“Ben, namussuz değilim!”

1653 Words
Sabah uyandığımda, başımı çevirip pencereden dışarı baktım. Güneş yeni yeni doğmaya başlamıştı. Yataktan kalkıp, esnedim. Bakışlarım kapıya kaydığında aklıma dün olanlar geldi. Gelecek diye beklemiştim ama gelmemişti. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Üzerimdeki beyaz elbiseye baktım. Hiç bir eşya almamıştım yanıma. Odada bulunan kapıya doğru gidip açtım. Tahminimde yanılmamıştım banyoydu. Benim odamın büyüklüğünde vardı. Tertemizdi. Banyoya girip hızlıca elimi yüzümü yıkadım. Havluyla kurulayıp, yeniden odaya geldim. Derin nefesler alırken, odanın kapısına doğru yöneldim. Kağının kolunu sessizce indirdim. Duyulmazdı belki ama duyulursa diye korkmuştum. Merdivenleri inip, avluya geldim. Dün mutfak olduğunu gördüğüm yere gittim. İçeri girdiğimde hee şey düzgündü. Hiç bir dağınıklık yoktu. Bizim evin komplesi kadardı birde. Kocaman. Çaydanlık bulmak için dolapları açmaya başladım. En sonunda açtığım dolapta bulunca hemen çeşmeden su doldurup ocağa kodum ve altını yaktım. Benim bundan sonraki işim buydu nasılsa. Buz dolabını açıp, kahvaltılıkları tezgaha dizmeye başladım. Domates salatalık, yeşillik ne bulduysam koluma dizip, yıkamak için mutfak lavabosuna gittim. Bir güzel yıkayıp, doğramaya başladım. İşime dalmış yaparken, bir ayak sesi duydum önce. Yutkundum. Bir yasemin kokusu burnuna çalındı. Hemen ardından naif bir ses konuşmaya başladı. “Günaydın.” Çekinerek arkamı döndüm. Çok güzel bir kadın vardı karşımda. Sarı uzun saçları, menekşe rengi gözleri vardı. Dimdik duruyor, gözleriyle beni süzüyordu. Bu Agrej ağanın karısı olmalıydı. Güzelliği dillere destan, Nurbanu Borotan. “Günaydın.” Kısık sesle mırıldandım. “Bir bardak su alabilir miyim?” Rica etmesine şaşırmıştım. Şaşkınca baktım ona. Gülümsüyordu. “Hemen gelin ağam.” Arkamı dönüp bir bardak su doldurdum tezgahın üzerinde duran sürahiden. Yeniden ona dönüp, yavaşça uzattım. Bir elini uzatıp, narince aldı elimden. Suyunu içip bitirirken, bende başımı eğmiş yere bakıyordum. Mutfağı dolduran yasemin kokusu ondan geliyordu. Çok güzeldi kokusu. “Neden başını eğiyorsun?” “Gelin ağam ben özür dilerim. Böyle olsun istemedim, gerçekten. Ağabeyim zorla verdi beni. Ben, ben hiç size görünmem, yemin ederim yüzümü görmezsiniz. Ayağınızın altına dolaşmam. Özür dilerim, özür dilerim.” “Kuma olarak geldiğin için mi özür diliyorsun?” “Evet gelin ağam. Özür dilerim.” “Özür dileyip durma, bir dakika. Sürekli bunu söylüyorsun. Ayrıca sana kızgın değilim, merak etme!” “Nasıl kızgın değilsiniz, ben, ben…” “Kocamın diğer karısısın sen. Burada en az benim kadar söz hakkın var senin de. O yüzden eğilip bükülme karşımda.” Söyledikleriyle şaşırmıştım. Ne diyordu bu kadın böyle? Nasıl kabul edebilirdi böyle bir şeyi? Şaşkınca yüzüne bakmaya başladım. Güldü. “Benim asıl sinirlendiğim, neden Agrej’i odandan gönderdin? İlk gecenizi birlikte geçirmeniz gerekiyordu ama o çalışma odasında