettim. Efe hafifçe elimi tuttu, gözlerimiz buluştu.
Filiz abla araya girerek:
"Harika, şimdi gençlerimizi alkışlayalım. Birbirinizi sevin, sayın ve her zaman yan yana olun," dedi.
Herkes alkışladı, tebessüm ve mutluluk dolu bakışlarla bizi izliyorlardı.
Ben içimden geçirdim: "Demek ki doğru insanı bulunca her şey bu kadar güzel oluyormuş."
Efe de bana baktı, gözlerinde sevgi ve minnet vardı. O an her şey tamamlanmış gibiydi.
Filiz abla, çantasından çıkardığı takı kutularını açtı ve bir bir takıları taktı. Ben sadece yüzük bekliyordum ama kayınvalidem yine abartmıştı: bir çift bilezik, kolye, künye, küpe, yüzük, saat… Ne bulduysa getirmişti resmen.
Ben elini öpmek istedim. Elini uzattı, gözleri dolu doluydu. Ben pamuk gibi ellerini öptüm. O da yanaklarımı öptü.
"Teşekkür ederim anneciğim. Her şey için," dedim.
Filiz abla bana öyle sıkı sarıldı ki ben de ona sımsıkı sarıldım.
"Beni hiçbir şeyden mahrum bırakmamış, çok güzel istemiştin," dedim içimden.
O an Efe’nin sesi kulağıma geldi.
"Evet, pabucumun dama atıldığının ilk işareti," dedi.
Arkadaşlar gülüyordu. Ben ve Filiz anne ise sadece mutluluk gözyaşları döküyorduk.
(Yorumlarınızı bekliyorum kıymetlilerim. En güzel yorumu instegram hikayesinde paylaşacağım.)