Beklenmeyen Misafir

2472 Words
> : yazar anlatımı ~ > Kapalı havadan damlayan yağmur damlalarına çakan şimşekler ve gök gürültüleri eklenmişti. Genç adam yağmurun altında ıslanmayı umursamadan koca binanın önünde bir sağa bir sola yürüyor ve arkadaşını bekliyordu. İçini bir tek ona döken genç adamı sırtından bıçaklamıştı arkadaşı kendince. Binanın önünde onu beklemesinin nedeni ise yargısız infaz yapmak istemediği içindi. Sonunda hastanenin çıkış kapısında görünen arkadaşı adımları duraksadı ve bedenini ona döndürdü. Arkadaşı genç adamı gördüğünde kaşları anlam veremediğini gösterir gibi çatıldı. Ona yaklaşan adımları sırasında korumalarından biri yağmurdan korunması için şemsiyeyi açmıştı. "Ne yapıyorsun burada?" Genç adam karşısında kayıtsızca duran arkadaşının rahat tavrıyla daha da öfkelendi. "Ben onu bir tek sana anlattım! Seviyorum dedim lan sana!" Öfkesini daha fazla içinde tutamayarak yumruk yaptığı elini arkadaşının yüzüne savurdu. Genç adamın karşısında aldığı darbeyle geriye sendeleyen arkadaşı ona karşı böyle bir tepkinin nedenini anlayamadı. Genç adam, kollarından sıkıca tutan arkadaşının korumalarıyla öfkesi daha da arttı ve kollarını tutan ellerden kurtulmak için silkelendi ama çabası boşunaydı. "Bırakın." Patronlarının emriyle korumalar genç adamı serbest bıraktı ve bir adım geriledi. Genç adam kollarına bir şey bulaşmış gibi elleriyle kollarını çırptı. "Derdin ne Levent? Durduk yere saçma sapan hareketler yapıyorsun." Levent arkadaşının aksine daha da öfkelendi çünkü ona göre tek sırdaşının ihanetine uğramıştı. Gördüğü ilk günden beri aşık olduğu kadına sarılırken görmüştü onu. "Ben sana geldim," Dişlerinin arasından konuşan Levent arkadaşının yakalarını tuttu. Korumalar öne bir adım attılarsa da patronunun elini kaldırmasıyla duraksadılar. "Ne dedim ben sana? Aşık oldum dedim. Seviyorum dedim lan! Anlattım. Onun nasıl biri olduğundan benim onu ne kadar çok sevdiğime kadar en ince ayrıntısına kadar anlattım sana. Sen ne yaptın peki Asif Poyraz?" Asif gözlerini kısıp Levent'in ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Anlattıklarını dün gibi hatırlıyordu. O zamanlarda Asif çok şaşırmıştı. Gençliğinden beri kimseyi umursamayan, burnu havada, herkesi küçük gören Levent'in babası oğlunun uysallaşması için en alttan işe başlamasında diretmiş ve Levent göreve başladıktan bir süre sonra Asif'in kapısını çalarak birine aşık olduğunu anlatmıştı. "Sen benim sevdiğim kadının sadece yanında değil, ona sarılıyordun! Benim karşımda hep bir adım geride duran kadın sana sığınmıştı! Bir merhabasına sevindiğim kadını sarmıştın sen!" Asif duyduklarıyla şoka uğradı. Kırk yıl düşünse Levent'in aşık olduğu kadının Ferra olacağı aklına gelmezdi. "Ne" Asif'in şaşkınlığı bir anda öfkeyle harmanlandı. "Niye demedin lan o zaman?!" Yumruğunu Levent'in yanağına savundu ve arkadaşının bir iki adım gerileyerek sendelemesine şahit olduktan sonra ancak tepkisinin farkına varabildi . "Ne yapıyorsunuz siz? Ayrılın!" Levent ve Asif birbirinin yakasını tutmuşken olanlara şahit olan Neva daha fazla beklemek istememiş ve harekete geçerek ikisinin arasına girmeye çalışmıştı. Asif, Levent ve Neva lise arkadaşlarıydı. Üniversitede bile farklı bölümler okusalar da aynı okula gitmişler ve iş hayatına atılana kadar birbirlerinden hiç ayrılmamışlardı. Neva arkadaşlarını ayırmayı başardığında soluk soluğa kalmıştı. Levent'in sözleri kalbini kırmış olsa da hala bir umudu olduğunu fark etmesi üzülmesine çok bir fırsat vermemişti. "Siz dostsunuz. Her ne için bu tartışmayı yaptıysanız daha fazla büyütmeyin ve dağılın. Bu dostluğun zedelenmesine izin vermeyin." Neva olaydan habersizmiş gibi yapma kararını alarak en iyisini yaptığını düşünüyor olsa da zihni kulağına fısıldadı. O kızdan bir an önce kurtulması gerektiğini kulağına fısıldıyordu. "Ne bakıyorsunuz" Levent ve Asif birbirine meydan okurcasına bakarken Neva Levent'in kolunu tutarak dikkatini ona vermesini sağladı. "Beni eve bırakır mısın?" Levent başını onaylarcasına aşağı yukarı salladı ve bir daha Asif'e bakmadan kendi arabasının olduğu bölüme döndü. Neva ise sevdiği adamın peşinden gitmeden Asif'e döndü. "Sen onu kafana çok takma. Ben konuşurum." Neva da yanında ayrıldığında sıkkın bir nefes verdi Asif. Nasıl bir çıkmazın içerisine düşmüştü öyle? Ferra ile tanışalı kaç gün oluyordu? Onunla karşılaştığı ilk an düştü gözlerinin önüne. Sıkkın bir nefes verdi soğuk havaya. En başında öğrenmiş olsaydı belki aklında dolanan tilkileri susturabilirdi ama artık çok geçti. Tüm davranışları bir amaca hizmet ederken geri adım atamazdı. "Efendim, gidelim mi?" Onunla birlikte sırılsıklam olan yakın koruması Zafer'in seslenmesiyle ancak gelebilmişti Asif kendine. Başını sakladığında yanlarına gelen arabanın kapısını açtı Zafer ve Asif'in geçmesini bekledi. Asif ise son defa hastaneye bakıp arabaya öyle binebilmişti. Bu hastaneye ne için gelmiş, nasıl gidiyordu? ~Ferra~ Gözlerimi araladığımda üzerime çöreklenen büyük bir ağrı hissettim. Uyumuş olmama rağmen çok yorgun hissediyordum kendimi. Muhtemeldir ki dün yaşadıklarım böyle hissettiriyordu beni. Ayağa kalkıp ağır adımlarla dün getirdiğim çantadan gerekli eşyalarımı aldım ve banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından üzerimi giyinip çantamı elime almıştım ki yatağında uyumaya devam eden annem gözüme takılmıştı. Buraya geldiğimizden beri zayıflamıştı. Canlı teni solgunlaşmış, bakışlarındaki yorgunluğu daha net görür olmuştum. Onun için üzülüyordum. Elimden bir şey gelmemesi ise beni kahrediyordu. Annemin yanına gelip saçlarını okşadım. En azında saçları hala yumuşacıktı. Şöyle baktığımda bile hala çok güzeldi. Hep güzeldi. Benim annem olduğu için değil, onu gören herkes güzelliğinden söz ederdi. "Seni çok seviyorum." Titrek sesimle fısıldayışımı duymamıştı. Onun yanında daha fazla kalırsam yeniden ağlayacağımı fark ederek odadan çıktım. Her zamanki yol güzergahı bugün gözüme çok uzun görünmüştü. Attığım her adımda sıkıntı basıyordu içime. Kendime inanamıyordum. Her gün heyecanla gittiğim okuluma bugün gitmeyi istemiyordum. Ne garip! Sonunda okula ulaşıp her zamanki gibi karşılaştığım herkese selam vermiş ve bazılarıyla ayak üstü konuşmuştuk. Meslek arkadaşlarımla hasbihal etmek bana iyi gelirken ruhumdaki huzursuzluk biraz olsun dağılmıştı. "Ferra Hanım." Merdivenleri çıktığım sırada geride kalan Neva Hanımın sesini duyup ona döndüm. Omuzları geride, kolları göğsünün altında toplanmış, üstten bakışlarıyla her zamanki gibiydi Neva Hanım. Uzun boylu, beyaz tenliydi. Yeşil gözleri teninde bir mücevher gibi parlıyordu. Dalgalı uzun saçları ve alnına dağılan kakülünü çoğu zaman doğal haliyle bırakırdı. Kendini üstün görmeyi bir kenara bırakıp yaydığı negatif enerji yok olsa aslında o çok güzel bir kadındı. Bir kere bakan bir daha bakardı ona. "Merhaba Neva Hanım." Ona karşı koruduğum mesafemi ve saygımı belli ederek selamladım Neva Hanımı. O ise başını sallamakla yetindi. "Biraz konuşmak istiyorum seninle. Odama geçelim." Henüz ona yanıt vermemi beklemeden sırtını bana döndü ve odasına giden koridora girdi. El mecbur peşinden gittim. Neva Hanımın odasına girene kadar kendisi önde ben arkasında uzun koridoru yürüdük. "Otur." Kendi koltuğuna oturduktan sonra eliyle önündeki siyah, deri koltuğu işaret etti. Sessizliğimi koruyarak koltuğa oturdum. Benimle ne konuşacağını merak ediyordum doğrusu. Bu zamana kadar sadece Levent Beyle muhatap olmuştum. "Annenin durumunu öğrendim. Geçmiş olsun." Kaşlarım anında havalandı. Öğretmenler arasında dedikodular çok hızlı yayılırdı biliyordum ama Neva Hanımın beni karşısına alıp da iyi dilek sözünü kullanacağını düşünememiştim. "Teşekkür ederim." Sesim cılız çıkmıştı. Annem için edilen dualara ya da iyi dileklere minnettardım ama bu aynı zamanda beni üzüyordu. Bir duaya muhtaç kalmak çok kötü hissettiriyordu insanı. Çaresizliğimi yüzüme vuruyordu defalarca kez. "Annenin rahatsızlığı seni olumsuz etkilediğine ve onunla daha fazla vakit geçirmek istediğine eminim. Bu nedenle işine son verilmesinin en uygunu olduğunu düşünüyorum." Bana karşı sarf ettiği cümleleri başta anlamakta zorlanmıştım. Beklemediğim hatta aklımdan bile geçirmediğim sözler karşısında tüm benliğim ile şok olmuştum. Dudaklarım aralanmıştı ama birkaç saniye ne söyleyeceğimi bilemeyerek bocaladım. "Ne? Ama Neva Hanım-" Neva Hanım konuşmama izin vermeyerek yarım bıraktığını bilmediğim cümlelerine devam etti. "Muhasebeye çoktan haber verdim. Bir tek senin imzan kaldı." Bakışlarım ondan ayrılmadı. Bedenimdeki şok etkisi bir türlü beni terk etmiyordu. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Hiçbir kusurum yoktu. En azından ben süreci çok iyi yönettiğimi düşünüyordum. Nasıl mümkün olabilmişti bu? Ağzımın ucuna gelen kelimeleri alt dudağımı dişlerim arasına alarak engelledim. Neva Hanıma sarf edeceğim tüm kelimelerin boşa olduğunu dik başından anlayabiliyordum. Zaten çoktan muhasebeye haber verilmişti. Öylece işten çıkartabiliyorlardı beni. Sessizliğimi koruyarak ayaklandım ve okul müdürü Neva Hanımın odasından çıktım. Bu okulda öğretmenlik mesleğimi bitiriyordum demek. İçten içe okula gitmek istememin sebebi buydu demek. Ne garip. Duygular her şeyi önceden bilebiliyordu. Muhasebeye uğradım ve gereken yerleri imzaladım. Nasıl geçineceğim aklımda dönüp dururken ıbanıma tazminatımın da yatacağı söylenmişti. En azından yeni bir iş bulana kadar o parayla idare edebilirdim. Yemeği dışarıda yemek yerine evde yersem çok bir harcamam da olmazdı. Öğretmenler odasındaki eşyalarımı hizmetli Veysel Beyden istediğim kapaklı kutuya koymuştum. Zaten çok bir eşyam da yoktu. Ders saati olduğu için de hiçbir meslektaşım odada bulunmuyordu. En azından onlara veda etmek isterdim. Bir tek sınıfımın ablası Zeynep yanımdaydı. "Ferra abla." Zeynep'in titrek sesiyle ona dönüp burukça gülümsedim. Çocuklarıma veda etmeye cesaretim olmadığı için Zeynep'i yanıma çağırmış ve olanları kısaca anlatmıştım. "Yapacak bir şey yok Zeynep. Umarım yerime gelecek olan öğretmen iyi biri olur." Zeynep burada çalışmaya başladıktan birkaç ay sonra gelmişti. Bunca zaman içinde birlikte paylaştığımız çok şey olmuştu. Onu tanıdığım için mutluydum ama bırakıp gideceğim için çok daha fazla üzülüyordum. "Çocuklara iyi bak." Zeynep ile birbirimize sarıldık ve iyi temennilerimiz sonunda ayrıldık. Benim boş zamanım çoktu artık ama onun yoktu. Sınıfa gidip çocuklarla ilgilenmesi gerekiyordu. Bu yüzden vedalaşmamız kısa sürmüştü. O sınıfına ben de çıkışa yürüdüm. Dönüp arkama bakmadım. Dönüşüm olmayan hiçbir yere bakmazdım ve biliyordum ki bu okula da geri dönemeyecektim. "Ferra?" Tanıdık sesini işiten kulaklarımla başımı zeminden kaldırıp bana seslenen kişiye, Levent Beye baktım. Birkaç adım uzağımdaydı. Arabasını yeni park edip inmiş olmalı ki oradan birkaç adım uzakta, elinde arabasının kumandası vardı. "Merhaba, ne yapıyorsun burada? Sınıfta olman gerekmiyor mu? Onun gülümseyen yüzü ve konuşmasıyla işten kovulduğumun haberi olmadığını anlamıştım. Başta söylemek istememiş olsam da Anasınıfının müdürü olduğu aklıma geldiğinde bilmesinin hakkı olduğuna karar verdim. "Az önce Neva Hanımla görüştüm Levent Bey. İşten çıkarıldım. Ben, süreci iyi idare ettiğimi düşünüyordum ama yanılmışım. Durumun vahimliğini Neva Hanımın kendisi bile fark etmiş." Levent beyin kaşları ben konuştukça çatıldı. Gözleri gözlerim arasında gidip geldi. Bir anda beklemediğim şekilde öfkelenmişti. "Ne? Ne demek işten çıkarıldım? Ne saçmalıyorsun? Senin müdürün benim Ferra! Neva kim oluyor?!" Levent Beyin sesi olması gerekenden daha yüksek çıkmıştı. Bu defa kaşları çatılan ben olmuştum. Neva Hanıma ismi ile hitap etmesi ise bir hayli garibime gitmişti. Her ne kadar Neva Hanım yanımızda olmasa da bu ona yapılan bir saygısızlıktı. "Bu okulun müdürü Neva Hanım, Levent Bey! Tüm ilişiğim kesildi. Artık yapılabilecek bir şey yok." "Hayır! Neden beni beklemedin?!" Levent Beyin gözbebekleri büyümüş, konuştukça boynundaki damarlar daha belirgin hale gelmişti. Çok öfkelenmişti. O an fark etmiştim benim de ona saygısızlık yaptığımı. Fakat nereden bilebilirdim ki? O an aklımın ucuna dahi gelmemişti. "Her neyse. Tamam. Sen endişelenme. Ben bir yolunu bulup bunu iptal edeceğim." Başımı iki yana salladım. Bu zamana kadar hep ben kendi ayaklarım üzerinde durmuştum. Şimdi çıkıp birinden medet umamazdım. Hem zaten her şey olup bitmişti. Neva Hanım ise oldukça kararlıydı. Vazgeçmeyeceğine emindim. "Ben her şey için teşekkür ederim Levent Bey. Kendinize iyi bakın. Hoşça kalın." Kollarım arasında sıkı sıkı tuttuğum kutu ağırlaşmaya başlamıştı. Levent Beyden bir yanıt beklemeden okulun çıkışına adımladım çünkü her an ağlayabilirdim. Titreyen çenemi engellemek için alt dudağımı ısırdım yine. Çok şey söylemek istiyordum ama hepsi boşaydı artık. Ne komik ama! Birkaç saat öncesine kadar bir işim vardı. Sevdiğim mesleği yapıyordum. Çocuklarım vardı. Onlarla dilediğim gibi koşturup oyunlar oynuyordum. Şimdi ise elimde birkaç yılın birikmiş birkaç parçası ile hepsini geride bırakmıştım. Elimden alınmıştı. Koca yokuşu indikten sonra otobüs durağına ulaşabilmiştim. Beni eve götürecek ilk otobüsün gelmesini kısa bir süre beklemiştim. Burada seferler daha sıktı sanki ya da ben hep böyle denk gelmiştim. Otobüsü en fazla beş dakika beklemiştim şu ana kadar. Gelen otobüse binip cam kenarındaki boş yere oturdum. Okul saati dışı olduğu için her zamankine nazaran daha az insan vardı. Kenarından geçtiğimiz denizi izledim bir süre. Ağırıma gitmişti. Bunca zaman mesleğimin gerektirdiği her şeyi yapmıştım. Hiçbir eksiğim olmamıştı. Kimseye kötü söz söylememiş, kimsenin arkasından konuşmamış ve saygısızlık etmemiştim. Fakat en ufak hatamda kapı dışarı edilmiştim. Yanan gözlerimi sıkıca kapatıp çantamdan kulaklığımı çıkarıp telefonuma taktım ve kulaklarıma yerleştirdim. Annemin en sevdiği türküyü açtım. Türkü çalarken ilk defa sözlerini dikkatli dinlemiştim. Annem hep eşlik ederdi bu türküye. Ama daha önce hiç 'Herkesin de bir sevdiği yari var' dizesini onun ağzından duymadığımı fark etmiştim. Başta yanıldığımı düşündüm. Çevirip çevirip yeniden dinledim türküyü. Evet, doğruydu. Annem o dizeyi hiçbir zaman söylememişti. Ben ise yeni anlıyordum. Sonra eve girene kadar dinledim aynı türküyü. İçinde annem için anlam barındıran yerleri bulmaya, onun için manasını çözmeye çalıştım. Dinledikçe neden bu türküyü sevdiğini düşündüm. Fakat bulamadım. Aslında aklıma gelenleri düşünmemeyi tercih ettim. Söylerken o adamı düşündüğü aklıma geldikçe kışkışladım. O adama bunca anlam çok değil miydi? Değer miydi? Anneciğimin bu halde olmasının başlıca sebebi o adamın yaptıkları değil miydi? Elimdeki kutuyla zar zor açtım kapıyı ve içeri girdim. Kutuyu daha fazla taşıyamayacağıma emin olduğumda hemen girişe bırakmıştım. Kollarım küçük kutuyu taşımaktan uyuşmuştu. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra kollarımı silktim ve kulağımdaki kulaklığı çıkardım. Evin sessiz boşluğu bir anda beni içine hapsedivermişti. Bir süre kapı girişinde öylece kalıverdim. Annemsiz evin ne kadar boş olduğunu görmek iyi gelmiyordu bana. Nasıl gelip yemek yapacak ve yiyecektim bilmiyordum. Ama her şeyden önce yeniden iş bakmam gerekiyordu. Bir an önce iş bulmalı ve çalışmaya devam etmeliydim. Odama girip çantamdaki laptopumu çıkardım ve ilan sayfalarına bakmaya başladım. Ne yazık ki dönem ortası olduğu için çok bir alım yoktu. İstanbul'da bulunan tüm ilanlara başvururken annem iyileştikten sonra atama için sınava girmeyi aklıma koymuştum. Anneciğimle birlikte başka bir şehre gidecek olmak ikimiz için de iyi olacaktı. Emindim. Bu şehir artık bize büyük geliyordu, bizi boğuyordu. İş başvuruları bittikten sonra mutfağa geçip kendime ekmek arası bir şeyler yaptım ve çantamı da alarak evden çıktım. Annem hakkında artık olumsuzlukları aklımdan dahi geçirmeyecektim. Moralinin bozulmaması için her şeyi yapacaktım. İşten çıkarıldığımı da belli etmemem gerekiyordu. Durakta oturmuş hastaneye gitmek için otobüsü beklerken bir yandan da hazırladığım sandviçi yiyordum. Aslında canım hiçbir şey yemek istemiyordu ama mecburdum. Gücüm yerinde olmalıydı. Hem yakın zamanda iş bulacağıma da emindim. Sonuçta başarılı öğrencilik hayatım sonrasında başarılı bir iş hayatım olmuştu. En azından ben buna inanmak istiyordum. Akşamın sakinliği gelen otobüse de bulaşmıştı. Sadece birkaç kişi vardı ve herkes kendi halindeydi. Otobüse binmeden önce son lokmamı da ağzıma atmıştım. Kartı uzatıp yine pencere kenarına geçtim ve sokak lambalarıyla aydınlatılan kaldırımları, ışıkları yanan evleri izlemeye başladım. Parmaklarım birbirine sürtündüğünde hissettiğim bez parçasıyla bakışlarım ellerime düşmüştü. Sol elimin sargısı yerli yerindeydi. Zihnim bir anda onunla doldu. Hastanede ne işi vardı acaba? Onunla ikinci defa hastanede karşılaşmıştık. Soramamıştım orada oluşunun sebebini ve aklıma yeni geliyordu. İçimdeki karmaşanın arasında en azından teşekkür edebilmiştim. Bedenim dün yaşadığı duygu ağırlığını henüz atlatamadığı için sanırım işten çıkarılmama çok fazla tepki verememişti. Sağ elimin parmakları sol elimin sargısındayken çocuklarımı düşündüm. Artık gelmeyeceğimi öğrendiklerinde ne tepki vermişlerdi acaba. Umarım çok üzülmemişlerdir. Onlarla bir daha oyun oynayamayacak, birlikte gülemeyecek olmak beni çok üzüyordu. Onlarsız ne yapacaktım hiç bilmiyordum. Sıkkın bir nefes koyuverdim. Otobüs durduğunda başımı kaldırdım ve hastanenin bulunduğu sokaktaki durağı görünce hızla indim. Ani hareketim nefes alış verişimi etkilemişti. Soğuk havayla çarpışan suratım yüzünden nefes alışım kesilmişti. Bu akşam hava çok soğuktu ve ben yeni fark ediyordum. Ellerimi kabanımın cebine sokup hızlı adımlarla hastaneye yürüdüm. Annem uyanık olsun istiyordum. Soğuktan buz tutmuş elimi bir tek o ısıtabiliyordu. Onun yüreğinden taşan sevgi beni iyi ediyordu. Bu hayatta kimseye ihtiyacım yoktu ama annem başkaydı. Kimse olmasın ama annem olsundu benim için. Hastaneye girip asansöre bindim ve annemin odasının bulunduğu kata gelene kadar bekledim. Bu süreçte hastanenin ılık havası beni biraz olsun kendime getirmişti. Asansörün kapıları aralanır aralanmaz koridora çıktım. Annemin odasına yürüyüşüm önce sekteye uğradı ve sonra duraksadı. Sanki tabanlarımdan zamka yapışmış gibi hissettim onu karşımda görünce. Gelmemesi için her gün dua ettiğim, aklımdan her geçişinde gelir, anneme görünür de onu daha da üzer diye korktuğum. Sırf gelmemesi için adamlarını kabul ettiğim o adam buradaydı. Tam karşımda.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD