6.Bölüm

1046 Words
Buzların Ardındaki Alev Kerem'in bir hafta boyunca şehir dışında olacağını öğrenmek, Sibel'e tuhaf bir özgürlük hissi verdi. Onsuz geçen günler, lüks hapishanesinde nefes alabileceği bir süre gibiydi. Stratejisini gözden geçiriyor, bir sonraki hamlesini planlıyordu. Her akşam, ailesiyle telefonda konuşuyor, annesinin neşeli sesi ona güç veriyordu. Her şey onlar içindi. Bu, her şeye değerdi. Bir perşembe öğleden sonrasıydı. Sibel, kütüphanede bir kitap karıştırıyor, aslında okumaktan ziyade kendi düşüncelerine gömülmüştü. Evin sessizliği, huzur verici bir mırıltıya dönüşmüştü. Ta ki dış kapının zilinin keskin ve iddialı bir şekilde çalmasına kadar. Bu, Kerem'in sessiz, kayıtsız çıkışlarına benzemiyordu. Aysel koşarak kapıya gitti. Sibel, merakla kütüphanenin kapısına yürüdü. Koridordan, Aysel'in tedirgin bir sesle, "Beyefendi evde yok," dediğini duydu. "Biliyorum," diye yanıtladı tiz, kendinden emin bir kadın sesi. "Beni bekliyor olmalı. İçeri geçebilirim." Sibel, tam o sırada salona girerken, kapıdan içeri süzülen kadını gördü. Uzun, platin sarısı saçlar, makyajla kusursuzca vurgulanmış çarpıcı yüz hatları ve vücudunu saran, haddinden fazla şık bir takım elbise. Kadın, etrafa, evin sahibiymişçesine, kendinden emin bir bakış attı. Gözleri Sibel'e takıldı. Sibel donup kaldı. Bu kadın kimdi? Kerem'in sekreteri mi? Ama bu giyim tarzı ve davranışlar hiç de profesyonel değildi. Kadın, dudaklarında küçümseyen bir gülümsemeyle Sibel'e doğru birkaç adım attı. "Ah, sen Sibel'sin," dedi, sesi bal gibi yapışkan ama bir o kadar da keskin. "Kerem'den bahsetti. Evlilik... anlaşman." Sibel'in yüreği bir an için durdu. 'Bahsetti' mi? Bu kadın Kerem'in başka bir kadınla olan samimiyetini, karısının yüzüne nasıl bu kadar pervasızca vurabilirdi? Tam o sırada, dış kapı bir kez daha açıldı. Bu sefer gelen, ağır, kararlı adımlarla içeri giren Kerem'di. Seyahatinin yarın biteceğini söylemişti. Sibel, onun erken dönüşünü ve bu kadının beklenmedik ziyaretini birleştirdiğinde, resmin tamamını anladı. Bu bir tesadüf değildi. Bu, bir mesajdı. Kerem, salonun eşiğinde durdu, iki kadın arasında kaldı. Yüzünde her zamanki gibi ifadesiz bir maskeydi, ama Sibel, gözlerinde bir anlık bir şaşkınlık ve ardından hızla beliren bir bıkkınlık gördü. Demek ki bu tam olarak planlanmış bir senaryo değildi, ama Kerem için sıra dışı da sayılmazdı. "Derin," diye soğuk bir selam verdi Kerem, adı Derin olan sarışın kadına. "Burada ne işin var?" Derin, hemen bir kedi çevikliğiyle Kerem'e yöneldi. Sibel'i, odada yokmuş gibi tamamen görmezden gelerek, doğrudan Kerem'in kollarına atıldı ve dudaklarını onunkilere yapıştırdı. "Beni özlemedin mi?" diye mırıldandı, çekilirken. Sibel, olduğu yerde çakılıp kaldı. Göğsüne saplanan bir bıçak gibiydi bu manzara. Kerem'in onu hiçe sayması, aşağılaması bir yana, bu kadar aleni, bu kadar küstahça bir ihanet... Ateş gibi bir sıcaklık, yanaklarından sızarak yüzünü sardı. Elleri yumruk oldu, tırnakları avuçlarını acıtıyordu. İçgüdüsü, bağırmak, oradan uzaklaşmak, bu aşağılanmaya dayanamamaktı. Ama sonra, gözleri Kerem'e kaydı. Kerem, Derin'i itmemişti, ama ona karşılık da vermemişti. Sadece, bakışlarını Derin'in omzundan geçirip Sibel'e dikmişti. Onun tepkisini izliyordu. Bu bir testti. Onu kıskançlık krizine sokarak, onu küçük düşürmek, geçen seferki küstah zaferinin intikamını almak istiyordu. Sibel, nefesini tuttu. Yüreğindeki fırtınayı zapt etmeye çalıştı. Kaçmak ya da patlamak, Kerem'in istediği şeydi. Ona zayıflığını gösterecekti. Ama o, bir mal değil miydi? Peki ya mal, sahibinin beklediği tepkiyi vermezse? Derin, zafer kazanmış bir edayla Sibel'e baktı, bir eli hâlâ Kerem'in kolundaydı. Sibel, yavaşça ve son derece sakin bir şekilde, kolundaki ince altın bileziği çıkardı. Kerem'in ona aldığı, anlaşmalarının bir sembolü olan bileziklerden biri. Adımlarını, tıkır tıkır yüksek topuklu ayakkabılarıyla salondaki mermere vurarak, iki sevgiliye doğru attı. Kerem'in gözlerinde bir merak, Derin'inkilerde ise küçümseyen bir şaşkınlık vardı. Sibel, bileziği Kerem'in önünde, havada tuttu. "Sanırım bu, misafirine ait olmalı," dedi, sesi bir buzul kadar soğuk ve düzdü. "Sonuçta, anlaşmamızda 'kişisel eşyaların paylaşımı' diye bir madde yok. Değerli takılarınızı, lütfen daha dikkatli saklayın, Kerem." Bileziği, Kerem'in ceketinin cebine, neredeyse bir hakim kararı okur gibi soğuk bir ciddiyetle bıraktı. Ardından, Derin'e döndü. Yüzünde, en az onunki kadar kendinden emin, ama çok daha tehlikeli bir gülümseme belirdi. "Hanımefendi," dedi Sibel, sesine yapay bir nezaket katarak. "Kerem'in... iş ortaklarıyla görüşmeleri genelde ofiste olur. Bir dahaki sefere randevu alırsanız, size ofis adresini verebilirim. Bu arada, kahve ya da başka bir içecek ikram edeyim mi? Ne de olsa, ev sahibi olarak görevimi yapmalıyım." Derin, ağzı bir karış açık, Sibel'e bakakaldı. Beklediği gözyaşları, histeri, kıskançlık krizi yerine, bu buz gibi soğukkanlılık ve üstünlük tavrı karşısında şaşkına dönmüştü. Kerem'in yüzünde ise, açıkça öfke belirmişti. Sibel onun oyununu bozmuş, hatta kuralları değiştirerek karşı saldırıya geçmişti. Onu ve metresini, davetsiz misafirler konumuna indirgemişti. "Gerek yok," diye gürledi Kerem, sesi odanın içinde gümüldedi. "Derin, gidiyorsun." "Ne? Ama Kerem—" "Gidiyorsun!" diye kesti Kerem, bu sefer sesi o kadar kesindi ki, Derin irkildi. Kadın, Sibel'e son bir öfke dolu bakış fırlattı ve küstahça sallana sallana kapıya yürüdü. Kapı onun arkasından çarpılarak kapandı. Salonda, şimdi sadece Kerem ve Sibel vardı. Hava, elektrik yüklüydü. Kerem, Sibel'e doğru yaklaştı. Yüzünde, o gördüğü nadir, tehlikeli öfke vardı. "Bu küstah numaran neydi?" diye homurdandı. Sibel, hiç korkmadan, hatta biraz da meydan okuyan bir ifadeyle ona baktı. "Küstahlık mı? Sadece anlaşmamıza uygun davrandım, Kerem. 'Kusursuz bir eş' olmak, senin iş... görüşmelerini evde yapmanı engellemem anlamına gelmiyor mu? Ben sadece, evin hanımı olarak, misafirperverliğimi gösterdim. Eğer yanlış anladıysam, lütfen düzelt." Kerem, bir an için ne diyeceğini şaşırdı. Onun bu zekice savunması karşısında dili tutulmuştu. Öfkesi, kontrol edemediği bir şeye dönüşmüştü. Sibel artık sadece bir kurban değildi; zeki, soğukkanlı ve tehlikeli bir rakipti. Sibel, konuşmasına fırsat vermeden, devam etti: "Bundan sonra, lütfen bu tür 'iş görüşmeleri' için ofisini kullan. Anlaşmamızın şartlarını ihlal etmek, profesyonel biri olarak senin de hoşuna gitmez, değil mi?" Kerem, onu bir an daha süzdü. Öfkesi, yerini derin, karmaşık bir ilgiye bırakmış gibiydi. Bu, onun için yepyeni bir duyguydu. Sibel'i yakalayıp, ezmek istiyordu, ama aynı zamanda bu yeni, dikenli halini de merak ediyordu. "Sınırlarını aşıyorsun, Sibel," diye uyardı, sesi alçak ve tehditkâr. "Sınırlarımı öğrenmeye çalışıyorum, Kerem," diye karşılık verdi Sibel. "Sen bana öğrettikçe, ben de öğreniyorum." Odadan, başı dik bir şekilde çıktı, arkasında şaşkın ve öfkeli bir Kerem bırakarak. Yatak odasına girdiğinde, sırtını kapıya dayadı ve titreyen ellerini göğsüne koydu. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Kıskanmış mıydı? Evet, alev alev yanıyordu. Ama hissettiği şey, sadece kıskançlık değildi. Derin'in dudaklarını Kerem'in dudaklarında görmek, onu bir meta olarak bile değersiz hissettirmişti. Ama direnmişti. Kendisine olan saygısını korumuştu. Bu, bir ölüm-kalım savaşıydı. Ve Sibel, hayatta kalmak için sadece fiziksel değil, duygusal olarak da demir gibi sağlam olması gerektiğini anladı. Kerem, onu kırmak için yeni yollar deneyecekti. Ama o, her seferinde daha güçlü, daha keskin, daha soğukkanlı bir şekilde ayağa kalkacaktı. Savaş devam ediyordu ve Sibel, artık sadece savunma yapmayacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD