BÖLÜM 2

1042 Words
Gökyüzü sabahın ilk ışıklarında bile karanlıktı. Nemoris’in sınırları boyunca gri bir sis, şehirle dağlar arasında asılı kalmış gibiydi. O sisin derinliklerinde bir gölge hareket ediyordu. Adımları sessizdi ama ardında bıraktığı yankı her şeyi titretiyordu. Elara, gözlerini açtığında etrafında tanıdık olmayan bir manzara gördü. Ne tapınaktaydı ne de yaşayanların dünyasında. Etraf, sonsuz beyazlıkla kaplıydı ama o beyazlığın içinden süzülen gölgeler ona doğru yaklaşıyordu. Her adımda bir anı canlanıyor, geçmişle şimdiki zaman birbirine karışıyordu. Bir çocuk ağlıyordu, ardından bir kadının fısıltısı yankılandı: “Korkma… Kanatlar seni koruyacak.” Elara başını çevirdi ama kimse yoktu. Yalnızca bir ışık huzmesi… ve o ışığın içinde bir siluet. Lucien. Ama yüzü tamamen farklıydı. Gözleri kırmızıya dönmüş, kanatları yanık siyahla beyazın arasında kalmıştı. “Elara.” Sesi hem tanıdık hem de ürperticiydi. Elara bir adım geri çekildi. “Bu bir rüya mı?” Lucien yaklaşırken başını iki yana salladı. “Hayır. Bu, ikimiz arasındaki bağın yankısı.” “Sen neredesin?” “Hiçliğin içinde. Ama seni buldum. Geri dönmen gerekiyor.” Elara’nın kalbi hızlı atıyordu. “Geri dönemem. Işığı ben yakmadım, o beni seçti.” Lucien’in gözlerinde bir acı kıvılcımı belirdi. “Ve o ışık seni yutacak. Çünkü bu kez Tanrılar sessiz kalmayacak.” Elara bir adım öne çıktı. “O zaman Tanrılara savaş açarım.” Lucien gülümsedi, o tanıdık hüzünle. “İşte bu yüzden seni kaybedemem.” Elara bir an durdu, nefesini tuttu. Işık etraflarını sardı, ama bu kez karanlıkla birleşerek onları bir girdabın içine çekti. Elara gözlerini kapadığında, bedeninin ağırlığını yeniden hissetti. Toprağın sertliği, rüzgârın sesi ve uzaklardan gelen bir çan yankısı. Uyandığında yanında Raphien vardı. Yüzü solgundu. “Elara… sen…” Elara doğruldu, gözleri gökyüzüne kaydı. “Lucien yaşıyor.” Raphien başını yavaşça kaldırdı. “Hayır. O kendini mühürle birlikte feda etti.” “Hayır,” dedi Elara, sesi kararlıydı. “O beni çağırdı. Hâlâ orada, hiçliğin içinde. Ve ben onu bulacağım.” Raphien ayağa kalktı, öfkeyle başını iki yana salladı. “Delirdin mi? O geçidi bir kez daha açarsan Nemoris tamamen yanar. Bütün mühürler kırılır.” Elara elini kalbine koydu, parmaklarının altında garip bir sıcaklık hissetti. “Belki de mühür zaten bende.” O an gökyüzü titredi. Raphien başını kaldırdı, gözbebekleri genişledi. “Ne yaptın sen…” Elara gözlerini kapattı, içinden fısıldadı. “Işığı değil, karanlığı seçtim.” Uzaklarda, kadim bir zil sesi yankılandı. Bu ses bin yıllık bir lanetin yeniden nefes alması gibiydi. Raphien geri çekildi, Elara’nın gözlerinden yayılan ışıltıya baktı. Beyaz değil, griydi. Ne tamamen aydınlık ne de tamamen karanlık. “Elara… sen artık bir insan değilsin.” Elara başını kaldırdı, gözleri nemliydi. “Belki de hiçbir zaman olmadım.” Ardından rüzgâr yön değiştirdi. Nemoris’in sokaklarında ağaçlar devrildi, tapınaklardan eski mühürlerin simgeleri birer birer sökülmeye başladı. Gökyüzünde dev bir yarık açıldı — ve içinden Lucien’in sesi geldi: “Işığa dokunma. Bu kez ben karanlık olacağım.” Elara dizlerinin üzerine çöktü, gözlerinden yaşlar süzülürken gülümsedi. “O zaman birlikte yanacağız.” Gökyüzü kırıldı. Ve ikinci savaş başladı. Rüzgârın uğultusu Nemoris’in taş sokaklarında yankılanırken, gökyüzü yarıkla ikiye bölünmüştü. Işıkla karanlığın savaşı, göksel bir kargaşanın içinden doğuyordu. Elara ayağa kalktığında gözlerinin rengi tamamen değişmişti. Birinde beyazın parıltısı, diğerinde karanlığın boşluğu. Raphien korkuyla geri çekildi. “O güç… onu kontrol edemezsin!” Elara başını yavaşça çevirdi, sesi neredeyse bir yankı gibiydi. “Kontrol etmeyeceğim. Ona yol göstereceğim.” Gökyüzünden inen karanlık kıvılcımlar toprağa düştüğünde, eski mühürlerin taşları çatlamaya başladı. Tapınakların duvarları üzerindeki ilahi yazılar birer birer sönüyor, yerlerini gri bir ışıltıya bırakıyordu. Bu, ne cennetin ne de cehennemin diline aitti. Bu, Elara’nın diline ait bir yazıydı. Raphien ellerini yumruk yaptı. “Bu yolun sonu yok! Ne Tanrılar ne de düşmüşler seni affetmez!” Elara gülümsedi, yüzünde hüzünle karışık bir kararlılık vardı. “Ben onların affını istemiyorum.” Adım attığı anda toprak titredi. Ayaklarının altındaki taşlar yerinden oynadı, gökyüzü griye döndü. Sis, Nemoris’in eteklerinden yükselerek şehri tamamen sardı. İnsanlar evlerinden çıkmaya korkuyor, hava bile nefes almayı reddediyordu. Bir çan sesi daha yankılandı; bu kez derin, eski bir tapınağın kalbinden. Raphien başını çevirdi, gözleriyle ufku taradı. “Onlar uyanıyor,” dedi fısıltıyla. “Karanlık Kanatlar…” Elara’nın parmak uçlarından gri ışık saçıldı. “Bırak uyanmalarına izin ver. Bu savaş sadece benim değil artık.” Raphien’in sesi sertti. “Peki Lucien’in sözüne ne oldu? Işığı koruyacağına yemin etmiştin.” Elara’nın gözlerinden bir damla yaş süzüldü, ama yüzü soğuktu. “Onu koruyorum. Ama artık ışığın kendisinden.” Gökyüzü yarığı genişledikçe içinden bir figür belirdi. Yanık kanatları, sönmüş bir güneşin ışığı gibi parlayan gözleriyle Lucien aşağıya süzüldü. Fakat bu Lucien, Elara’nın tanıdığı koruyucu değildi. Kanatlarının ucunda karanlık kıvılcımlar dans ediyordu. Elara gözlerini kısmadan baktı ona. “Lucien…” Lucien’in sesi boğuk ama yankılıydı. “Beni neden çağırdın, Elara?” “Çünkü senin gittiğin yere ben de gideceğim.” Lucien yere indi, rüzgâr etrafında döndü. “Burası bir geçit. İki dünyanın arasında. Bir adım atarsan, hiçbir yere ait olmazsın.” “Zaten hiçbir yere ait değilim.” Lucien’in gözleri yandı, sesinde çaresizlikle karışık bir öfke vardı. “Ben seni korumaya çalıştım, ama sen savaşmak istiyorsun!” Elara başını kaldırdı, gözlerinde parlayan gri ışıltı bütün gökyüzünü doldurdu. “Korunmak bana ait bir kader değil. Ben yaratmak istiyorum.” Lucien sessiz kaldı. Raphien araya girdi, ellerini iki yana açarak bağırdı. “Durun! Bu güç Nemoris’i yok eder!” Elara’nın sesi karanlığı yardı. “Belki de Nemoris’in yeniden doğması gerekiyor.” O an gökyüzünden inen gri bir ışık Lucien’in kanatlarını sardı. Lucien dizlerinin üzerine çöktü, yüzünü sakladı. “Elara! Bu güç senin ruhunu parçalar!” Elara yaklaştı, elini uzattı. “Ruhumu değil, zincirimi parçalayacak.” Lucien başını kaldırdığında gözlerinde yalnızca hüzün vardı. “O zaman birlikte yanacağız.” Elara gülümsedi. “Zaten hep birlikteydik.” Ardından gökyüzü çığlık attı. Mühürlerin kırılmasıyla birlikte tapınakların temellerinden gri bir enerji yükseldi. Raphien geriye fırladı, gözlerini kapatmak zorunda kaldı. Işık ve karanlık birbiriyle çarpıştı; sanki evren ikiye bölünüyordu. Elara ve Lucien, tam ortada — birbirine bakan iki varlık — dünya ile hiçlik arasındaki çizgide durdular. Elara elini uzattı, Lucien’in elini tuttu. Işık parladı. Raphien o anda onların sesini son kez duydu. Elara’nın sesi, rüzgârın uğultusuna karışarak yankılandı: “Yeni bir dünya, eski küllerden doğar.” Sonra sessizlik oldu. Nemoris’in üzerinde karanlık bir güneş doğdu. Gökyüzü kanla boyanmış gibiydi, ama sisin arasından gri bir ışık süzülüyordu. O ışık, artık Elara’ydı. “Lucien’in sözüyle doğan o ışık, artık kaderin yönünü belirleyecekti.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD