Kalp

2815 Words
Az önce kalktığım sandalyeye yeniden oturdum. Levent ile bir süre, kahvelerimiz gelene kadar konuşmadık. Bu süre zarfında ona artık nasıl hitap edeceğimin kararını vermem gerektiğini düşündüm fakat bir karara varamadım. Ona 'Levent' demek onun farklı düşünmesine sebebiyet verebilirdi. Daha önce bana karşı tavırlarından az çok anlıyordum ilgisini çektiğimi. 'Levent Bey' diye hitap etmekse çok resmiydi. O benim patronum değildi artık. Hiçbir şeyim değildi gerçi. "Ben ağzında gümüş kaşıkla doğanlardanım Ferra. Para benim için her zaman değersiz bir araçtı. Üniversiteyi bitirdikten sonra babam işlerin başında olmamı istedi ama ben reddettim. Neden kendimi strese sokup, soluksuz çalışayım ki diye düşünürdüm. Anlamsızdı." Konuşmaya başlaması gibi kesmesi de bir anda olmuştu. Soluklandı. Konuşmaya başladığı andan itibaren ben ona bakarken onun gözleri ya göğün rengini alan boğazda ya da önündeki kahvedeydi. Bana hiç bakmamıştı. Ne anlattığını da neden anlattığını da anlayamamıştım. "Babam baktı ki ben ona göre akıllanmıyorum, ortak olduğu okulun önce idari işlerine verdi beni. Bir süre sonra da anaokuluna müdür yaptı. Çalıştığım süre boyunca işimi çok da umursamadım. Ta ki sen gelene kadar. Açık konuşmak gerekirse çocukları çok sevmem ama sen sevmeme neden oldun. Çocuklarla gülüp eğlenmen, onlarla oyun oynaman... Seni ne zaman öyle görsem çok, çok başkaydın sen. Koşuştururken yüzüne savrulan güneşten parlayan saçların, gözlerini ışıtan gülümsemenle çok güzeldin. Başta fark edemedim fakat zaman geçtikçe anladım ki ben sana aşık olmuştum Ferra. Sen beni hiç görmedin. Ben ise gözümü senden alamadım." Gözleri son cümlesiyle birlikte benim gözlerimi buldu. Parmaklarımla kavradığım kahve kupasını öyle sıkı tutuyordum ki elim yandı. Şaşkınlığın verdiği tepkisizlik acı hissini bastırmıştı. Neden şaşırıyordum ki ona da anlam veremiyordum. Ben zaten az çok sezmiştim. Yine de onun ağzından duymak kalbim korkuyla çarptırdı. Daha önce de yaşamıştım bu hissi. Lise zamanında ve hatta üniversitede de olmuştu. Ne zaman bir erkek bana olan hislerinden bahsedecek olsa böyle olurdum. Kalbim büyük bir şiddetle çarpardı. İçimde uçsuz bucaksız bozkırda uçan kuşu alıp kafese tıkacaklarmış gibi hissederdim. Kaçma isteğim beni olduğum yerden uzaklaşmaya iterdi. Ama bu sefer yapamıyordum. Ne bir kelime çıkıyordu dudaklarım arasından ne de hareket edebiliyordum. Karşımda parıldayan gözlerin ardında hüznü barındıran adama bakmaktan öteye gidemiyordum. "Senin için hislerimi daha önce açık açık anlatamadım sana çünkü sen hep benden kaçtın. Ben annenin rahatsızlığından kaynaklı olduğunu düşünmüştüm ama seni Asif ile gördükten sonra nedenini anladım." Parmaklarım kahve kupasından ayrıldı. Elim, bacağımın üzerindeki sargılı elimin yanına düşerken dudaklarımı araladım. Yanlış anlıyordu. Asif ile aramda hiçbir şey yoktu. Olamazdı. O ve ben bambaşka dünyaların insanıydık. Ben o dünyada olmamayı tercih etmiştim. Şimdi kendi ayaklarımla dönemezdim. Kendimce katı kurallarım vardı. Bir adam için o kuralları çiğneyemezdim. Ona karşı çıkacağım sırada elini kaldırdı ve yeniden konuştu. Benim sesimi duymak istemiyor gibiydi. Neden o zaman susuyor, bakıyor ve sonra yeniden konuşuyordu? "Bir şey söyleme. Fakat şunu da unutma. Ona güvenme. Ben, seninle göz göze gelebilme ihtimali için an kollarım. Ben, seni tüm kalbimle seviyorum Ferra. Asif öyle değil. O sadece sever gibi yapar çünkü sevmeyi bilmez. Ben senin kalbini el üstünde tutarken Asif un ufak eder. Benim kalbimin kapıları sana her daim açık olur. O kalbini kimseye açmaz. Seni sadece uyarıyorum. Günün birinde bunları yaşamamanı dilerim ama olur da yaşarsan, izin verdiğin müddetçe yanında olurum. Sana olan sevgim hiçbir zaman eksilmeyecek. İlk kalp çarpıntım hep devam edecek." Sadece Levent konuştu. Ben yalnızca bir defa ağzımı açabildim, onda da konuşamadım. Aklım karman çorman olmuştu. Konuştuğu her kelime koca kazanın içine atılmış ve o konuşmaya devam ettikçe karışmış da karışmıştı. "Şimdi müsaadenle gitmem gerekiyor. Hiç istemediğim o şirkette çalışıyorum artık. Toplantılar beni bekler. Ne olursa olsun ben bir telefon kadar uzağında olacağım senin." Bana yaklaştı. Kolu uzandı ve koluma dokundu, sıvazlayıp yanımdan ayrıldı. Bakışlarım dokunduğu kolumda kaldı. Onun yokluğu bende bir duygu kıpırtısı oluşturmamıştı. Dokunuşu gibi. Asif'in bana her dokunuşu içimin küf tutmuş köşelerinde bambaşka çiçekler açtırırken Levent'in tek dokunuşu o çiçeklere su bile olamamıştı. * Levent'in sözleri zihnimin duvarlarına çarpıp tekrar kulaklarımda yankılanıyordu. Cümleler yok olana dek uzunca yol yürüdüm. Hiç derdim, sıkıntım yok gibi bir de bu çıkmıştı. Neden? Niye buluyordu beni bunlar? Ben, kendi halinde evden işe işten eve gidip gelen bir öğretmendim yalnızca. Hayatım bir anda değişmiş ve her şey üst üste gelir olmuştu. Birkaç hafta öncesine dönmek istiyordum. Asif ile çarpışmamdan birkaç saat öncesine bile olurdu. İkinci defa yapmazdım. Onunla çarpışacağımı bilseydim daha temkinli olur ve o çarpışmayı engellerdim. Ondan hemen önce ya da sonra kapıda olurdum. Böylece hiç karşılaşmadan hayatlarımıza devam edebilirdik. Asif'in varlığı, hatta onu düşünmek bile bambaşka duyguları canlandırıyordu içimde. Hiç bilmediğim. Bilmediğim için de korktuğum. Varlığından habersiz olduğum ya da kabul etmediğim, adı her neyse sonucu istemediğime çıkan duyguların belirginleşmesi canımı sıkmaktan öteye gidemiyordu. Aklımın bir ucunda ise Sena vardı. Ne yapmıştı acaba? Gerçekten dersi olup olmadığını da bilmiyordum. Arasam, dersteyken açamazdı. En iyisi akşamı beklemekti. O beni arardı. Aramazsa o zaman ben arardım. Kabanımın cebinde durmaksızın titreyen telefonla adımlarım duraksadı. Telefonu çıkartıp ekrana baktığımda bilmediğim bir numaranın aradığını görmüş ve kaşlarım çatılmıştı. Aramayı yanıtlayıp yanıtlamama arasında kalırken birkaç saniye daha ekrana baktım. Belki de başvurduğum okullardan biri arıyordu? Tereddüt etsem de yanıtlama kararı almıştım. "Merhaba Ferra Hanım, ben Yakamoz Group'tan İdari İşler Müdürü Ayşe. Numaranızı Ceomuz Asif Beyden aldım. Yakın zamanda kimsesiz çocuklar için düzenleyeceğimiz etkinlikte bize yardımcı olacağınız söylendi. Bugün müsaitseniz sizinle görüşmek isterim." Sert esen rüzgarla durdurak bilmeyen saçlarımın bir kısmını kulağımın ardına itelerken hattaki kadının sözlerini yarım yamalak anlamıştım. Bu saatten sonra hiçbir şey yapmak istemiyordum aslında ama konu çocuklar, bir de kimsesiz çocuklar olunca reddedemeyeceğim bir teklife dönüşüyordu. "Müsaidim Ayşe Hanım." Kimseye faydam dokunmuyor, en azından o çocuklara bir şeyler yapabilirdim belki. Onlara yaptığım iyilik annemi bulur muydu acaba? Anneciğimle birlikte yürümek istiyordum bu yolları. Önceden birlikte çıkar dolaşırdık. Deniz kenarında yürümeyi çok severdi annem. Birlikte alışverişe çıktığımız zamanlarda karşının pazarı daha uygun diye hep oraya giderdik. Hava güzel olduğunda vapurun açık kısmına geçer otururduk. Gözlerini kapatıp yüzünde tatlı bir gülümsemeyle rüzgarın saçlarını uçuşturmasına müsaade ederdi. Ben de anneciğimi hayranlıkla izlerdim. Eskisi gibi olamaz mıydı her şey? Yeniden yapabilecek miydik? "Eğer sizin için de uygunsa şirketimize bekleriz. Neredeyseniz sizi aldırayım ben hemen." Şirketleri her neredeyse kendim de gidebilirdim. Sadece yerini söylemeleri yeterdi. Ne diye araba gönderme gereği duyuyorlardı ki? Hiç hoşlanmıyordum böyle şeylerden. "Teşekkürler. Adresi gönderirseniz ben gelebilirim." Karşı taraftan birkaç saniye ses gelmedi. Telefonu yüzümden uzaklaştırıp aramanın devam edip etmediğine bakacaktım ki Ayşe Hanım tekrar konuştu. "Ferra Hanım, Asif Beyden aldığım talimat doğrultusunda hareket etmem gerekiyor. Bu nedenle nerede olduğunuzu söylerseniz şoför arkadaşımız sizi almaya gelecek." Bakışlarım etrafımda gezinirken nerede olduğumu benim de bilmediğimi fark ettim. Asif belki incelik yapmak istemişti ama ben kendimi yük görmekten öteye gidemiyordum. Bir yandan diretmek istiyor diğer yandan onların verilen emirden çıkmayacağını biliyordum. Küçük yaşlarda annem hala o adamlayken çok şahit olmuştum. "Peki, ben aradığınız numaraya konum gönderiyorum." Ayşe Hanım beni onayladığında telefonu kapatıp dediğimi yaparak, bulunduğum konumu beni arayan numaraya gönderdim. Şimdi sıra beklemekteydi. Beklemekten hoşlanmazdım. Hayatımın çoğu anındaysa beklemiştim. Beklemeye mecbur bırakılmıştım. Neyse ki çok geçmeden siyah, son model, iyi bir markaya sahip olan araba önümde durmuştu. Şoför arabadan inip bana doğru ilerlemiş ve kapımı açmıştı. Bu araç öncesinde birkaç araba daha önümde durmuştu. O arabalar için tereddütlerim doğru çıkmıştı. Beni almaya gelenin bu araç olduğunu bilseydim şoförün kapıyı açmasını beklemezdim. Arabanın içini sessizliğin sisi kaplamışken camdan dışarıyı izlemeyi tercih ettim. Arkamızda bıraktığımız yolun bir tarafı hep denizdi. Denizi severdim ama şu sıralar maviliği çok tanıdık gözleri andırdığı için elimden geldiğince uzak durmaya çalışıyordum. Kaçıyordum. Kabul ediyorum. Elimden başka bir şey gelmiyordu çünkü. Sadece buzulları arasında kalmaktan değil, arta kalan okyanusunda boğulmaktan da korkuyordum. Ruhumda açtırdığı çiçekleri bir bir koparıp atmak istiyordum. Acaba farkında mıydı? Ona hissettiklerimi yansıtıyor muydum? Bana her dokunuşunda verdiğim tepkilerden duygularım belli oluyor muydu? Peki o? Onun ifadesiz ve çoğu zaman sert ifadesinin ardında benim için bir şeyler hisseden bir adam var mıydı? Hissediyorsa şayet benim gibi reddedip kaçmayı mı tercih ediyordu yoksa durup kabullenmeyi mi? Başımı iki yana salladım ve gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Aptallaşıyordum iyice. Böyle bir şey olabilir miydi yahu? Ben Asif için en fazla ne olabilirdim? Basit bir mahallede oturan basit bir kızdım. Bir de bir zamanlar yeğeninin öğretmeni. Şimdi ise ona işinde yardımcı olan herhangi biri. Daha fazlası olamazdı. Bazen aklımın uçup gittiğini düşünüyorum! Her şeyin fazlası zarardır. Belki yaptıkları ona özgü hep var olan davranışlardı. Anlamlar yüklemeliyim. Yaparsam, sonunda üzülecek ben olurum. * Plazaların arasından geçip sonunda deniz kenarında bulunan, gökdelen olmasa da oldukça yüksek, mimari açıdan başyapıt olacak kadar güzel bir binanın önünde durmuştu araba. Tabelasında kocaman YG harfleri iç içe geçmişti. Binayla uyumlu olsa da çok daha canlı renkler kullanılarak yapılmış ve özenle yerleştirilmişti. Hemen altında ise 'Yakamoz Group Holding' yazıyordu. Dikkat çekiyordu. Onun gibi. Fakat ulaşılması çok zor olduğunu açıkça gösteriyordu. Yine onun gibi. Geleceğimiz yere varmıştık. Hiç beklemeden inmiştim arabadan. Şoförün yönlendirmesiyle holdingin kapısından geçip içeri adım atmıştım. Parlak mermerin üzerinde adımlarken kalbim parmak uçlarında kalkıp kulağıma sorusunu fısıldamıştı. 'Ona adım atmak da bu kadar kolay mı?' Öyle miydi? Sanmam. O hep ulaşılmazmış gibi geliyordu bana. Asif bir çok kadının isteyeceği değerli bir taştı sanki ama kendini bir kayanın içine gizlemişti. Ulaşmak istesen de ulaşamazdın. Otoriter sesi her kadını cezbedebilirdi. Sert ifadesi ona karşı temkinli adım atılmasına, donuk yüzü onunla konuşmaya çekinilmesine ve buz gibi soğuk bakışları göz göze gelmeye korkulmasına sebebiyet verebilirdi. Karşısındaki insanın nerede durması gerektiğini oldukça net bir çizgiyle belirliyordu Asif. Açık renkli duvarlar ve bol kullanılan camlar sayesinde çok ferah bir yerle karşılaşmıştım. Başımı kaldırdığımdaysa tavanın vitray camlarla yapılmış, üst üste geçmiş asimetrik şekillerle süslenmiş olduğunu görmüştüm. Yalan söyleyemezdim. Bulunduğum yer güzeldi. Fazlasıyla. Vakit kaybetmeden geçip gittiğimiz büyük alanda çeşitli aksesuarlar camlardan arta kalan duvarları süslüyordu. Sonunda beni bekleyen Ayşe Hanımla tanışmıştım. Orta yaşlarda, hafif toplu, benden kısa boyluydu. Ciddiyetinin yanı sıra kibar bir kadındı. Birlikte odasına geçmiştik. İkimiz için söylediği kahveler geldiğinde ise projelerinden bahsetmişti. Onların fikri bir yetimhanede böyle bir geceyi düzenlemekti. Biraz düşündükten sonra bu fikri çok da doğru bulmamıştım. Yetimhanelerde her yaştan çocuk olabiliyordu. Öyle bir etkinlik düzenlemek onların dengesini bozabilirdi. Bu nedenle bir vakıfta yapma fikrini öne sürdüm. Çocuklarla tanışmaktansa evlat edinen aileleri davet etmeyi ya da kısa bir video klip yapıp izletmeyi önerdim. Ayşe Hanım fikirlerime değer verdiğini açık açık dile getirmiş ve önündeki deftere sık sık not almıştı. En son söz ise Asif'indi. Eğer o tamam derse başlamayan proje korunmaya muhtaç çocuklar için yapılan vakıflardan birine taşınabilirdi. Zaman geçmiş, Ayşe Hanımla uzunca bir süre proje hakkında konuşmuş, fikir alışverişinde bulunmuştuk. O not almaya devam etmişti ve Asif'e ileteceğini söylemişti. Ne zaman onun adı geçse aklım ona kayıveriyordu. Gözlerim duvar boyu camlara dönüyor ve onu görür müyüm diye odanın önünden geçip giden insanların bulunduğu uzun koridoru inceliyordu. Her baktığımda görememiştim onu. Kalbim merakla çarpıyordu. Burada olup olmadığını soramıyordum. Aklımda hep bir korku hakimdi. Ya ağzımdan yanlış bir şey kaçar da ona olan hisler bir bir dökülürse? Ne yapardım o zaman? Bunu yapmayacağımı biliyor olsam da içimde hep bir 'ya olursa' tereddüdü hakimdi. Kalbimden taşıverir miydi hislerim? Güvenemiyordum kendime. Bu yüzden en iyisi susmaktı. Ne hallere düşmüştüm! Kimseyi kalbine almayacağına yemin etmiş o kız neredeydi şimdi? Neden böyle olmak zorundaydı. Daha kaç defa konuşmuştuk onunla? Nasıl kapıvermişti kalbimi? Bilse ne yapar onu da kestiremiyordum. Levent'in söylediği gibi avuçları arasına alıp ezer miydi? Sahi o kadar gaddar mıydı soğuk bakışlı o adam? "Sizinle tanıştığım için memnun oldum Ferra Hanım. Fikirleriniz için ayrıca teşekkür ederim." Ayşe Hanımla şirketin kapısının önünde el sıkıştık. Beni alan şoför arabanın arka kapısını açmış binmemi bekliyordu. Karşımda işinin hakkını veren bilgili bir kadın olduğu için ben de mutluydum. "Bilmukabele." Sarı saçları soğuk rüzgarda uçuşan kadının elinden elimi çektim. Onu daha fazla dışarıda bekletip üşümesine sebep olmak istemiyordum. "Merhaba Ferra." Tam arkamı dönmüştüm ki hissettiğim soğukluğu andıran gözleriyle karşılaştım. Buraya adım attığımdan beri aklımın bir köşesindeki adamla sonunda karşılaşabilmiştik. Hem de giderken. Kalbim onunla karşı karşıya geldiğinden, hatta sesini duyduğundan beri deli gibi atıyordu. Kıyıda köşede açtırdığı çiçeklere tek seslenişi can suyu olmuştu. Aklım ise ruhumu koluna takıp kaçmak istiyordu. Kalbim mutlulukla kanat çırpıyor olabilirdi fakat babası tarafından ihanete uğrayan o küçük kız aklımın çıkmaz sokaklarında hapsolmuştu. Deli gibi koşuşturan o küçük kız bir çıkış yolu arıyordu. Sessizce gözyaşı döküyordu. Çıkış yolunu ben biliyordum. Ona göstermem için kalbimi söküp atmam gerekiyordu. "Merhaba." Ola ki çalışanlarının yanında resmiyet isteyebilir diye adını kullanarak hitap etmedim ona. Ben ona 'Asif Bey' demek istemiyordum. Bir kere dersem devamı gelirdi. Ona daha sonrasında adıyla seslenemezdim. Şimdi düşününce, keşke yapsaydım demiştim kendime. Eğer hitabım o şekilde olsaydı istediğim ama yapamadığım o sınırı çizebilirdim belki. "Gidiyor muydun?" Başımı usulca aşağı yukarı salladım. Ona seslenmek, onunla konuşmak istemiyordum. Ona doğru adım atmak istiyor aynı zamanda ondan koşarak uzaklaşmak istiyordum. "Güzel, ben de çıkıyordum. Seni bırakayım." Dudaklarım aralandı. İtiraz edeceğim sırada arkasında bulunan siyah takım giymiş uzun boylu, esmer adam Asif'e yaklaşıp kulağına bir şey fısıldadı. Karşımdaki adamın yüzünün kasılışını an be an izlemiştim. Kaşları çatılmıştı. Çene kemiklerinin daha ortaya çıkmasının nedeni de sıktığı dişleriydi. Yüz hatları şimdi daha belirgindi. Çok kısa bir süre öyle kaldı. O kadar kısaydı ki yüzündeki soğuk ifade geri geldiğinde az önce gördüklerimin bir yanılgı olup olmadığını sordum kendime. Asif başını iki yana salladı ve bana bir adım attı. Şimdi itiraz cümlelerimi sıralamanın tam zamanıydı. "Hiç gerek yok, teşekkür ederim. Aslında ben kendim gidebilirim." Beni duymadı ya da duymazdan geldi. Kapı girişine yakın duran aracın önüne füme rengi son model, en bilindik markalardan olan jeep durdu. Asif adımlarını bu ana göre atmış gibi araba durur durmaz arka kapıyı açtı ve bana döndü. Bu davranışına sinirlenmiştim. Beni duymazdan gelip kendi isteğini diretiyordu bana. Yanında çalışanları olmasa itirazımın arkasında durur ve inat eder o arabaya binmezdim ama zorluk çıkarmaya gerek yoktu. Özellikle onun çalışanları buradayken. Otoriteyi iyi bilirdim. Sessiz kalarak açtığı kapıdan içeri girdim. Kapımı kapattı ve onun için açılan diğer taraftan aracına, hemen yanıma bindi. İstediğim gibi davranamadığım, davranmayacağım anlamına gelmezdi. Tepkimi onunla konuşmayarak gösterecektim. Tabi anlarsa. Yol boyunca bir kere dönüp bakmamıştım ona. Sanırım benimle konuşmamasının nedeni buydu. Dışarıyı seyrettiğim camın puslu yansımasından bana baktığını görmüştüm birkaç defa. Ona bakmak için can atan kalbim göğüs kafesim sayesinde engellenebiliyordu. Ne zaman onun yanında olsam hislerim beni rahatsız ediyordu. Kabusa dönen güzel bir rüya görüyordum sanki. Beni mutsuz ediyordu. İçimde gideremediğim bir burukluğa dönüşüyordu. Kendimden uzaklaşmak istememe sebebiyet veriyordu. Saatlerce onu kendimden neden uzak tutmam gerektiğini anlatmak ve onun kolları arasında ağlamak istiyordum. Ne iğrenç bir duyguydu ama! Uzun yolun sonunda hastanenin önüne geldiğimizde istemsizce sıkkın bir nefes verdim. Farkında olduğumda çok geçti. Daha fazla arabada kalmak istemeyerek elimi kapı koluna koydum. "Bıraktığınız için teşekkür ederim." Ona dönmemiştim. Onunsa bana baktığına emindim. Kapıyı aralayacaktım ki kolumdan tuttu. Onun dokunuşuyla başımı ona çevirdim. Gözlerimin eşini bulan mıknatıs gibi onun gözlerinde kalması ise aynı anda olmuştu. Bir süre güzel ama onun kadar soğuk gözlerinin içine baktım. En içini görmek istedim. Buz dağların arasında ufak teknemle gezindim ama hiçbir şey bulamadım. Ne aradığımı da bilmiyordum gerçi. Ne bulacaksam?! "Ne oldu?" İlk konuşan ben olmuştum çünkü ben konuşmasam o sadece bana bakacaktı. Öylece bakışamazdık. Kendime bu işkenceyi yapamazdım. Yeterince acı çekiyordum zaten. Benim konuşmamla gözlerini kırpıştırmış ve kolumu tutan eli uzaklaşmıştı. "Bu soruyu ben sormalıydım. Neden böylesin? Yoksa çalışanlarım sana karşı bir saygısızlık mı yaptı?" Başımı iki yana salladım. Beni şirkete götüren şoför de Ayşe Hanım da bana karşı çok ilgili ve kibarlardı. Odaları gezmemiştim ama kimseden bir saygısızlık işiteceğimi zannetmiyordum. Sonuçta emri veren Asif'ti. Onun emrine kim, ne cüretle karşı çıkıp bana karşı bir saygısızlıkta bulunabilirdi ki? "Hayır. Çalışanların iyi insanlar," Kendi kendime düşündüğüm kısacık anda ona söyleme kararı almıştım. "Suçu başkasında arama. Saygısızlığı yapan sensin." Şaşırdı. Ona kullandığım cümleleri beklemiyor olacak ki şaşkınlığına an be an tanık olmuştum. Duygudan yoksun yüzü mimikleriyle bozuldu. Kuşkusuz kimse ona daha önce bu tür bir kelime kullanmamıştı. Sonunda onun da yüzünde bir ifade belirmişti. "Benim fikir ve düşüncelerimi önemsemeyerek bana saygısızlık yaptın. Sana, gidebileceğimi söylemiştim ama sen beni duymazdan gelerek kendi isteğinde direttin ve arabaya binmek mecburiyetinde kaldım." Kendimi açıklama gereği duydum. Aramızın bozulmasını istemeyen kalbim buna mecbur olduğumu haykırmıştı. Dudakları birkaç defa kapanıp açıldı ve sonra güldü. Bu gülümseme komik bir şey söylediğim için değil aksine öfkelendiği içindi. Yüzündeki gerilimden anlamıştım. "Sana kötü bir şey yapmışım gibi konuşuyorsun. Sadece nezaket gösterip seni gideceğin yere bırakmak istemiştim." İçimde kökünü kazıyamadığım öfke büyüdü. Bu öfke ona karşı beslediğim bir duygu değildi. Kendimeydi. Ölesiye kızgındım kendime. Kalbime bir adamı alabilme yüzsüzlüğünü yaptığım için. Bir adama güvenebilme cesaretinde bulunma fikrine açık olduğum için. Gözlerimi sıkıca kapattım. Boşa çıkışmıştım yanımdaki adama. Kalbim bir insan suretinde var olsaydı onu sarsıp kendine gelmesi için tokatlamak isterdim. "Söylediklerimi unut. İyi akşamlar." Bir tutulma vakası daha olmadan hızla arabadan indim. Asif'ten uzak kalmak istiyordum. Böyle olmamalıydı. Ben ona yan gözle bile bakamazdım. Kendime koyduğum kuralları en çok kendim çiğnememeliydim. "Ferra dur," Bana seslenmesini beklemediğim için adımlarım aksadı ama durmadım. Hatta daha da hızlandım. "Ferra." Kolumdan yakalayıp beni kendine çevirdi. Saçlarım yüzüme çarptı ve birkaç tel yüzümde kaldı. Gözlerim yeniden gözleriyle buluştu. Ondan uzaklaşmak istememin yanında kendimden de kaçmak istiyordum şimdi. Çünkü artık tutabilir miydim bilmiyordum. Ona hissettiklerim hapishanesinin kalın demirlerini zorluyordu. Gözleri gözlerimin en ince ayrıntısını kaçırmak istemez gibi dikkatle bakıyordu. Yaklaştı. Hiç beklemediğim bir anda beklemediğim bir şey yapma korkusu kapladı içimi. Kalbimi zapt edemiyordum artık. Aklım ona esir düşmek üzereydi. Bu savaşın galibi sanırım kalbim olacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD