7.Bölüm

1139 Words
Buz ve Çelik Kapının ardından gelen sessizlik, salondaki fırtınanın yankısından daha boğucuydu. Sibel, odanın ortasında, nefes alışverişini düzene sokmaya çalışıyordu. Vücudundaki adrenin hızla çekiliyor ve yerini derin, sarsıcı bir titreme alıyordu. Yaptığı şey delilikti. Kerem'i, onun gücüne ve servetine meydan okumuştu. Ama o an, o küstah öpücüğün karşısında hissettiği aşağılanmanın ateşi, her türlü korkunun önüne geçmişti. Salondan bir ses gelmedi. Kerem hareket etmiyor, düşünüyordu. Bu, onun için en tehlikeli haldi. Bir süre sonra, ağır adımlarla merdivenlerden çıktığını duydu. Kapısının önünden geçti, ama durmadı. Kendi odasına girdi ve kapıyı sessizce kapattı. Bu beklenmedik sakinlik, Sibel'i daha da huzursuz etti. Bir patlama, bir yüzleşme bekliyordu. Bu buz gibi sessizlik, daha büyük bir fırtınanın habercisi gibiydi. Ertesi sabah, kahvaltı masasında buluştular. Kerem, gazetesinin arkasına saklanmış, her zamanki gibi ulaşılmaz ve sakındı. Sibel, bir gece önceki olayı anımsatacak en ufak bir iz aradı onun yüzünde. Öfke? Hayır. Peki ya pişmanlık? Asla. Sadece, olağanüstü bir donukluk vardı. "Bugün," diye söze başladı Kerem, gazeteyi katlayıp masaya bırakarak, "seninle dışarı çıkıyoruz." Sibel, şaşkınlıkla ona baktı. "Dışarı mı?" "Evet. Senin için uygun görülecek birkaç yer var. Alışveriş. Bir kuaför randevun var." Sesi, bir emir vermekle bir randevu ayarlamak arasında gidip gelen, nötr bir tondaydı. "Akşamüstü de bir kokteyle katılacağız. İş ilişkilerimden önemli isimler olacak. Kusursuz görünmen gerekiyor." Bu, bir ödül müydü yoksa başka bir ceza mı? Dün geceki "zaferinin" ardından, onu dış dünyaya, kendi kontrol alanına çıkarıyor ve herkese "mükemmel eş" rolünü oynamaya zorluyordu. Bu, onu bir kez daha bir nesneye, bir süs eşyasına indirgemenin başka bir yolu muydu? Ama itiraz etmedi. Bu, ailesinin güvenliği için gerekli olan rolün bir parçasıydı. Ayrıca, Kerem'in dünyasını, onun insanlarını daha yakından görmek için bir fırsattı. Gün, lüks markaların butiklerinde, pahalı kumaşların ve parıltılı takıların arasında geçti. Sibel, Kerem'in seçtiği her şeyi, bir robot soğukluğuyla kabul etti. Hiçbir şeye sevinmedi, hiçbir şeyi beğenmediğini belli etmedi. Sadece, anlaşmanın gerektirdiği gibi, "kusursuz" görünmeye odaklandı. Kuaförde, saçları daha karmaşık bir topuz yapıldı, makyajı daha vurgulu ve çarpıcı hale getirildi. Aynada kendine baktığında, giderek daha fazla Kerem'in yarattığı bir figüre dönüştüğünü gördü. Ama gözlerinin derinliklerinde, sönmeyen bir direniş pırıltısı hâlâ duruyordu. Akşam, şehrin en yüksek katlarından birindeki bir restoranda düzenlenen kokteyle vardılar. Her yer, pahalı parfüm kokuları, pırlanta ışıltıları ve güçlü insanların kendinden emin gülüşleriyle doluydu. Kerem, onun koluna girmişti, yüzünde nadir görülen, hesaplı bir gülümsemeyle. Sibel'i, "Karım, Sibel," diye tanıtıyor, sonra onu iş dünyasının önemli isimleriyle baş başa bırakıyor, kendi görüşmelerine dalıyordu. Sibel, önceden hazırlandığı gibi, kibar, biraz çekingen, ama zarif bir eş rolünü oynuyordu. Bir grup erkeğin, hisse senetleri ve yatırımlar hakkında konuştuğu grubun kenarında sessizce durdu. Gözleri, odanın diğer tarafında, Kerem'i kollarına alan kadını aradı. Derin yoktu. Belki de Kerem onu bu tür resmi etkinliklere sokmuyor, sadece daha özel anlar için saklıyordu. Bu düşünce, midesinde bir yanma hissi bıraktı. Tam o sırada, yaşlı, zarif bir kadın yanına yaklaştı. "Sibel Hanım, değil mi?" dedi, sesi sıcak ve bilge bir tonda. "Ben Lale. Kerem'in babasının bir zamanlar iş ortağıydım." Sibel, kadının uzattığı eli sıktı. Lale Hanım'ın gözleri, derin çizgilerle çevriliydi, ama son derece canlı ve zekiydi. Sibel'i süzerken, sadece dış görünüşünü değil, ardındaki ruhu da görüyormuş gibiydi. "Tanıştığıma memnun oldum, Lale Hanım," diye nazikçe cevap verdi Sibel. "Kerem," diye devam etti Lale Hanım, bir bardak şarabından küçük bir yudum alarak, "her zaman... zorludur. Onun gibi insanları anlamak, özel bir sabır ve zeka gerektirir." Gözleri Sibel'e dikilmişti. "Senin de o zekaya sahip olduğunu görebiliyorum, kızım." Sibel hafifçe irkildi. Bu kadın neyi ima ediyordu? Kerem'in onunla olan anlaşmasından haberi var mıydı? "Ben sadece..." diye söze başladı Sibel, rolünü oynamaya devam ederek. "Evet, biliyorum," diye sözünü kesti Lale Hanım, hafifçe gülümseyerek. "Sadece mükemmel bir eşsin. Ama bazen mükemmellik, beklenenin dışında bir şekilde tezahür edebilir, değil mi?" Kadın, Sibel'in gözlerinin derinliklerine baktı. "Bu dünyada hayatta kalmak için, bazen en iyi kılıç, sabır ve sakin bir zihindir. Ateşe ateşle karşılık verirsen, her şey yanıp kül olur." Sibel, kadının sözlerindeki gizli mesajı anlamıştı. Onu gözlemlemiş, dün geceki olaydan ya da başka bir şeyden haberi varmış gibi konuşuyordu. Bu, bir uyarı mıydı yoksa bir teşvik mi? Tam cevap vermeye çalışırken, Kerem yanlarına geldi. Yüzündeki gülümseme biraz gerginleşmişti. "Lale Teyze," dedi, sesinde yapay bir sıcaklıkla. "Sibel'i yoruyor musunuz? Daha yeni bu sosyal ortamlara alışmaya çalışıyor." "Yorulmadım, Kerem," diye cevapladı Sibel, sesi sakin. "Lale Hanım çok kibar." Kerem, Sibel'in koluna yeniden girdi, bu sefer daha sıkı bir şekilde. "Özür dileriz, Lale Teyze, diğer misafirleri selamlamamız gerekiyor." Onu kadından uzaklaştırırken, Sibel'e doğru eğildi ve alçak, keskin bir sesle fısıldadı, "Sana söyledim. Sınırlarını aşma." Sibel, Lale Hanım'a dönüp zarifçe başını eğerek veda etti. Kadın, gözlerinde anlamlı bir pırıltıyla, ona küçük bir sallanışla karşılık verdi. Eve dönüş yolunda araba, buz gibi bir sessizlikle doluydu. Kerem, direksiyona kitlenmiş, gözleri yoldaydı. Sibel, camdan dışarı, gece ışıklarına bakıyordu. Lale Hanım'ın sözleri aklında dönüp duruyordu. Ateşe ateşle karşılık verirsen, her şey yanıp kül olur. Haklı mıydı? Kerem'i açıkça provoke etmek, onu daha tehlikeli hale getirir miydi? Ama dün gece, ateşle karşılık vermişti ve şimdi hâlâ ayaktaydı. Hatta Kerem'in gözünde, o tehlikeli ilgiyi görmüştü. Belki de ihtiyacı olan şey, stratejisini değiştirmekti. Açık savaştan ziyade, daha ince hamleler yapmaktı. Kerem'in kuralları içinde oynamak, ama o kuralları kendi lehine bükmek. Arabadan indiklerinde, Kerem, kapıyı açmadan önce ona döndü. "Bugün... kabul edilebilirdin," dedi, sanki büyük bir iltifat ediyormuş gibi. "Lale Teyze ile konuşman kısaydı. İyi." Sibel, ona baktı. İçinde, onun bu kibirli onayına karşı bir öfke kabardı. Ama Lale Hanım'ın sözlerini hatırladı. Sabır ve sakin bir zihin. "Teşekkür ederim, Kerem," diye yanıtladı sadece, sesi düz ve ifadesiz. İçeri girdiler. Sibel, merdivenlere doğru ilerledi. Tam basamaklara çıkacakken, arkasından Kerem'in sesi geldi. "Sibel." Durdu ve döndü. Kerem, salondaki loş ışıkta, elinde cep telefonuyla ayakta duruyordu. "Yarın," dedi, sesi alçak ve düşündürücü, "Derin ve onun gibi diğerleri... Onlar sadece birer dikkat dağınıklığı. Anlaşmamızın şartlarını hiçbir zaman ihlal etmedim. Sadakatsizlik, zaman kaybıdır. Verimsizliktir." Sibel, nefesini tuttu. Bu ne anlama geliyordu? Bir özür mü? Bir açıklama mı? Yoksa sadece, onun "malının" kafasını karıştırmamak için yapılmış soğuk bir açıklama mı? "Anlıyorum," diye mırıldandı sonunda, daha fazla bir şey söyleyemeden. Kerem, başıyla onayladı, sonra cep telefonuna döndü, konuşmanın kapandığını belirtircesine. Sibel, yatak odasına çıktı. Kerem'in sözleri kafasında yankılanıyordu. "Sadakatsizlik, zaman kaybıdır." Yani, onu aşağılamak, onu test etmek için kasıtlı olarak yapılmış bir hamleydi. Derin sadece bir piyondu. Bu, onun yarattığı duygusal hasarı ortadan kaldırmıyordu, ama Kerem'in zihniyetine dair korkutucu bir içgörü sunuyordu. Onun için her şey, verimlilik, kontrol ve güçle ilgiliydi. Duygular, sadece zayıflık belirtisiydi. Pencereye yürüdü ve dışarıdaki karanlığa baktı. Lale Hanım'ın sözleri ve Kerem'in beklenmedik itirafı, zihninde bir stratejiyi şekillendiriyordu. Onunla savaşmak için ateşe ihtiyacı yoktu. Buz kadar soğuk, çelik kadar sağlam olmalıydı. Onun kurallarını öğrenmeli, onun oyununda ondan daha iyi olmalıydı. Gözlerinde, yeni bir kararlılıkla parladı. Kerem onu bir süs eşyası, bir meta olarak görüyordu. Peki, ya öyleyse? En değerli, en vazgeçilmez meta olacaktı. Onu, kendi silahlarıyla, kendi kurallarıyla yenene kadar. Gülümsedi, bu sefer içten ve tehlikeli bir gülümsemeydi. Savaş alanı değişmişti. Ve Sibel, artık nasıl savaşacağını öğreniyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD