ÖLÜM

3001 Words
Kafası karışmış gibi duruyordu. Korkuyla ona bakarken aklımda ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. "Adımı mı duymak istiyorsun, bu nasıl saçma bir istek?" Gözümden istemsiz yaşlar akmaya başlamıştı. Beni öldürecek mahlukun adını duymak zorundaydım, son kez. "Lütfen, buna ihtiyacım var!" Bu adama karşı koymak çok zor olacaktı. Şu an üzerine atılsam bile daha hiçbir şey yapmadan yüzüme tokadı basıp beni bayıltırdı. Olayı anlamamış olsa da sırıtıp memnuniyetle konuştu. "Benim adım..." Siktiğimin kuralları! Adını söylemişti. Ama o adını söylediği an kulağım garip bir şekilde duymaz oldu. Dudaklarını okumak istedim, bu da çare etmedi. Gözlerim kararmıştı dudaklarını okumaya çalışınca. Bu boktan oyundan yorulmuştum. Ne zaman anlayacaktım beni öldürmek isteyen kişiyi? Son nefesimde mi onun gerçek yüzünü görecektim yoksa? Belki de beni öldürecek kişiyi sadece görecektim, onu idrak edemeden de ölecektim. Yakın olduğum biriyse de faydası olmayacaktı artık. Ölüm fikri aklıma o kadar yatmıştı ki yadırgamıyordum bile. Bu adamdan hiçbir şekilde kurtuluşum yoktu. Yapısına bakılacak olursa beni tek bir tokatta öldürüp cehenneme yollayabilirdi. "Peki..." Duymadığımı söylesem hiçbir şey değişmeyecekti muhtemelen. Bu yüzden uzatmadan kısa bir cevap vermiştim. Bir anda ayağa kalktı ve az önce çıkardığı ipleri alıp önümde durdu. Oturup ellerimi bağlarken ona karşı koymadım. "Beni ne şekilde öldüreceğini düşünmüş olmalısın." Ölüm fikrine o kadar adapte olmuştum ki artık sorgulamıyordum bile. Kabul etmiştim, bu adam beni kesinlikle canlı koymayacaktı. Elimde bir bıçak vardı, ama bunu en savunmasız anında kullanmak zorundaydım. Ve de bana yakın olmalıydı, yakın olmalıydı ki darbeyi vurduğumda o da zarar görmeliydi. Evet, onu öldürecek kadar güçlü bir insan değildim. Bedenine bakacak olursak onun yarısı kadar bile değildim hatta. Ama yine de ona kalıcı bir zarar vermeye kararlıydım. Ben can verirken o da acı çekecekti. Karşısında o kadar çaresizdim ki adamı öldürmeyi bile hayal edemiyordum artık. Ellerimi önümden bağladıktan sonra kolumu tuttu ve ayağa kaldırdı beni. Bunu bilerek mi yapmıştı acaba? Ellerim sıkı bağlanmış olabilirdi, ama önümden bağlı olduğu için çözmek kolaydı. Ayaklarımda bağlı değildi, yani istediğim an koşarak kaçabilirdim. Gerçi koşmaya çalışsam da nafileydi, bu adamın bacak boyu benimkinden uzun olduğu için bana yetişmesi kısa sürerdi. Beni kulübeden çıkartırken aklımdan planlar kurmaya çalışıyordum ona karşı. Ne yaparsam yapayım kendisine karşı çok çaresizdim. Beraber yürürken beni nereye götürdüğünü bilmiyordum. Mary'yi öldürmek için nereye götürdüyse oraya götürüyordu muhtemelen. "Senin için çok güzel bir ölüm partisi hazırladım Mary. Önce kanını güzel bir çukura akıtacağım, ardından o çukuru öyle bir kapatacağım ki kimse daha önce kazıldığını anlamayacak. Kanın tamamen aktıktan sonra seni yol kenarına atacağım. Eğer vaktim kalırsa o güzel kalbini de yerinden sökmeyi de ihmal etmem!" O böyle konuşunca aklıma polis ile konuştuğum konular gelmişti. Bana Mary ile ilgili bir şeyler anlattığında ölümünden de bahsetmişti. Boğazından kesilerek öldürüldüğünü ve bir yol kenarına atıldığını anlatmıştı. Bunun muhtemelen planlanmış bir cinayet olduğunu da söylemişti, gerçekten de öyleymiş. Adam her şeyi önceden ayarlamıştı, bana da, yani arkadaşıma da sadece ölmesi kalmıştı. Demek ki önce bir çukurda halletmişti işini, delil bırakmadığından emin olduktan sonra da onu yolun kenarına fırlatmıştı. En azından arkadaşımın nasıl öldüğünü anlamıştım, çünkü birazdan aynı şeyleri yaşatacaktı bana. Ama hâlâ benim arkadaşımı kimin öldürdüğünü, yani birazdan beni kimin öldüreceğini bilmiyordum. O kadar korkuyordum ki, aklım o kadar doluydu ki adamın söylediği hiçbir şeye tepki vermiyordum. 2 saat daha dayansam bitecekti her şey, kurtulacaktım bu durumdan. Belki de saat 5'e kadar dayansam yeterliydi, çünkü o saatlerde bir adam geçip bulmuştu arkadaşımı. Eğer kader aynı şekilde tekabül etmezse o zaman bir kurtuluş şansım olabilirdi. Onu yeteri kadar oyalamıştım, daha fazla ne yapabilirdim ki ellerim bağlıyken? Aklıma onu kandıracak hiçbir şey gelmiyordu. Şu an babama ihtiyacım vardı, beni ancak o koruyabilirdi böyle bir adamdan. Bu muhtemelen Alex idi, başından beri şüpheli davranan tek kişi oydu çünkü. Hem beni aldatmıştı, hem de arkadaşımın kanına girmişti. Babam bunları önceden bilseydi onun canını alırdı, ama bir daha asla bilmeyecekti. Acaba ben burada öldükten sonra ailem beni bulabilecek miydi? Ya da nasıl bir ölümüm olacaktı onlara göre? Daha doğrusu bir ölümüm olacak mıydı, yoksa ortalardan kayıp mı olacaktım? "Eğer benim canımı alırsan o zaman iki kişiyi öldürmüş olacaksın," dedim çaresizce. En azından bu sözlerim büyülenmemişti, az öncekinin aksine söyleyebiliyordum. Bir anda durduğunda önümüzde bir çukur olduğunu görmüştüm. Sanırım yerine varmıştık. Tam vardığımız sırada söylediğim sözler ona şok etkisi yaratmış olmalıydı. Gözlerimin içine şüpheyle bakıyordu, sözlerimi anlamaya çalışıyordu sanki. Bir anda kolumu bıraktı ve başını olumsuz anlamda sallamaya başladı. Deliye dönmüş gibi davranıyordu. "Saçma sapan konuşma Mary! Bu ne demek oluyor?" Ona anlatacak gücüm var mıydı bilmiyordum. Muhtemelen anlatmaya çalıştığım an üzerimdeki büyü etkiye girerdi ve hiçbir şey söyleyemezdim. Susmak zorundaydım. Çünkü konuşmaya çalıştığımda yutkunamıyordum, nefes bile alamıyordum etkisinden ötürü. Ben daha bir şey diyemeden o konuşmuştu. "Ah! Seni lanet olası sürtük! Yoksa hamile miydin? Senin gibi bir kadını sevdiğim için utanıyorum kendimden! Mary, benimle beraber iken aynı anda kaç kişiyle yatıyordun sen? Aylardır benim kadınım sandım seni, ama sen... Sen tam bir sürtüksün, ben sana aşık olurken sen beni aldatmıştın! Söylesene, bu 8 ay içinde kaç erkek sığdırdın o geniş amına?" Bu 8 aylık bir ilişki miydi gerçekten? Biliyordum ki arkadaşım bu 8 ay içinde bir sürü erkekle görüşmüştü, isimlerini bilmesem de çok kişi olduğuna emindim. Muhtemelen bu adam her kimse gerçekten aldatılıyordu. Eğer Alex ise zaten o beni aldatmış sayılırdı. Beni hamile sanmasına şaşırmıştım. Muhtemelen Mary böyle bir durumdan sakınmak için korunuyordu sürekli, her ne kadar aptal bir kız olsa da bu konuda kesinlikle uyanıktı. Asla hamile kalacak bir kız değildi. Bir anlığına bunun bir fırsata çevirileceğini düşünmüştüm. Belki de aradığım fırsat buydu, bu adamın vicdanına oynayarak kurtulabilirdim. "Sana birçok konuda yalan söylemiş ve kandırmış olabilirim. Ama asla aldatmadım seni. Başka biri olsaydı yapardım belki bunu, ama yapamadım. Ben çoğu erkeğe darbe vurmuş bir insanım, bunu asla inkar edemem. Aynı anda defalarca kez farklı erkeklerle yattığımda oldu. Ama sana böyle bir ihanette bulunmadım, başka birisinin koynuna girmedim. Aslında yapabilirdim, ama tuhaf bir his hep engel oldu bana. Belki de hayranlık duyuyordum sana karşı, ya da belki hiçbir bedenin senin yarattığın etkiyi yaratacağını düşünmüyordum üzerimde. Sebep ne bilmiyorum, ama gerçekten sana böyle bir ihanette bulunmadığıma emin olabilirsin." Belki bu son çaremdi onu ikna etmek için. Bu sözlerden sonra hamileliğe vereceği tepkiye göre o yalanı da sürdürebilirdim. Kafası tamamen karışmışa benziyordu. Belki de söylediğim sözler gururunu okşamıştı, hoşuna gitmişti. Ne olacağını bilmiyordum, ama bu konuşma benim için yeni bir umudun doğmasına vesile olmuştu. "Buna inanmamı mı bekliyorsun gerçekten? Sen bunca zaman böyle bozuk bir karakterdeyken nasıl düzelecektin ki? Mary, lütfen yalanı kes!" Kafası o kadar karışmıştı ki bir yandan beni öldürmek için yalan olmasını istiyordu, bir yandan da doğru olmasını ve gururunun okşanmasını bekliyordu. "Bana inanmak zorundasın, sana asla böyle bir ihanette bulunmadım. Ve doğru söyledin, senin bebeğini taşıyorum karnımda. Eğer inanmıyorsan sabah gidelim hastaneye, karnımdaki minik canlıyı görelim. Henüz çok yeni, zaten hamilelik testini de dün yaptırdım. Kontrol etmeye fırsatım bile olmamıştı, benimle beraber gelirsen buna beraber baktırabiliriz." Hamile olduğumu duyduğunda büyük bir şok geçirmişti. Asla böyle bir şey beklemediği bariz belliydi. Belki o da Mary'nin önlem aldığını düşünüyordu böyle konularda. "Seni hastaneye götüreceğimi mi düşünüyorsun gerçekten? Böyle bir konuya inanıp seni insan içine çıkartır mıyım ben hiç? Kim bilir kimin çocuğunu taşıyorsun da gelip beni kandırmaya çalışıyorsun! Ama hayır, bu yalana asla inanmayacağım!" Bir anda üzerime doğru geldi ve omuzlarımdan tutup beni sarsmaya başladı. Sandığımdan daha ters bir tepki almıştım. "Sen o kadar yalancı birisin ki beni hamileyim diye kandırıyorsun! Ama gerçekse bile umrumda değil, senin gibi birinin çocuğuna bakacak değilim! Bu çocuk benden dahi olsa senin o pis amına bir süre erkeğin s****i aldığın gerçeği asla değişmeyecek! Bana yalan söylüyorsun, sen daha önce bir sürü erkekle beraber oldun, ben hayatındayken de bir sürü kişiyi aldın koynuna!" Daha da öfkelenmişti. Ben ne yaparsam yapayım bu adamı kandıramıyordum. Eğer kim olduğunu bilseydim belki de bu kolaylaşırdı benim için, ama lanet olsun ki bilmiyordum işte. "Benim daha önce de başkalarıyla beraber olduğumu biliyordun, ilk başta yadırgamadığın şeyin davasını mı güdüyorsun bana?" Bağırarak söylemiştim bunu, bir anda öfke ile yere itti beni, ardından da etrafımda dönmeye başladı hızla. Dönerken bir anda duraksayıp karnıma sert bir tekme attı. Hamile olduğumu düşündüğü için karnımdaki çocuğu öldürmeye çalışıyordu belki de aklınca. Onun attığı tekme ile iki büklüm olurken inlemiştim acı içinde. Ben bunların hiçbirini hak etmezken her şeyin en ağırını yaşıyordum. "Sofia'nın arkadaşı olduğun için senin düzgün biri olduğunu sanmıştım. Ama senin onunla alakan bile yok. O nasıl olur da senin gibi bir fahişeyle arkadaşlık kurdu? Sen asla onun gibi değilsin, onun tırnağı bile edemezsin." Hayır! Artık emin olmuştum, beni öldürmek için buraya çağıran kişi Alex idi! Önce beni partiden alıp eve götürerek iyice bir becermişti, ardından beni yatakta yalnız bırakıp arkadaşımın yanına gitmişti. Alex ile beraber iken beni defalarca kez aramıştı Mary, belki de gerçekleri itiraf edip aramızı bozacaktı. Alex onu önden yollamış olmalıydı, belki görüşüp ilişkilerini düzeltmek için konuşacaklardı. Mary'nin onu her gördüğünde cilve yapmasından bazı şeyler belli oluyordu aslında. Alex beklediği saatte gelmeyince beni aramaya başlamıştı. Belki şantaj yapmıştı ve Alex istediğini vermeyince onun gözünü korkutmak istemişti, beni arayarak istediği korkuyu vermişti. Sabah Alex evde yoktu, 6 gibi gelmişti. Cinayetini işledikten sonra eve dönmesi bir saatini almış olmalıydı. Ben de aptal gibi evde onu beklemiştim. Bir de bana yalandan kahvaltı falan demişti, ama asla alakası yoktu. Alex benim arkadaşımın sevgilisiydi ilk başta, ikimizi de aynı anda yürütmüştü. Ardından onun katili olmaya karar vermişti. Benden daha seksi olan arkadaşımı tamamen elde edemeyince intikamını almıştı. Bunu düşündükçe gözümden yaşlar akıyordu acı içinde. Sevdiğim adamın bir gün katilim olacağını hiç düşünmezdim. Zaten böyle bir şeyi kim düşünebilirdi ki? "Sofia... Lütfen onun için affet beni, ne olursun beni bugün serbest bırak. Ne istersen yapmaya hazırım, yeter ki bir an önce bitir bu oyunu. Ömür boyu karın da olurum, ya da istersen arkadaşın, istersen bebeğinin annesi de olabilirim. Ama lütfen beni serbest bırak artık, ben ölmek değil yaşamak istiyorum." Ona deli gibi yalvarırken sırıttı. Ben acımı ona anlatmaya çalıştıkça alay ediyordu belki de aklından. Bana doğru eğilip başını olumsuz anlamda sallarken hâlâ sancılar içinde kıvranıyordum. "Hayır, sen benim hiçbir şeyim olamazsın bu saatten sonra. Sana bu fırsatı verdiğimde değerlendirecektin. Sen şimdi bunu kendi isteğinle söylemiyorsun, ölümden korktuğun için söylüyorsun. Sırf ölümden korktuğu için benimle olmak isteyen birini asla kabul etmeyeceğim!" Benimle alay edişi ve oyun oynayışı çok şey gösteriyordu. Asla kabul etmeyecekti hiçbir şeyi, beni öldürme konusunda kesinlikle kararlıydı. Zaten buraya kadar getirip bana bunları yaptıktan sonra bırakması kendisi için riskli olurdu, yalan söyleyip onu şikayet etme ihtimalimi yok sayamazdı. Eline cebinden çıkardığı eldivenleri takarken yine polisin söylediği şeyler gelmişti aklıma. Mary'nin tırnağında plastik şeyler olduğu ortaya çıkmıştı, polis muhtemelen elinde eldiven var demişti ve doğru çıkmıştı. Eldivene bakarken titremiştim. Ben ne yapacaktım böyle, bu adama kurban mı gidecektim şimdi? Mary sevdiğim adamı elimden alıp benimle alay etmişti. Şimdi de canımın gitmesine sebep olacaktı. Eldiveni taktıktan sonra eli beline doğru gitmişti. Tişörtünü sıyırıp kenara baktığında aradığı şeyi görmediğini fark etmiştim. Bu yüz ifadesinden belli oluyordu. "Hassiktir! Bıçağı unutmuşum! Seni öldürmek için yanıma almam gereken tek şeyi unutmam nasıl da saçma bir şey, değil mi? Arada bir dalgınlaşıyor insan, böyle güzel bir kadını öldüreceği için fark etmeden acı çekiyor belki de! Sana kıymak istemiyordum, ama buna beni mecbur eden de sensin. Anlayış gösteriyorsun değil mi, yaptığım şeye hak veriyorsundur yani?" Benimle alay etmeyi bir an olsun bırakmıyordu. Gözümden yaşlar akarken aradığı bıçağın bende olduğunu hissediyordum. Bu kadar büyük bir bıçağı muhtemelen bir adam öldürmek için kullanacaktı, ama şansına küsmeliydi ki o bende geziyordu. Eteğimin içine doğruydu ve bazen etinde çizilme gibi şeyler hissediyordum, özellikle az önce yürürken. Yani bu gerçekten sandığımdan daha keskin bir bıçak olmalıydı. Onun aradığı şey bendeydi. Elim bağlı olabilirdi ama çözmek çok zor değildi. Ayaklarım zaten çözülüydü. O sadece güç olarak üstündü benden, yani küçük de olsa bir şansım vardı ve bunu değerlendirmek zorundaydım. Beni bir anda ayağa kaldırdı ve geri kulübeye doğru sürüklemeye başladı. Bıçağı almaya dönüyordu, ben de olduğundan habersizdi tabii. Ne yapsaydın ben kaçabilirdim? Aslında kolumu çok sıkı tutmuyordu, belki ani bir hamle ile elinden kaçabilirdim. Ama ellerim çözülü olmadığı için işim biraz zor olurdu. O arkasına dönmeden beni sürüklerken hafifçe eğildim ve yürümeye devam edip ipi dişlerimle çözmeye çalıştım. Gerçekten de çok sıkı bağlamamıştı, daha düğüme ilk diş atmamla gevşemişti. Anında geri çekildim hissetmesin diye. Kulübe yolu 10 dakikalıktı neredeyse, o zamana kadar muhtemelen çözmüş olurdum. Arkasını dönüp bana kısa bir bakış attıktan sonra devam etti yoluna. İyi ki geri çekilmiştim, yoksa yakalanmak içten bile değildi. O ilerlerken sürekli eğilip dişimle ipi çözmeye çalışıyordum, her eğildiğimde bacağımda bir sızı hissediyordum bıçaktan ötürü. Ölmekten iyiydi bacağımın kesik olması, en azından yaşıyor olacaktım bir şey olsa bile. İp tamamen gevşediğinde ipi önden bağlayacak kadar şaşkın olduğu için tanrıya dua etmiştim içimden. İlk başta böyle değildi, ama kafası karışmış olacak ki öyle bir şey yapmıştı. Sağ kolunu tutmuş bir şekilde yürütüyordu beni. Sol elimi yavaşça ipten çıkardığımda hissetmemişti bile. İpi bir kenara fırlatırken kulübeye az kaldığını görmüştüm. Eğer kulübenin içinde kaçmaya çalışırsam asla başaramazdım küçük bir alan olduğundan, o yüzden şimdi harekete geçmeliydim. Kendimi biraz halsiz hissediyordum, ama yaşamak için başka çarem yoktu. "Aslında seni boğarak öldürebilirdim. Ama bu sana pek acı vermeyecekti belki de, çünkü bir dakikada nefessiz kalıp ölecektin. Ama o bıçak darbesinin boğazına indiğini düşünsene. Bunu biraz araştırdım, damara gelirse dakikalarca acı çekermişsin, hiçbir şekilde de müdahale edilmezmiş. Canın fena şekilde yanarken ölüp gidermişsin. Böyle mükemmel bir ölüm şekli varken ben nasıl acısız bir şekilde öldürebilirdim ki seni? Sen ölümlerin en kötüsünü hak ediyorsun, daha ağırlarını hak etsen de merhamet ediyorum sana işte!" Bu adam tam bir psikopattı, yaptığı adamlık bile değildi! Gözümden yaşlar akarken gücümü topladım, az sonra onun ellerinden kurtulmuş olacaktım. "Sen beni öldürmeyi planlıyor olabilirsin, ama benim ölmeye asla niyetim yok!" Bunu söyledikten sonra dedim bir nefes aldım ve hızlıca kolumu çektim ondan. Daha arkasına dönmeden ben koşmaya başlamıştım, son gücüme kadar dayanacaktım. O kadar hızlı koşuyordum ki ben bile şaşırmıştım kendime. İnsan Can havliyle böyle oluyordu belki de, ölümden korkup koşuyordum işte ben de. Benden birkaç saniye sonra şaşkınlığını üzerinden atıp peşimden koşmaya başlamıştı. Benden hızlı olacağını bildiğin için daha da hızlandım, eğer nefesim çok koşmaktan kesilmezse onun ellerinden kurtulabilirdim. "Ah seni küçük akılsız! Benden kurtulamayacağını anlayamadın mı hâlâ? Beni öfkelendirmeden dursan iyi edersin, yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim!" Zaten her ihtimalde öldüreceğini söylüyordu beni. Başka ne yapabilirdi ki beni durdurabilecek? Bunu bildiğim için daha da hızlanmaya çalıştım, ama son gücümdeydim. "Sana karşı koymadan ölüme gitmeyeceğim! Peşimi bırak, yoksa senin için kötü olur asıl!" Dediğimi dinlemeyip gelmeye devam etti, arkamı dönemiyordum dikkatimi dağıtmamak için. Ama ayak seslerini duyuyordum, aramızda sadece birkaç metre vardı. "Madem benim sözümü dinlemiyorsun, o zaman sana bunun bedelini öğreteceğim küçük sürtük!" Onun hızlandığını ayak seslerinden anladığım an bende hızlanmaya çalıştım, ama faydasızdı. Bir anda kolumdan tutup beni yere çekerken ne olduğunu anlayamamıştım. Kendimi yerde onu ise üstümde bulmuştum. Gözlerim kan taşı gibi açılırken eli bir anda boğazıma kaydı. Boğazımı sıktığında yüzünde iğrenç bir gülüşü oluşmuştu. "Sen bıçak falan beklemeyeceksin belli ki, o halde ben de senin o güzel canını kendi ellerimle alırım. Nefes kesmek de kötü bir ölüm sayılmaz sonuçta," derken boğazımı son gücüyle sıkıyordu. Daha saniyesinde nefesim kesilmeye başlamıştı. Belki de çok koşmaktan bu haldeydim, üzerine bir de onun elleri eklenince... Yine de ilk başta düşündüğüm gibi ona darbe bırakmadan ölmeye niyetim yoktu. Bir elimle onun elini tutup gevşetmeye çalışıyordum çabam nafile olsa da. Diğer elimi eteğimin altına kaydırıp bıçağı çektim. "Bı-bırak!" Onu son kez uyardığının farkında bile değildi. Gülerek başını olumsuz anlamda salladığında bıçağı kaldırdım, gözüm kararmaya başlamıştı, harekete geçmeliydim. Nefesim tamamen kesilmeden önce kendimi son kez konuşmaya zorladım. "Bana anlattığın ölümü sen yaşayacaksın!" Bunu zar zor kekeleyerek söyledikten sonra bıçağı hiç düşünmeden boynuna saplamıştım. Bu gücü kendimde nasıl bulduğumu bilmiyordum, her şey aniden gelişmişti. Boğazına bıçağı soktuğum an kan gelmeye başlamıştı, o an fark etmiştim bıçağın şah damarına geldiğini. Ben onu yaralayarak ölecektim, ama galiba o da benimle beraber Tahtalı köyü boylayacaktı. Gözleri irice açılırken elleri bir anda gevşemişti. Bana anlattığı acıyı yaşayacağını anımsayınca titremiştim. Boğazımı tutan eli kendi boğazına kayarken kanı yüzüme doğru damlamıştı. Biraz nefes aldıktan sonra kendime gelebilmiştim. Hâlâ iyi sayılmazdım, ama az da olsa toparlanıyordum. Öksürerek nefes alırken onu üzerimden itmiştim, hızla ayağa kalkıp kendimi toparlarken o da ayağa kalkmaya çalıştı gözünü benden ayırmadan. Boğazında bir bıçak vardı, buna rağmen pes etmeyip benim canımı almaya çalışıyordu hâlâ. Büyük bir şok yaşıyordum, çünkü az önce birini bıçaklamıştım, az sonra onun katili olmuş olacaktım. Üzerime doğru gelmeye çalıştığında ben yanına yaklaştım ve boğazındaki bıçağı çektim hızla. Bu kanamasını arttıracaktı. Yaptığım şey belki de doğru değildi, ama buradan kurtulmak için onu öldürmek zorundaydım artık. Hiç düşünmeden yana yaklaşıp bu kez de bıçağı kalbine saplamıştım. Gözlerindeki acı görülmeye değerdi. Saatlerdir benim yaşadığım acıyı o son bir dakikadır yaşıyordu. Onu öldürdüğüm için acı çekiyor olsam da beni kendisi mecbur bırakmıştı buna, yoksa ölen kişi ben alacaktım. "Sen bunu sonuna kadar hak ettin! Eğer piçlik yapmayı bırakıp inadı kesseydin ikimiz de yaşayacaktık, seni şerefsiz adi! Geber! Gebermeden önce son kez beni nasıl aldattığını düşün, sevdiğin kadını nasıl kandırdığını düşünüp acılar içinde kıvran! Ben Sofia, senin sevdiğin kadındım! Daha doğrusu ben öyle sanmıştım, sen beni kandırdın!" Büyü onunla beraber yok olmuştu. Öleceği kesin olduğu için adını söyleyebiliyordum artık. Yüzü git gide değişirken az öncekinden farklı bir adam olmaya başladığını da fark ettim. Bu adamın Alex olduğuna emin olmuştum artık, o yüzden merak etmiyordum yüzünü. Yine de son kez onun yüzü ile beraber acı çektiğini görmek istiyordum, bunca zamandır beni kandırmasının bedeliydi bu. Bir anda yere düştüm. Sanki bacaklarım beynimden emir almıştı da beni yere fırlatmıştı. Gözlerim şok içinde büyürken karşındaki adamın yüzünün değiştiğini izliyordum. Onu son kez göreceğimi düşünmüştüm, ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Gözüm gitgide kararıyordu, sanki onunla beraber ben de ölüp gidiyordum. Ben onu son kez görebileceğimi sanmıştım, yüzündeki acıya şahit olacağımı düşünmüştüm. Ama olmamıştı, onun acısını görememiştim. Bir şeyler söylüyordu, yerde kıvranırken bir şeyler söylüyordu ama ben hiçbir şey anlamıyordum. İyice sesi kesilmeye başlamıştı, bu öldüğü için değildi, ben duyamadığım için de. Gözlerim de az önceki gibi keskin bir şekilde görmüyordu, hiçbir şeyi ayırt edemiyordum. Başım yere doğru düştüğünde ne olduğunu anlayamaz olmuştum. Artık emin olmuştum, galiba bu adamla beraber ben de ölecektim. Gözlerim kapanıyordu sanki, nefesim de kesilmeye başlamıştı. Kesik kesik nefes alırken mide bulantısı yaşamıştım. Her şey çok değişik bir hal alıyordu. Görüntüler, sesler, kokular ve dokular... Her şey silikleşmeye başlamıştı, her şey benimle beraber yok olurken benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD