Bölüm 1

1005 Words
Bir kadeh şaraba bin liranın verildiği, çiğ et yiyerek keyif alınan rezervasyonsuz gidemediğin, denizin ve gemilerin sesinde birbirini zor duyduğun lüks bir mekan. Adını vermeyeyim ama saatlik hasılatı bir ailenin yıllık geliriyle eş değerde, belki daha fazla. Mekanda bulunan kodaman iş adamları, sosyetenin göz bebeği kadınlar ve baba parasıyla hayatını yaşayan görgüsüz oğul ya da kızlarının uğrak mekanı. Aslında yemekleri güzel, aşçısı dünyaca ünlü bir şef. Garsonlar gayet kibar ve istersen iç mekanda daha elit kısımları var. İş adamlarının içki içerken iş konuştuğu ya da sessiz ortam arayan aşıkların bulunduğu kısım. Bizim hikayemizin baş kahramanı Alparslan Koçer, kız kardeşi ve aynı zamanda kendi şirketlerinin CEO’su olan kız kardeşiyle yemek yiyor ve ikizini bekliyor. Diğerlerinin aksine bu gürültüyü çekme sebebi zaten duyulmamak. Steak et yemek istemiyor ve orta pişmiş bir bonfile sipariş ediyor. Alkol sevmiyor bu yüzden yanına su alıyor. Mekanda bir kaç genç daha var. Bir tanesi ünlü bir iş adamının da oğlu olan Amir Kağan. Yurt dışında okumuş, kendisini geliştirmiş kültürlü bir genç. Bir diğer gençler ise Alparslan’ın babası Köksal beyin en büyük düşmanının oğlu Yunus. Yunus kel, kısa boylu zayıf bir adam. Özgüveni yüksek ve cahil. Bize Alparslan ve ailesini, Amir ve kuzeni Salih arasında geçen diyalog tanıtacak. “Şurada oturan adamı bir yerden gözüm ısırıyor amaaa...” diye söze girdi Amir. Başı Alparslan’ı işaret ediyordu. Türkiye’ye daha geçen hafta gelmişti. Babasının yurt dışında ki işleriyle ilgileniyordu. “Alparslan Koçer. Kullandığımız arabaları tasarlayan adam. Kurt araba markasının sahibi. Karşısında ki kadın da hem kardeşi hem de CEO’su.” Salih mafya dünyasının içinde değildi ama dışında da kalamıyordu. Dayısı tamamen Amir'le iş yapmasını istiyordu. “Koçer soyadını bir yerden çıkartacağım sanki.” Koçerlere kaçamak bakışlar atıyordu. Direkt bakmak ayıp kaçardı ama bakmadan da tanıyamazdı. “Dedesi Kürşat Koçer. Güçlü bir barondur. Baban muhakkak tanır. İllegal bütün işleri yapar.” “Hatırladım. Babamla bir uyuşturucu işi yapmışlardı.” “Şşşşt. Burası Türkiye yerin kulağı vardır.” Salih gerilmişti. “İki kardeş mi bu Alparslan’lar. Bu adam tek erkek çocuksa nasıl girmedi mafya işlerine?” Sesi lakayttı. “Esasen babasının veliahttı ikizi. Harbi insandır. Birkaç kez karşılaştık ve muhabbetimiz oldu. Cıvıklık sevmez. Silahla sivrisinek avlar, o derece iyi atıcı. Dövüşürken ne sıra yedin tokadı anlamazsın, boynun kırılıp ölmüşsündür. Ama mafya dünyasında diğerlerinden bir farkı var.” Bombayı patlatmadan önce heyecanlandırmak için yüzüne hevesli bir gülüş takındı Salih. severdi böyle dedikodu yapmayı. “Neymiş o?” Bu sırada, mafya dünyasına bomba gibi düşmüş olan Koçer’lerin veliahdının arabası mekanın önünde durdu. Sağ kolu İfagat saygıyla kapıyı açtı ve hanımının inmesini bekledi. Ayakkabılarının üzerine düşen kumaş pantolonu göründü önce tek çizgi, sonra Tomris tüm fiyakasıyla indi arabadan. Omzuna attığı kabanı, boynundan sarkan beyaz atkısıyla ve belinden görünen silahıyla tam bir mafyaydı. Ardında iki adamıyla mekana ilerledi. Önce iç mekanda ki elit kısımdan geçti. Oturan iş adamları oturuşunu düzeltip başıyla selam verdi ama o görmezden geldi. Toplum içinde bir ağırlığı vardı. Dış mekana çıktığında Amir’in masasında hala onun kadın olduğunu öğrenmenin şoku yaşanıyor, Yunus arkadaşlarına gevrek gevrek gülerek çapkınlık macerası anlatıyor, Alparslan'sa kardeşiyle muhabbet ediyordu. Tomris’i görünce ikisi de sustu. Önce kardeşler selamlaşması yaşandı, ardından hoşbeş. Kadın sandalyesine oturdu ve kız kardeşi Türkan’ın önündeki mönüyü alarak incelemeye başladı. Alparslan’la Türkan’ın da yemeği henüz gelmemişti. Muhabbet kaldıkları yerden Tomris’in de katılımıyla devam etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir münasebetsizlik oldu. Yunus arkadaşlarıyla konuşurken Koçer ailesini fark etmişti. Babasının Alparslan Koçer’le iş yapmak istediğini biliyordu. Eğer yaşıtı bu adamla münasebeti ilerletirse babasının işleri kolaylaşır Alparslan onlarla iş yapardı. Köksal Koçer babasından hoşlanmaz, bunu alenen belirtmekten de çekinmezdi ama Alparslan da babasıyla pek samimi değildi. Daha önce de onun hazzetmediği kişilerle çalışmıştı. Tüm özgüveniyle yerinden kalktı ve destursuz muhabbetlerinin ortasına daldı. “Alparslan. Selam dostum. Ben Yunus,” diyerek samimi bir giriş yaptı. Üç kardeş de başta birbirine baktı. Tomris adamı tanıyordu ve babasının sevmediği kimseyi o da sevmezdi. Alparslan’ın amber rengi gözleri kız kardeşinin amber rengi öfkeli gözlerinden Yunus’a döndü. Bu ailenin ortak özelliği babalarından kendilerine geçen amber rengi gözdü. “Tanışmıyoruz,” diyerek nerden bu samimiyet diye sorgulamak istedi. “Tanışmak için adımı söyledim ya şekerim. Aynı çevreden insanlarız.” “Aynı çevreden olsak tanışırdık.” “Tomris tanır beni, değil mi güzelim,” diyerek Tomris’in atkuyruğu yaptığı saçlarından firar etmiş bir tutamı geri itmek istedi Yunus. Hayatının hatasıydı. Yüzüne uzanan kolu kavrayan kadın ters bir hareketle çevirdi ve Yunus’un diz çökmesini sağladı. Kolu yerinden çıkmıştı muhtemelen. “Bir daha bir kadına izni olmadan dokunmaya kalkarsan o elini götüne sokarım. Bir daha bana dokunmayı aklından bile geçirmeyi bile düşünürsen o elini götüne sokarım. Bir daha insanların izni olmadan masalarına gelirsen bu günü hatırla. Kolunu kıvırıp nasıl götüne sokulacak kıvama getirmiştim, gözünün önünden gitmesin.” Adamın kolunu bıraktı. Yemek tepsisiyle bekleyen garsona döndü. Siparişlerini getirmişti ama korkudan yaklaşamamıştı. Giderken yüklü bahşiş bırakacaktı. “Getir yemekleri lütfen şekerim.” ‘şekerim’ derken vurgulamayı ihmal etmedi. “Çekilebilirsin,” diyen Alparslan eliyle de tasdikleyen bir hareket yaptı. Muhatabı Yunus’tu. “Görüşeceğiz,” diye giden adama Alparslan cevap verdi. “Görüşürüz elbet şekerim.” Kardeşler için gecenin devamı sessiz ve sakin geçti ancak Amir’in dikkatini Tomris fazlasıyla çekmişti. Geldiğinden beri gözlerini ondan alamıyordu. Ama Tomris'e yaklaşmak için bir bahane aklına gekmiyordu, hala ki Yunus'a yaptığı racondan sonra. Uzun uzun yemek yiyip muhabbet ettikten sonra ayaklandı Koçer kardeşler. Tomris garsona cidden yüklü bir bahşiş bırakmıştı. Üçünün de arabası sırayla girişe yanaştı. “Şirkete gelmiyor musun?” diye sordu hevesle Türkan. Onunla iş konuşmak istiyordu ve Alparslan şirket dışında iş konuşmuyordu. Prensipleri vardı. Randevu almak da çok zordu. “Hayır başka işlerim var.” “Hadi be ordan!” “Bay bay şekerim.” ‘şekerim’ bir süre aile içinde bir espri olarak dönecekti. Getirilen amber rengi arabasına ilerledi Alparslan. Logosu kurt olan elleriyle yaptığı son model araç, sol arka tamponunda kendi imzasını taşıyordu. Kapı kanat gibi açıldı ve genç adam içine yerleşti. Çalıştırdığında araç çoktan koltuğu ve aynaları valenin vücut ayarlarından kendisine ayarlamıştı. Koltuğun geri gitmesini, aynaların açı değiştirmesini ve direksiyonun biraz yükselmesini zevkle izledi. Bu arabada yaşayabilirdi, bu arabada ölebilirdi, bu arabada hayatının aşkıyla tanışabilirdi. Hepsine razıydı. Eve giderken kendime kahve almalıyım diye düşünmekten kendisini alamamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD