Bölüm 16: Dolunayda Doğan

1051 Words
Lucy, eve döner dönmez kendini odasının kapısının arkasından hızla içeri attı. Nefes nefese kalmıştı ve kalbi göğsünde deli gibi atıyordu. Hala Alex’in onu öptüğüne inanamıyordu. Kapıyı kapatır kapatmaz sırtını yasladı ve bir an derin bir nefes aldı. Elini dudaklarına götürdü; Alex’in sıcak, güçlü dudaklarının bıraktığı his hâlâ oradaydı. Gözlerini kapatarak o anı tekrar yaşadı. Kalbi hızlanıyor, nefesleri kesik kesik hale geliyordu. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye düşündü kendi kendine. O, sıradan biriydi; hatta kurt formuna bile dönüşememişti. Alex gibi güçlü bir kurt adamın onun gibi birine bu kadar yoğun bir ilgi göstermesi mantığa aykırıydı. Ama bu, Alex'in onun üzerinde yarattığı çekimin gerçekliğini değiştirmiyordu. Bir süre odasında şaşkınlıkla durdu, elleri hâlâ dudaklarındaydı. Tam bu sırada, alt kattan annesi Isabel ile babasının tartışma seslerini duydu. Sesler öylesine yükseliyordu ki, Lucy istemese bile her kelimeyi net bir şekilde duyabiliyordu. Sessiz adımlarla merdivenlere doğru yaklaştı ve oturup dinlemeye başladı. "Uno’nun kehaneti doğruysa, burada daha fazla kalamayız!" dedi Isabel, sesi endişeyle titriyordu. "Bu olaylar büyümeden gitmeliyiz. Lucy’nin dolunayda doğan olduğunu kimse öğrenmeden artık gitmeliyiz." Babası ise daha sakin bir tonda cevap verdi, ama sesinde sert bir kararlılık vardı. "Sakın ol, Isabel. Lucy henüz dönüşmedi. Kimse onu bir tehdit olarak görmüyor." "Ya bir gün dönüşürse, Charles?" diye sordu Isabel, sesi çaresiz bir tondaydı. "Ya bu kehanet gerçekse ve Lucy tüm sürülerin korktuğu o kişi haline gelirse? O zaman ne yapacağız?" "Bunu o zaman düşünürüz," diye cevap verdi Charles, daha ciddi bir tonla. "Şimdilik panik yapmanın anlamı yok. Lucy hâlâ dönüşmedi. Üstelik onun hiçbir şeyden haberi yok." Lucy, duydukları karşısında nefesini tuttu. Kalbi daha önce hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Annesinin söyledikleri beyninde yankılanıyordu: "Lucy’nin dolunayda doğan olduğunu kimse öğrenmeden buradan ayrılmamız gerekiyor." Dolunayda doğan mı? diye düşündü kendi kendine. Uno’nun sözleri ve Alfa Leon’un dolunayda doğanlar hakkında söyledikleri aklına geldi. Herkesin korktuğu, tehdit olarak gördüğü bu varlıklardan biri miydi? Yoksa bu sadece bir yanlış anlaşılma mıydı? Annesi ve babasının onun hakkında böyle bir şey konuşması gerçek olabileceğine işaret etmiyor muydu? Lucy’nin kafası karmakarışıktı. Merdivenlerden aşağıya inip her şeyi öğrenmek istedi, ama annesi ve babasının yüzleşmeye hazır olmadığını düşündü. Onlara bu soruları sormanın şu anda ne yeri ne de zamanıydı. Sessizce yerinden kalktı ve odasına döndü. Kapıyı arkasından kapatıp yatağına oturdu. Kafasındaki sorular ona bir türlü rahat vermiyordu. Annesinin panik dolu sesi, babasının sakin ama bir o kadar da soğukkanlı sözleri zihninde yankılanıyordu. "Eğer gerçekten dolunayda doğan biriysem, bu ne anlama geliyor?" diye düşündü Lucy. Kimse ona hiçbir şey söylememişti. Ama bildiği bir şey vardı: Dolunayda doğanlar tehlikeliydi. Eğer bu doğruysa, annesinin haklı olabileceğini düşündü. Belki de gerçekten bir tehdit haline gelebilirdi. Ama içindeki başka bir ses, Alex’in ona söylediği sözleri hatırlatıyordu. Alex’in bakışları, ona karşı duyduğu çekim, Lucy’nin içinde bambaşka bir duygu uyandırıyordu. Alex, onu bir tehdit olarak görmüyordu. Onu bir şekilde anlıyor, hatta onu istiyor gibiydi. Bu düşünce Lucy’nin kalbini sıkıştırdı. Ne olursa olsun, kendi kimliğini ve bu sırların arkasındaki gerçeği öğrenmek zorundaydı. Ama bunun için kime güveneceğini bilmiyordu. Annesine mi? Babasına mı? Yoksa Alex’e mi? Gece boyunca Lucy’nin kafasında bu düşünceler dolandı durdu. Ama bir çözüm bulamıyordu. Kendini karanlık bir uykunun kollarına bırakırken bu sefer, rüyalasında artık gerçekte de tanıdığı Alex’i görmek istiyordu. ... Bir süre sonra Lucy gözlerini yine o tanıdık ormanda açtı. Alex'i gördüğünde içinde bir sevinç dalgası hissetti. Önceki rüyalarının aksine ikisi de çırılçıplaktı. Ay ışığının parıltıları, ağaç dallarından süzülerek, ikilinin çıplak bedenlerine düşüyordu. Alex yavaşça ona yaklaşıp Lucy'yi yere yatırdı, çimenlerin yumuşaklığı, bedenlerinin altına yayılıyordu. Alex’in sert bakışları, Lucy’nin gözlerinin içine dalmıştı. O gözlerde, acımasız bir arzuyla karışık, derin bir sevgi olduğunu hissediyordu. Alex, ilk önce Lucy’nin boynunu öptü. Yavaş ve nazik başlayan öpücükleri, gittikçe daha şiddetli ve tutkulu hale geliyordu. Dudaklarının izleri, Lucy’nin teninde kızarmış bir yol açıyordu. Ellerini, Lucy’nin vücudunun her yerine gezdiriyordu. Dokunduğu her yer, arzuyla alev alev yanıyordu. Lucy, Alex’in dokunuşlarına kendini teslim etti. Her nefesiyle, her titreyişiyle, acımasız bir zevkin içinde boğuluyordu. Alex’in elleri, Lucy’nin meme uçlarını okşarken, Lucy’nin karnında bir sıcaklık büyümeye başladı. Nefes nefese kalmıştı, bedeni tutkuyla yanıyordu. Alex, Lucy’nin üstüne çıkıp, kendini onun üzerine bıraktı. Vücutları acımasızca birleşip, Alex onun içine girerken nefes nefeseydi. Az sonra Lucy’nin içinde hareket etmeye başladığında dünyadaki herşey sustu. Sadece ikisi kaldı. Her hareket, her itme, bir fırtına gibiydi; coşkulu, vahşi ve kontrol edilemez. Alex’in her hareketiyle, Lucy’nin içinde şimşekler çakıyordu. Vücutlarının hareketi, acımasız bir dansa dönüşüyordu. Lucy, Alex’in gücüne teslim olmuştu, kendi vahşi doğasını Alex’in kollarında bulmuştu. Her nefeste, her itmede, birbirlerine daha da kenetlenip, birleşip tek vücut oluyorlardu. Lucy’nin tırnakları, Alex’in sırtına geçiriyordu. Alex, Lucy’nin saçlarını tutarken, onu acımasızca öpüyordu. Dudakları, Lucy’nin dudaklarına yapışmıştı. Dilleri birbirlerini bulurken, iki bedenin birleşmesi daha da şiddetleniyordu. Lucy, Alex’in vücudunda, her bir kasın, her bir damarın gücünü hissediyordu. Alex’in sesi, Lucy’nin kulağında bir fısıltı gibi yankılanıyordu; şehvet dolu inlemeler, ormanın sessizliğinde yankılanıyordu. Lucy, vücudundan yayılan zevkin şiddetine kendini bıraktı. Her bir kası, her bir siniri, Alex’in varlığıyla doluydu. Vücutları birbirine kenetlenmişti; iki beden, tek bir tutku halinde birleşmişti. Lucy’nin içinden bir inilti koptu, bu inilti, doğasının derinliklerinden gelen vahşi bir çığlıktı. Alex’in adı dudaklarından döküldü, bir inleme, bir yalvarış gibi defalarca bu adı tekrarladı. Ancak bu sadece bedenlerinin birleşmesi değildi; bu birbirlerinin ruhlarının da birleşmesiydi. Lucy, kurt olmanın özlemini, Alex’in vahşi şefkatiyle tamamlıyordu. Alex, Lucy’nin vahşi doğasının uyandığını hissediyordu. İki beden, tek bir varlıkla, ormanın karanlığında, birbirlerine daha sıkı bağlanıyor, birleşmeleri sonsuza dek sürüyordu. Ay ışığı, onların çıplak tenlerine düşerken, acımasız bir tutkuyla sertçe hareket ediyorlardı... Lucy ve Alex, tutku dolu danslarının en şiddetli noktasına ulaşmışlardı. Her nefeste, her temas, patlamaya doğru onları daha da yaklaştırıyordu. Lucy, neredeyse dayanılmaz bir haz duygusuyla titriyordu, bedeninin her hücresi, olan bitenin yoğunluğu ile yanıyordu. Alex’in hareketleri, kontrol edilemez bir hale gelmişti ve onu sonsuz bir zevk denizine doğru sürüklüyordu. Alex, Lucy’nin içinde daha da derine girerken, Lucy, zevkin doruk noktasına yaklaşıyordu. Lucy'nin genzinden ormanda yankılanan inleme koptu. Bu inleme acımasız bir zevkin, vahşi bir arzunun ifadesiydi. Vücudu, kasılmalar ile sarsılıyordu, ardından, büyük bir patlama ile, zevkin doruk noktasına ulaştı. Aynı anda, Alex de sarsılarak boşalmaya başladı. Bedeni kasıldı, vücudunu sarsan bir dalga geçti. Lucy’nin bedenine sıkıca sarıldı. Onun içini doldururken İki vücut, tek bir ritme bağlı olarak hareket ediyordu, iki ruhun birleşmesi gibiydi. Sonrasında, bir süre hareketsiz kaldılar. Vücutları, birbirlerine yapışmış olarak, yavaşça soluk alıp veriyorlardı. Yorgunluk ve memnuniyet, iki bedenin her zerresine yayılmıştı. Sessizlik, arzunun son bulmasıyla birlikte, havaya karışmıştı. Ama bu sessizlik, yoğun bir doygunluğun ve derin bir bağın sessiz tanığıydı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD