Bölüm 5: Kontrolün Efendisi
Alp'in mesajı, beklediğim bir davetti. Onunla geçen sefer yaşadığımız ilkel güç mücadelesi, aramızdaki perdenin tamamen kalkmasına neden olmuştu. Artık birbirimizin en karanlık, en kirli yanlarını biliorduk. Bu, beni hem korkutuyor hem de inanılmaz derecede tahrik ediyordu. Kerem'in masumiyeti ve Ece'nin korkaklığı yanında, Alp'le paylaştığımız bu zehirli arzu, beni hayatta ve keskin hissettiriyordu.
Ertesi akşam, oğlumu uyuttuktan ve Kerem'i televizyonun başında bıraktıktan sonra, dikkat çekmeyecek sade kıyafetler giydim. Ama iç çamaşırımın altına, onun için seçtiğim siyah dantelli, zarif ama iddialı bir takım giydim. Bu bir zırh, bir silahtı. Dışarıdan sakin, içeriden fırtınalar kopan bir kadın gibiydim.
Klinik yine karanlık ve ıssızdı. Kapıyı kilitsiz buldum. İçeri girdiğimde, loş bir ışık sadece muayene odasından sızıyordu. İlerlerken, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu, ancak bu sefer korkudan değil, arzunun ve güç beklentisinin verdiği bir heyecandandı.
Alp'ü muayene masasının kenarında, ellerini yumruk yapmış, önüne serili birkaç dosyaya bakarken buldum. Üzerinde sadece bir adet düğmesi açık gömleği ve pantolonu vardı. Yüzü gergin ve dalgındı. Girişimi duydu, başını kaldırdı. Gözlerinde, ilk kez gördüğüm bir şey vardı: Belirsizlik. Benimle nasıl başa çıkacağını bilemiyordu.
"Geldin," dedi, sesi alışılmadık derecede nötr. "Çağırdın," diye karşılık verdim, kapıyı arkamdan usulca kapatarak. "Yeni parti ilaçlar nerede?"
Masaya doğru bir adım attım. O, yerinden kalkmadı, sadece izledi. Avının etrafında dönen bir yırtıcı gibiydim.
"Önce biraz konuşalım," dedi, dosyaları işaret ederek. "Ece. Onunla ne konuştun?" Gülümsedim. İşte buydu. Korkusu. "Kadınlar arası özel bir sohbet, Alp. Seni ilgilendirmez." "Beni her şey ilgilendirir!" diye hırladı, aniden ayağa fırlayarak. Masaya vurdu. "O aptal karı sana ne söyledi?" "Bana senin hakkında her şeyi söyledi," diye yalan söyledim, soğukkanlılığımı koruyarak. "Diğer hemşireler. Kayıt dışı reçeteler. Her şeyi biliyorum."
Yalanım işe yaramıştı. Yüzü bembeyaz oldu. Gözlerinde saf öfke ve panik vardı. Bana doğru hamle yaptı, kolumu acıtacak şekilde kavradı. "Seni orospu! Seni mahvederim! İkimizi de mahvedersin!"
Acıyı hissettim ama belli etmedim. Onun yerine, serbest kalan elimle yüzüne hafifçe dokundum, parmak uçlarım çenesinin sert kenarında gezindi. Bu beklenmedik temas onu şaşırttı, kavrayışı gevşedi.
"Beni mahvetmeyeceksin, Alp," diye fısıldadım, yüzümü onunkine iyice yaklaştırarak. "Çünkü ben senin en değerli varlığınım. En kıymetli suç ortağın. Ve beni kaybetmek istemezsin."
Nefesi kesilmiş gibiydi. Gözlerimdeki kararlılığı görüyor, sözlerimdeki acımasız mantığı duyuyordu. Beni itip atmak ya da bana boyun eğmek arasında gidip geliyordu.
"Ne... ne yapmak istiyorsun?" diye soluk soluğa sordu. "Kuralları değiştirmek istiyorum," dedim. "Artık senin küçük, korkak oyuncağın olmayacağım. Eşit oynayacağız."
Bir anlık tereddütten sonra, beklediğim patlama geldi. Ama bu sefer öfke değil, dizginlenemez bir arzuydu. Dudaklarını benimkilerin üzerine indirdi. Bu, geçen seferkinden farklıydı. Hâlâ sert ve talepkârdı, ama içinde bir tür saygı, hatta korku vardı. Ona karşılık verdim, dilimi onunkinin savaşına soktum, dişlerimle onun alt dudağını hafifçe ısırarak. İnledi, bu acı verici zevke.
Ellerim, gömleğinin düğmelerini çözmek için aşağı indi. Ceketimi omuzlarımdan itti, yere düşürdü. Ben de onun gömleğini sıyırdı, sert, kaslı göğsüne dokundum. Teni sıcak ve gergindi. Kalbinin vahşi atışlarını avucumda hissedebiliyordum.
Beni muayene masasına itti. Sert, soğuk yüzey sırtıma değdi. Üzerime eğildi, ağzıyla göğüs uçlarımı, ince tişörtümün üzerinden ısırarak, emerek keşfetti. Her dokunuşu elektrik çarpması gibiydi, her ısırışı beni daha da çıldırtıyordu. Eteğimi yukarı çektim, iç çamaşırımı bir hamlede aşağı indirdi. Ben de onun kemerini çözdüm, pantolonunun fermenını açtım. Arzumuz o kadar acil, o kadar vahşiydi ki, giysilerimizi tamamen çıkarmaya bile gerek duymadık.
Hazır olduğumu hisseder hissetmez, kalçalarından tuttu ve kendini içime attı. Bir çığlık attım, bu ani, sert girişin verdiği acı ve haz karışımı duyguyla. Beni masanın kenarına doğru iterek, içimdeki derinlikleri keşfetti. Her hareketi güçlü ve iddialıydı, kontrolü elinde tutmaya çalışıyordu.
Ama bu sefer izin vermeyecektim. Ayaklarımı beline doladım, onu daha derine, daha sıkıca içime çektim. Doğruldum, oturur pozisyona geldim, böylece yüz yüze geldik. Şaşkınlıkla irkildi. Hareketleri yavaşladı.
"Hayır," diye hırladım, tırnaklarımı sırtına geçirerek. "Ben söyleyeceğim."
Onu geri ittim, masadan kaydım ve onu sırtüstü masaya yatırdım. Şok içindeydi, direnmedi. Üzerine çıktım, dizlerimi yanlarına dayayarak. Bu pozisyonda, boyu fark etmiyordu. Ona tepeden bakıyordum. Gözlerindeki şaşkınlık ve saf arzu, beni daha da güçlendirdi.
Yavaşça, onu içime aldım. Kontrol tamamen bendeydi. Ritmi ben belirliyordum. Hızlanıp yavaşlıyor, her seferinde onu deliliğin sınırına getiriyor, sonra geri çekiyordum. Ellerimi göğsüne dayamış, parmak uçlarımla sertleşmiş göğüs uçlarınıyla oynuyordum. O, sadece yatıyor, inliyor, gözlerimi izliyordu. Yüzündeki ifadeyi görüyordum; kontrolü kaybetmenin çılgınca tahrik edici ıstırabını.
"Kim yönetiyor?" diye solurdum, kalçalarımı ona doğru vururken. "Sen... sen yönetiyorsun," diye inledi, elleri kalçalarımı kavrayarak, ama yönlendirmeye çalışmadan. "Kimin gücü var?" diye tekrar sordum, daha derine inerek. "Senin! Senin gücün var, Deniz!" diye bağırdı, neredeyse acı içinde.
Bu itiraf, ikimizde de bir patlamayı tetikledi. Onun zaafını itiraf edişi, benim onun üzerindeki mutlak hakimiyetim, son sınırı aşmamıza neden oldu. Öne eğildim, dudaklarını yakaladım, çığlıklarımızı içimize gömdük. Vücudum şiddetle titredi, onunki de aynı şekilde. İçime boşalışını, her son damlasını hissediyordum. Ben de üzerine boşaldım, onun kaslı göğsüne, karnına.
Bir süre öylece kaldık, nefes nefese, ter içinde, birbirimize kenetlenmiş halde. Alışılmadık bir sessizlik vardı. Sonunda, üzerinden kaydım ve ayaklarımın üzerinde durdum. Titriyordum, ama zafer duygusu her şeye baskın geliyordu.
O, masada öylece yatıyor, gözleri tavana dikili, hâlâ nefesini toparlamaya çalışıyordu. Yüzünde, daha önce hiç görmediğim bir ifade vardı: Saygı. Ve belki de biraz korku.
Giysilerimi düzelttim. O, pantolonunu çekip kemerini taktı. Konuşmuyorduk. Sessizlik, her kelimeden daha güçlü şeyler söylüyordu.
Sonunda, çantasını aldı ve masanın üzerine birkaç kutu ilaç ile kalın bir zarf attı. "İlaçlar. Ve para. İstediğin gibi."
Zarfı aldım, içine bakmadan çantama koydum. İlaçları da öyle. "Teşekkürler." Dışarı çıkmak için döndüğümde, seslendi. "Deniz." Durdum, ona baktım. "Bu... bu sadece cinsellik değil, değil mi?" diye sordu, sesi alışılmadık derecede kırılgan. Gülümsedim, soğuk ve hesaplayıcı bir gülümsemeydi. "Hayır, Alp. Hiç de değil. Bu savaş. Ve ben kazanmayı planlıyorum."
Onun şaşkın bakışları arasında kapıyı açtım ve karanlık koridorda yürümeye başladım. Vücudum hâlâ onunla olan mücadelemin izlerini taşıyordu. Ama zihnim berraktı. Onu alt etmiştim. Onun dilinde, onun silahlarıyla onu yenmiştim.
Eve vardığımda, Kerem hâlâ uyumamıştı. Bu sefer mutfaktaydı, bulaşıkları yıkıyordu. Bu, borçların ve umutsuzluğun yarattığı tembellikten bir kaçış gibiydi.
"İş iyi mi geçti?" diye sordu, sırtı dönük. "Evet," dedim, çantamı bir sandalyeye koyarak. "Çok verimliydi." Arkasına döndü, ellerini kurulama beziyle kurulayarak. Yüzünde hâlâ endişe vardı, ama daha az. "İyi. Ben... ben de yarın bir iş görüşmesine gidiyorum. Bir restoranda komi olarak. Çok değil ama, bir şeyler."
İçim bir anda sızladı. Gururlu Kerem, komi olarak çalışmayı kabul ediyordu. Bu benim suçumdu. Onu bu hale getirmiştim. Yavaşça yanına gittim ve ona sarıldım. Hafifçe irkildi, bu ani fiziksel temas karşısında.
"Harika," diye fısıldadım, yanağını öperek. "Çok gurur duyuyorum seninle." Bana sarıldı, sıkıca. "Seni seviyorum, Deniz. Her şeyi düzelteceğim. Söz veriyorum." "Biliyorum," dedim, yüzünü göğsüme gömerek. Ama gözlerim açıktı ve mutfak penceresindeki yansımamı görüyordum. İçimde, Alp'ten aldığım para ve ilaçların ağırlığı vardı. Ve dudaklarımda, onunla olan savaşımın tadı.
İki erkeği de seviyordum. Biri, saflığı ve bana olan saf sevgisi için. Diğeri ise, beni en karanlık yanımla kabul ettiği ve bana gücün en saf, en tehlikeli halini tattırdığı için.
O gece yatağa girdiğimde, Kerem bana sarıldı ve kısa sürede uykuya daldı. Ben ise uyanıktım. Bir eliyle göğsümü okşuyor, diğer elimle de cep telefonumu tutuyordum. Ece'den bir mesaj vardı: "Konuşmamız gereken şeyler var. Alp'in ofisinde gizli kayıtlar var. Sanırım."
Gülümsedim. Oyun tahtası hazırdı ve piyonlar hareket etmeye başlıyordu. Bir sonraki hamlem çoktan planlanmıştı. Bu, sadece cinsellikle ilgili değildi. Hayatımın, geleceğimin ve özgürlüğümün kontrolüyle ilgiliydi. Ve bu sefer, kaybetmeyi düşünmüyordum.