Güven

2337 Words
Bazen dalıp gitmelerimde onca düşüncenin sonunda yine içimden geçen üç kelimelik tek cümle bu olurdu. Hayat çok garip. Kaç defa tekrarlamıştım bilmiyorum. Hiç umulmayan anlarda insanın karşısına çıkıp da kendine bağlayan bir şeydi. Her şey dönüp dolaşıp ona ulaşıyordu. Kuytularda kalan boy vermiş yosun parçasıydı sanki. Parmakların sınırında gezinir, eninde sonunda ona dokunurdu. Kendinin ya da birinin, bir şeyin hayatına. Yaşanılan çoğu olayda hayata suç bulurduk oysa onun hiçbir suçu yoktu. Hayat, bizim tercihlerimiz sonucu şekillenirdi. Bizim hayatımız olurdu. Ona suç yüklemek anlamsızdı. Geçmişte benim de yer yer suçladığım zamanlar olmuştu. İnkar edemem. Fakat artık farkındayım. Neyi seçersem hayatım o olur. Asif ile gelmeyi de ben seçmiştim. Onun hayatıma girmesiyle nereye evrileceğimi bilmiyordum. Merak da etmiyordum. Daha çok korkuyordum. "Okuldan ayrıldığını öğrendim. Eğer istersen-" Sipariş ettiğimiz kahveler gelene kadar karşılıklı sessiz kalmış ve boğaz manzarasını izlemeyi tercih etmiştik. Garson kahvelerimizi bırakıp uzaklaştığında ise Asif daha fazla beklemek istemez gibi konuşmaya başlamıştı ki sözünü kestim. Bugün ikinci defa duymak istemiyordum aynı kelimeleri. Dışarıdan bakılınca bu kadar yardıma muhtaç mı görünüyordum? "Yardıma ihtiyacım yok, teşekkür ederim." Sesim istemsiz sert çıkmıştı. Farkına vardığımda ise çok geçti. Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı soğuktan üşümüş parmaklarımın sarmaladığı kahve bardağına indirmiştim. Mahcup olmuştum. "Hayır, yanlış anladın" Gözlerim yeniden buz mavisi gözlerine tırmandı. "Yakın zamanda kimsesiz çocuklar için bağış gecesi düzenleyeceğiz ve bunu bir yurtta yapacağız. Yani çocuklar da olacak ve aynı zamanda bu etkinlikle evlat edinmeyi özendirmek de istiyoruz. Senin için uygunsa bu etkinliğin düzenlenmesinde senin de olmanı istiyorum." Söyledikleri anında ilgimi çekmişti. Yanlış anladığım için kendime kızarken bahsettiği etkinlik için bir anda aklıma gelenlerle heyecanlanmıştım. Düşüncesi dahi çok güzeldi. "Daha önce hiç öyle bir etkinlikte yer almadım ama yardım edebileceğim bir şey varsa yapmayı isterim." Dikkatle bakan gözleri yumuşadı ve dik omuzları gevşedi. Verdiğim yanıta memnun olmuş gibi bir yüz ifadesi takındı. Gözlerim onun gözlerinde takılı kaldı. Bulunduğu ortama göre değişiyordu. Hastanenin ışıkları altında daha açık bir renk alıyorsa karanlıkta neredeyse siyaha bürünüyordu. Değişmeyen tek şey soğukluğuydu. Senli benli konuşuyorduk Asif'le mesela ama o soğukluğu hiç kaybetmiyordu. O benim çizdiğim sınırları rahatlıkla arşınlarken ben onun soğukluğunu aşamamıştım. Aşamazdım da farkındaydım. Gözlerinde hapsolan buzullar çelik kadar sertti. Nasıl darbe indirirsem indireyim bükülmez, geçmek istesem de başaramazdım. Ancak onun izni ile geçebilirdim. İzin vereceğine şüpheliydim. Geçmek istiyor muydum peki? O benim çizgimi geçtiği için, evet geçmek istiyordum. Peki ne bulmayı umuyordum? Bir şey aramıyordum ki bulayım. "Sevindim. Etkinliğin genel koordinatörü Ceyda Hanım yarın seninle iletişime geçer." Başımı onu onaylarcasına salladıktan sonra aklıma gelenle çantamdan not defterimi ve kalemimi çıkartıp adımı soyadımı, numaramı yazdığım kağıdı yırtıp Asif'e uzattım. Parmak uçları kağıdı alırken parmaklarıma temas etti. Kalbim zaten onunlayken yeterince hızlı değilmiş gibi çırpınışlarını artırdı. "Numaram." Rakamların bulunduğu kağıdı eline alıp baktığında anlayabileceğini bilsem de açıklamak istemiştim. Onun gibi bir kartvizitim yoktu. Onda görmemiştim ama babamdan dolayı biliyordum. Onlar gibi 'önemli' insanların herkesin ulaşamadığı, kaliteli kartvizitleri olurdu. Zihnime hücum etmek isteyen düşünceleri bertaraf etmek için bakışlarımı Asif'in elinde tuttuğu kağıttan çekip boğaz manzarasına çevirdim. Kara gökle bir olan deniz köprünün ve şehrin renkli ışıklarını üzerinde yansıtıyordu. Oysa düşünceler hep benimleydi. Bumerang gibi. Onları itiyor, atmaya çalışıyordum ama beni bırakmıyorlardı. Bir köşede bekliyorlar, ortaya çıkmak için an kolluyorlardı. Aklımın her köşesini doldurduklarındaysa durmuyor, kulaklarıma fısıldıyorlardı. Lanet gibi. "Şimdi bir şey yapmayı düşünüyor musun?" Durgun sudan bakışlarımı onun gözlerine kaldırdım. Denize bakmak biraz olsun yatıştırmıştı beni. Hem aklım hem de kalbim dinginlemişti. En çok bu halimi seviyordum. Ne geçmişin anılarıyla ne de geleceğin telaşıyla dolu değildim. Ruhum beni yormuyordu. İşle ilgili mi sormuştu bu soruyu bilmiyorum ama ben ona yormuştum. Sormasaydı ona bahsetmezdim. Hiç bahsetmek de istemiyordum gerçi. Hem ona neydi ki? Yine de sormuştu ve kabalık olmaması için yanıtlamak zorunda kalmıştım. "Hastaneye yakın birkaç okula başvuruda bulundum. Kabul edilirsem onlardan birinde başlamayı düşünüyorum. Esasen bir yandan da iyi oldu. Annemle daha çok vakit geçirebileceğim." Sıkı sıkıya tuttuğum kahve bardağı artık tenimi yakmıyordu. Hatta soğumaya yüz tutmuştu. Kahvemden birkaç yudum aldıktan sonra gözlerimi koyu yüzeyden ayırmadım. Annem hakkında konuşmak ister istemez beni üzüyordu. Ne zaman anneciğimden söz etsem artık doktorun sözleri yeniden yankılanıyordu kulaklarımda. O kadar mı ümitsizdi durumu yani? Fakat ilaçları değiştirmek daha iyi gelmişti sanki canımın içine. Her ne olursa olsun umudumu yitirmeyecektim. "Sargıyı değiştirmedin mi?" Konunun bir anda başka bir konuya çevrilmesi ile başta Asif'in ne dediğini anlamamış ve ona bakmıştım. Kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Sargılı elime baktığını fark ettiğimde elimi bardaktan ayırdım ve masanın altına gizledim. "Önemli değil." Kaşları çatıldı ve bakışlarını gözlerime kaldırdı. Çehresi şimdi çok daha sertti. Keskin hatları kasılmıştı. Söylememem gereken bir şey söylemişim gibi bakıyordu yüzüme ve sözüm biter bitmez aynı sertlikle yanıtlamıştı. "Önemli" Gözlerini üzerimden çekip arkama bir yere bakıp elini kaldırdı ve indirdi. "Gidelim mi?" Bana bakmamıştı bile. Sessizce onayladım onu ama bu onun çok da umurunda değildi. Kalmak istesem kendisi kalkıp gidecek gibiydi. Bir anda değiştirmişti. Ne olmuştu? Bu tavırları ondan uzaklaşmak istemimi artırıyordu. Bununla birlikte kalbim her seferinde o isteği görmezden geliyordu. Asif ayaklandığında onu takip ettim. Sandalyeye koyduğum kabanımı ve çantamı alırken onun yanına gelen takım elbiseli bir adamla konuşmuş ve ne olduğunu anlamadığım bir şey almıştı. "Çıkalım." Ona yanıt vermemi beklemedi yine ve yürümeye başladığında hemen arkasında attığı büyük adımları yakalayabilmek adına adımlarımı hızlandırdım. O sırada hesabı ödemediğimiz aklıma geldi. "Hesabı ödemedik." Kolunu tuttuğumu ancak bana dönüp baktığında fark edebilmiştim. Bilinçli yaptığım bir davranış değildi ama sanki böyle yapmasam dediğimi duymayacaktı. "Adamlarım halleder." O an buraya giriş yaptığımızda bizim ardımızdan gelen iki uzun boylu, kalıplı, esmer adamları hatırladım ve geriye dönüp onların oturduğu masaya baktım. Her ikisi de ayaktaydı ve bize bakıyorlardı. Uzun parmaklar kolunu tuttuğum elime uzandığında ona döndüm. Onu hala bırakmamış olmam utanmama sebep olurken o hiç oralı olmadı ve elimi kolundan çekip avucuna hapsetti. Nefesim kesilirken gözlerim elimi tutan eline kaydı. Asif yürümeye başladığında beni tutmuyor olsa orada öyle kalakalacaktım. Bacaklarım yürümek için hareket ediyor olabilirdi fakat kalbim durmuştu. Kalbimle birlikte tüm duyu organlarım da donmuştu sanki. Tanışalı çok kısa süre olmuş, kimdir nedir bilmediğim bir adamla el ele tutuşuyordum ve itiraz da edemiyordum. Aklımı kaçırmış olmalıydım! Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Yanıp sönen parlak beyaz ışıklara kadar gözlerimi kenetlenen ellerimizden ayıramamıştım. Etrafımız bir anda insan topluluğuyla kaplanmış ve yüzümüze bağırılan sorularla neye uğradığımı şaşırmıştım. Ne oluyordu? "İyi akşamlar Asif Bey, yanınızdaki Hanımefendi kim?" Far görmüş tavşan gibi yüzüme patlayan flaşlarla ne yapacağımı bilemedim. Asif'in eli elimden ayrıldığında paniğe kapılmıştım. Başımı kaldırıp ona baktığımda onun gözleri gözlerimi teğet geçmiş başka bir yere bakmıştı. "Asif Bey sevgiliniz mi?" "Sizi daha önce bir kadınla el ele görmemiştik. Hayırlı olsun efendim." "Bir şeyler söylemeyecek misiniz Asif Bey?" Daralan hava ile bakışlarım odağını kaybetmişti. Asif'e biraz daha yaklaşmış ve kabanının ucunu tutmuş, başımı eğmiştim. Karşılaştığım bu insanlar, kameralar ve susmayan bağırışlar beni fazlasıyla ürkütmüştü. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum ki medyanın Asif ile bu kadar ilgilendiğini de bilmiyordum. Bilsem onunla dışarı çıkmayı kabul etmezdim. Üstelik karşılaştığım topluluğun hiç saygısı yoktu. Pervasızca hareket ediyor ve konuşuyorlardı. "İyi akşamlar arkadaşlar. Nasılsınız?" Bir beden yanımızdan geçmişti. Tahminen konuşan kişi de oydu. O kişi bir anda tüm dikkatleri üzerimizden alırken başımı kaldırıp konuşan kişiye baktım. Kameralara gülümseyen adam kıvırcık saçlarının arasından parmaklarını geçirirken kısa bir anlığına göz göze gelmiştik. Gülümsedi. Belimden kayıp beni tutan parmakları hissetmemle dikkatim dağılmış ve elin sahibine, Asif'e dönmüştüm. Az önce arkamızda kalan korumaların yanımızda olduğunu da ancak o zaman görebilmiştim. Onların açtığı alandan Asif'in yönlendirmesiyle yürüyordum. Bakışlarım onun yan profilindeyken onun odağı loş ışıktan göremediğim bir noktadaydı. Onun parmakları ve tenim arasında sadece örgü kazağım vardı. Bu aklıma geldiğindeyse yanaklarım yanıyor, ne yapacağımı bilemez hale geliyordum. İnsan selinin arasından çıktığımızda Asif'in arabasının önünde durduk. Önden hareket eden koruma kapımı açtığında ön koltuğun kapısını açmasına sesimi çıkarmadım. Ona teşekkür etmiştim ki Asif ona gidebileceğini söyleyerek kapımı kendisi kapatmış ve şoför koltuğuna geçmişti. Arabayı onun kullanacağı aklımın ucuna bile gelmezdi ama şimdi yanımda, şoför koltuğundaydı ve biz çoktan hastane yoluna çıkmıştık. Bugün yaşadıklarımın ağırlığı üzerime yapışmış ve beni terk etmemekte ısrarcıydı. Ayıplayacağımı bilmese bedenim sızlayacaktı. Yine de sebepsizce onun yanında rahattım. Daha kaç gündür tanıdığım, daha doğrusu tanımadığım bir adamın yanında kendimi rahat hissediyordum. O ise bana istediği gibi dokunabiliyordu. İnanılır gibi değil! Sena beni bu halde görse şaşkınlığını günlerce üzerinden atamazdı eminim. Sürekli dillendirir ve gerçek olup olmadığını idrak edebilmek için beni dürter dururdu. Bakışlarım yanından hızla geçtiğimiz karanlıktan seçemediğim yerlerdeyken başımı koltuğa yasladım. Derin nefesi ciğerlerime çekerken göz kapaklarım ağırlaştı. Gözlerimi açmak istedim ama beceremedim. Vücuduma hükmüm kaybolmuştu sanki. Hissettiğim bu duygu her şeyin üzerine geçti. Bir beden olmuş ve beni sarıp sarmalamıştı. Annemin kolları gibi. İri yarı, tanımadığım eller uzandı yüzüme derken boynumu tuttu sıkıca. Gözlerim kocaman açıldı ama ellerin sahibini göremedim. Boynumu kıracak kadar sıkı tutan çirkin ellerin arasında hala nefes alabiliyordum. Ne saçma bir ortam içerisinde kalmıştım ben böyle? Uykuya yeni dalmamış mıydım? Neredeydim? "Ferra." Anneciğimin sesini işiten kulaklarım dikkatle sesin geldiği yöne odaklandı. Annem, defalarca kez tekrarladı adımı. Bir hata arıyordu sanki ama aynı zamanda bir ninni gibiydi. Sesi gittikçe zayıfladı. Kesildi. Derin sessizlik çıngıraklı yılan oldu. Kuyruğundan çıkardığı rahatsız edici gürültü sessizliğin kalın duvarlarında çarptı. Boynumu tutan eller daha da sıkılaştı ve nefesimi kesti. "Ferra." Kulağımın dibinde hiç tanımadığım bir ses adımı fısıldadı. Tüylerim diken diken oldu. Kıpırdayamadım. O ses bir daha duyulmadı. Gözlerimi araladım. Bir süre daha nefes alamadım. Sessizlik devam ederken bir an nerede olduğumu kavrayamadım. Dışarıdan içeri sızan ışık huzmesi olmasa hala o kabusun içerisinde olduğumu düşünebilirdim. Başımı yasladığım koltuktan ayrıldım ve yavaşça dikleştim. Bakışlarım hala hastanenin ışıklarındayken üzerime örtülmüş kabanımın ayaklarıma düşmesiyle gözlerimi parlak ışıklardan uzaklaştırabilmiştim. Hareketlerimi engelleyen emniyet kemerini bile sonradan fark edebilmiştim. Kemeri çözmek için döndüğümdeyse onunla karşılaştım. Dirseğini kapıya koymuş, elinin sırtını başına destek olması için alnına yaslamıştı. Gözleri kapalıydı. Kirpiklerinin gölgesi elmacık kemiklerine kadar uzuyordu. Dudakları düz bir çizgi halinde olsa da yüzü onu her gördüğümdeki gerginliğinden yoksundu. Onun bu haliyle daha önce karşı karşıya gelmediğim için yüzüne uzun süre, kalbimin ellerini uzatıp ona dokunmak isteyebileceği kadar uzun süre bir ressamın özenle çizdiği esere bakar gibi çehresine baktım. Eğer ki yerinde kıpırdamasaydı bakmaya devam edebilirdim. Hızlıca emniyet kemerimi kilitli olduğu yerden çıkardım. Yüzümün önüne gelen saçlarımı kulaklarım arkasına iteklerken ayaklarımın ucuna düşmüş çantamı aradım kısa bir süre. "Gidiyor muydun?" Parmak uçlarım çantamın kulpuna dokunduğu sırada bana seslendi. Sesi yeni uyandığını belli edercesine boğuktu. Ona yandan bir bakış attığımda işaret ve baş parmağıyla gözlerini ovuşturduğunu görmüştüm. "Hayır," Uyandığımdan beri hiç konuşmadığım ve tahminen rüyanın da etkisiyle sesim kısık ve titrek çıkmıştı. Boğazımı temizledim. "Yeni uyandım. Neden beni uyandırmadın?" Çantamı kucağıma alıp ona döndüm. Yayıldığı koltuktan doğrulurken yüzünde tatminsiz bir ifade vardı. Neden beni uyandırmadığı sorusu belirivermişti zihnimde. Beklemeyip gidebilir ve güzel yatağında uyuyabilirdi. Ne diye böyle bir zahmete girmişti ki? "Zahmet verdim, kusura bakma. Her şey için teşekkür ederim." Ondan yanıt almayı beklemediğim için arabanın kapısına yöneldim. Gerçi beklemediğim için değil, öyle umuyordum. Ona zahmet verdiğim için kendimi mahcup hissetmiştim. Konuşması beni daha da zor bir duruma sokardı. Kapı kolunda olan elim kolumun tutulmasıyla duraksadı. Onun parmaklarını hissetmek beni çıkmazlara itiyor. Elim ayağıma dolaşıyor hareket etmede zorlanıyorum. Gözlerim onun buz gözlerini arıyor. Dudaklarım titriyor ama konuşamıyor. "Zahmet vermedin. Elinin sargısını değiştirmeyi unutma." Parmakları kolumdan bileğime indi ama bırakmadı. Gözlerim sargılı elimde olan onun bakışlarını takip etti. Elimdeki sızı hala devam ediyordu fakat rahatsız hissetmiyordum. O sızı içimde derin derin kazınan acıyı az da olsa bastırıyordu. Belli belirsiz tutuşu elimden ayrıldığında gözlerim yeniden yüzüne tırmandı ama o bana bakmadı. Gözleri kendime çektiğim elimdeydi hala. Ona bir yanıt vermeden arabadan indim. Soğuk havayla çarpışan bedenimle iyice ayılmıştım. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Derin bir nefes alıp onu arkamda bıraktım ve hastaneye yürüdüm. Hastanenin acilinde ilerlerken bir hemşireden sargımın değiştirilmesi için yardım istemiştim. Geri çevrilmeyen isteğimin karşılığı çok kısa sürmüştü. Ne geceydi ama! Koskoca hayatımda yaşadığım en büyük aksiyon bugündü. İşten kovulmuştum. Daha onun şokunu atlatamadan burada olmasını en son isteyeceğim hayır, istemeyeceğim adamla karşılaşmıştım. Karşılaştığım yetmezmiş gibi hala değişmediğinin hayal kırıklığıyla yüzleşmiştim. Sonra o gelmişti. Kalbimi ve aklımı birbirine düşman eden adam. En sevdiğim çiçekleri bilmeden almış, anneciğimle tanışmıştı. Onunla oturup karşılıklı bir şeyler içmiştik ve bana iş teklif etmişti. Yardımımı isteyerek yumuşatmıştı ama farkındaydım. Onunla olmak güzeldi. Her an beni esir almak isteyen düşüncelerden kurtarıyordu. Gözlerine ne zaman baksam üşüyordum. Yine de bir oraya sığınabilirmişim gibiydi. Fakat hakkında hiçbir şey bilmediğimin gerçekliği beni geriyordu. Tonlarca insanın takip ettiği ve sorular sorduğu bir adamsa tanınıyor olsa gerekti. "Bitti." Sarışın, göz altları morarmış, kahve gözlerinin etrafı kızarmış, soluk tenli hemşire yorgunca konuştuğunda ona teşekkür ettim ve sedyeden kalkarak annemin bulunduğu odaya çıkmak için asansöre doğru yürüdüm. Bu sırada cebimden telefonumu çıkartıp tarayıcıya girdim ve arama motoruna onun adını soyadını yazdım. Elimin sargısı değiştiği için sızı biraz daha belirgindi. Yine de içimi yakmaya devam eden acının alevi kadar kuvvetli gelmiyordu. En azından bunun üstesinden gelebilirdim. Kapıları aralanan asansörün içine girdiğim sırada onun hakkındaki haberler kısmına tıklamıştım. Asansörün içerisinde az çeken internet yüzünden koridora adımlayana kadar internetin çekmediğine dair uyarı çıkmıştı karşıma. Uzun, geniş koridora çıktıktan birkaç saniye sonra haberler kısmı açıldı. En üst kısımda birkaç saat önce yayımlanan bir haber vardı. Onun ve benim olduğum bir fotoğrafa sahip olan bir haber. Haberin başlığında 'ASİF POYRAF BİR GÜZELLE *** RESTORANDA YAKALANDI' yazıyordu. İleriye atılan adımlarım duraksadı. Bulunduğum yerde kalırken habere tıkladım. Benim bakışlarım başka bir yerdeyken onun gözlerinin bende olduğu bir fotoğraf kullanılmıştı. İkimizin aynı kareye ait bir fotoğrafı vardı. Dudaklarımı dişlemeye başlamıştım. Yüreğim pırpır ederken aklım bu fotoğrafı silmek istiyordu. "Başarılı iş adamı ve cemiyetin gözdelerinden müzmin bekar Asif Poyraz ilk kez bir kadınla görüntülendi. Genç kadının kim olduğu sır gibi saklanırken Asif Poyraz soruları yanıtsız bıraktı. Haberin detayı gelişmelerle güncellenecektir.." Yayınlanan haberden rahatsız oldum. Aklım beni alıp ondan uzak olmak isteyen yanıma koymuştu. Annem görür müydü acaba? Gerçi o biliyordu. Ne biliyordu ki annem? Ya Sena? Ona biraz bahsetmiştim ama konuşamadıklarımızla araya giren zaman olmuştu. Kesin bana kızacaktı. Haberden çıkıp telefonumu cebime koydum aceleci bir tavırla ve annemin odasına yürüdüm. Onu aklımdan çıkarmam gerekiyordu. Zihnim rahatsız olacağım tüm anıları tekrar ve tekrar bozuk bir plak gibi başa sardırıp duruyordu. Başarabilsem kafamı koparabilecek raddeye gelmeme az kalmıştı. Annemin odasının kapının önüne geldiğimde gözlerimi sıkıca kapatıp başımı iki yana salladım. Belki o anlar sarsılır da zihnimden düşer diye ama faydasızdı. 'Anladım' dedim kendi kendime 'Ne olursa olsun ona inanmayacak ve güvenmeyeceğim. Yeter artık. Dur!' Durmadı. Anladım ki her şeyden önce kendine güveni yoktu ki bir başkasına zaten güvenmezdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD