32. Bölüm “Hayaller Ve Hayatlar”

2127 Words
32. Bölüm “Hayaller Ve Hayatlar” Değerli yorumlarınızı bekliyorum. Destekleriniz için çok teşekkür ederim. Başkalarında tavsiye edermisiniz 🙏🌙💫🌹🪡💍 “Çalışkanlık bazen kişinin kendini unutma istemidir.” Filiz Kılıç; 25 yaşındaydım. Gençtim… Genç anne olmuştum, genç evlenmiştim, genç yaşta hayata atılmıştım. Her şeye erken başladım. Sanki hayattan alacağım varmış gibi, her şeye bir anda ulaşmak istiyordum. Ta ki o güne kadar... O gün anladım neden bu kadar acele ettiğimi. Meğer kader, “Acele et Filiz. Sana verilen ömür bu kadar,” diyormuş. Gezmek için teyzeme, Ankara’ya gitmiştim bir haftalığına. Ama o bir hafta, rahatsızlanınca bir aya dönmüştü. Kimseye demedim. “Teyzem biraz rahatsız, biraz daha kalacağım,” diye oyaladım eşimi. Gerçekte ise dönmeden önce kesin bir sonuç almak istiyordum. Efe beş yaşındaydı o zaman. Canım oğlum… Peşimden her yere sürüklemiştim onu da. “Anne, hastaneye yine mi gidiyoruz?” diye sormuştu minicik sesiyle. “Evet oğlum,” dedim, “ama bu son olacak.” Oysa bilmiyordum, aslında herşeyin başlangıcıydı. On beş gün diyet, bir sürü tahlil… Sonra o gün geldi. Yanımda teyzem ve Efe vardı. Doktorun odasına girdiğimizde, önünde bana ait bir dosya vardı. Yüzündeki ifade karışıktı. Ne olduğunu anlamadım önce. “Filiz Hanım…” dedi. “Gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum. Durumu size nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Durumunuz çok ağır ama karşımda bu şekilde durmanız…” Teyzem hemen atıldı: “Kanser mi doktor bey?” Doktor kısa bir sessizlikten sonra acı bir tebessümle, “Keşke kanser olsaydı,” dedi. “Tedavisini belliydi.” Bir an dünyam karardı. “Nasıl yani?” dedim. “Hasta mıyım, değil miyim?” “Evet, hastasınız,” dedi. “Ama bu bildiğimiz türden bir hastalık değil. Şu anda Türkiye’de dört kişide var. Teşhis koyabiliyoruz ama tedavisini bilmiyoruz.” “Ne hastalığı bu?” diye sordum titreyen sesle. “Ülseratif kolit,” dedi. “Ama dördüncü derece. Normalde bu yaşta görülmez. Damarlar yoluyla tüm bağırsağa yayılmış. Ve ne kadar ilerleyeceğini bilemiyoruz. Ameliyat şimdilik mümkün değil. Çok ağır bir işlem olur.” Teyzemin eli elimdeydi, hissizdim. Doktor devam etti: “Bakın Filiz Hanım, ben size dürüst olacağım. Size beş sene veriyorum. Beş sene sonra… ya makinelere bağlı yaşarsınız ya da yarım bir hayat sürersiniz.” Kelimeler duvara çarpıp bana geri dönüyordu. Beş sene… Sadece beş sene… Sonra bir cümle kurdu doktor. O an sanki başka hiçbir şey duymadım. “Bu hastalıkla bu kiloyla karşımda durmanız bile bir mucize.” Mucize… O kelimeye tutundum. Diğer her şeyi unuttum. Mucize demişti. Demek ki Rabbim bana bir mucize sunmuştu. Ben de o mucizeyi en iyi şekilde değerlendirecektim. Doktor, “İsterseniz araştırma bölümümüzde sizi gözlem altına alabiliriz. Bir çeşit ilaç test grubumuz var,” dedi. Teyzem korkuyla sordu: “Yani… kobay mı olacak?” Doktor başını eğdi. “Bu kelimeyi sevmem ama… evet, bazı ilaçları sizin üzerinizde test edeceğiz. Onay verirseniz.” Ben sadece başımı salladım. “Önce o bölümü gezeyim,” dedim sessizce. Odayı terk ederken doktorun son sözü yine kulağımda yankılanıyordu: “Gerçekten bir mucizesiniz Filiz Hanım.” Kapıdan çıkarken teyzemin elini tuttum, Efe’ye baktım. İçimden sadece şunu söyledim: “Tamam Rabbim. Eğer bana bu mucizeyi verdinse, ben de o mucizeyi hak edeceğim.” Teyzemle birlikte elimizde dosyayla doktorun tarif ettiği bölüme gitmek istedim. Ne olursa olsun, başıma neler geleceğini bilmek istiyordum. Kapıda bir güvenlik vardı, bizi hemen içeri almadı. Dosyayı gösterince “Buyurun.” dedi. İçimden “Bazen bazı kâğıtlar her kapıyı açıyor.” diye geçirdim. Ama keşke bu kapı hiç açılmasaydı… Koridorlarda yürürken, teyzemle birbirimize sıkı sıkıya tutunmuştuk. Baktığım her odada, “Acaba bunlar gerçekten insan mı?” diye sordum kendi kendime. Ne bir ses vardı, ne de bir yaşam belirtisi. Kiminin teni sararmış, kimininki yeşile dönmüştü. Bazıları bir deri bir kemik kalmış, bazıları balon gibi şişmişti. Gördüğüm her hasta da sanki kendimi gördüm. Teyzemin elini sıktım ve başımla çıkışı işaret ettim. Sessizce uzaklaştık. Arkamı bile dönüp bakmadım. Bakmadım da… çünkü korktum. Teyzeme döndüm ve “Teyze, bunlar sadece ikimiz arasında kalacak. Hiç kimse bilmeyecek, bana söz ver.” dedim. Teyzem kaygıyla sordu: “Peki tedavin, ilaçların?” “Zaten bir tek ilaç var kullanabileceğim. Onu da bağırsak hastasıyım diye kullanırım ama gerisini kimse bilmesin.” dedim. Teyzem başıyla onayladı. “Nasıl istersen kızım.” dedi. Bana saygı duymuştu, o konuyu bir daha hiç açmadı. O günden sonra bir daha arkamı dönüp bakmadım. Sadece ileriye baktım. Hayatı hızlı yaşadım. Her an, her şeyi kaybedecekmişim gibi… Yediğime, içtiğime, nefesime kadar dikkat ettim. Ne beni hasta ediyorsa, ondan uzaklaştım. İçtiğim çaya bile “şifa niyetine” Fatiha okudum. Her an abdestli gezdim. Ölecekmişim gibi değil, Rabbim’in bana verdiği mucizeyi boşa harcamamak için yaşadım. Allah bana bir mucize sunmuştu. Ben de o mucizeyi en güzel şekilde değerlendirmek zorundaydım. Oğlum… Canım Efe’m… Ölürsem diye çeyizini hazırlamaya başlamıştım. “Bana bir şey olursa annesinden ona en azından yuvasını kuracağı eşyalar kalsın.” diye düşünüyordum. Küçük küçük başladım ama hastalandığım her gün daha çok hızlandım. Onun için, onun geleceği için… Efe ne istediyse onu okumasına destek oldum. “Hayatı bizim istediğimiz gibi değil, senin istediğin gibi yaşa.” dedim hep. Maddi sıkıntılar oldu, ama ben dert etmedim. Sağlık olursa her şey olurdu. Bir gün fark ettim ki bana en iyi gelen şey dikişti. Bir dikiş makinesi aldım. Küçük işler yaparak başladım ama sonra işler büyüdü, büyüdü ve bir mağaza açtım. “Beyaz Perde ve Ev Tekstili” o günlerde doğdu işte. Hastalığımı bile unutmuştum. Her sabah “Bugün hangi işi bitirsem?” diye düşünüyordum. Ama aklımın bir köşesinde hep o gün vardı… Doktorun “Beş yıl veriyorum.” dediği gün. Ve işte o beş yıl… yirmi yıl olmuştu. Doktor bana “Mucize.” demişti ya… Evet, o mucize gerçekten de gerçekleşmişti. Elimden geldiğince hayatımı en güzel şekilde yaşamak istedim. Arkamdan kimse, “Bu ne biçim kadındı, öldü de kurtulduk.” demesin diye çabaladım. Kendime bir huy edinmiştim: “Birine bir gün bir iyilik yap, o gün duasını al, bir gün fazla yaşa.” Bu bazen bir tebessüm, bazen bir yardım eli olurdu. Benden bir şey isteyen kimseyi geri çevirmedim. Kime ne faydam dokunacaksa, ona yetişmeye çalıştım. Ve evet, kendimce başarılı da olmuştum. Herkesin sevdiği biriydim. Kimine Filiz teyzeydim, kimine Filiz halası, kimine de Filiz yengesi. Bazıları içinse en yakın dost olmuştum. Artık tek bir hedefim vardı: Ömer’in yanında, ona gerçekten iyi gelecek biri olmalıydı. Benim gidişimden sonra, oğlumun başını yaslayacağı bir omuz… Ve onu da bulmuştum. Gerçi Efe kendisi bulmuştu ama benden saklıyordu. Şimdi o kız karşımda oturuyordu. Güzelliğiyle, samimiyetiyle, utangaçlığıyla… Eylem. “Gelinim” demek istemiyordum ona, o yüzden “kızım” diyordum. Evet, kızım demiştim ona… kabullenmiştim içten içe. “Oğlumun yanına da nasıl yakışırdı,” diye geçirdim içimden. Anlayışlı halleri, çekingen tavırlarıyla tam bir yuva kadınıydı. Efe ilk defa kendi için doğru bir karar vermişti. Bir gün parka gittik birlikte. Ben börek yapıp getirmiştim, o da çay demlemişti. Birlikte oturduk, sohbet ettik, güldük. Oğlumuzdan bahsettik. Bir bilse, karşısındaki kadının gelecekteki kaynanası olduğunu... Kim bilir, nasıl da utanırdı! Ama şimdilik bilmesin istedim. Rahat rahat içini döksün bana, korkmadan, çekinmeden konuşsun. İnsanın hayatında böyle samimi insanlara ihtiyacı vardı. Ben de ona öyle biri olmak istedim. Destek olmak, yeri geldiğinde sırdaş, yeri geldiğinde anne gibi yanında durmak… Verdiğim karar bana doğru gelmişti. Ve doğruydu da. Sonuçlarını Eylem öğrendiğinde anlamıştım. Hanna, Eylem’i bana anlatmak istiyordu ama bir türlü anlatamıyordu. Anladığım kadarıyla Eylem de ona bir şeyler söylemişti. Hanna bizi tanıştırmak için çabalayacaktı, belliydi. Ama bunu yapmadan önce benim Hanna’yla konuşmam gerekiyordu. Ertesi gün aradım onu. İlk fırsatta yanıma gelmesini, konuşmak istediğimi söyledim. Tabii meraklı gelinim dayanamadı; işe gitmeden önce soluğu benim yanımda aldı. “Hoş geldin kızım,” dedim. Sarılıp selamlaştık. Bıcır bıcır bir kızdı Hanna. Bir elli boyuyla, bir seksenlik Koray’ı tavlamıştı. “Kızda iş var,” dedim içimden, gülümseyerek. Biraz hal hatır sorduktan sonra, konuya direkt girdim. “Eylem’i tanıyor musun?” dedim. Bir an şaşırdı, gözleri büyüdü. Kekeleyerek, “Evet… Filiz yenge, sen biliyor muydun?” dedi. “Tesadüfen tanıştık,” dedim. Nasıl tanıştığımızı anlattım ona. Tebessüm etti. “Yemin ediyorum, planlansa bu kadar denk gelmezdi,” dedi. Ona dönüp rica ettim: “Şimdilik Eylem’e bir şey söyleme Hanna. Bırak kız içini rahatça bana döksün. Vakti geldiğinde ben anlatırım her şeyi.” Hanna başını yana eğdi. “Yani hani… bilse daha mı iyi olurdu acaba?” diye sordu. Elini tuttum, gözlerinin içine baktım. “Bazen bilmemek daha iyidir, kızım,” dedim. “Şimdi onun yanında ne annesi var, ne babası. Bir tek benimle konuşuyor. Beni abla gibi görüyor. Şimdi kaynanası olduğumu bilse, rahat rahat içini dökebilir mi?” Başını iki yana salladı. “Yok, dökemez tabii,” dedi. “E ben onun derdini bilmezsem çözebilir miyim?” dedim. “Çözemem.” Hanna hayranlıkla baktı bana. “Gerçekten seni çözmek çok zor Filiz yenge,” dedi. “Peki Efe’yi nasıl ikna edeceksin?” Gülümsedim. “Efe’yi ben değil, siz ikna edeceksiniz,” dedim. “Siz ona örnek olacaksınız. Söz, nişan, evlilik... Güzel bir örnek olursanız Efe dayanamaz, açılır Eylem’e.” “Yalnız bir sorun var,” dedi Hanna. “Efe sözleşmeli erliğe başvurmuş.” Benim tepkimi merakla bekliyordu. Belki sinirlenirim sanmıştı ama tam tersine kahkaha attım. “Durmadan başvursun, kabul olmaz,” dedim. “Çocukken diz kapağından ameliyat olmuştu. Menisküsü alındı. Futbolu da o yüzden bırakmak zorunda kaldı. Sağlıktan geçemez ki o! Emir altına girecek biri değil Efe. En fazla altı ay yapar, o da askerlik mecburiyetinden.” Hanna şaşırdı. “Vallahi seninle konuşunca insanın içi rahatlıyor,” dedi. “Rahat ol kızım,” dedim. “Ben oğlumu bilirim.” Sonra ekledim: “Peki Eylem’i ne zaman isteyeceksiniz diye sormuştun ya… Efe, Eylem’in okulunun bitmesini bekliyor. Ama ben okul bitmeden önce ailelerin tanışmasını isterim. Çünkü Eylem buradan uzaklaşırsa, bilirsin, gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” Hanna başını salladı. “Doğru diyorsun yenge.” “Bağları koparmamak lazım,” dedim. “O yüzden siz gençler devreye gireceksiniz. Ben ne söylersem tersi tepiyor. Eylem de şimdilik bir şey demesin. Koray’la sen konuşun Efe’yle. Gerekirse ufak bir kıskandırma da yaparız.” Gözleri büyüdü. “Kıskandırma mı?” “Evet,” dedim, gülerek. “Senin çevrenden olur, kuzenlerinden biri mesela. Eylem’e öyle ‘evlenme gözüyle’ bakan birini görsün Efe, hemen harekete geçer. Ama Eylem’in bundan kesinlikle haberi olmasın. Doğal davranması gerekiyor.” Hanna resmen hayranlıkla izliyordu beni. Kalktı, ellerimi tuttu, öptü. “Gerçekten Filiz yenge, kırk yılda bir çıkar böyle kaynana!” dedi. Ben de gülerek cevap verdim: “Hadi bakalım küçük gelin, iş başına. Terfi almak istiyorsan Eylem’in gelin olması lazım. Kolları sıvayalım.” O da gülerek, “Sen nasıl istersen yengeciğim,” dedi. Sarılıp birbirimizi destekledik. İçimden, “Allah’ım, her şey çok güzel gidiyor. Umarım hep böyle devam eder,” dedim. Hanna; “Hanna yengem, hadi şimdi sen git, Eylem gelecek, biraz da onunla dertleşelim,” dedi. “Eylem mi?” diye soru verdim, “Ay yenge, gerçekten çok tehlikeli bir kadınsın. Yalnız tehlikeli, sularda yüzüyorsun, haberin olsun. Efe gelirse ne yapacaksın?” Filiz yenge gayet ciddi bir edayla, “Gelemez Efe. Ona evde tamir işi kilitledim, yanına da usta koydum. Akşama kadar bitmez o iş. Yani rahatız.” “Gerçekten yenge, korkulacak kadınsın, takdir etsem mi bilemedim,” dedim. Beni alaycı bir gülümsemeyle süzdü: “İşinize geldiği gibi düşünün, fark etmez. Ben şu oğlumun başını bağlayayım da, sen şimdi kuzenlerinden birini ayarla. Efe’nin yanında senden sorsun; mesaj mı olur, arama mı olur, sen ayarla o kısmını, tamam mı?” Ben de gayet ciddi bir görev edasıyla, “Tamam!” diye atıldım. Çok heyecanlanmıştım. Aklıma ilk halamın oğlu geldi; onu arayacaktım. Murat… Çok severdi Antin Kuntin işlerle uğraşmayı, bu iş tam onluktu. Filiz yengemin yanında onu aradım, durumu kısaca özetledim. “Nasıl davranması gerektiğini de söyledim,” dedim. Murat cevap verdi: “Tamam abla, o iş bende, hallederim. Kız gerçekten güzelse talipte olabilirim.” “Saçmalama!” dedim. Birden Filiz yengeyle göz göze geldik. Kaşlarını çatıp sert bir şekilde bakarken, “Bana bak, başkasının sevdalısına göz dikmek yok, tamam mı?” dedim. Filiz yenge de rahatlamıştı böyle söyleyince, kuzenim“Şaka yaptım ya, şakaya da gelmiyorsun,” diye geçiştirdi beni. Bir nefes aldım, telefonu kapattım, şalımı düzelttim. Filiz yengemle savaş boyalarını sürmüştük; Filiz yengeyle ikimiz de hazırdık. Filiz yenge beni kapıya kadar uğurladı: “Hadi işin gücün rast gelsin.” “Teşekkür ederim, sana da kolay gelsin,” dedim ve işyerine doğru adımlarımı hızlandırdım. “Evet, Eylem. Tek kendi başımı yakmamıştım, seni de yanımda yakacaktım. Bakalım bu ailenin gelini olmak nasıl bir duyguymuş, sen de yaşa,” dedi. “Yaşasın!” diye iç sesim çığlık atıyordu. Akşam Koray’la buluşmak için de bir bahane çıktı bize. “Gelsin planlar, entrikalar. Yaşasın!” diye bağırıyordu. İç sesim “Filiz yenge tam kafama göre biri. Keşke Ayşe meselesinde de yanımda olsaymış. Kim bilir ne biçim akıllar verirdi bize.” Ama nerden bilirdim ki? Tek sorunum Ayşe değildi; daha karşıma kaç kişinin çıkacağını, kaç kişiyle mücadele edeceğimi bilmiyordum. Yakışıklı bir nişanlı sahibi olmak da öyle kolay değildi. Bedellerini epey ödeyecektim. Ama hala farkında değildim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD