Her zaman kadınların özel olduğuna inanmışımdır. En başta dünyaya bir can getirebilmek gibi bir güce sahip olmaları olsa da kadınların asıl gücü her zaman diliminde kendilerini ve sevdiklerini korumak için verebileceklerinin sınırı olmamasıdır. Ama ne yazık ki zaman değişse de kadınlar için değişmeyen tek bir şey vardı ki o da yalnızlık. Kalabalık ailelerde de olsa güçlü ve kendi ayakları üzerinde de dursa kadın her zaman yalnızdı. Bu öyle bir yalnızlıktı ki bedensel olmaktan uzak kendisi ile savaş halinde bir yalnızlık. Kadınlar, çocuk doğuran, evini çekip çeviren, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ama bunu her zaman kendi başlarına yapan bireylerdi.
Yalnızlıklarından kurtulmak için evlenir, aynı nedenle çocuk yaparlardı ancak bu yalnızlıklarını gidermeye yetmezdi. Ta ki doğru kişi ile karşılaşıp tamamlanana kadar ama çoğu kadın o doğru kişiyi bulamadan hayattan kopup giderdi. Bu durum ne bulunduğum zamanda ne geldiğim zamanda değişmeyen bir gerçek olarak yerli yerinde duruyordu. Geldiğim zamanda karımın yalnızlığını göremeyecek kadar kör olan ben şu an bulunduğum zamanda onun içindeki yalnızlığını çok iyi anlıyordum.
Ataerkil bir toplumda, kendileri için biçilmiş sınırların arasında, yaşama tutunmak ve aynı anda da zincirlerinden kurtulmaya çalışmak. Bütün bunlar yetmezmiş gibi hayat verdikleri canları kanatları altına almak ve kendi hemcinsleri ile de mücadele içinde olmak, işte kadını büyük bir savaşçı yapan buydu. Kadınları ince, narin, kırılgan, her işi yapamayacak kadar zayıf görenlerin anlamadığı onların doğdukları andan itibaren savaşçı olduklarıydı. Pek çok erkek onların savaştıkları konuların çeyreğine bile dayanamazlardı ama bunu tecrübe etmeden de anlamaları ne yazık ki mümkün değildi.
Bunu anlamayan erkeklerden biri de ne acı ki bendim. Karımın yaşadıklarına destek olmayı bir yana bırakın sorunları olduğunu bile görememiştim. Şimdi bu beden de bu yaşamı yaşarken fark ediyordum ki onu hayatının içine mahkum eden bendim.
Kafamdaki düşüncelerle boğuşurken Beyazıt ile çardağa oturmuş kahvelerimizi yudumluyorduk. Aramızdaki sessizliği bozan her zamanki gibi Beyazıt olmuştu.
" Anlat bakalım Asmin hanım aklından neler geçiyor?"
Elimdeki kahve fincanını masaya bırakıp sakince geriye yaslandım. Beyazıt zeki bir adamdı ve dostum olarak bile dikkatli olmam gereken nadir insanlardan biriydi. Güleç ve nazik yüzünün ardında kurnaz, dikkatli bir lider yatıyordu. İnsanları sakin yapısı ve anlayışlı tavırları ile manipüle eden nadide bir insandı.
" Beyazıt, tam olarak neler olduğuna hakim olmasam da annemin sevgi ve anlayışından yararlanarak şirketi geliştirmek adına bazı yanlış işlere girildiğini düşünüyorum. Ben şirketi bu işlerden arındırıp sırtımı dayayabileceğim bir duvara dönüştürmek istiyorum. Sence yapabilir miyim?"
Beyazıt, elindeki fincanı zarifçe kendi ekseni etrafında döndürürken yüzünde ince bir tebessüm oluştu.
" Bu feda edebileceklerine bağlı Asmin sultan."
Yüzündeki tebessüm ciddiyetini engellemiyordu ama sesinde hissettiğim kinaye beni endişeye sürüklüyordu. Evet, bazı şeyleri elime almam bazı şeylerden vazgeçmem demekti ki bunun fazlasıyla farkındaydım. Ama Beyazıt'ın anlatmaya çalıştığının bundan fazlası olduğunu bakışlarından anlıyordum.
" Örneğin?"
" Çok sevdiklerin ve vazgeçmek istemeyeceklerin gibi."
Başkasına tehdit gibi gelecek bu cümle ile yüzüm düştü. Söylediği cümledeki sevdiklerin ve vazgeçmek istemeyeceklerim ne kadar çoğul olarak belirtilse de temelinde tek bir kişiyi temsil ediyordu. Ve bu kişi Asmin bedenine hayat veren anneydi. Beyazıt işlerin gidişatının altında yatan gerçeklere aşinaydı ve bu işe el attığında annemi karşıma alacağımın da farkındaydı. Ben de bunun farkındaydım ama bu ne kaçmamı ne de görmezden gelmemi sağlayacak bir neden değildi. Annem babama olan kör güveni ile kendinden vazgeçmişti . Bunun başlıca nedeni bana olan zaafı gibi görünse de işin kökeninde babaya olan saplantılı aşkı vardı.
Bu uzun zamandır devam eden sevgisinin dönüşebileceği son noktaydı. Ve bu noktadan ne yazık ki dönüş yoktu. İşte Beyazıt'ın bana söylemeye çalıştığı şeyde buydu. Eğer bu işlere el atarsam babayı karşıma alacaktım ve işin sonunda annem de karşıma geçip babanın yanında yer alacaktı.
" Söylemek istediğinin ben de farkındayım Beyazıt ama durmam gereken kısmı çoktan geçtim. Bu sadece annemi değil kendimi de korumam için gerekli bir durum. Kendi istese de istemese de."
Beyazıt yüzündeki gülümsemeyi yumuşatarak başını masaya eğip derin bir iç çekti.
" Asmin, senin avukatlığını yaparım ama benden her şeye baş sallamamı bekleme. Çünkü bunu yaparsam sana iyilik yapmış olmam. Üstelik bana teklif ettiğin işte uzun vadeli kalamam. Ben kendimi buralara zincirlemeyi düşünmüyorum. Belki bir ay belki bir yıl sonra yurt dışına gidip sevdiğim bir kaç kişi dışında her şeyi gerimde bırakacağım."
Sözleri biraz hüzün biraz mecburiyet içeriyordu. Dalgınlığı ise hala burada bitmeyen işleri olduğunu anlamamı sağlamıştı. Tüm çekincelerime rağmen bu zamanda ve bu ortamda güvenebileceğim tek kişi ve zeki olduğu kadar öngörülemez olan Beyazıt'tı.
" Anlaştık Beyazıt ama senden bir ricam olacak."
" Dinliyorum."
Başını kaldırıp gözlerini gözlerime sabitledi. Ondan isteyeceğim şeyi merak etmekten çok teyit etmek istercesine bir bakışı vardı.
" Aramızda yalan olmayacak. Ne iş konusunda ne de gidişinle ilgili."
Beyazıt'ın yüzündeki ciddi ifade samimi bir gülüşe dönüşürken beni başı ile onayladı. O sırada karnımdan kasıklarıma doğru bıçak gibi saplanan bir ağrı ile yüzüm buruştu. Ağrı keskin ve sabit görünse de bir kaç dakika içinde karnıma yerleşip sırtıma doğru yayılmaya başladığında ağzımdan bir inilti kaçtı.
" Asmin, iyi misin?"
Beyazıt yerinden kalkıp yanıma geldiğinde ayağa kalkmak adına yaptığım hamle midemin bulanması ile sekteye uğradı. Bu acıyı tarif edecek doğru kelimeleri bulmam neredeyse imkansızdı. Daha önce vurulmuş, hatta Covid bile geçirmiş biri olarak böyle bir acı ile hiç karşılaşmamıştım. Sinsi, keskin ve yayılan bu ağrı sadece acı değil ruhumu çeken bir hassasiyette taşıyordu. İçime dolan ağlama isteğini bastırmaya çalışırken içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim.
" Beyazıt, karnım ... karnım ağrıyor. Hem de çok."
Beyazıt endişe ile bana yaklaştığında içimde beni anlamamasının verdiği saçma bir öfke hissettim. Sağ bacağıma saplanan ağrı belimden bacağıma bir şiş sokulmuş gibi belirgin ve hareketimi engelleyiciydi. Beyazıt yanımda endişe ile bana bakarken elini omzuma attığında dokunuşu midemi bulandırdı.
" Tamam tamam kalkarım ben. Yoruldum herhalde dinlensem geçer."
Yalan bana dokunma düşüncesi bile beni rahatsız hissettirmişti. Kendimi zorlanıp sandalyenin kolundan destek alarak ayaklandığımda içimden bir şeyin bacaklarıma aktığını hissettim. İçim çekilirken gözlerim odağını kaybetti. Sandalyeden zorla kalkıp bir adım attığımda acı sağ bacağımı ele geçirmiş ve midem bana itaat etmeyi bırakmıştı. Derin bir nefes alıp bir kaç adım attıktan sonra devam edemedim. Çok geçmeden beni taşıyamayan bacaklarım ve kaybettiğim dengem ile düşerken son duyduklarım hayatın bana oynadığı yeni bir oyundu.
" Asmiiiin, tuttum seni."
......
Tüm vücudumu kaplayan ağrı ile karanlığın içinde gözlerimi açmaya çalıştım. Çalıştım diyorum zira pek başarılı olduğum söylenemezdi. Bilincim yerine gelmeye başlarken çevremde duyduğum uğultu yerini yavaş yavaş tanıdık seslere bıraktı. Çok geçmeden annemin sesi bir anlam kazanmaya başladı.
" Onun özel günü hep zor geçer."
Özel gün, her ay kadınların yaşadığı ve doğurganlıklarının temelini oluşturan o özel gün. Ne kadar içinde bulunduğum bedene alıştığımı söylesem de bunu hesaba katmamıştım. Ela aklıma düştü istemsizce, her ay çektiği acının bu şekilde bir eziyet olduğunu bilmeden takındığım özensiz tavır aklıma geldi. Oysa çardakta yaşadığım acı bir bedenin yaşayabileceği en büyük acıydı bana göre. Pek çok acıyı tecrübe etmiştim ama hiç biri bununla kıyaslanamazdı. O sırada duyduğum erkek sesi ve söyledikleri ile gözlerim yavaş yavaş açılırken bir kez daha hayret ettim.
" Asmin'i o şekilde görünce aklım çıktı. Bunu yani böyle bir şeyi tahmin bile etmedim. Zamanını bilmiyor mu ki?"
Aziz, endişeli ve titrek sesi ondan beklemediğim bir tepkiyi yansıtıyordu. Üstelik bu bedene gireli daha bir ay olmamıştı ve benim Asmin'in döngüsü hakkında hiç bir fikrim yoktu. Gerçi olsaydı da çok umursamazdım, ben ne acılar görmüştüm bu nedir ki diye düşünürdüm. Ama tüm düşüncelerimin yanlış olduğunu yaşadıklarım ispatlamıştı.
Gözlerimi zorlayarak da olsa açtığımda beni evin soluk tavanı karşıladı. Sakince başımı yana çevirdiğimde ise görmeyi düşünmediğim bir manzara ile karşılaştım. Aziz yanıma çökmüş, endişeli gözlerini bana dikerek bakıyordu. Yüzünde bunca karmaşa sırasında bile görmediğim bir merhamet ve korku vardı. Elini kaldırıp saçlarıma uzatarak tüy kadar hafif bir şekilde okşadı.
" Korkuttun bizi savaşçı. Bir an en dişli rakibimi kaybettim sandım."
Hafifçe öksürdüm ve sesimi toplamaya çalıştım. Titrek ve kesik çıkan sesim pek başarılı olamadığımın ispatıydı.
" Benden o kadar kolay kurtulamazsın Aziz ağa."
"Biliyorum, biliyorum Asmin."
Sesindeki rahatlama içimde beni huzursuz eden bir his oluştururken kapı açıldı. İçeri elinde bir poşetle giren Beyazıt bakışlarını bana çevirirken girdiğindeki yüz ifadesine tezat gülümsedi. Poşeti yatağımın yanındaki komodine koyduktan sonra elini yatak başlığına attı.
" Ben de seni güçlü sanırdım Asmin sultan. Şu kadarcık acı seni yatağa mı düşürdü."
Sesindeki alaya rağmen gözlerinde iyi olduğumu fark etmenin verdiği bir rahatlama ile yaşadığı korkunun kırıntıları vardı. Dudaklarım yana doğru kıvrılırken derin bir nefes aldım.
" Bazı acılar.. yaşamadan anlaşılmaz Beyazıt ağam ."
Yaşadığım zamanda ne olduğunu bilsem de bu kadar önemsemediğim bu olayın bir kadın için ne kadar zorlayıcı olabileceğinin fragmanını yaşamıştım. Oysa kadınlar bunu her ay yaşıyor ve bu acıyı da yanlarına alıp hayatlarına hiç bir şey olmamış gibi devam ediyorlardı. Ben kadınların ne kadar güçlü olduğunu söylerken ruhlarını düşünmüştüm ama bedenleri de ruhları kadar güçlüydü. Bunu tecrübe ile sabitlemiştim.