TK-2

1963 Words
‘’Hepsi yirmi lira.’’ Yaşlı adam titreyen elleriyle cebinden çıkardığı parayı uzattığında yavaşça aldım. Aldığı çikolata, sakızlı şeker gibi abur cuburdan belliydi torunlarını ziyarete gidiyordu. Küçük büfemde tekrar tek başıma kalınca kenardaki tabureyi çekip oturdum ve mini televizyonu açıp çalışan tek kanalı izlemeye başladım. Başlayan günlük dizinin oyuncularına baktım. Zengin oğlan ve âşık olduğu fakir kız ama ne fakir. Giydiği kıyafet bile benim iki aylık kazancıma denkti o zaman bu durumda ben fakir sınıfına bile giremeyecek kadar sefil bir durumda mıydım? Bu düşünceyle gülmeden edemedim. Küçük büfeme çok fazla müşteri gelmiyordu. Televizyondaki dizide çok sarmayınca geri kapadım. Dışarıdan gelen seslerle kalkıp küçük pencereden dışarı baktım. Oldukça pahalı bir araba bozulmuş ve şoförü tamir etmeye çalışıyordu. Böyle arabaları anca uzaktan seyrederdim zaten. Arabanın arka kapısı açılınca inene dikkat kesildim. Sarı saçları beline kadar uzanıyordu ve havanın serinliğine rağmen kısa bir elbise giymişti. ‘’Geç kalacağız.’’ diyerek şoförün tepesine dikildi. Şoför başını sağa sola salladı. ‘’Üzgünüm efendim, burada hallolacak bir sorun değil.’’ O sırada genç kızın telefonu çalınca, ‘’Aman ne güzel.’’ diyerek bıkkınlıkla oflayarak cevap verdi. ‘’Gelemiyorum. Ne? Evet, yetişemeyeceğim araba bozuldu. Tam olarak neredeyim bilmiyorum? Bir dakika bekle.’’ Bakışları etrafta hızlıca dolandı ve sonra benim üzerimde durdu. ‘’Hey sen! Burası neresi? Akyokuşa ne kadar uzaktayız?’’ Gelen soru üzerine kısa bir an düşündüm ve cevap verdim. ‘’Yanlış yola girmişsiniz. Bu sokağa girmeden sola dönmeniz gerekiyordu.’’ İç sesim ‘bu kadar zengin biri böyle fakir bir mahallenin yolunu dahi bulamaz tabi.’ diyordu. Onları izlemek can sıkıntıma iyi gelmişti. Genç kız bıkkınlıkla elini alnına vurdu ve telefondakine bağırmaya başladı. ‘’Ne yapabilirim? Madem öyle nerede olduğumda önemli değil, benim yerime sen oyna o zaman.’’ diyerek telefonu kapadı. Yüzü o kadar bilindikti ki sanki yıllardır tanıyormuşum gibi bir his vardı ama ayıp olmasın diye bakışlarımı üzerinden kaçırdım. Uzun bir bekleyişin ardından gelen çekici aracı çekerken şoförde gitmişti ve şimdi genç kız bir türlü gelemeyen taksiyi beklemeye başlamıştı. Sürekli ofluyor, sıkıntıyla ayakkabısının topuğunu yere vuruyordu ve olduğu yerde bir adım ileri bir adım geri sallanıp duruyordu. Bu sürede gökyüzü resmen bizlere ihanet edip bir anda karardı ve sonrasında sularını üzerimize gönderdi. Bu havada taksi gelmeyeceği açıktı. Genç kız üzerinden süzülen sularla daha çok söylenmeye başlamıştı ki büfenin kapısını açıp seslendim. ‘’Merhaba, isterseniz gelip içeride bekleyin. Bu havada taksinin gelmesi biraz zor.’’ Söylediklerimi biraz süre düşündü sonra yağmurdan kaçabilecekmiş gibi topuklarının elverdiğince hızlı yürüyerek geldi ve içeri girdi. Kenardaki rafların altında duran ikinci tabureyi çekip çıkardım ve oturması için uzattım. ‘’Temizdir.’’ dediğimde bunu çokta önemli değilmiş gibi elimden alıp oturdu. ‘’Teşekkür ederim.’’ dediğinde o telefonda konuşan cadı gibi sesi bir anda kadife gibi yumuşamıştı. Ortamdaki iki yabancının bir araya geldiğinde oluşturdukları gerilimi azaltmak için tekrar mini televizyonu açtım ve başlayan haberlere baktık. Birçok yerde sel baskını olduğunu ve bunun artacağı yönünde uyarılar veriyorlardı. İnsanlara korunaklı bir yere gitmelerini ve dışarı çıkmamalarını söylüyorlardı. Genç kıza göz ucuyla baktığımda gözleri dışarıda yağan yağmurdaydı belli ki böyle yabancı bir yerde mahsur kalmamak için gidebileceği yollar arıyordu ama olanlar açıktı. Yağmur geçit verecek gibi değildi ve bu dar büfede sıkışıp kalmıştık. İyice soğuyan havayla üzerindeki kısa, ince elbiseye baktım. Üşümemesi olanaksızdı ve kenardaki küçük ısıtıcıyı çıkarıp fişini taktım ve çalıştırdım. Yeşil gözlerinde minnet okunuyordu. Bu şekilde sessizce saatlerce oturup televizyonda verilen son dakika haberlerini izleyip durduk. Hava kararmaya başladığında yağmur aynı hızda devam ediyordu. Acıkmaya başlayan karnımla saatin farkına vardım ve mini ısıtıcıya dolaptan aldığım hazır suyu doldurup kaynaması için bekledim. Sahip olduğum her şey küçüktü. Maddi durumum ancak bu kadarına el veriyordu ki bana da yetiyordu. Kaynayan suyu bir karton bardak alıp içine doldurdum ve bir kez daha su ısıtıp onu da ikinci bardağa doldurdum. ‘’Çay mı kahve mi?’’ diye yanımdakine sorduğumda düşünmeden cevap verdi. ‘’Çay lütfen.’’ Böyle konularda çekingen davranmayan insanları hep sevmişimdir. Sallama çayları bardakların içine bırakıp henüz açılmayan meyve suyularının olduğu kutuyu ortaya çekip masa niyetine kullandım ve çayları üzerine yerleştirip birkaç paket bisküvi, kek, kuruyemiş falan açıp ortaya koydum. Karnımızı doyuracak yemek bulamayacağımıza göre bunlarla idare etmemiz gerekecekti. Bisküviden bir tane alıp çaya batırdı ve ağzına attı. Evet, bisküviyi çaya batırdı ve buna şaşırdım. Sonuçta böyle zenginler çatal bıçak kullanmadan yemek yemezlerdi nerede kalmış çaya bisküvi batırmak. ‘’Beni bu yağmurda dışarıda kalmaktan kurtardığınız için teşekkür ederim.’’ Yeşil gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. ‘’Kim olsa aynısını yapardı.’’ Kekten bir ısırık aldım ve ardından koca bir yudum çaydan yuvarladım. Sıcaklığın içimi ısıtmasını bekledim. Telefonu çalmaya başladığında ekrana bakıp cevap verdi. ‘’Evet, anne güvendeyim. Merak etme. Şarjım bit…’’ dediği anda telefonu kulağından uzaklaştırdı. ‘’Bir bu eksikti şarjım bitti.’’ Şarj makinesi varsa takabiliriz.’’ dediğim anda kesilen elektriklerle biz de karanlıkta kaldık. ‘’Bu evren kesinlikle bana karşı.’’ deyip gülümsedi ve o gülümseyişi ay ışığında belli belirsiz gördüm. Büfede sattığım büyük mum yoktu ama neyse ki doğum günlerinde kullanılan küçük mumlardan vardı. El yordamıyla alıp kutusundan çıkardım ve nereye sabitleyeceğimi bilemediğimden ortadaki keklerden birinin üzerine sapladım. Kibrit çöpünü kutusuna sürtüp ateşlediğimde ince ipi tutuşturdum ve içerisi çok olmasa da aydınlandı. ‘’Umarım yağmur dururda an önce yollar açılır.’’ Çayını iki eliyle kavramıştı. O anda kapının altından sızmaya başlayan suyu gördüm. ‘’Hay, aksi.’’ Sesim olması gerekenden sert çıkmıştı. ‘’Ne oldu?’’ dediğinde o da suyu fark etti. ‘’Sel mi geliyor? Ya daha da artarsa?’’ Soğukkanlılığımı korumaya çalışarak kaçış yolları düşünüyordum ama yoktu. Büfe yolun kenarında bir başına küçük bir kulübeydi. Etrafımızda sığınabileceğimiz yüksek bir yer yoktu. Kapıyı aralayıp ay ışığında dışarıyı görmeye çalıştım. Sokak ışıkları da sönmüştü. Gelen su fazlaydı ama sel değildi. Muhtemelen sokaklara atılan çöpler suyla birlikte rögarları tıkamıştı bu yüzden fazla su sokaklara taşmıştı. ‘’Sel değil şanslıyız ama içeri dolmasına engel olmalıyız.’’ dedikten sonra kapıyı kapayıp kenarda temizlik için kullandığım bezleri alıp kapının altındaki boşluklara sıkıştırdım ama suyu çeken bezler pek işe yaramadı. Küçük pencerenin kenarında asılan poşetleri alıp bezleri içine koydum ve ağızlarını sıkıca bağlayıp tekrar kapının altına sıkıştırdım. Olmuştu su içeri dolmayı bırakmıştı. Arkamı döndüğümde yabancı misafirimin yerdeki açılmamış yiyecek kolilerini ıslanmaması için raflara sıkıştırdığını gördüm. Bu şekilde düşünceli olması yüzümde bir tebessüm oluşturdu. En son olarak yerdeki suyu paspasla temizledik ve tekrar taburelerimize oturup karnımızı doyurmaya devam ettik. Soğumuş çaylarımızı elektrik olmadığı için yenileyemedik onun yerine meye suyu açtık. ‘’Muhtemelen tanımışsındır ama ben Hayal.’’ diyerek elini uzatınca karşılık verdim. ‘’Fırat ama daha önce tanışmış mıydık? Kusura bakmayın öyleyse de hatırlayamadım.’’ Yüzünde şaşırmış gibi bir ifade oluştu ama sonra kendini toparladı. ‘’Hayır, yani sanırım sizi başkasına benzettim.’’ diyerek kekinin son lokmasını ağzına attı. ‘’Akyokuşu sormuştunuz ama sakıncası yoksa nedenini merak ettim. Yani öyle bir mahalleye sizin gibi biri ne için gider ki?’’ En fazla evleri satın alıp yerine alışveriş merkezi dikerlerdi. ‘’Sadece küçük bir iş için.’’ deyince daha fazla uzatmadım. ‘’Sabaha kadar buradayız sen de çok sessizsin hep böyle misin yoksa sadece yabancılara karşı mı?’’ Bu sorusuyla hafifçe tebessüm ettim. ‘’Sanırım genelde böyleyim.’’ ‘’Burası senin mi?’’ gözleri minik mumun ışığında görebildiğince etrafını inceliyordu. ‘’Evet.’’ deyince devam etti. ‘’Kendi işini yapmayı hiç düşünmedin mi yani üniversiteden mezun olduğun mesleği?’’ ‘’Okumadım. Herkes sizin kadar şanslı olmuyor.’’ Sözlerim olması gerekenden sert çıkmıştı. Hafifçe gerildi. ‘’Kusura bakma üzmek için sormamıştım. Biraz düşünmeden konuşan biriyim. Aklıma gelen öylece ağzımdan çıkıyor.’’ ‘’Sorun değil.’’ Koliden bozma masanın üzerindeki çöpleri alıp çöp poşetine koydum. ‘’Doymadıysanız birkaç yiyecek daha açabilirim.’’ ‘’Hayır, teşekkür ederim.’’ İç çekti. ‘’Yağmur dinseydi bari. Sabaha kadar buradayız ama bu gidişle sabahta yollar kapalı kalacak gibi.’’ Pencerenin küçük camını aralayıp dışarı baktım. ‘’Yağmur hafiflemiş. Sabaha kadar devam edeceğini sanmıyorum.’’ Kenarda duran lolipopa uzandı. ‘’Alabilir miyim?’’ başımla onayladığında limonlu olanlardan bir tane alıp paketini açtı ve ağzına attı. ‘’Çok sıkıcı.’’ Gazetelerden birini alıp içindeki bulmacayı çıkardı. ‘’Kalem var mı?’’ Tezgâhtaki üst tarafı kırılmış kalemi alıp uzattım. Minik mum ışığında gazeteye eğilip karalamaya başladı. Bulmacayı çözdüğünü sanırken bir süre sonra kaldırıp mum ışığına tuttu. ‘’Nasıl olmuş?’’ Arkadan vuran alevin ışığı bulmacadaki resme yansıyordu ve o resimde üzerine yaptığı pala bıyık, çürük dişler parıldıyordu. Gülmeme engel olmadım. ‘’Güzel olmuş.’’ Gece yarısı yaklaşırken durmadan bir şeylerle uğraşıyordu. Yaşını sormamıştım ama yirmi beş civarı olmalıydı. Yaşına rağmen çocuk gibi vakit geçirmek için sürekli etraftaki basit şeyleri oyuncak gibi kullanıyordu ve bunları yaparken lolipopun çubuğu boyalı dudakları arasında hareket ediyordu. ‘’Yoruldum.’’ diyerek taburesine çökerek oturdu ve başını çikolata paketlerine dayayarak gözlerini kapadı. Üst taraftaki küçük bölmeden eski bir battaniye çıkardım. ‘’Bunu alın.’’ dediğimde gözlerini açarak battaniyeye baktı. ‘’Eski ama temizdir.’’ ‘’Sürekli bunu söylemekten vazgeç. Temiz olmasa ne olacak ki en fazla biraz kirleniriz sonra eve gidince banyo yapar temizleniriz.’’ Battaniyeyi alıp omuzlarına aşırdı ve sarınıp tekrar gözlerini kapadı. Çok geçmeden nefesi düzene girmişti. O uyurken yüzünü uzun uzun inceledim. Garipti. Aslında garip değildi ama bana öyle gelmişti. Oldukça rahattı ve yabancı bir yerde olduğunu umursamadan istediğini yapıyor, söylüyor ve gülüyordu. Garip gelen bu tavırlarıydı. Acaba zenginlik böyle bir şey miydi yoksa tamamen onun karakteriyle alakalı bir durum muydu? İç sesim. ‘Sanane be oğlum tanrı misafiri işte sen en güzel şekilde ağırla yarından sonra zaten bir daha görmeyeceksin.’ diyordu ki haklıydı da. Taburemi dolaba yaklaştırıp oturarak başımı dayadım ve gecenin soğuğunu hissederek gözlerimi kapadı. Yüzümde hissettiğim kaşıntıyla gözlerimi açtığımda çoktan gün doğmuştu ve omzumda bir baş vardı. Yüzümdeki saçları yavaşça ittim ve uyandırmamak için kıpırdayamadım. Omzumdaki battaniyenin sıcaklığını hissettim. Belli ki uyuyakalınca uyanmıştı ve soğuk havada uyumamam için yanıma gelip battaniyenin yarısını omzuma aşırıp benimle birlikte dolaba dayamıştı ama başı bir şekilde omzuma düşmüştü. Bu şartlarda öyle uyumuştum ki hiçbir şeyi anlamamıştım. Soyulsam ruhum duymazdı herhalde. Elimle uykulu gözlerimi ovuştururken o da uyandı. Başının omzuma olduğunu görünce hemen doğruldu. ‘’Kusura bakma, farkında değildim.’’ ‘’Önemli değil.’’ diyerek ayağı kalktım ve küçük pencereyi açınca kasım ayının soğuğu içeri doldu. Dışarıda hareketlilik vardı. Yağmur durmuş, yollar temizleniyor ve araçlar yavaş yavaş hareket ediyordu. ‘’Elektrik gelmiş.’’ diyen Hayal’e döndüm. Telefonunu şarja takıyordu. Kapının altına sıkıştırdığım poşetleri çıkardım ve kapıyı açtım. Çok geçmeden fırıncının çırağı elindeki poşetle geldi. ‘’Ağabey biraz gecikti bugün ama yollar malum.’’ ‘’Önemli değil koçum.’’ diyerek elindeki simit poğaça dolu poşeti aldım ve ısıtıcıya su koydum. O sırada Hayal birini aramıştı. ‘’Evet, konum gönderiyorum beni buradan aldırın.’’ Çayları hazırlayınca simit ve poğaçadan çıkarıp peçetenin üzerine koydum. ‘’Alacak kişi gelene kadar içiniz ısınır.’’ ‘’Şu sizli konuşmaktan vazgeçsen.’’ diyerek poğaçadan kocaman bir ısırık aldı. O kadar rahattı ki onun rahatlığı bana da geçmişti. ‘’Peki, ‘’ diyerek çayı uzattım. ‘’Sıcak sıcak poğaçayla iyi gider.’’ ‘’Sıcak çay bayılırım. Günüme kahvesiz başlayamam diyenleri hiç anlayamıyorum mis gibi çay varken.’’ Bu sözleriyle gülümsedim. ‘’Aynı düşüncedeyim. Çayın yerini hiçbir şey tutmuyor.’’ O poğaçalar bitene kadar yaptığımız sohbet bu yaşıma kadar yaptığımız en içten muhabbetlerden biriydi. Sürekli bir şeyler anlatıyor ve anlatırken gülümsüyordu. Gülümserken de gözlerinin yeşili ışıl ışıl parıldıyordu. Onun bu renkliliği yanında kendimi çok yavan hissettim. Bomboş bir resim sayfası gibiydim ama o üzerinde rengârenk şekiller çizilmiş bakınca insanı mutlu hissettiren bir resim gibiydi. Dışarıdan gelen korna sesiyle ayağı kalktı ve küçük pencereden baktı. ‘’Gitmeliyim.’’ diyerek çantasını toparladı. ‘’Her şey için teşekkür ederim. Sen olmasaydın dün gece sokakta bir başıma kalmıştım.’’ ‘’Önemli değil. Kim olsa aynısını yapardı.’’ Tam kapıdan çıkacakken. ‘’Hayal.’’ Diye seslendim ve durup bana döndü. O an uzun süredir sattığım renkli ipten yapılma arkadaş bilekliklerinden bir tane alıp ona uzattım. Bunu satın alanlarla bir ip arkadaşlığı korumaz düşüncesiyle bugüne kadar içten içe hep dalga geçmiştim ama şimdi çok anlamlı gelmişti. Gülümseyerek bilekliği aldı. ‘’Teşekkür ederim.’’ dedi ve arabaya binip uzaklaştı. O gittikten sonra büfe bir anda soğuk geldi. Gülüşüyle burayı fazlasıyla ısıttığını fark ettim ve kafamı dağıtmak için mini televizyonumu açtım. Dünkü dizinin tekrarı başlıyordu. Ekranda akıp giden oyuncu ve isimlerine bakarken karşıma çıkan yüzle afalladım. Sarı saçları ve yeşil gözleriyle gülümsüyor altında da Hayal AKMAN yazıyordu. Ünlü oyuncu Hayal Akman dün gece benim bu küçük büfeme misafir olan, geceyi burada geçiren o misafir ünlü oyuncu Hayal Akman’dı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD