1. Bölüm
Sözleşmeli Er…
Bugün gökyüzü de benimle aynı ruh halindeydi. Kapkara bulutlar şehri sarmış, ince ince yağan yağmur vitrin camlarına hüzünlü notalar gibi düşüyordu. İnsanlar şemsiyelerinin altında telaşla yürürken ben, mağazanın camından dışarıyı seyrediyordum. Saatin akrep ve yelkovanı, sanki inadına ağır ilerliyordu.
Telefonuma düşen o mesaj hâlâ zihnimde dönüp duruyordu:
“Çıkışta buluşalım.”
Koray yazmıştı. Onunla buluşacağım günlerde zamanın ne kadar yavaş geçtiğini anlatamam. Gelen müşterilerle ilgileniyor, güya ürünleri tanıtıyordum ama aklımın yarısı, belki de tamamı, çoktan Koray’ın yanına gitmişti.
Ben Hanna. Yirmi üç yaşında, minyon tipli, esmer tenli bir kızım. Boyum kısa olabilir ama buna aldırmıyorum. Çünkü gözlerimin derinliğini bilenler bilir: Kahverenginin o sıcak tonunda kaybolan çok oldu. Kendimi olduğum gibi kabul ettim. Belki de bu yüzden Koray bana baktığında, dünyadaki en özel kadın olduğuma inanıyorum.
Koray… Onu düşündüğümde bile içim ısınıyor. Yirmi dört yaşında, uzun boylu, yapılı, beyaz tenli. Siyah saçları ve kara gözleriyle ilk gördüğüm andan beri kalbime mühürlenmişti. Ona kimse kötü bir şey söyleyemez; izin vermem. Çünkü o, bana göre yalnızca bana ait.
Bugün de buluşmamızın konusu muhtemelen aynı olacak: evlilik. Bir gün iş buluyoruz ama ev yok, ertesi gün ev buluyoruz bu defa düğün masrafları karşımıza çıkıyor. Evlenmek bu kadar zor olmamalı, diye düşündüm. İçimdeki sabırsızlık dudaklarımdan döküldü:
“Üf yaa… Aşkıma kavuşmak istiyorum ben.”
Sözlerim biraz fazla yüksek çıkmış olmalı ki, yanımdaki müşteriler bana dönüp gülümsedi. Yüzümün kızardığını hissettim. Hemen kabinlerden birine girdim, sanki kontrol ediyormuşum gibi etrafa bakındım.
Yine saçmaladın be Hanna… Yine!
Çıkış saati gelmişti. İçimden “Oh şükür… Çok şükür!” diyerek aceleyle hazırlandım. Koray’ın dediği kafeye doğru yürüdüm. Her zamanki gibi cam kenarındaki masayı seçtim. Manzarası güzeldi; şehrin telaşı yağmurun ince ince yağan taneleriyle birleşince, sanki her şey daha romantik görünüyordu.
Kahvemi sipariş ettim. İçimden “Bakalım hangisi önce gelecek, kahvem mi yoksa Koray’ım mı?” diye geçirdim.
Camdan dışarı baktığımda onu gördüm. Koray, sakin adımlarla yürüyordu, yağmura aldırış etmeden. O da benim gibi severdi yağmurda yürümeyi. Bu şehirde az mı ıslanmadık beraber… Arabamız yoktu, nereye gidersek hep yürüyerek giderdik. Ama biz mutluyduk. Gerisi bir şekilde hallolurdu.
“Aslanım gelmiş işte…” dedim kendi kendime.
Koray, beni cam kenarında görünce dışarıda durdu. Sigarasından derin bir nefes çekip dumanını havaya bıraktı. İçtiğini gördükçe içim burkuluyordu. Keşke içmese… Ben sevmeye kıyamıyorum, o kendini zehirliyor.
Sonra camın buğusuna parmağıyla bir kalp çizdi. Nefesini cama üfleyip bana gülümsedi. İçim eridi. Ardından kapıya yönelip içeri girdi. Daha kalp camda silinmeden masama gelmişti. Bende o kalbe ok işareti çizdim. Koray masaya oturup göz kırptı bana. Tabi ben olduğum yerde eridim.
Tam o sırada kahvem geldi. Koray ise kendine çay söyledi.
“Çay ısmarla bir kerede, sen de alış artık.” dedi gülümseyerek.
Ben kahveme sarılıp başımı salladım. “Yok, kahve başka. Çayı da sen seviyorsun diye arada içiyorum zaten.”
Koray kıkırdadı. “Senin inadın bile tatlı be Hanna.”
Ellerimi kahve fincanında ısıttım, sonra onun soğuktan üşümüş ellerini tuttum. Parmaklarının arasına parmaklarımı geçirince tebessüm etti. Bu halini çok seviyordum; bakışlarında hep bana sakladığı bir huzur vardı.
“Ee, anlatmayacak mısın niye buluştuk?” diye sordum.
Soruyu sorduğum an yüzündeki gerginliği fark ettim. Belli ki söyleyeceği şey hoşuma gitmeyecek bir şeydi. İçimden bir ürperti geçti.
Koray derin bir nefes aldı.
“Bak Hanna… Seninle evlenmeyi çok istiyorum. Ama ailemin durumunu biliyorsun, çok borçluyuz. Evde hâlâ ödenmemiş masraflar var. Aldığım maaş ortada. Düğünü bırak, altına yetmez. Bunun eşyası var, düğünü var, nişanı var… Var oğlu var.”
Sözleri yüreğime ağır ağır inen taşlar gibiydi. Sessizce dinledim.
“Seni hiçbir şeyden mahrum bırakmak istemiyorum. O yüzden düşündüm, taşındım. Uzmanlığa karar verdim. Zaten tecilim de bitmek üzereydi. Maaşı da güzel… Başvuruyu yaptım. Karakoldan geliyorum. Sınava girmiştim, geçtim. Yarın muayeneye gideceğim.”
Koray bir çırpıda anlatmıştı. Ama onun her kelimesi kalbimde daha da büyüyen bir boşluk bırakmıştı. İçimde kocaman bir sessizlik oluştu.
Askere gidecek… Altı ay… Ben onsuz nasıl geçireceğim bu zamanı?
Yüzüm düşmüştü, elim farkında olmadan titredi. Koray hemen fark etti.
“Yapma Hanna, asma yüzünü. İkimiz için gidiyorum.” dedi, gözlerimin içine bakarak. “Üç yıl sözleşmeli er olacağım, oda kabul edilirsem.”
Koray’ın sözleri kulaklarımda yankılanırken, dışarıda yağan yağmura gözlerim takıldı. Her bir damla sanki içimde kopan fırtınaların tercümanıydı. Onunla geçirdiğim her anı düşündüm: birlikte ıslandığımız yağmurlar, yürüyerek kat ettiğimiz yollar, sokak lambalarının altında gülüşmelerimiz… Şimdi bütün bunlar, üç yıl belkide daha fazla bir süre için yok olacaktı.
Sözleşmeli er 3 yıl … Başkası için belki sıradan bir zaman dilimiydi ama benim için sonsuzluğun ta kendisiydi. Onsuz nasıl gülecektim? Onsuz hangi şarkıya eşlik edecektim? Onsuz geçen günler, nefes almak kadar zor gelecekti bana.
Kalbim sıkıştı. Bir yandan gururluydum; Koray, ikimiz için çabalıyor, daha güzel bir gelecek kurmak istiyordu. Ama öte yandan içimdeki bencil yan fısıldıyordu: Bensiz nasıl dayanacaksın Hanna? Ya başına bir şey gelirse?
Avuçlarımı sıktım. Kahve fincanı hâlâ önümdeydi ama boğazımdan tek yudum bile geçmiyordu. Çaresizlik bir gölge gibi üzerime çökmüştü.
Ona baktım. Gözlerindeki kararlılık, dudaklarının kenarına yerleşen güven dolu ifade… İşte bu yüzden seviyordum onu. Beni bırakıp gitmeye niyeti yoktu aslında; sadece ikimiz için daha sağlam bir yol çiziyordu.
Ama yine de kalbim fısıldadı: Keşke hiç gitmesen Koray…
Boğazımda bir düğüm, gözlerimdeyse tutamadığım yaşlar vardı. Ne kadar saklamaya çalışsam da olmadı; gözyaşlarım sessizce süzüldü yanaklarımdan. Kahve fincanının kenarına düşen sıcak damlayla içimdeki direnç tamamen kırıldı.
Koray hemen fark etti. Elini uzatıp yüzümü ellerinin arasına aldı. Baş parmaklarıyla yanaklarımı silerken gözlerimin içine baktı.
“Hanna… Ne olur yapma. Gözlerinden yaş akmasın.”
Titreyen dudaklarımı açabildim.
“Ben… ben sensiz nasıl yapacağım Koray? Bu sadece altı ay değil ki… Sözleşmeli olacaksın. Yıllarca… Ben sensiz nasıl olacak bu?”
Koray derin bir nefes aldı. Gözlerinde kararlılıkla birlikte beni ikna etmeye çalışan bir sabır vardı.
“Biliyorum, kolay değil. Ama bu bir iş, bir meslek. Maaşı iyi, geleceğimiz için sağlam bir adım. Ailemin borçları bitecek, biz de rahat edeceğiz. Benim tek istediğim seni hiç bir şeyden eksik bırakmamak. Sana istediğin hayatı verebilmek.”
Elimi tuttu, parmaklarını sımsıkı kenetledi benimkine.
“Bak Hanna… Evet, sözleşmeli er olacağım. Zor olacak, biliyorum. Ama ben senin sevgini yanımda hissettiğim sürece hiçbir şey bana ağır gelmez. Sen varsan, ben dayanırım.”
Yağmur cama ince ince vuruyordu, sanki onun sözlerine eşlik eder gibiydi. Kalbim sıkışıyor, içimden fırtınalar kopuyordu. Onu kaybetmekten korkuyorum…
Koray yüzüme daha da yaklaşarak kısık bir sesle konuştu:
“İnan bana, bütün bunlar bizim için. Dönüşümde ilk işimiz nikâh masası olacak. Söz veriyorum sana Hanna.”
Onun bu sözü yüreğime mühür gibi kazındı. Ağlamaya devam etsem de içimde bir umut filizlendi. Çünkü biliyordum: Koray, sadece kendisi için değil, bizim için gidiyordu. Bir ömür dese bir ömür beklerdim Koray'ı…