uyudu. Bunu yapma bir daha. O senin de kocan, odadan gönderme.” Ne duyuyordum ben şu anda? Bu kadın resmen benimle kocasını paylaşmaya açık olduğunu söylüyordu. Şaşkınlığım dehşete evrildi. “Gelin ağam siz ne diyorsunuz? Kumayım ben nasıl böyle düşünürsünüz?” Gülerek bana baktı bir süre. Gözleriyle yeniden süzdü. “Sen olmasaydın Asmin, bir başkası olacaktı. Bu yüzden önemli değil kim olduğun. Dediklerime dikkat et yeter. Kocanı odadandan gönderme ve ona iyi davran!” Sözlerini söyleyip, arkasını döndü ve mutfaktan çıkıp gitti. O gitmişti ama kokusu halen duruyordu. Derin bir nefes aldım. Burnuma doldu, Yaseminler. Ne hissetmem gerektiğini bilmeyerek, arkamı döndüm. Domatesleri doğramaya devam ederken, tek düşünebildiğim, o kadının neden böyle konuştuğuydu. Kumasını böyle karşılayan birini hiç duymamıştım. Şimdiye beni ezip geçmeliydi. Burnumdan getirmeliydi. Ama o sadece kocanı odandan gönderme demişti. Beynimdeki düşüncelerle elime bir masa örtüsü alıp, mutfaktan çıktım. Avludaki masanın yanına geldiğimde güzelce serdim. Yeniden mutfağa yol aldığımda aklıma bir düşünce gelmeye başladı. Belki de bir an evvel hamile kalıp, çocuğumu doğurduktan sonra, beni yollamak niyetindeydiler. Hem Agrej ağada nerede istersem bir ev vereceğini söylemişti. Ellerim titremeye başladı. Beni yavrumdan ayırıp, başlarından atacaklardı. Sonradan başka bir ışık yandı beynimde. Şu anda hamile değildim, kalmazsam da bir şey olmazdı. Belki kısır olduğumu sanarlarsa direkt verecekleri eve gönderirlerdi beni. Evet, evet böyle yapmalıydım. Ne olursa olsun bu işin olmasını uzatmalıydım. Beni bekleyeceğini söylemişti. Gizlice de ilaç falan alabilirsem hamile kalmazdım. Sevindim, yaptığım plana. Ne kadar ertelesem de o iş eninde sonunda olacaktı. Ama ilaç alıp hamile kalmazsam, ne kadar yaparsak yapalım bir sonuç çıkmazdı ve beni gönderirlerdi. Kesinlikle yaptığım plan kusursuzdu. Rahat bir nefes alırken, mutfağa dün beni odaya çıkaran hizmetliler geldi. Onlara gülümsedim ve elime aldığım tabakları masaya götürmek için mutfaktan çıktım. Geri gediğimde bana baktılar. “Gelin hanım, siz zahmet etmeyin biz yaparız.” Tezgahta hazırladığım tabaklara uzanan elim dondu kaldı. Çalışanlarda mı bana böyle davranacaktı. Başımı çevirip konuşana baktım. Başında yazma olan genç bir kızdı. “Benim de bu evde sizden bir farkım yok! Birlikte yapalım.” Kız yanındaki diğer genç kıza baktı. Yutkunarak bana döndü yeniden. “Ağamız senin bu işleri yaptığını duyar ya da görürse çok kızar, bize. Sen geç otur gelin hanımım. Biz yaparız.” Önümdeki tabakları alıp, dışarı gittiler. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Mutfakta bulunan masaya ilerleyip, sandalyeye oturdum. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınıyordum. Kumalara böyle mi davranılıyordu acaba? Ama sanmıyorum imkansızdı bu. Sanırım düşüncelerim doğruydu. Bir an evvel hamile kalmamı bekleyip, beni atacaklardı. Ondan herkes sanki ilk eş benmişim gibi davranıyordu. Kendi planımı yeniden gözden geçirdim. Bir şekilde dışarı çıkıp o ilaçları almalıydım. Çalışanlar mutfağa gelip gidip, hazırladığım tabakları taşıyorlardı. Kaynayan suyu gördüğümde yerimden kalkıp, ocağa ilerledim. Bir kaç dolap açıp, çayı bulduğumda elime alıp, küçük demliğe dört kaşık koydum. Üzerine kaynar suyu ekleyip, büyük çaydanlığa yeniden su koydum. “Ne işin var senin burada?” Tam küçük çaydanlığı üzerine koyacakken sert bir ses duymamla demlikteki yeni demelediğim çay elime döküldü. “Ahh yandım.” Demliği Alel acele yerine koyup, lavaboya yöneldim. Adım sesleri duyduğumda bakmadım. Elimi suyun altına bırakıp, yanma hissinin geçmesini bekledim. “Çok canın yanıyor mu? Allah kahretsin. Ne işin var ki senin burada?” Agrej ağa yanıma gelip, elimi incelemeye başladı. Epey bir kızarmıştı. Kaynar su dökülmüştü sonuçta. Şaşırmamı sağlayan bir hareket yaptı. Elime üflemeye başladı. Ne yapıyordu bu adam yahu? Elimi hemen geriye çektim. “Çok acımıyor. Sağolun.” Yüzüne bakmıyordum. Bir nefes aldı. O sırada mutfağa çalışanlar girdi. Onların sesiyle o tarafa döndü. Başımı kaldırıp baktığımda yüzü öfkeden kasılmıştı. “Ben size demedim mi, gelinağanız mutfağa girmeyecek, size yardım etmeyecek? Kovuldunuz. Hepiniz!” Yüksek sesle bağırması irkilmeme sebep oldu. Yalnız be değil, diğer kızlarda irkildiler. Bakışlarım kızlara kaydığında, hem korkmuşlar hem de ağlamaklı bir ifade vardı yüzlerinde. Başımı hemen Agrej’e çevirdim. “Onların bir suçu yok. Bilirsin ki adettir yeni gelinin evlendikten sonraki ilk gün, kahvaltı sofrasını hazırlaması. Ben ondan kendim isteyerek girdim. Onlar bana engel oldu ama sonra. Suçlu değiller.” Başını ağırca bana çevirdi. Kaşları çatıktı ama gözleri nasıl desem, parlıyordu sanki. Sinirlenmiş miydi? “Elin yandı ama. Bir cezası olmalı. Benim olan zarar gördü. Bedelini ödemeliler.” Yutkundum. Beni satın aldığını yüzüme vuruyordu. “Bana ver o zaman cezayı, dinlemeyen bendim!” Dişlerini sıktı. Kasılan çenesinden anladım. Baktı bir süre yüzüme. Gözlerini kapatıp bir nefes aldı. “Sana nasıl ceza vereyim ben? Kıyamam ki.” Anlamamazlıkla baktım ona. Ne demekti bu? “Neden kıyamayacakmışsın? Satın aldığın için mi?” Yüzü öyle bir hale geldi ki, acı çekermiş gibiydi sanki. “Ne oluyor burada. Oğul iyi misin?” Xate hanımın sesiyle bendeki o bakışlar, annesine kaydı. Yüzündeki ifade de değişti, sertleşti. “Bir şey yoktur, ana. Geç sen masaya.” Xate hanım zehir saçan gözlerle bana bir bakış atıp, başını usulca sallayıp, gerisin geri mutfaktan çıktı. Agrej de bir kaç adım attı, kapıya doğru. Sonra durdu. Başını çevirip bana baktı. Sakin bir sesle konuştu. “Hadi sende gel, masaya. Orada, yanımda oturacaksın!” Sözünü bitirip, sert adımlarla çıkıp gitti. Arkasından öylece baktım. Tıpkı dün akşam olduğu gibi. Onun gitmesiyle, kızlar hemen yanıma geldi. Biri elime bakıp, buz dolabına yönelip bir krem çıkardı. Elime nazikçe sürdü. “Ağamızı duydunuz gelin hanım. Bir daha mutfağa girerseniz bizi kesin kovar bu sefer.” Başımı salladım. Başka yapabileceğim bir şey yoktu. “Hadi gelin hanımım masaya geçin sizde. Bu konakta herkes masaya oturmadan yemeğe başlanmaz.” İçime bir telaş dolmaya başlarken, mutfağın kapısına doğru yürüdüm. Dışarı çıktığımda, masaya baktım. Dedikleri gibi herkes önüne bakıyor kimse kahvaltı yapmıyordu. Masanın yanına gidip, boş olan tek bir yere oturdum. Agrej ağanın yanına. Nurbanu gelin ağa ise Agrej ağanın karşısındaydı. Benim oturmamla, Agrej ağa, “afiyet olsun” diye konuşup kahvaltısına başladı. Onun başlamasıyla diğerleri de tabaklarına bir şeyler alıp, yemeye başladı. Şaşkınca sağıma soluma bakınıyordum. Benim yerimde Nurbanu gelin ağa olmalıydı ama yerinden memnun gibiydi o da. Keyifle kahvaltısını yapıyordu. Agrej ağanın boğazını temizlemesiyle ona baktım. Gözleriyle tabağımı işaret etti. Bir kaç dilim peynir, domates salatalık falan konmuştu tabağıma. Hangi ara koymuştu ki? Valla kafayı yiyecektim. Elime çatalımı alıp, ufak ufak tabağımdakileri yemeye başladım. Çekiniyordum açıkçası. Bir de ne yapacağını bilmemezlik vardı. “Bundan sonra, Asmin mutfağa girmeyecek. Haberiniz ola!” Kararlı sesiyle masadakiler Agrej ağaya baktı. “Biz ona gir mi dedik, oğul? Kendi girmiş. Bize ne kızıyorsun?” Xate hanımağa rahatsızca söylenince başımı kaldırdım. Bana sanki tiksinç biriymişim gibi bakıyordu. “Ben bilmem ana. Diyeceğimi dedim. Karıma saygı gösterecek herkes!” Dedikleriyle Xate hanımağa da olan bakışlarım, Nurbanu gelin ağaya kaydı. Kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. Umurunda değil gibiydi Agrej ağanın dedikleri. “Herkes elbet saygı gösterir karına ama önce, karın sana saygı göstersin. İlk geceyi odada geçirmemek ne oluyor? Nasıl gönderir seni odadan?” “Bu meseleye karışma ana.” “Ne demek karışma? Çarşaf beklerim ben, Agrej! Nerede çarşaf? Kusurlu mudur yoksa? Hoş, kenar mahalle birinden ne beklenirdi ki zaten?” “Ana, karışma dedim! Sesini kıs. Karımın namusunu sana söyleyecek değilim. Kimsenin ağzına dolayacak da değilim!” “Ben anlayacağımı anladım, oğul. Yorulma sen. Lakin namussuz biriyle de aynı masada oturmam ben!” Xate hanım o kadar acımasız konuşuyordu ki, yüreğim acıdı. Namussuz değildim ben. Elimi sertçe masaya vurdum. Bütün başlar bana döndü. Xate hanımağaya bakarak konuştum. “Ben, ben namussuz değilim. Bugüne kadar tek bir lafım sözüm olmadı. Kime sorarsanız sorun. Bir kere bile birinin gözlerine bakmadım ben. Sokaklarda başım eğik yürüdüm hep. Çok acımasız konuşuyorsunuz!” Sandalyemi geriye itip, koşarak merdivenlerden çıkmaya başladım. Masadan kavga kavga sesleri geliyordu. Akan göz yaşlarımı silmeye çalıştım bir yandan. Odamın kapısına gelince açıp, hızlıca içeri girdim. Yatağa attım kendimi ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Haketmemiştim o lafları. Kesinlikle haketmemiştim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD