Bembeyaz gelinliğimle kalabalığın ortasında terk edilmiş gibi hissediyordum. Kulaklarımdan giren sözler beynimi yakıyordu. Ne bir adım atabiliyordum ne de insanlarla göz göze gelebiliyordum.
Bana yalan söylemişti…
Zayıf bedenim titrerken sürekli kendine gel diyerek aklımı toplamaya çalışıyordum. Karşımda duran Sevilay, bir şeyler söylüyor onu algılayamıyordum.
Beni kandırmıştı…
Dolan gözlerim göz bebeklerimi değil kalbimi yakıyordu. Beni en hassas, savunmasız dönemimde kandırmıştı Savcı.
“İnsanların dikkatini çekiyorsun.”
Bileğimden tutan Sevilay beni kalabalıktan uzaklaştırırken bize doğru gelen Deniz teyze, “İyi misin kızım?” dedi. Sadece beni değil ailesini de kandırmıştı.
“Biraz midesi bulandı, lavaboya götürüyorum onu.”
“Ben de geleyim sizinle.”
Gözlerindeki tedirginlik gerçekti. Bu adam hem beni hem de ailesini kandırarak ne planlıyordu?
“Sizin gelmenize gerek yok, biz hemen geleceğiz.”
Mecbur kabul edip kenara çekildiğinde, kalabalığı geride bırakıp koridora çıktık. Öfkeden yerimde duramıyordum. Ellerim titriyor, kendimi tokatlamak istiyordum. Gelin odası için ayrılan odanın önüne geldiğimizde kapıyı çalmadan içeriye girdi Sevilay. “Kimse yok, gel.” İçeriye girdiğimde kapıyı kapatıp gözlerimi yumdum sımsıkı.
“Öncelikle sakin olmalısın, öfkeyle yanlış kararlar alabilirsin.”
Gözlerimi açtım. “Beni kandırdı, beni en savunmasız anımda kandırdı. Neden Sevilay?”
Gözlerimin içine dikkatli baktığında başıma yük olan duvağı çekip yere attım.
“Eğer benim o gece ne yapacağımı anladıysa neden hakkımda soruşturma açmadı da benimle evlendi? Aklım almıyor Sevilay, sadece bana değil ailesine de yalan söyledi.”
Titreyen ellerimi tutup beni koltuğa yönlendirdi. Yan yana oturduğumuzda sakin olmak adına derin derin nefes alıp verdim.
“Sen hayatımda gördüğüm en akıllı insanlardan birisin, Elisa. İkimiz de biliyoruz ki savcı seni daha önceden tanıyor, tanımasa böyle bir işe girişmez.”
“Hadi beni daha önceden tanıyordu bunu bana neden söylemedi? O evde beni ilk kez görmüş gibi davrandı. Savcı her şeyi biliyor Sevilay, ama oynadığı oyun farklı. Karşısına geçip içimdeki nefreti yüzüne haykırmak istiyorum. O arkadaşları da her şeyi biliyor. Nasıl kandım?”
Bacaklarımı hareket ettirip tekrar dağılan aklımı toparlamaya çalıştım. Kopuk olan ipleri birleştirmeye çalıştım. Savcı ne planlıyordu? Boğuluyordum. Ayağa kalkıp parmaklarımı boynumun üzerinde dolaştırdım.
“Ablama mesaj attım, bize ondan başka yardım edecek kimse yok Elisa, ona olan biteni anlatalım.”
Duvarlar bana dar geliyor, soluksuz hissediyordum. Gözlerim odanın köşelerine takılıyor, her bir eşyayı inceliyor, sanki cevapları orada bulabileceğimi umuyordum. Ruhumda bir huzursuzluk, bir belirsizlik vardı.
Çıkmazdayım ve ne yapacağımı bilmiyordum. Mantıklı karar vermek istiyordum, ama kafam karışık, kalbim fırtınalar içindeydi. Kendimi bir labirentin içinde kaybolmuş hissediyordum, çıkışı bulmak için gözlerimle duvarları tarıyordum. İçimdeki ses, cesur olmamı, kendi gücümü keşfetmemi söylüyordu. ,
Korkuyorum, başarısız olmaktan, yanlış bir yolu seçmekten korkuyorum. Bunu atlatabilmek için içimdeki gücü yeniden bulmam gerekiyordu.
Odanın kapısı açıldığında bakışlarımı kapıya çevirdim.
“On dakikadır seni arıyorum, iyi misin?”
İçeriye giren savcı bana doğru adım attığında yanağımın içini ısırdım sakin kalabilmek adına. Yerde duran duvağa ardından tekrar bana baktı. Gözlerinin içine kim bakarsa baksın onun yalan söylediğini anlamazdı. O, çok güzel oynuyordu.
“İyi misin, Elisa?”
Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. Odanın kapısı tekrar açıldığında içeriye arkadaşları girdi tek tek.
Hepsi yalancıydı, hepsi bana oyun oynamıştı.
“Kötü hissediyorsan eve gidebiliriz.”
Koluma dokunmak için elini uzattığında dokunmasına izin vermedim.
“Kötü hissediyorum.”
“Yorgunluktan mı?”
Kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladım.
“Hayır savcı.”
Gözleri bedenimin üzerinde dolaşırken, “Hastaneye götüreyim seni,” dedi. Tebessüm ettim.
“Hiç gerek yok, doktor bu zamanlarda olur dedi.”
Gözleri kısa bir an yanımda duran Sevilay’a kaydı. Onda aradığını bulamamış olacak ki tekrar bana döndü.
“Bir rahatsızlığın mı var?”
Suratına tokat atmamak adına kendimi zor tutuyordum.
“Sana söylemedim ama bilmen gerekiyor.”
Gözlerindeki meraklı bakış o kadar gerçekti ki, asla yalan söylüyor veya birini kandırıyor gibi durmuyordu.
“Hamileyim ben.”
Arkada kendi aralarında gülüşen adamların yüzlerindeki gülüş anında soldu. Volkan her zamanki gibi asık suratıyla bizi izliyordu. Karşımda duran savcı ise aynı şekilde duruyordu. Şaşırma veya kızgınlığa dair hiçbir tepki yoktu yüzünde.
“Evde konuşalım mı?”
Sinirle sırıtırken, “Hangi evde ?”dedim. Bana doğru adım attığında geriye çekildim.
“Utanmıyor musun yalan söylemeye? İyi okullarda okumuşsun, iyi bir eğitim geçmişin var ama yalan söylememeyi öğretememişler sana. Neden kandırdın beni?”
“Uuu,” diyen Barış, “Yenge öğrenmiş,” dediğinde burnumdan nefesimi alıp verdim.
“Evde konuşalım, burası yeri değil.”
“Seninle bundan sonra konuşacağımı düşündüren nedir? Hakkında suç duyurusunda bulunacağım.”
Kahkaha atan Volkan bize doğru bir adım attığında Sevilay bileğimi tuttu.
“Bana bak küçük sıçan, çevirdiğiniz oyunları bilmiyor muyuz sanıyorsun?”
Hepsi biliyordu! Başımı dik tutup korktuğumu asla belli etmedim.
“Volkan, sus!” diyen Batuhan onu durdurmaya çalışsa da Volkan’ın durmaya niyeti yoktu.
“Zengin olan adamları, savcıları, avukatları, polisleri ve binlercesinin yatağına girip onları kandıran küçük sürtük topluluğu.”
“Volkan!”
Gözlerim dolarken, arkasını dönüp, “Çeneni kapat,” diye bağırdı Batuhan. Sevilay bileğimi sıkarken hâlâ güçlü durmaya çalışıyordum.
“Bağırma bana! Bu ve bunun gibilerin ne iş yaptığını hepimiz biliyoruz.”
“Ben bir şey yapmadım.”
“Yapmadın mı? Sen o gün oraya neden geldin? Bizlerden birini kandırıp birimizin koynuna girmeyecek miydin?”
Yumruğunu Volkan’ın yüzüne vuran Batuhan, “O benim karım,” dediğinde Volkan yere tükürüp dudağındaki kanı sildi.
“Onun hakkında düzgün konacaksın, onun hakkında yanlış düşünmeyeceksin.”
“Sikik beyinli, ebenin amına koyacak haberin yok.”
“Siktir git Volkan.”
Geriye çekilen Volkan tekrar yerine geçtiğinde yanaklarıma süzülen gözyaşlarımı hızla sildim.
“Benim bir suçum yok, o gün oraya zorla getirildim. Korktum ve yapmadım, yapamazdım da zaten. Ben sizin düşündüğünüz gibi biri değilim. Hakkımda araştırma yapsaydınız geçmişimin temiz olduğunu görürdünüz.”
“Açıklama yapmak zorunda değilsin.”
“Hepsi senin yüzünden oldu, beni karın içinde gördüğünde görmemezlikten gelseydin, neden gelmedin? Bıraksaydın da ölseydim. Bana yardım ettin, benim en hassas yerimden vurup beni seninle evlenmeye zorladın.”
“Ben seni hiçbir şeye zorlamadım, bir teklifte bulundum sen de kabul ettin.”
“Hayatım bitmişti, sağlıklı düşünemiyordum. En zor anımda sürekli seni yanımda buldum. Sen bana yardım ediyorken ben de sana yardım etmek istemiştim sadece.”
Bana doğru bir adım daha attığında, “Senden kurtulacağım,” dedim.
“Bu artık imkânsız, imzaladığın kâğıtta sonsuza kadar karım olmayı kabul ettiğin yazıyor.”
“Onun bir hükmü yok.”
Gülümsedi.
“Maddeleri okumamıştın değil mi?”
Aptal gibi okumamıştım.
Tekrar gözyaşlarımı silip geriye doğru adım attığımda, “Beni kandırdın,” diyerek bağırdım. “Her şeyi başından beri biliyordun ama beni oyuna getirdin.”
“Hukuk öğrencisi olarak okumadığın bir kâğıdı imzalamaman gerektiğini öğrenemeyen sensin, Elisa. Ben sana açıktım sen görmek istemedin.”
Öfkeli bakışlarımı hepsinin üstünde dolaştırdım.
‘Ben masumum, bırakın beni gideyim.”
“Gitmek senin için hiç kolay olmayacak,” dedi çatık kaşlı duran Volkan.
“Allah hepinizin belasını versin. Madem benim suçlu olduğumu düşünüyorsunuz o zaman neden tutuklattırmadınız beni? Evlenmek de neyin nesi?”
Benim gibi bakışlarını karşımda duran Batuhan’a çevirdi.
“Bunun cevabını sana o versin. Bana kalsa seni o gece kolundan tuttuğum gibi götürürdüm.”
Başımı iki yana salladım.
“Burada kalmayacağım, hemen boşanma evraklarını hazırlayıp sizden uzağa gideceğim.”
“Bu o kadar kolay değil güzel karım.”
Üzerime doğru geldiğinde geriye doğru adım attım tekrar.
“Bundan sonra ben nereye gidiyorsam sen de oraya geleceksin.”
Başımı iki yana salladım. “Bu asla olmayacak, gerekirse hakkımda soruşturma aç ben masumum. Beni oraya zorla getirdiler, yapmam için zorladılar ama yapmadım. Gidin suçlu kimse onu yakalayın.”
“Senin suçlu olmadığını biliyorum.”
“O zaman neden beni yanında zorla tutuyorsun?”
“Canım öyle istiyor.”
“Allah’ın belası, defol git hayatımdan. Tekrar söylüyorum suçlu olduğumu düşünüyorsanız bunu yasal yollarla yapın.”
“22. 03. 2022 yılından beri Mavi dolunay çetesinin üyesiyim. Beni bu çeteye zorla sokan ablam Handan Tunç, Güler Şimşektir. Kaçmak istediğimde beni ölümle tehdit ettiler. 31.12.2022 gecesi Bolu’daki yılbaşı partisi için beni zorla bir eve götürdüler. Orada zengin birini kandırmam gerekiyordu, bunu yapmaya cesaretim yoktu. Korkuyordum, buradan nasıl kaçarım diye düşünüyordum. Ben çıkış yolu ararken eve daha önceden tanıdığım Savcı Batuhan Aslan geldi. Bir sene önce kendisiyle duygusal bir yakınlaşma yaşamıştık ama araya giren bazı sebeplerden dolayı birbirimizden uzak kaldık. O gece ona sığındım ve olan biteni ona anlattım. Çeteyi çökertmede ona ve devletimiz için çalışan tüm görevlilere yardım edeceğime söz veriyorum. Eğer yardım etmezsem, kaçar veya çeteye haber taşırsam bütün suçları kabul ediyorum. Elisa Tunç...”
Gözlerim kocaman olmuş, yüzüne bakıyordum.
“Sen?”
Dilim tutulmuştu. Dizlerimin bağı çözülmüş, nefes alamıyordum.
“Sen hayatımda gördüğüm en şerefsiz insanlardan birisin.”
“İyi bir avukat olmak istiyorsan bundan sonra dikkatsiz davranmayacaksın Elisa Aslan. Ben ne dersem onu yapacaksın.”
Başımı iki yana sallayıp Sevilay’a döndüm. Tıpkı benim gibi şok olmuştu ama benim kadar korkmuyordu.
“Sizler nasıl insansınız böyle? Sen onu küçümsüyorsun ama kendine baksana önce. Savcı olmuşsun ama kim suçlu kim suçsuz ayırt edemiyorsun.”
“Onun suçlu olduğunu söylemiyorum.”
“Yasal olmayan yollarla kıza kâğıt imzalatmışsın. Onu kandırdın, evlenmeye zorladın. Bu yaptığının suç olduğunu biliyorsun.”
Omzunun üzerinden arkaya baktı. Barış sırıtarak omuzlarını kaldırıp indirirken, Zafer gözlüğüyle oynuyordu. Volkan ve Vladimir de asık suratlarıyla bizi izliyorlardı.
“Gidin istediğinizi yapın, ben seninle bir yere gelmeyeceğim.”
“Şu kapıdan çıktığında başlamayan mesleki hayatını bitiririm senin.”
Nefret dolu bakışlarım yine Volkan’ın yüzünü buldu.
“Sen ne kadar iğrenç bir adamsın böyle.”
“Senin kadar değilim, küçük sıçan.”
“Sizden korkmuyorum, istediğinizi yapın umurumda değil. Yürü Sevilay.”
Buradan çıkmak kolay olmayacağını bilsem de kendimden emin adımlarla kapıya ilerledi. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum.
“Dışarıya bensiz çıkamazsın, Elisa.”
Savcının sesi artık kulaklarımı tırmalıyordu. Katlanamıyordum ona.
“Çıktığın an fakülteden atılmanı sağlamam iki saniyemi almaz. Değil hukuk dünyasında hiçbir kapıda iş bulamazsın, ablanın evine dönmek durumunda kaldığında onun yaşadığı pis hayatın en beterini yaşarsın.”
“Seninle yaşamaktan iyidir.”
“Onursuz bir hayatı mı seçiyorsun?”
“Evet.”
Hızla üzerime gelip kolumu tuttuğunda, “O zaman onlardan bir farkın kalmaz,” diyerek bağırdı.
Kolumu elinin arasından almaya çalıştım alamadım.
“Dokunma bana!”
“Onlar gibi mi olmak istiyorsun sen de!”
“Sana ne!”
“Bana bak, buradan birlikte çıkıp evimize gideceğiz. Bu evlilik oyun değil gerçek bir evlilik.”
Kahkaha atıp, “Sen kafayı yemişsin,” dedim. “Bana âşık mı oldun savcı? Neyin ısrarı bu?”
Gözleri alev alev yanıyordu. İçim acıdan kavrulsa da dudaklarımdaki sinsi gülüşle onu baştan aşağı süzdüm.
“Tipim değilsin savcı, annen için bu evliliği kabul etmiştim ama artık bunun bir önemi yok. Beni istersen şikâyet et, istersen pisliğin içine sok umurumda değil.”
Kolumu hafifçe sıktığında gözlerimi gözlerinden çekmedim.
“Eve gidiyoruz.”
“Değil eve seninle şuradan şuraya gitmem.”
“Ee yeter be! Oğlum niye yalvarıyorsun şuna, açalım soruşturmayı tıkalım içeriye. Tek karı bu lan?”
“Volkan, seni bir daha uyarmayacağım!”
Arkamı döndüğüm an bedenimi kendine çekti.
“Bırak beni!”
“Bırakmayacağımı ikimiz de biliyoruz.”
“Sevilay yardım çağır.”
“Ortalık kızışıyor, ben en iyisi uzaklaşayım,” diyen Zafer kapıya doğru süzüldü.
“Ben sana inanıyorum güzelim, sen bu iki öküzün kabalığının kusuruna bakma.”
“O zaman polis çağır.”
“Polis geldi,” diyen Sevilay’ın sesiyle ona doğru döndüm. Gözlerini kapıya işaret etti. Zafer kapıyı açtığında, “Oha,” diyerek mırıldandı. “Küçük kıyamet kopacak şimdi.”
“Çekil kenara.”
Duru abla içeriye girdiğinde, “Bir sen eksiktin,” diyen Batuhan dişlerinin arasından konuşunca bakışlarını Volkan’a çevirdi. Onun gibi bakışlarımı Volkan’a çevirdim. Ellerini yumruk yapmış Duru ablayı öldürecek gibi bakıyordu.
“Bunun ne işi var lan burada?”
Gür sesiyle bağırınca Sevilay’la birlikte irkildik ama Duru abla zerre irkilmedi. Savcının bileğini tutup, “Bırak kızın kolunu,” dedi dişlerinin arasında.
“Lan ne oluyor amına koyayım, ne işi var lan bunun burada!”
Arkada böğüren Volkan kimsenin umurumda değildi şu an.
“Sana kızın kolunu bırakmanı söyledim, değil mi?”
“Bırakmıyorum.”
“Bana bak savcı, bir hatlar karıştırdığını tahmin ediyordum bak sabah olmadan öğrendim. Kızı rahat bırak.”
“Canımı acıtıyorsun,” dedim dişlerimin arasından. Gözleri koluma kaydı. Parmaklarıyla kızaran tenimi ovuşturup bıraktı.
Elimi tutan Duru abla, “Yürüyün,” dediği an, “Onu götüremezsin,” dedi.
“Benimle gelmek istiyor musun, Elisa?”
“Evet abla.”
“Duydun, kız benimle gelecek.”
“Batuhan, bunun ne işi var burada!”
“Abi bir dur Allah aşkına.”
“Yeter lan!” Üzerimize gelip Duru ablanın karşısına geçen adam, “Sana benim çevreme yaklaşmayacaksın demedim mi?” dediğinde Duru abla gözlerini onun üzerinde zorlukla tutuyordu.
“Senden, senin çevrenden iğrendiğimi biliyorsun. Değil aynı mekânda aynı şehirde bile seninle olmak midemi bulandırıyor.”
Volkan ellerini yumruk yaparken, “Seni mahvederim,” dedi.
“Sen bana bir bok yapamazsın, kızı alıp gideceğim bir Allah’ın kulu müdahale ederse sonunuz fena olur.”
Bir anda Duru ablayı duvara itip yumruğunu duvara geçirdiğinde, “Kimi tehdit ediyorsun lan?” diye bağırdı.
“Seni! Çekil karşımdan, suratını görmeye katlanamıyorum, kokun midemi bulandırıyor.”
“Lan!”
Peş peşe yumruğunu duvara vuran Volkan, Duru ablayı rahat bırakmazken ne olduğunu anlamadan bedenimi savcının kollarının arasında buldum.
“İndir beni yere.”
“Sabırlı ol, evimize daha vakit var.”
Omuzlarına peş peşe vurup, “Bırak beni,” diye bağırdım. Önden giden Zafer’le Barış kapıyı açtığında, “Biz Volkan’ın yanındayız, bu gece onu toparlamamız gerekecek,” dediler. “Sen başının çaresine bakarsın değil mi?”
“Beni dert etmeyin,” diyen adam beni zorla arabaya oturtup kapıları kilitlediğinde, “Bırak beni,” diyerek bağırdım.
Arabanın motorunu çalıştırdığında, bu delilik daha fazla dayanılmaz hale geldi. Kızgınlıkla gözlerimi arabanın içindeki her yere savuruyordum. Kendimi hapsolmuş hissediyordum, tıpkı bir kapanın içinde sıkışmış gibi.
"Bırak beni!" diye bağırdım, ellerimle kapıları yumrukluyordum. Saçlarım dağılmış, gözlerim çılgınca parlıyordu. Her çığlık, her yumruk, bu küçük arabanın içindeki gerginliği daha da artırıyordu.
Batuhan, direksiyonu kavramıştı ama yüzünde öfkeye dair bir iz yoktu. Ben burada sinir krizi geçirirken o nasıl sakin kalabiliyordu?
Araba hareket etmeye başladığında, içimdeki yangın daha da büyüdü.
"Beni indir," diye yineleyerek bağırıyordum, sesim kükremeye dönmüş, çığlıklarla dolu bir çırpınan kuş gibiydi. Her saniye, içimdeki patlamaya bir adım daha yaklaşıyordu.
“Boşuna bağırıp ses tellerine zarar veriyorsun. Evlendik Elisa, bundan sonra yeni hayatına alışmaya bak.”
“Sen hasta mısın? Nasıl kolaylıkla evlendik diyebiliyorsun?”
“İnan hiç kolay olmadı.”
Sinirle gözyaşlarımı silip sakin kalabilmek adına burnumdan nefes alıp verdim.
“Eve gidince konuşacağız şimdi sakin ol.”
Bağırmaktan boğazım acıyordu, kandırılmaktan yüreğim.
Arabanın içinde sessizlik hüküm sürdü, nefeslerimiz çırpınan bir kuşun hızla durmasına benziyordu. Kızgınlığım yavaşça yerini içsel düşüncelere bırakıyordu. Hızla yaşadığım olaylar, nasıl bu karanlık oyuna sürüklendiğimi düşünmemi engelliyordu.
Kendime öfkelendim, bir avukat adayı olarak eğitilmiştim, bir belgeyi okumadan imzalamamam gerektiğini biliyordum. Ama o an, o kritik anda, mantığım yerine duygularımı dinlemiş ve hızla tuzağa düşmüştüm.
Ablamın üzerime gelişi, psikolojik olarak yıpranmam beni buna itmişti. Dikkatli olmalıydım, sorgulamalıydım, öylece güvenmemem gerekiyordu.
Ellerimi alnıma vurdum peş peşe.
Kendime inanamıyorum, kendime gerçekten katlanamıyorum.
“Yapma.”
Bileğimi tutan adamın ellerinin arasından hızla bileğimi çektim. Parmaklarım cama çarptığı için acıdan ağrırken gözlerimi yumdum.
“Eve gidince her şeyi konuşacağız.”
Konuşacak neyimiz kalmıştı ki?
Gösterişli evinin bahçesinde arabasını durdurdu.
Bundan sonra kaçamayacağını sen de biliyorsun, bu yüzden boşuna kendini yıpratma. Nasıl bir hayatın olacağını, birlikte neler yapacağımızı konuşacağız. Bu süreçte bana yardımcı olacaksın.
Bir saniye bile ona katlanamıyorken bir de ona yardım etmemi mi bekliyordu?
Arabadan indiğimde saçlarımdan süzülen yağmur damlaları yüzüme yayıldı. Bu sabah bu gelinliği giydiğimde heyecanlanmıştım. Bu evliliğin gerçek bir evlilik olmadığını bildiğim halde öyleymiş gibi hissettiğim için kendimden iğreniyordum. Şimdi bu beyaz gelinliğin etekleri çamur olmuştu.
“Hava soğuk, hasta olacaksın.”
Başımı gökyüzüne kaldırdım, yağmur damlaları yüzüme çarparken acıyı bastırmak için alt dudağımı ısırdım. Hayatım boyunca her zaman bağımsız olmayı ve kendi yolumda ilerlemeyi tercih ettim. Hiç kimseye boyun eğmemiş, kendi azmim ve kararlılığım sayesinde başarılara imza atmıştım.
Ablam ayağıma takılan bir prangaydı. Ne annem vardı ne babam. Bir tek o vardı benim için. Bana sarılıp kol kanat olması gerekirken beni bataklığın içine sokmuştu. En büyük tutkum olan avukatlık mesleğinden beni uzaklaştırmıştı. Her zaman mantıklı düşünüp mantıklı kararlar veren ben en duygusal anımda aptallaşmıştım.
Kendimi hiçbir zaman affetmeyecektim. Bir gün eğer o cübbeyi üzerime giyersem, aynaya baktığımda yüzüme tükürecektim.
Gelinliği taşıyan bedenim, yağmurun şiddetli yağışı altında çamurla kaplıydı. Masumiyetin simgesi olan beyaz elbise artık çamurun kirlettiği bir hayalet gibiydi. İnce kumaşı ıslanmış ve ağırlaşmıştı, adeta bu çamur seline gömülmüş gibiydim.
Saçlarım, yağmurun hiddeti altında dağılmıştı. Yapraklar ve dallar, saç tellerime karışmış, bir zamanlar düzenli ve güzel olan saçlarım şimdi doğanın vahşi bir oyuncağı haline gelmişti. Islak saçlarım yüzümü çevrelerken, başımı saran dağılmış saçlarım perişan bir görünüm sergiliyordu.
“Elisa, seni zorlamak istemiyorum ama eve girmemiz gerekiyor. Yağmur şiddetlendi.”
Başım, bu acı dolu anın yükü altında perişan bir şekilde eğikti. Gözlerimden süzülen yaşlar, yağmur damlalarıyla karışarak yanaklarımdan aşağı doğru süzülüyordu. İçimdeki fırtına, yorgun ve çaresiz bir ifadeyle yüzümde yansıyordu.
Bileğimden tutup beni peşinden sürükleyen adam evin içine soktuğunda merdivenlere doğru yönlendirdi. Kaldığım odanın içine girdiğimizde bileğimi bırakıp dolaba doğru yürüdü. Dün benim için alışveriş yapmıştı. Giymeği düşünmediğim kıyafetlerden siyah eşofman takımını ve beyaz iç çamaşırı takımını aldı. Kıyafetleri yatağın üstüne bırakıp, “Duş al burada bekliyorum seni,” dedi. Cevap vermeden yüzüne baktım.
“Seni o duşa sokar kendim yıkarım.”
Kaşlarımı çatılıp, “Barbar,” diyerek bağırdım.
“Acele et.”
Kıyafetleri alarak banyoya girdim. Hırsla üzerimdeki gelinliği çıkarıp yere attım. Dağılan saçlarımın arasındaki tel tokaları da çıkarıp lavabonun üzerine attıktan sonra iç çamaşırlarımı çıkarıp duşa kabinin içine girdim. Ilıklaştırdığım su başımdan aşağı akarken sakin olmak adına ne yapacağımı düşündüm. Bu zamana kadar mantıksız davrandım bu saatten sonra mantıklı davranmam gerekiyordu. Karşımda güçlü adamlar vardı, onlarla baş etmem kolay değildi.
“Kaç saat kalacaksın orada?”
Gözlerimi yumdum sımsıkı. Sonsuza kadar.
“Beş dakika içinde çıkmazsan içeriye gireceğim.”
Lanet adam. Suyu kapatıp duşa kabinden çıktım. Dolaptan aldığım havluyla kurulandıktan sonra giymeyeceğim dediğim kıyafetleri giyip banyodan çıktım.
“Saçlarını kurutmamışsın.”
“Şaka mısın sen?”
Dilini damağına vurdu. “Şaka yapmayı hiç beceremem.”
“Yalan çok söylediğin için ona fırsat kalmamıştır öğrenmek için.”
Kaşları yükselip indi.
“Ben yalan konuşmam.”
“Annem çok hasta Elisa, bir yıl içinde ölecek, bunları babam mı söyledi?”
Üst dudağı kıvrıldığında yüzüne vurmamak için kendimi zor tuttum.
“Allah korusun, ne yapıyordunuz siz kadınlar?” Kulağını çekip parmağının tersini duvara vurdu. “Şeytan kulağına, anneciğime Allah uzun ömürler versin.”
“Sen hayatımda gördüğüm en değişik adamlardan birisin. Hastasın sen hasta, kafayı yemişsin. Senin gibi bir adamın savcı olduğuna inanamıyorum.”
“Torpille geldim ben buralara.”
“Belli oluyor.”
“Hadi beni şikâyet et.”
Ruh hastasıydı, resmen bütün sinirlerimle oynuyordu.
Omzuna çarpıp odadan çıktım. Peşimden gelirken merdivenleri hızlı bir şekilde inip koltuğa oturdum.
“Kahve ister misin?”
Başım kuvvetli bir şekilde ağrıyordu. Parmaklarını alnımın üzerinde dolaştırırken, “İstemiyorsun belli ki,” dedi. Karşıma oturdu. Hâlâ ıslak kıyafetleriyle duruyordu. Bacaklarını öne doğru uzatıp derin bir nefes aldı.
“Seni ilk kafede çalışırken gördüm. Kafan o kadar dalgındı ki, üzerime kahve döktün farkına varmadın.”
Başımı iki yana salladım.
“Bundan sonra duyacağın her şey gerçek. İnanıp inanmaman senin elinde. Seni uzun zamandır uzaktan izledim, birkaç kez seninle aynı ortamda bulundum beni fark etmedin. Karışık vakalarla ilgilenirken bir çetenin dosyası bize ulaştı. On yedi, on sekiz ve yirmi yaşlardaki genç kadınların adı sanı duyulmuş adamları kandırdığını öğrendim. Avukat, polis, savcı ve bildiğin gibi askerleri tuzağa düşürüp onlarla cinsel birliktelik yaşıyorlarmış.”
Kendimden bir kez daha iğrendim.
“Beni zorladılar! Yapmadım, yapamazdım.”
“Başları çeken kişilerden ikisi ablanı da bu yola sürüklemişler. Ablan hakkında araştırma yaparken senin fotoğrafını gördüm. O an nasıl hissettiğimi anlatamam ama öfkeyle karşına gelip senin bu kadınla nasıl bir bağlantın olabilir diye sana hesap sormak istedim sanki hakkım varmış gibi.”
Ellerimi bacaklarımın arasına soktum.
“Uzun uzun araştırdım Elisa, senin bu işin içinde olmadığını biliyorum. Seni Bolu’daki partiye getireceklerini öğrendiğimde oraya geldim. Aslında suçüstü yapılacaktı, içimde bir yerlerde başarılı bir hukuk öğrencisi, yapmayacak diyordu. Volkan inatla yapacak diyerek sinirlerimi bozuyordu. O gece seni yine izledim sen beni görmedin.”
Utanmamam gerekiyordu değil mi? Deli gibi utanıyordum.
“Evin her yerinde dinleme cihazı vardı. Ablanın sana yaptığı baskıdan haberim var. Biraz daha bekle dedim kendi kendime. Hislerimde yanılmadım ve sen oradan arkana bakmadan kaçtın.”
“Suçsuz olduğumu biliyordun, peki neden bana bu oyunu oynadın?”
“Bu çeteyi yakın bir zamanda yakalayacağız. Bildiklerimizin dışında bilmediklerimizde var. Ablanı karşıma alsam ne anlatacak ki bana, o bir piyon.”
“Benimle neden evlendiniz?”
Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerinin üzerine koydu.
“Babam annemi gördüğünde geçmişinde yaşadığı hayatı silip yeni bir hayata başlamış. Dedem babaannemi en zor anında bulduğunda onu kendinden uzaklaştırmak yerine ona kollarını sarıp yuva olmuş. Amcam karısını bataklığın içinden aldığında asla yüzünü eğdirmemiş ve aile olmuş. Ben hayatımda ilk kez hislerimle hareket etmek istedim. Sürekli görmek istediğim kadının yanımda olmasını istedim. Gidecek bir yerinin olmadığını bildiğim kadına aile olmak istedim. Seninle bunları en başında konuşsaydık asla bu evliliği kabul etmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Sen çok akıllı bir avukat adayısın, zekisin de ama merhametin bazen mantığının üzerine çıkıyor. Annem üzerinden oynadım ve senin en hassas yönünden vurdum.”
Belki doğru söylüyordu ama ona inanmıyordum.
“Sizin bana karşı hissettikleriniz benim umurumda değil savcı, evet yaptığımdan utanıyorum. Ablam ölmesin diye bu işi yapacaktım ama yapamadım. Hiçbir zamanda yapmayacağım. Eğer ki bu konuda beni tutuklayacaksınız itiraz etmem.”
“Elisa, şu an hassas davranıyorsun. Sana mükemmel bir hayat vereceğim bunu elinin tersiyle itme.”
“O mükemmel hayata sahip olmak için sizin karınız mı olacağım? Bu olmayacak, bir gün boşanacağız.”
Sıkıntıyla iç çekti.
“Staj yapman gerekecek biliyorsun yakın bir zamanda. Stajını benim yanımda yap, bu dosyayı birlikte çözelim. Ablana yakın ol, etrafındaki insanları birlikte bulalım.”
Dudaklarım iki yana kıvrıldı.
“Savcı, parmağını kaldırmadan kim olduklarını bulabilirsin. Ki bulduğunu da biliyorum, benimle oynama.”
“Bulmamış gibi davranıyorum.” Öfkeleniyordu. “Seni yanımda tutmak için bahaneler üretmeye çalışıyorum. Evet, seni kandırarak yalan söyledim ama bir daha böyle bir duruma düşmeni istemiyorum. O mahalleye, o eve dönmeni istemiyorum. Okulunu bitirip mesleğini eline al istiyorum.”
“Aynı zamanda karınız olmamı istiyorsunuz.”
“Bir şans.”
Yanaklarım yanıyordu. Başımı iki yana sallayıp, “Size o şansı vermeyeceğim,” dedim.
“Her yerde peşinde olurum.”
“O psikopat adamlardan bir eksiğiniz olmaz.”
“Sana zarar vermem.”
“Bu vermemiş haliniz mi? Emimim babanız, dedeniz amcanız sevdikleri kadınları zorlamamışlardır, iyi bir meslek sahibi olmuşsunuz ama iyi bir adam olamamışsınız.”
Göz bebeklerindeki öfkeyi ilk kez gösterdi.
“Bir sene yanımda kalacaksın konuştuğumuz gibi, bir sene sonra gitmek istediğin yere gideceksin.”
Başımı dik tutup, “Kim bilir ne planlıyorsunuz,” dedim.
“Söyledim sana, bundan sonra ağzımdan çıkanlar doğru. Aileme bebek konusunda yalan söyledim bunu açıklayacağım en yakın zamanda. Bir anda boşanırsak bu durumdan şüphelenirler. Bir sene bana zaman vereceksin. İstediğin hayatı yaşarken sana karışmayacağım.”
“Burada yaşamayacağım.”
“Burada yaşayacaksın,” dedi sesini vurgulayarak.
“Sana vereceğim bursu kabul edeceksin, mezun olduktan sonra da kendi ayaklarının üzerinde duracaksın.”
“İste-”
“Odana çıkıp dinlenebilirsin.”
Oturduğum yerden kalkıp koşarak üst kata çıktım. Odaya girip yatağa oturduğumda saçlarımı karıştırdım.
Ben nasıl kurtulacaktım bu adamdan?
Telefonum Sevilay’da kalmıştı. Yatağa uzanıp bacaklarımı karnıma doğru çektim. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Bilincim tamamen kapandığında üzerimde hissettiğim örtüyle üşüyen bedenim ısındı. Yorgun zihnim karma karışık sokaklarda dolaşıyordu. Kulağıma gelen bağırış sesleri yüzümü buruştururken, gözlerimi açıp korkuyla doğruldum. Bahçeden bağırış sesleri geliyordu.
Bacaklarımı sarkıtıp pencereye doğru koştum. Şiddetli yağmurun altında kavga eden Batuhan ve Volkan’ı görmek için camı açtım.
“Ulan benim hayatımın amına koydu o kadın, sen bunu bile bile onu benim yanıma soktun?”
Altında sadece pantolon olan Batuhan sigarasının dumanını ciğerlerine çekerken karşısında öfkeden neredeyse çatlayacak olan Volkan’ı sakinlikle dinliyordu. Diğer arkadaşları ise yorgun bir vaziyette onları izliyorlardı.
“Konuşsana lan!”
“Bu aralar sesini çok yükseltiyorsun Volkan, bu artık canımı sıkıyor haberin olsun.”
“Siktirtme lan sesimi, cevap ver bana.”
“Lan amına kodumun adamı, Elisa’nın arkadaşı Duru’nun kardeşiymiş.”
“Adını anma!”
“Bağırma lan.”
İkisi de deli gibi bağırıyordu.
“Ben onu Elisa’nın yanında görünce senin gibi şaşırdım. Bilmiyordum birbirlerini tanıdığını.”
“Oğlum nasıl bilmiyordun, sen demedin mi ben bu kızı araştırdım. Masum, çevresi düzgün diye.”
“Elisa’yı araştırdım ben, arkadaşının sülalesini değil. Bu kız senin sevgilindi, sevgilinin kız kardeşini tanımıyor musun sen?”
“Hayatımı tekrar el birliğiyle siktiniz, eyvallah kardeşim.”
Batuhan, Volkan'ı sertçe ittirirken, Volkan geriye doğru sendeledi. “Sikik sikik konuşma, ben bilmiyordum. Görünce gönderdim onu hemen. Ayrıca yaşandı bitti, aradan seneler geçti hâlâ mı unutamadın?”
Volkan yumruğunu Batuhan’ın yüzüne geçirdiğinde çığlık attım.
“Kes sesini.”
Karşılığı veren Batuhan, “Aklını başına al,” diyerek yüzüne vurduğunda, “İkiniz de kesin,” diye bağırdı Vladimir.
“Kadınlar yüzünden birbirinize girdiniz, değmez.”
Aynı anda, “Kes sesini,” diye bağırdıklarında, “Geberin,” dedi ikisine.
Dudağındaki kanı silen Volkan bakışlarını benim olduğum cama çevirdi. Tülün ardına saklanırken parmağını bana doğru uzattı.
“Bu var ya bu, senin ananı ağlatacak dedi dersin. Sen bunun yüzünden geberip gideceksin, kariyerini, mesleğini kaybedeceksin.”
“Onun için değer.”
“Hepiniz şahitsiniz, bu adam benden daha beter olacak.”
Camı kapatıp içeriye girdim. Kızı olduğunu bilmiyordu. Bilmediği halde böyleyse bildikten sonra Duru ablaya neler yapmazdı ki bu?
Herkesin başı benim yüzümden belaya girmişti.
Neden gittim ki o partiye?
Gün aydınlanıncaya kadar düşündüm. En doğru olan buradan gitmekti. Eğer burada kalmaya devam edersem yıpranmaya devam edecektim. Kendi eşyalarımı toplayıp odadan çıktım. Evin içinde her zamanki ses yoktu.
Alt kata indiğimde kış bahçesinde doğru gelen Batuhan’la göz göze geldik. Bakışları elimdeki çantaya kaydığında, “Yanlış yolu seçiyorsun,” dedi.
“Ben gurursuz biri değilim, burada duramam.”
Kapıya doğru ilerlediğimde kahve bardağını dudaklarına yaklaştırıp bir yudum içti.
“Akşam bekliyorum seni.”
Gözlerimi kıstım.
“Bu eve bir daha gelmeyeceğim.”
Kalçasını koltuğa yasladı.
“Annemle babam seni merak ettikleri için altı gibi burada olurlar. Biraz erken gel.”
“Sen hastasın gerçekten.”
“Kendine dikkat et güzel gelinim.”
Katlanamıyordum, yüzüne, sesine hiçbir şeyine katlanamıyordum.
Kapıyı açıp dışarıya çıktım.
Bu eve bir daha gelmeyeceğim…