Odaya girdi. Kadını kitap okurken bulmayı beklemiyordu. Anlaşılan arabada ki eşyalarını getirtmişti. Alparslan o karmaşada dikkatli bakamasa da birkaç poşet kitap gördüğünü hatırlıyordu. Kurtlarla Koşan Kadınlar. Hımmm. Sofistike bir seçim.
“Merhaba,” dediğinde satırlar arasında gezen gözleri durmadı. Cümle bitene kadar okumaya devam etti.
“Merhaba buyurun?”
“Ben Alparslan. Girebilir miyim?”
“Girdiniz zaten. Kapıyı bile çalmadınız. Neyin kibarlığı bu?” merakla girerken unutmuştu.
“Kusura bakmayın Esra hanım.”
“Adımı nerden biliyorsunuz?” çok sertti Esra.
“Bana çarptınız dün. Ben de hastaneye getirdim. Kayıt falan yaptırabilmek için kimliğinizi kullanmam gerekti.”
“Ha!” dumur olmuştu Esra.
“İyi misiniz?” adımlayarak tekerlekli koltuğu kadının yanına çekti. Getirdiği poşetleri yatağa, kahveleri de şifonyere bıraktı. “Kahve ve yiyecek bir şeyler getirdim. Ben kahvaltı edemedim Gazanfer öyle tarlası yanıyormuş gibi arayınca." Kadın kahveye uzandı.
“Ay çok teşekkür ederim. En sevdiğim kahve nasıl şans ama.”
Aslında Alparslan onun dün aldığı kahveyi almıştı sadece. Ama anlaşılan Esra onu hatırlamıyordu. Alparslan bütün gün gece ve sabah onunla ilgili hayaller kurarken Esra unutmuş bile değildi. O kadar uzaktı konuya.
“Ya. Kurtlarla koşan kadınlar demek. Okumayı seviyorsunuz.” Diyerek muhabbet açtı hemen. Unutmasının bir önemi yoktu. Elbet bir yolunu bulur kendisi ile ilgili hayaller kurdururdu.
“Evet. Çok severim.” Durdu duramadı devam etti. “Yazarım ben. Dün de fuardan imza gününden dönüyordum. O kadar yorulmuştum ki, aptallık ettim. Bütün hasarınızı karşıların. Emin olun hiç sorun değil.” Annesinin yolladığı para bu işe gidecekti galiba. Ama sonra Esra’nın uyaranlarını harekete geçiren bir şey oldu. Adam kibirle güldü. Yüzünde küçümseyen bir kas hareketi oldu. İsteyerek yapmadığı bir seğirme gibiydi.
“Aslında ben sizin aracınızı tamir ettirdim. Benim arabamda çizik bile yoktu.”
“Ne münasebet canım. Ne gerek vardı böyle bir şeye? Hayır çarpan benim, kusurlu benim. Ödemesi gereken de benim.”
“Esra. Ben Kurt araba markasının sahibi Alparslan.” Esra hayatındaki tüm şansını burada kullanmış gibiydi. “Araban tamir edilip gelecek merak etme. Ama biraz zaman alabilir. Üç dört gün kadar.”
“Hiç sorun değil Alparslan bey.” Acaba ne kadar tutacaktı. Şimdi parça değişimi vs. Olsa bu adam pahalı aksam takardı. Öff getir arabamı demek de öküzlük olur. Sanayide yaptırırdın ben onu. Gerçi sanayide de kol gibi fatura gelirdi. Neyse artık gitti iki bin dolar.
“Esra. Alparslan de lütfen. Hem yiyecek bir şeyler aldım ben ve açım.”
Alparslan’ın aldıklarını yediler. Kahve içtiler. Alparslan Esra hakkında bir sürü şey öğrendi. Dereotlu poğaçaları o da çok seviyordu mesela. Yemek yerken çay içmeyi daha çok seviyordu sonra. O da Alparslan gibi evden çalıştığı bir işe sahipti ve maalesef tek ayrı kaldıkları nokta, oyun oynamayı pek sevmezdi. Ayrılma vakti gelmişti. Esra çıkış yapmak için ayaklandı. Eşyalarını toparladı ve beraber giriş katına indiler. Kadın vezneye ilerlerken Alparslan bileğinden tuttu.
“Nereye?”
“Özel hastane burası. Yaptıkları ağrı kesiciye kadar yansımıştır faturaya. Ödeme yapacağım.”
“Burası halamın. Benim sayılır. Ben halletim merak etme.”
“Neden yaptın böyle bir şey? Sanki sen bana çarptın. Kendimi sana borçlu hissediyorum. Bu kadar iyi olma.”
Alparslan’ın hayat stratejilerinden biriydi bu. İnsanları kendine iyilikle borçlandır ki onlar da hayatları boyunca sana borcunu ödeyecekleri anı beklesin.
“Borç yok. Ben de para ödemedim. Halamla konuştum, para istemedi. Fabrika zaten benim. He ameliyat falan olsan o zaman anlarım ama bir gece hastanede yattın diye ne borcun olacak ki?”
“Ama arabada parça değişimi falan olabilir.”
“Ben gördüm arabayı, tampon düzeltilip boya hasarı giderilecek sadece.”
“E niye üç dört gün?”
“Sıra bekliyor. Bu ara yoğun biraz bakım ve onarım ekibi.” Allah’tan profesyonel yalancıydı.
“Peki bakalım. Neyse ben gideyim artık. Her şey için teşekkürler.” Tokalaşmak için elini uzattı. Alparslan bu fırsatı kaçırır mı? Asla. Avucunun içinde kaybolan sıcak tenin her bir kıvrımı, her bir noktası ayrı bir zevkti. Hemen kavradı avucunu ve bu anı zihnine kaydetti. Bütün borçlarına karşılık bir kere gülse yeterdi aslında. Hayır heyecandan espritüel yanını da konuşturamamıştı ki.
“Bırakayım seni evine. Araban yok.”
“A yok artık. Biraz daha ezilmek istemiyorum iyiliğin altında.” Güldü Esra. Sözlerini yumuşatmak, hislerini alaya almak istiyordu. Fazlasıyla yakışıklı bir adam tarafından şımartılmayalı uzun zaman olmuştu ve kadın bu hislere uzun süre kayıtsız kalamayabilirdi.
Alparslan iyilik yapmıyordu. Hedefe giden yolda yapması gereken ne varsa onu yapıyordu.
***
“Yeter be!” eline aldığı stres atma oyuncağı yüzünde katil olabilirdi yakında. Bir türlü dengeyi sağlayamıyor ve gerekli örüntüyü yapamıyordu.
“Abi bırak artık şunu. Ben stres oldum burada!”
“İşine bak Türkan.”
“Sen de bak. Arka arkaya iki gün şirkete gelmişsin işle ilgilen biraz. Sadece oyun oynuyorsun sabahtan beri.”
“Mühendisim Türkan ben! Yeni çıkacak arabayı inceledim. Bir sıkıntı yok.”
“Araba çıkınca iş bitmiyor beyefendi.” Alparslan hiddetle böldü.
“O kısımlarla uğraşman için sana para ödüyorum.”
Bir tomar dosya bıraktı önüne. “Al şunları incele. Yeni reklam yüzü olması için teklif götüreceğiz.” Alparslan daha kapağı açar açmaz yüzünü buruşturdu.
“Kıvanç ne alaka!”
“Kurt Seyit olmuştu bir ara.”
“Ceykıpı da getirelim o zaman. O da kurt adam olmuştu bir ara.”
“Çevir sayfayı,” Türkan gülüyordu. Alparslan bundan hiçmemnun olmamıştı.
“Vizyonunuza hayranım doğrusu.” Sayfaları çevirerek ilerlemeye başladı. Adayların hiçbirisi hoşuma girmemişti. “Oldu olacak Barış’la anlaşalım. O da Alparslan’ı oynuyor şu ara. Fahriye de partneri olur kurt gibi ulur."
“senden vizyonlu adaylar bekliyorum.”
“Arabayı ben yaptım. Daha ne vizyonu?” Alparslan bilgisayar ekranına döndü. Birkaç tuşa bastı ve bir önceki reklamlarını açtı. Siyah temalı çekilmiş reklam arabayı ön plana çıkartan harika bir satış tanıtımıydı. “Şöyle çok popüler olan bir çiftle falan anlaşın bari. Yok mu şöyle herkesin dilinde olan bir dizi çifti.”
“Tamam bakarız.”
Ardına yaslandı. Esra gözünün önünden gitmediği gibi bu defa aklı onunla ilişkilendirdiği bir noktaya gitti.
“Bu reklamı konusu Kurtlarla Koşan Kadınlar olacak. Kitabı okumuş kişilerden faydalanın lütfen. Hatta mümkünse direkt yazarı getirin. Siyahi bir ablamız.”
“Yani herkesin dilinde olan dizi çiftinden vazgeçtik.”
“Evet. Popüler kültürün kölesi olacaksak daha edebi şekilde olalım.”
Alparslan’ın işi bitmişti. Ellerini ensesinde kavuşturdu ve ayaklarını birbiri üzerine atarak sandalyesinde yaylandı. Acaba Esra’nın arabasının işi bitmiş miydi? Onu götürme bahanesiyle kadını yeniden görebilir, samimiyeti ilerletebilir ve böylece planlarını gerçekleştirebilirdi. Hatta yeni reklamı hakkında konu açarak fikrini alma bahanesiyle çok güzel bir ilerleme kaydedebilirdi. Alparslan sen bir markasın oğlum!
“Babamla tartışmışsınız yine.” Duymadı Alparslan. Ses sinek vızıltısı gibi bir kulağından girdi diğerinden çıktı. “Tomrise’e dil uzatılırken bacısına sahip çıkmamış diye kahırlanıp duruyor. Esas Tomris’in seni koruyup kollamak için kırk takla attığını bilse kalpten gider herhalde.”
Peki, Alparslan’ın Esra’yı aramak için bir nedene ihtiyacı var mıydı? İkisi de kaç yaşına gelmiş yetişkin insanlardı. Ben senden hoşlandım dese ne çıkardı ki? Reddedilirdi ve bir daha Esra’ya yaklaşamayabilirdi. Bir süre takılmalı ve kadının hislerini de kendisi yönünde pozitife çevirmeliydi.
“Sen beni dinliyor musun?” Türkan bir süredir kendi kendine konuştuğunu fark etmişti. “Aaalp!”
“Ha? Ne? Hı?” Adam bir anda hayal dünyasından sert bir düşüş yaşadı. “Ne anlatıyorsun kız iki saattir vızır vızır.”
“Sevgilin mi var?”
“Hayır,” dedi. Keşke olsalardı.
“Böyle dalıp dalıp gitmeler, dinlememeler. Dün toplantıda da böyleydin. Aşık değilsen mutlu mutlu ne düşünebilirsin ki?”
Alparslan yüzüne her zaman takındığı o kibir gülümsemesini takındı. Karşısındaki insanı alt etmeden önce kazanacağımı biliyorum, dediği itici olması gereken yakışıklı ifade.
“Ben zenginim bebeğim. Siz çalışanlar gibi dertlerim yok benim. Bugün de servetime ne kadar servet kattım diye düşünüyor olabilirim.”
“Görmemiş.” Türkan ayaklandı. Meşgul bir iş kadını olarak gitmesi lazımdı. “Sen aylak aylak takıl. Ben çalışmaya gidiyorum.”
“Öğlen yemek yiyelim.”
“Tamam.”
Türkan çıktı ve Alparslan kendisiyle baş başa kaldı. Dün hastanede çektiği fotoğrafı açtı ve incelemeye başladı. Beyaz yüzünde çiller mi vardı sanki? Gerçi burnunun üzerindeydi sadece ve güneş lekesi gibi de duruyordu. Saçları karmakarışık olmuştu. Elini arasına sokacaksın ve uzun uzun kurcalayacaksın, sonra geri çıkartamayacaksın. Öyle bir istek uyandı içinde. Kirpiklerini saymaya başladı. Şu yeni telefonların kamerasını da ne iyi yapıyorlardı canım. Dudakları fazla dolgun değildi ama güzel bir şekli vardı. Dünyanın en güzel kadını değildi ama Alparslan'a ondan daha güzel kadın yokmuş gibi geliyordu.
Telefonundan arama motoruna girdi. Esra’nın kitaplarına ve kitapların özetlerini bakabilirdi. Bir tane fantastik seri yazmıştı. 7 kitaplık bir seriydi ve hepsi filme uyarlanmıştı. Zaten şansını döndüren de bu serinin film olmasıydı. Karacaydınlık(roelight) serisi milyonlar satmış, 54 dilde çevrilmişti. Seri bir kurt adamlar okulunda yaşananları anlatıyordu. Esas kızımız Ella bir vampirdi ve boşanmış babasının yanına yerleşmek için çok yağmurlu Trabzon’a geliyordu. Alparslan hemen seriyi sipariş etti. Ertesi güne gelirdi muhtemelen. Başka kitapları da vardı tabi. Bir tanesi tutkulu bir aşkı anlatan yine filme uyarlanmış bir tek kitap ‘Before’ ve bir diğer aşk filmi olan ‘love book’. ‘Games Of Love’ ve ‘Games of Gamer’ da son çıkan kitaplarıydı. Serinin üçüncüsü ‘Games of CEO’ yu da yazmaya başlamıştı.
Alparslan sonra ki iki günde Karacaydınlığın birinci kitabını sular seller gibi hatmetti.