Hissetmek

2836 Words
Beni evin önüne getiren taksiciden beklemesini rica ederek arabadan indim ve kapıya yaklaştım. Beni gören güvenliklerden biri kapıyı açtı. Utana sıkıla ondan taksi parasını ödemesini rica ettim. İkiletmeden söylediğimi yerine getirdiğinde teşekkür ettim. Sabahın erken vakti olduğu için kapıdaki güvenlikler hariç diğer herkes uyuyor olmalıydı. Elimde evin anahtarı yoktu ki içeri girebileyim. Bahçenin ortasında öylece kalakalmıştım. Ne yapacaktım? Kapıyı çalsam herkes uyanırdı. Sena anneme yokluğumu hissettirmediyse şayet beni bu saatte kapıda hele ki dünkü kıyafetlerimle görmesi onu endişelendirebilirdi. "Ferra Hanım?" Bana 'Hanım' denmesine o kadar alışkın değildim ki her işittiğimde garipsiyordum. Hatta o adam yüzünden bana öyle hitap etmeleri irite olmama neden oluyordu. Arkama dönüp bana seslenen ince yapılı, benden birkaç santim uzun olan orta yaşlardaki adama baktım. Bu adamı dün akşam da görmüştüm. Bana kapıyı açamayacağını söyleyen kişi oydu. Bana seslenen kişi bu adam olmalıydı. Onun haricinde etrafımızda kimse yoktu. "Dün size kendimi tanıtamadım. Ben güvenlik şefi Serkan Akar. Evin ve ev halkının güvenliğinden ben sorumluyum efendim." Serkan Bey yüzünde hafif bir tebessümle kendini tanıttığında başımı salladım. Şimdi fark ediyordum Akif'i de Mehmet'i de görmemiştim. En son Akif beni buraya getirmiş ve sonra ortadan kaybolmuştu. "Memnun oldum Serkan Bey." Bir ara, daha müsait bir zamanda onları sormayı aklıma not ettim. Şu anda daha önemli sıkıntılarım vardı. Eve nasıl gireceğimi bilmiyordum. Serkan Beye sorsam? Onda anahtar var mıydı acaba? "Teşekkür ederim efendim. Haddimi aşıyorsam affedin ama bu saatte burada ne yapıyorsunuz?" Güvenlik şefi olarak her şeyden haberdar olması gerekiyordu tabi. Bu saate burada olmasının sebebi ben miydim? Nere gittiğim de nereden geldiğim de belli değildi sonuçta. Sabahın bir vaktinde kapının önündeydim. Fakat bu konuda bir yanıt vermeyecektim ona. Aklıma gelmişken taksi ücretini de söylemeliydim. "Yanıma çantamı almadığım için güvenlik taksi ücretini ödedi." Biraz mahcup olmuştum. Birine borçlu olmak beni hep gererdi. Serkan Bey başını iki yana salladı. "Hiç merak etmeyin efendim. Ek harcamalar için ayrı bir bütçe bulunmaktadır." Rahatlamıştım. Şimdi tek mesele kalmıştı. Eve girebilmek. Baş parmağımla arkamda kalan evin kapısını göstererek sorumu sordum. "Kapıyı açabilir misiniz?" Bu evin anahtarı olsa olsa bir onda bir de yardımcılarda olurdu. Telefonum olsaydı Sena'yı arayabilirdim ama ne yazık ki elim boştu. "Ben zaten senin için açtım kızım." Onu beklemiyor olan bedenim sesiyle anında ondan tarafa dönmüştü. Lacivert jilet takım elbisesiyle merdivenlerin başında, kapının önünde duruyordu. Bu saate neden uyanıktı? Beni mi beklemişti? Hiç sanmıyordum. Hesap mı soracaktı yoksa? Onu görmek istemiyordum. "Gel, içeri gir." Yabancı birinin önünde tartışmamak için onunla zıt gitmedim. Ne olursa olsun -kabul etmesem de- aile içinde olan aile içinde kalırdı. Hem onu dinlemek zorunda değildim. Kapıyı açması da işime gelmişti. Merdivenlerden çıktım. "Annenin yokluğundan haberi yok. Erkenden uyudun olarak biliyor seni. Asif konusunu da eve geldiğimde seninle konuşmak istiyorum." Benim bir şey dememi beklemeden merdivenlerden indi ve ayağına gelen arabasına güvenlik şefi Serkan Beyin kapısını açmasıyla bindi. Araba hareket edip bahçenin içinden çıkarken ben de eve girdim. Sessizce kapıyı kapatıp merdivenleri çıktım. Bana verilen odanın önüne gelirken aklımda onun söyledikleri vardı. Kendisi mi söylemişti yoksa Sena mı uydurmuştu bu yalanı? Ayrıca Asif hakkında onunla konuşacağım hiçbir şey yoktu. Aynı çatı altında yaşıyor olmak bana karışabileceği anlamına gelmiyordu. Annemin hatırı için buradaydım. İkisinin durumunu kabul etmekte zorlansam da buna alışmak zorundaydım. Odaya girip kapıyı kapattım ve sesli bir nefes verdim. Gözlerim beyaz mobilyalarda gezinirken ciğerlerim onun kokusunu arıyordu. Hemen de alışmıştım onun kokusuna. Ne garip. Ben ki bir eşyaya bile alışabilmem için ayların geçmesi gerekirdi. Kıyafetlerimin olduğu çantam nerede bilmiyordum. Bu yüzden elbise dolabını açıp baktım. Benim kıyafetlerim haricinde her çeşitten kıyafetin bulunduğu bir dolapla karşılaşmıştım. Dolabın büyük olmasının nedeni buydu demek. Ne ararsam bulabileceğim bir dolap olmuştu. Hepsi benimdi. Biliyordum ama bunların hiçbirini istemiyordum ben. Kendi kıyafetlerim neredeydi? Dolabı kapatıp odanın içerisindeki banyoya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Aynada kendime baktığımda yüzümün solgunlaştığını yeni görmüştüm. Annem o dolabın içindekilerden haberdarsa eğer üzerimdeki kıyafetleri neden değiştirmediğimi sorgulayacaktı. Omuzlarımı düşürerek banyodan çıktım ve dolabın önüne geldim yeniden. Zorunda olmaktan hiç hoşlanmıyordum. Anneme kendi kıyafetlerimi istediğimi söylesem bu kıyafetleri sevmem için bir ton söz söyleyecekti. Biliyordum çünkü anneciğimi tanıyordum. Onu söyletmek istemiyordum. Kaybedeceğim bir konuşmaya girmeyi de istemiyordum. Dolabın karşısında bir süre kaldım. İstemeyeceğim kadar çok kıyafetle doluydu. Zenginliği de fakirliği de tatmış bir insan olarak hiç bu kadar çok kıyafete ihtiyaç duyduğum bir anı hatırlamıyordum. En sonunda üzerime ince haki kazak ve altıma kahverengi kadife pantolonu ayaklarıma siyah çoraplarımı giydim. Nevresimi bozulmamış yatağın üzerine oturdum. Sena hangi odadaydı bilmiyordum. Bu eve o kadar yabancıydım ki annemin odası haricinde kim nerede kalır, ne zaman uyanılır bilmiyordum. Şimdi kendi evimizde olsak kendi odamda Sena ile aynı yatakta uyurduk. Birlikte uyanır, anneme güzel bir kahvaltı hazırlar ve onu birlikte uyandırırdık. Annem ikimize birden sıkıca sarılırdı sonra. Hep birlikte hoşsohbet eşliğinde kahvaltımızı yapardık. Nereden nereye Ferra? Koca odada yapayalnızsın. Sırtımı yatak başlığına yasladım. Bakışlarım karşımdaki deniz manzarasındaydı. Bir zamanlar bu manzara bana huzur verirdi. Neden şimdi huzursuz hissediyordum? Mutlu değildim. Önceden neşe dolu, şükreden kız hiç var olmamış gibi yok olmuştu bende. Kapım bir anda açıldığında yasladığım yerden dikleştim. Refleksle başım açılan kapıya dönmüştü. Odanın içerisine Sena'nın girdiğini gördüğümde derin bir nefes aldım. Sahi niye tedirgin olmuştum ki? Bir başkası olsa zaten kapıyı çalardı. "Evet, burada." Yeni uyandığı kapanmak üzere olan gözlerinden ve boğuk sesinden anlaşılan arkadaşım benim telefonumdan biriyle konuşuyordu. Başına öylesine attığı örtüsü saçlarını yarım yamalak kapatıyordu. Kapıyı kapatıp bana yaklaştı. Telefonu bana uzattı. Telefonu aldıktan sonra örtüyü eliyle başından sıyırdı ve kendini yatağın üzerine attı. Elimde telefonla kısa bir an kaldım. Ekrana baktığımda arayan kişinin Asif olduğunu görmüştüm. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ezdim. Onun sesini hoparlörü açmasam da duyabiliyordum. Benim adımı sesleniyordu. "Efendim?" Nihayetinde cevap vermiştim. Sorsa bana ne diyecektim ona? Bir notla ayrılmıştım yanından. Onun yüzüne bile bakamamıştım. Hatta kaçmıştım. Kendimden kaçarken onda nasıl kalabilirdim ki zaten? Anlatsam ona anlar mıydı beni? "İyi misin?" Beklemediğim bir yerden gelen soruya ne cevap vereceğimi bilemedim. Niye sormuştu bunu bana? O kadar mı berbat çıkmıştı sesim? Gerçi, dün onun kolları arasında zırıl zırıl ağlayan da bendim. "Seni uyandığımda göremeyince endişelendim. Telefonunu bir başkası açtı. İyi misin Ferra?" Neden endişeleniyordu benim için? Niye soruyordu ısrarla bu soruyu? İyi olmam gerekiyordu öyle değil mi? Sağlıklıydım anneciğimin aksine. Annemin şifa bulunamayan hastalığı haricinde hiçbir sıkıntım yoktu. Peki neden böylesi kötü hissediyordum? "İyiyim." Zar zor konuştum. Hayatımda ilk defa 'iyiyim' derken bu kadar zorlanmıştım. Gözlerim yanıyor ve çenem titriyordu. Daha dün gece ağlamamışım gibi ağlayabilirdim. İçim öylesine doluydu. Taşmak istiyordu. Engelliyordum. "Bak Ferra ne yaşıyorsun, seni bu kadar üzen şey ne bilmiyorum. Fakat bilmeni isterim ki ben buradayım. Tamam mı? Beni aramana bile gerek yok. Dün akşamı hatırla. Yeter ki yanında olmamı iste. Ben yanında olurum." Onun sesini bu kadar uzun duymak bana iyi gelmişti. Sözleriyle sarıldı sanki bana. Sırtımı sıvazladı. Ağlamam geçti. Kendimi daha iyi hissettim. O sormadı, ben de anlatmadım ama anlatmışım gibi rahatladım. Bir şey diyemedim. O da demedi ve telefonu kapattım. Telefonu iki elim arasına alırken bakışlarım uzun, beyaz yara bandına düştü. Diğer elimin baş parmağı orayı okşadı. Yaşadıklarımdan kendime sıra gelmiyordu benim için. O olduğundaysa ben öncelik oluyordum sanki. Bu benim uydurmam mıydı yoksa onun için de böyle miydi bilmiyorum. "Bu Asif, o değil mi?" Bana seslenen Sena'yla düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Yatakta hala yatıyor olsa da bana dönmüştü. Gözleri merakla yüzüme bakıyordu. Yüzünde çarpık bir gülüş vardı. Yattığı yerden doğruldu. Az önce uykulu kız gitmiş yerine kıpır kıpır bir kız gelmişti. "Günaydın." Sorusuna bir yanıt vermedim ki o zaten benim ne söyleyeceğimi zaten biliyordu. Sadece sormak için sormuştu. Sena'ydı bu ne de olsa. "Günaydın canım arkadaşım." Kolları boynuma dolandı ve bana sıkıca sarıldı. Güldüm. Kollarımı beline sardım. Gözlerimi kapattım. Onunla hep böyleydik biz. Sena ne zaman bana sarılsa onun enerjisinden biraz olsun kendime alıyor gibi hissederdim. İyi ki vardı. "Ferra," Benden ayrıldı. Gülümseyen yüzü soldu. "Dün akşam neden o kadar kötüydün? Yıldırım Bey bir arkadaşınla gittiğini söyledi. Asif miydi yoksa?" Başımı sallamakla yetindim. Dünü hatırlamak istemiyordum. Dün hissettiklerimi hatırlamak bile içimi sıkıştırıyordu. Henüz arkadaşıma anlatamazdım. "Canan teyze seni sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim ben. Baban," Kaşlarımı kaldırdım. O adama bu sıfatı kullanamazdı. Bildiği halde neden söylemişti? Gözlerini devirdi. "Tamam hemen kızma. Yıldırım Bey söyledi senin yorgun olduğunu ve uyuduğunu. Neden izin verdi gitmene ve niye yalan söyledi sence? Çünkü çok hoşnut durmuyordu." O adam hakkında düşünmek istemiyordum. Ne yapmak isterse onu yapabilirdi. Benden uzak dursun yeter. Yüzümü ovaladım. Ofladım. Sena benim tek dostumdu. Elbette ben de ona anlatmak istiyordum ama önce hazmetmem gerekiyordu. Ona şimdi anlatsam duygularım taşar da içimde zar zor ayakta duran şeyler de yıkılacak diye korkuyordum. "Bunları konuşmak istemiyorum Sena." Sena baş ve işaret parmağını birleştirip dudağının üzerinde bir çizgiyi takip etti. Böylece ben açana kadar bu konu kapanmış oldu. Odanın kapısı çalındığında benden önce Sena içeri girilmesi için izin verdi ve yataktan yuvarlanarak kalktı. Başörtüsünü eline alıp hızla saçlarını ve açıkta kalan boynunu kapattı. Bana dönüp kollarını iki yana açıp gülümsedi. Onun bu haline güldüm. Aralanan kapıdan Esin Hanım girdi ve annemin bizi kahvaltı için çağırdığını söyledi. Onu onayladığımızda odadan ayrıldı. Sena elini bana uzattı. Elini tuttum ve yataktan kalktım. Kollarını bana sardı. Temas bağımlısı bir arkadaşa sahiptim. Bir başkası olsaydı bir adım uzak olurdu. Yabancılara değil arkadaşlarına da hep öyleydi Sena. Bu sarılmalar hep bana özeldi. Biz birbirimizi çok severdik. Aramızda kardeşlik bağı vardı. Birlikte merdivenlerden indik. Duvar boy camların önüne konulmuş sekiz kişilik yemek masasının başında oturuyordu annem. Bizi görünce yüzündeki tebessüm büyüdü. "Günaydın kızlarım." Sena annemi görünce sonunda benden ayrıldı. Annemin yanağına ufak bir tebessüm kondurup solundaki sandalyeye oturdu. "Günaydın Canoşum." Sena gibi ben de annemi yanağından öptüm. Ben Sena'nın aksine tabi daha sakindim. Annemin sağında kalan sandalyeyi çekip oturdum. Yardımcılar servise başladığında iki dilim peynir ve salatalık haricinde bir şey istememiştim. Annemin bakışlarının benim üzerimde olduğunu fark ettiğimde elimi karnımın üzerine koydum. "Midem iyi değil o yüzden az yemek istiyorum." Annemin yüzü endişeyle büründü. Söylediğime pişman oldum. Yerinden kalktı ve bana uzandı. Elini alnıma koydu önce. Sonra yanağıma kaydı sıcak avucu. Gözlerimin içine baktı. "Hasta mı oldun yoksa? Ateşin de yok." Annemin elini tutup yüzümden indirdim ve zoraki de olsa gülümsedim. Mutlu olmak dışında bir şey hissetsin istemiyordum. Onun mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmesi gerekiyor. "Gayet iyiyim anneciğim. Biliyorsun bazen oluyor bende." Başını sallayıp yerine oturdu. İştahım olmayan çok sabahlar ve akşamlar geçirmiştim. Bir gün işe yarayacağını tahmin edemezdim. Lise zamanlarımda çok zorlanmıştım. Ne zaman 'baba' kelimesi geçse arkadaşlarım arasında o gün zehir olurdu. Hiçbir şey yiyip içemezdim. Onun bendeki izi çok derin olmuştu. O adamdan uzak durmamın nedenlerinden biri de buydu. İstemesem de geçmişin uzun tırnakları bedenime saplanmıştı ve beni bırakmıyordu. Ağzıma attığım birkaç lokma da zor geçti boğazımdan. Böylece kahvaltı bitti. Annem, ben ve Sena bahçeye çıktık. Bahçede oturup kahve içtik. Annem o adamla olan anılarından bahsetti. Heyecanlı heyecanlı anlattı o anıları. Ne zaman ondan bahsetse gözleri parlıyordu. O kadar çok mutlu oluyordu ki onun mutluluğu kalbime batıyordu. Annemin yüzüne bakamadım. Gözlerim önümdeki denizdeydi ama kulaklarım her şeyi duydu. Ellerimle kapatmak istedim. Yapamadıkça oturduğum koltuğun hasır döşemesini sıktım. Nasıl bir çırpıda unutabiliyordu onun kendine yaşattıklarını anlam veremiyordum. Nasıl yok sayabilirdi yaptıklarını? Affetmek bu kadar kolay mıydı? Zaman geçti. Gün batarken Sena'yı uğurladık. Annemin talimatıyla bir şoför onu evine bırakacaktı. Ondan ayrılmak bana zor geldi. Evimizde olsaydık istediğimiz an birbirimizin yanında olabilirdik. Şimdi aramızda kilometreler vardı. Akşam yemeğine Sena'sız oturduk. Bu defa baş köşeye o adam oturdu. Ben sabah oturduğum sandalyedeyken annem karşımdaydı. Annem olmasa oturmazdım. Burada bile olmazdım ama annem vardı işte. Anneciğimi alıp gidemiyordum. Sessiz kaldım. Sadece bir kase çorba içebilmiştim. Onu da içemezdim ya annemin endişelenmesini istemediğim için zorlamıştım kendimi. Yemek boyunca sohbet ettiler. Annem işini sordu o annemin nasıl olduğunu. Hatta bir ara bana da bir şeye ihtiyacım olup olmadığını bile sordu. Sessizce başımı iki yana salladım. Anlamamakta ısrarcıydı ama ben de inatçıydım. Onunla elimden geldiğince konuşmayacaktım. Annem ve o adam salona geçerken ben odaya çıkıp dinlenmek istediğimi söyleyerek yanlarından ayrılmıştım. Daha fazla onları el ele kol kola görmeye katlanamıyordum. O adam annemin elini tuttukça, ona sarıldıkça yaşadıklarımız, annemin gözyaşları gözümün önünden gitmiyordu. Ama en çok onsuz olduğum zamanlarda ona olan muhtaçlığım aklıma geldikçe ona olan öfkem harlanıyordu. Odanın ortasında durdum. Ellerimi yüzüme koyup soluklandım. Bu böyle daha ne kadar devam edecekti? Annemi vazgeçirip evimize götüremeyeceğime göre bulunduğum duruma alışmak zorundaydım. Defalarca tekrar ediyordum kendime ama nafile. Olmuyordum. Yapamıyordum. Odanın kapısı çalınmadan bir anda açıldığında elimi yüzümden çektim ve kapıya döndüm. Haddini aşıp kapıyı çalmadan odaya giren kişi ondan başkası değildi. Bir insan nasıl böyle olabiliyordu? Bana saygısını geçtim, genç bir kadının odasına böyle paldır küldür girilmemeliydi. Burada ne işi vardı o da muammaydı tabi. "Canan'ı ne kadar endişelendirdiğinin farkında mısın? Seninle konuşmak istedi. Ben konuşacağımı söyleyerek yatıştırdım onu. En ufak olumsuzluk onu ne kadar etkiliyor haberin var mı senin?" Ciğerlerim havasızlıktan fazladan çalışmaya başladı. Göğsüm hızla inip kalkarken işaret parmağımı kaldırıp ona yaklaştım. Beni nasıl böyle bir şey için suçladığını aklım almadı. "Sakın! Karşındaki kişi senin eserinken beni suçlayamazsın sen! Ben ne yaşıyorum haberin var mı?" Üzerindeki gri ceketini geriye itip ellerini beline koydu. Olduğu yerde kıpırdandı. Sıkkın bir nefesi odanın ortasına bıraktı. "Bilmesem o adamla gitmene izin verir miyim sanıyorsun," Sol eli belinden ayrıldı ve burun kemerini sıktı. "Onu tanıyor musun Ferra? Asif'in nasıl bir adam olduğunun farkında mısın?" Az önceki agresifliği yok oldu ve sakince sordu. Tanımıyordum. Onun hakkında bildiğim çok az şey vardı. Kalbim kimdir nedir diye düşünmeden bir anda onun için atmaya başlamıştı. Benim elimde olan bir şey değildi. Sonra güvenmiştim ben ona. Tanımadığım bir adama. "O bizim ailemize yaklaşmaması gereken bir adam. Sana zarardan başka bir şeyi dokunmaz onun." Dedi bir bakışı bile bana zarar veren adam. Tanımıyor olabilirdim ama Asif'in bu zamana kadar bana iyiliğinden başka bir şeyi dokunmamıştı. Şöyle baktığında buz gibi, sert, acımasız görünüyordu fakat öyle değildi. Yumuşacık bir kalbe sahipti. Vicdanı olan adamın zararı dokunur muydu? Hem o da beni tanımıyordu bence. "Bizim," Sorumla birlikte yüzüm buruştu. Asla kabul edemezdim! "Benim ailem sadece annem ve benden oluşuyor. Ayrıca sen Asif'i nasıl iyi tanıyorsun da bu sözleri sarf edebiliyorsun?" Gözlerim kısıldı. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Yanıtını en çok merak ettiğim sorulardan biri buydu. Nasıl böyle kesin kanıya vararak konuşabiliyordu? "İnan bana, çok iyi tanıyorum. O kötü bir adam Ferra. İstesen de istemesen de ben bir baba olarak kızımı korumakla yükümlüyüm ve ondan uzak duracaksın." Yüzüne bakakaldım. Komikti ama güldürmedi. Benimle böyle konuşamazdı. Ne zaman yanımdaydı da şimdi olmaya çalışıyordu? Dilimin ucuna kadar gelen tüm kelimeleri geri yolladım. O anlar mıydı? İçinde hiçbir duyguyu barındırmayan gözlerine baktım. Bana azıcık değer verse gözlerinden görürdüm değil mi? Ya da konuşurken hissettirirdi. Ben ne görebiliyor ne de hissedebiliyordum. Onun sözleri anca laftaydı. "Çık dışarı." Sessizce konuştum. Söylemek isteyip de söyleyemediklerim battı boğazıma. Acıyordu. Yanıyordu. Hissettiğim öyle berbat bir duyguydu ki bir çaresi yoktu bende. Yarayı açan karşımdaki adamdı ama çaresi onda da yoktu biliyordum. O bende sadece yara açıyordu. "Asif iyi bir adam değil Ferra! Öyle olsa neden mani olmaya çalışayım?" Sırtımı döndüm ona. Daha fazla görmek de konuşmak da istemiyordum. Zaten konuşmuyorduk biz. O benden yanıt beklemediği sözler sarf ediyordu. Ağzını ne zaman açsa uğursuzluk yayılıyordu sanki çevreme. Omuzlarıma yapışıyordu. Silkeleniyordum ancak üzerimden atamıyordum. "Bunun yanı sıra artık Yıldırım'la da tanışmanızı istiyorum. İki kardeş olarak. Yarın akşam güzel bir restoranda, akşam yemeğinde." Ona dönmedim. Başımı iki yana hızla salladım. Kabul edemezdim. Yıldırım Bey beni kızı Berra'nın öğretmeni olarak bilmeye devam etmeliydi. Aramızdaki ilişki bundan ileriye gitmemeliydi. Hiç mi korkmuyordu oğlunun hayal kırıklığına uğrayıp ondan uzaklaşmasından? Nasıl bu kadar bencil ve umursamaz olabilirdi? "İtirazların boşa çıkar. Yıldırım'ın bir kardeşi olduğunu, şirketin de mirasımın da yarısının bir diğer kardeşine ait olduğunu bilmeye hakkı var." Öfkenin ve diğer ezik duyguların dolup taştığı bedenimle döndüm ona. Aldığım kesik nefeslerden kaynaklı göğsüm hızla inip kalkıyordu. Gözlerim yanıyordu. Dayanamıyordum. Ben daha birini aşamamışken hep yeni bir sorunla geliyordu karşıma. Ben daha ne olduğunu bilmeden tökezliyor, düşüyor ve kanıyordum. Onunsa umurunda değildi. "Ne istiyorsun benden ha? Ne istiyorsun? Açıkça söyle şimdi. Ben senin paranı da şirketini de istemiyorum. Hiç kimseyle de görüşmeyeceğim. Ben senin hiçbir şeyin değilim anladın mı beni?!" Dişlerimi birbirine kırılırcasına bastırıyordum. Tıslarcasına çıkmıştı her cümlem ağzımdan. Bağıramıyordum çünkü annem vardı. Kendimi tutamasam ve annem benim çığlıklarımı duysa dönüşü olmayan bir çıkmaz sokağa atmış olurdum anneciğimi. Kızı ve aşık olduğu adam arasında bırakmak istemiyordum. Annemin mutlu olmaya ihtiyacı vardı. "Sen iste ya da isteme söylediklerim olacak." Son sözü söyledi ve çıktı odadan. Bedenimi birkaç adım gerimdeki yatağa attım. Avucum yorganı sıkı sıkıya tutarken yüzümü yatağa gömdüm ve içimde daha fazla tutamadığım çığlığı özgür bıraktım. Çığlığım boğuk bir inilti olarak ulaştı kulaklarıma. Ben kendimi onun bahsettiği aileye ait hissetmiyordum. Özellikle Yıldırım Beyin abim olması... Gözlerimi sıkıca kapattım. Nasıl olabilirdi? Onun kadar kibar ve düşünceli bir insan nasıl o kadının oğlu olabilirdi? Ben ona hayrandım. Evet soğuktu ama tüm o mal varlığına rağmen mütevaziliğini asla kaybetmeyen, kimseyi incitmeyen bir adamdı Yıldırım Bey. Onun gülümseyen yüzü toz olup uçtu zihnimde. Her şey o kadının oğlu olduğunu öğrendiğim ana kadardı. Ben onunla yüz yüze gelemezdim. Onu gördüğümde o kadın gelirdi gözlerimin önüne. Anneme sarf ettiği sözcükler kulağımda yankılanırdı. Anneciğimin çaresizlikle kaldığı ve hatta ağlayamadığı o anlara dönerdim yeniden. Sesli bir nefes verip gözlerimi kapattığım sırada telefonum çalmaya başladı. Yatağın üzerine rastgele bırakmıştım sabah ve çalmasaydı gereksinim duymayacaktım. El yordamıyla bulduğum telefonu kimin aradığına öğrenmek için ekranına baktım. Yanıp sönen ekranda Asif'in adını gördüğümde uzandığım yataktan hızla doğruldum ve beklemeden aramasını yanıtladım. En kötü anlarımda varlığını hissettirmeyi nasıl başarıyordu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD