SUSMAK ENGEL Mİ?

5000 Words
Susmak çözüm müydü? Hayattan vazgeçmiş biri konuşmaktan da vazgeçmiş olabilirdi. Peki kimeydi bu ceza, bu esirgeme? Sessizlik kime engeldi? Ölüyordu insan her geçen gün. Tepkimi susarak gösteriyordum hayata. İsyanımdı bir nevi yaşadıklarıma. Konuşmak neye yaramıştı ki? Ben de susmayı seçtim. Suskun olmayı ve bu şekilde silinip gitmeyi hayattan.     Ruhsuz kalmış bir bedenden başka bir şey değil şu aynada görmüş olduğum. En çok gözlerim değişmiş sanki. Güldüğümde benim gibi gülen kuzguni gözlerim. Grinin açık tonu olan gözlerim. Tanıyamıyorum ki kendimi. Aynadaki kişi ben değilim. Biliyorum bunu. Eski Asya ile aramda en ufak bir benzerlik yok. Çok severek uzattığım, annemin her zaman sevgiyle okşayıp, taradığı saçlarım kısacık artık. Ne çok severdi annemde saçlarımı,gözlerimi. Tıpkı babana benziyorsun derdi. Özlüyordu babamı. Ben de özlüyordum kahramanımı. Keşke bırakıp gitmeseydi bizi. Ne vardı sanki o aptal araba bozulmasaydı? Babam o arabadan sağ çıksaydı?       Daha 5 yaşındaydım. Küçüktü evimiz, sıcacıktı. Her akşam babamın gelişini pencere kenarında beklerdim. Annem sobanın üzerine koymuş olurdu tencereleri. Babam geldiğinde hazır olsun isterdi. Önce beni kontrol eder, sobayı yaklaşmamamı tembihler ve her akşamki gibi odaya geçer babam için giyinirdi. Sonra sıra bana gelirdi. Bütün gün sokakta tozun toprağın içinde kirlenen kıyafetlerimi değiştirir, saçlarımı tarardı. Kapı çaldığında ki sevincim başka hiçbir zaman görülmezdi. Her akşamki gibi babamın cebinden bir çikolata çıkarıp bana vermesini isterdim. Tabi bir karşılığı vardı bunun. Kocaman bir öpücük...       Hep böyle gider diye düşünürken bodoslama duvara çakıldık resmen. Ev telefonu çalmıştı o gün öğleden sonra. Bizi bir tek babam arardı, başka kimsemiz yoktu ki. Koşup açmıştım telefonu ama başka biriydi telefondaki. Sonra annem aldı telefonu ve karşıdaki kişiyle konuştu. Apar topar çantasını aldı, kapıyı kilitledi ve beni karşı komşumuz Hatice teyzeye bıraktı. Annemin yüzündeki o ifadeyi unutamıyorum hala. Akşam geç saatlere kadar ayrılmadım camdan. Hatice teyze uyutmak istese de uyumadım, bekledim. Sonra camdan o sarı taksiyi gördüm. Babamın arabasının aynısındandı. Önce Şeref amca ve Haluk abi indi arabadan, sonra da arka kapıyı açıp annemi indirdiler. Babam yoktu ama. Annem ağlamıştı. Gözleri kıpkırmızıydı. Bunu cama çevirip bana bakan gözlerinde gördüm. Acıyı, kederi, babamı gördüm gözlerinde. Kor gibiydi gözleri. Küçücüktüm ama yandı içim. Boğazıma bir yumru oturdu sanki. Koştum kapıya. Boyum kapı koluna anca geliyordu daha. Annem daha yeni gelmişti kapıya, bana değil kapımıza bakıyordu. Elinde babamın ceketi ve ayakkabıları vardı. Birde şeffaf bir poşet. İçinde tam olarak ne vardı görmemiştim. Çokta umurumda değildi o an. Umurumda olan annemdi. Ağlamıştı annem. Benim annem ağlamazdı ki. Hep gülerdi. Babam anneme hep gözleri gülen kadınım derdi. Bakardım ben de annemin gözlerine sonra döner babama sorardım. "Baba, annemin gözleri nasıl gülüyor? Ben görmüyorum." diye. Önce gülerdi babam söylediklerime sonra da "Annenin gözleri bir tek bana güler."derdi. Aşkı ilk onlarda görmüştüm ben. Gerçek anlamda gülen gözleri onlarda tanımıştım. Ben babamın prensesi, annemin canparesiydim.        O gün annemin gözleri gülmedi. Aslında o günden sonra ne annemin gözleri güldü ne yüzü. Tıpkı benim gibi. Anneme babamı sorduğumda daha çok ağladı. Sel olup taştı gözyaşları. Silse de yenisi aktı hiç durmadı yaşları. "Yok" dedi annem. "Artık yok. Cennete gitti." Daha 5 yaşındaydım ben. Küçücük aklım cennet ne tam olarak onu bile bilmiyordu ki. Bir filmde görmüştüm sadece. Sevindim önce. "Anne melek mi oldu babam?" dedim. "Hani nerede anne ne zaman gelecek bizim meleğimiz?". "Evet" dedi annem. "Melek oldu. Ama artık gelemez yanımıza." İsyan ettim küçücük kalbimle."Hayır o zaman babam melek olmasın. Cennet kötü bir yer. Babama söyle geri gelsin." Hiçbir işe yaramadı. Ağladım,bağırdım ama ne çare.        Sonra annem beni babama götürdü. Toprağın altında olduğunu söyledi. ,Üşürdü ki orada. Babam annem olmadan uyuyamazdı.        Zaman geçti. Hem de çok zaman. Gelmedi babam. Artık bir kahramanım yoktu. Her şey öyle başladı zaten. Babam gitti, biz dağıldık. Cehennem ne demek ben bunu 7 yaşında öğrendim. Küçücük yüreğimle beni babamın yanına alması için Allah'a yalvarırken öğrendim. Babasızlık, yetimlik ne acımasızca öğrendim.       Okula gitmek istemezdim o zamanlar. Dalga geçerlerdi benimle. "Babası yok bunun." derlerdi. Onlar bilirler miydi ki babasızlık ne demek? Onlar da her gece annemle benim gibi miydiler ki anlasınlar beni? Hayat onlara da bu kadar acımasız davranıyor muydu da beni anlasınlar? Çocuklar çok acımasızlardı. Kalp kırıklıklarım arttıkça arttı. Ama keşke sadece bu kırıklıklarla kalsaydı. Buna bile razıydım.       Yine okuldan eve döndüğüm zaman kapımızda bir araba vardı. Artık başka bir evde yaşıyorduk. Daha küçüktü burası, daha soğuk. Babam gittiğinden beri hep üşüdük zaten biz. Annem çalışmaya başladı. Elleri, pamuk elleri artık hep yaralıydı. Kırmızı, büyük, sert yaralar. Annem, canım annem geriye bir tek o vardı zaten. O gün eve gittiğimde o arabanın sahibiyle tanıştım. Evin kapısı açıktı, eve girince o adamı gördüm. Annemin kolunu tutmuştu. Bir şeyler söyledi anneme sonra kapıya doğru geldi. Göz göze geldiğimizde korkmuştum. Yüzünde ürkütücü bir sırıtma vardı. Gözleri kocamandı. Korkmuştum ondan. Anneme "Bir daha gelmesin bu eve." dedim ama annem "O artık senin baban." dedi. İmkansızdı. Benim zaten bir babam vardı. Ağladım çok ağladım hemde ama annem beni hiç dinlemedi. "Mecburum." dedi "Mecburum canparem..."         Aradan bir hafta geçti ya da geçmedi o korkunç adamın evine taşındık. Annem artık çalışmıyordu. O zamanlar neden işe gitmediğini merak ederdim. Annem birazcık hasta olduğunu o yüzden çalışmadığını söylediğinde çocuk aklı işte anneme ben bakarım deyip onu otutturmuştum koltuğa. Bir yastık ve bir pike alıp gelmiştim hemen. Kıyamazdım ki anneme. Hasta olmasındı o, iş yapmasın, yorulmasındı. Artık elleri yara olmasındı. Ne yazık ki annem iyileşemedi. Gittikçe kötüleşmeye başlamıştı. O adam eve her gelişinde kızıyordu bize. Anneme vuruyordu. Vurmasın istiyordum. Yakmasındı annemin canını. Engel olmaya çalıştığım her seferinde, beni de dövmeye başlamıştı. O zamanlar 10 kadar yaşlarındaydım. Çokta büyük değildim yani. Annem ne kadar engel olmaya çalışsa da durmuyordu canavar adam. Anneme de kızıyordum artık. Söylemiştim ona. "Evlenme anne, benim babam var." demiştim. Dinlememişti beni.         Aradan geçen birkaç yıldan sonra annem kötüleşmişti. Yataktan çıkamıyordu bile. Evi temizliyor, yemekleri yapıyordum. Ancak okula gitmek zor oluyordu bana. Çünkü annemi evde yalnız bırakmak zorunda kalıyordum. Okuldan çıkıp koşarak dönüyordum eve. O adamsa daha da beter olmuştu. Hasta demeden her akşam dövüyordu annemi. Sarhoştu her gece. Annemin ilaçlarını alacak para bile vermiyordu pislik adam. Bir gün akşam yine çok dövdü annemi, engel olmaya çalıştıkça ben de aldım nasibimi. Elindeki kemerin tokası dağladı etlerimi. Annem o haliyle bile "Vurma kızıma!" diye haykırıyordu. Sonra çekti gitti evden. Annemi zar zor kaldırdım, yatırdım yatağına. Kesik kesik alıyordu nefeslerini. İşte o zaman öğrendim annemin bu şerefsiz,pislik adamla neden evlendiğini. "Hastaydım kızım." dedi. "Ölüyordum ve seni emanet edebileceğim kimsem yoktu. Başta kabul etmesem de sonradan o bana çare bırakmadı. Affet kızım." dedi. "Sen baban gibisin canparem. Gözlerin, saçların, yüzün... Sana ne zaman baksam babanı görüyorum güzeller güzelim. Baban gibi güçlü ol kızım. Sen bizim kızımızsın. Pes etmezsin, cesursun." dedi. Son konuşmasının bu olduğunu nereden bilebilirdim ki. Sabah koynuna kıvrılıp uyuduğum annem buz gibiydi. Isıtmaya çalışsam da olmadı. Uyanmadı annem. Benim güzel annem. 13 yaşında tattım öksüzlüğün zehrini. Artık hem yetim hem öksüzdüm. Kayboldum, gittim.        O adamla baş başa kalmıştım. Korkuyordum. Birkaç kere evden kaçsam da buldu beni, geri sürükleye sürükleye getirdi eve. Daha da beter oldu. Çok dövüyordu, eskisinden daha da çok. Okuldan sonraları çalışmamı istedi çalıştım, para getirdim eve. Daha fazlasını istedi hep. Yoktu ki. Yoktu işte ama anlamıyordu bir türlü pislik herif. Sustum sonraları. O vurdukça sustum, sustukça vurdu. O bana vururken diktim gözlerimi ona. Ateş gibi olan gri gözlerimi, babamın kopyası olan gözlerimi. Ben Asya Birtan. Melek Birtan ve Erdem Birtan'ın biricik kızı. Kayboldum susuşlarımda. Ben sustukça bir şeyler aldı benden. Şimdi baktığım aynadaki kişi ben değilim. Babasının prensesi, annesinin canparesi yok artık. Kesti saçlarımı bu kez. Babamın, annemin kıyamadığı saçlarımı aldı benden. Ruhumu parçaladı bedenimle beraber. Karanlık kuyulara hapsetti beni. Konuşmadım diye, ona karşılık vermedim diye kesti. Belki vursa bu kadar yanmazdı canım. Ama artık konuşamam ki ben. Her şeyimi kaybetmişken olmaz. Kurtulamıyorum o pislikten. Kirletiyor ruhumu. Tıpkı bedenimi kemer izleriyle kirlettiği gibi. Suskunum ben artık. Ben Asya Birtan. Nam-ı diğer SUSKUN... ***  3 YIL SONRA        Ayaklarımı hissetmiyorum artık. Kaç saattir hiç mola vermeden koşturuyorum. Sırf kabusum olan o pisliğe para götürebilmek için hem de. İşim biraz yoğun. Çalışma arkadaşlarım siparişi alır, bana söyler ben de servis yaparım. Kaç yıl oldu konuşmayalı? Üç sanırım. Kendi sesimi bile unuttum artık. Ağlarken bile sesi çıkmaz mı insanın? Canı yanarken bile tek bir ses çıkmaz mı? İşimin bitmesine daha iki saat var. Sırf o adama para yetiştirebilmek için sabah sekizde gelip gece on bire kadar çalışıyorum. Yorulsam da ne yapabilirim ki? Gücüm yetmiyor ona. Okula gitmeme izin vermesi için mecburum dediğini yapmaya. Az kaldı ama. Lise bittikten sonra kaçacağım yine. Bu kez daha uzağa. Bulamayacak beni. Para biriktiriyorum o yüzden. Ona fark ettirmeden maaşımın birazını saklıyorum. Başaracağım bu sefer, sadece bir yıl daha sabretmeliyim.          İşim bitince önlüğümü bırakıp çıktım kafeden. Hava çok soğuk değildi, hatta sıcak bile sayılırdı ama ben yine de kapüşonlu ceketimi giyip saçlarımı gizledim. Sonra da koşmaya başladım. İyi hissettiriyor koşmak. Özgür oluyorum koşarken. Evin sokağına girdiğimde yavaşladım. O eve girip o pislik adamın yüzünü görmek istemiyordum ama mecburdum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde yine o pislik adamı ve yine onun gibi pislik arkadaşını otururken buldum. Yine kurmuşlardı içki sofrasını. O iğrenç bakışlarını üzerimde hissetmek korkutuyordu beni. Dövsündü, küfür etsindi ama o mide bulandırıcı bakışlarını çekseydi üzerimden. "Ooo. Benim küçük kızım teşrif etti sonunda. Neredesin sen lan bu saate kadar?"          Anlamamış mıydı hala? Konuşmuyordum işte ama anlamıyordu bunu. Hazırladım kendimi. Ona cevap vermedim diye yine dövecekti beni. Ayağa kalkıp bana yaklaşmaya başladı. Dev gibiydi gözümde. Ama ben babamın kızıydım, cesurdum. Kıpırdamadım yerimden, diktim gözlerimi ona. Önce bir tokat geldi yanağıma. Yana düştü başım. Yumruklarımı sıkıp kaldırdım başımı, yine diktim gözlerimi ona. "Lan...Dikme o şeytan gözlerini bana. Gebertirim seni."         O gece yediğim dayak ne ki? Şükür bile ediyorum kemerini çıkarmadığı için. Yanındaki arkadaşı, o pislik beni döverken sırıtarak bizi izleyip içkisini içti. Nefret ediyordum ikisinden de. Zar zor temizledim yaralarımı yattım uyudum. Sabah yine işe gitmem gerekiyordu. Okulun başlamasına da son iki gün kalmıştı. Çok şükür bitecekti tüm dertlerim. Kurtulacaktım tüm kabuslarımdan. Kafeye geldiğimde sadece Sevgi abla vardı. Sevgi abla mutfakta çalışır, çok güzel yemekler yapar. Bana da öğretti bir sürü yemek. Annemden sonra saçlarımı okşayan tek kişi Sevgi abla. "Kuzum geldin mi? Gel hadi kahvaltı yapalım."       dedi bana yaklaşıp .Yüzümü gördüğü anda silindi yüzündeki gülümseme. "Elleri kırılsın yine mi dövdü seni? Ah yavrum gel otur hadi bir krem sürelim."      Kağıt ve kalemimi alıp yazdım ona.  "Gerek yok Sevgi abla ben sürdüm krem. Ben bugün mutfakta çalışsam olur mu?" "Olur kuzum olur. Gel bir şeyler ye hadi."      Üzülüyordu halime ben de üzülüyordum kendime. Her yerim yara bere içinde yaşamak bana çok acı veriyordu.       İki gün sonra okul açılınca ne yapacaktım. Burada okul çıkışından sonraları çalışacaktım ve maaşım yarı yarıya düşecekti. Peki o Sedat denen adama az para götürünce ne olacaktı? Gece çalışabileceğim bir iş bulmalıydım. Yarın saat sekizden sonra izin almıştım Sevgi abladan. Birkaç yere gidecektim iş için. Belki kabul ederlerdi gece çalışmamı. Pek tekin yerler değildi barlar. Yine de mecburdum. Bütün gün mutfakta ya yemek yaptım ya bulaşık yıkadım. Çıkış saatim gelince daha hızlı koştum eve, sırf dün gece ki gibi olmasın diye. Eve girdiğimde sızıp kalmıştı koltukta. Sessizce girdim odama. Her geceki gibi kapımı kilitledim önce, sonra da komodini önüne çektim kapının. Biraz oturup dinlendim komodinin üstünde. Sonra gidip zulamı açtım. Yatağın altındaki bir tahta oynuyordu. Kaldırıp içindeki poşeti çıkardım ve bu gece kazandığım paranın birazını oraya koydum. Sevgi abla biraz para vermişti bana istemesem de. Okul harçlığı yaparsın demişti. Ne iyi yürekli kadındı.      Gözlerim artık uyku diye diretirken üstümü değiştirip girdim yatağa. Yorganıma sarılıp uyumaya çalıştım. Soğuktu geceleri. Odamdaki pencerenin tahta kısmı kırıktı ve tam kapanmıyordu. İçerisi hep soğuktu o yüzden. Hep üşürdüm ben.        Sabah yine sessizce çıktım evden. Yüzüm biraz daha iyi olunca servis görevime geri dönmüştüm. Akşam sekiz gibi çıktım işten. Koşmaya başladım yine. Geldiğim yer pek sakin, tekin bir yer değildi ama yapabileceğim pek bir şey yoktu. İçeri girdim ve barmene doğru yürüdüm. Benden 5-6 yaş anca büyük, uzun boylu bir adamdı. Yüzünde serseri bir gülüş vardı ve bu onu çok sempatik gösteriyordu. Cebimden defteri çıkarıp yazmaya başladım. Sonra ona doğru iteledim defteri. "Merhaba. Yetkili biriyle görüşmek istiyorum. İş için gelmiştim."      Okuduktan sonra bana baktı tam gözlerimin içine. "Kaç yaşındasın sen bakalım?"     Yazmaya başladım tekrar.  "17. Ama lütfen bir deneyin. Bu işe ihtiyacım var. Geceleri çalışmak zorundayım. Hem birkaç ay sonra 18 oluyorum." "Bak ufaklık yaşın küçük ama madem mecbursun bir deneyelim. Akşam kaç gibi gelebilirsin?" "Saat 11.30 da burada olurum kaçta derseniz çıkarım."       Yazdım. "Pekala akşamları kendin gelirsin dikkatli olmak şartıyla. Gece 3 gibi işin biter. Ya ben ya da kapıdaki arkadaşlardan biri eve bırakır seni. Anlaştık mı?" "Çok teşekkür ederim. Peki ben ne iş yapacağım?" "Sen burada benimle içki hazırlayacaksın. Gece herkes birlikte temizlik yapar sonra da dağılırız. Bu arada ben Özgür." "Tamam Özgür abi. Bu gece başlasam olur mu?" "Hadi gel bakalım sana biraz içkileri öğretelim."      Akşam iş saatine kadar Özgür abi bana içkileri nasıl hazırlayacağımı gösterdi. Her şeyi anlattı, öğretti. Saat ilerledikçe daha da çoğaldı kalabalık. Ürkütüyordu beni insanlar ama Özgür abinin yanından ayrılmıyordum hiç. İnsanlar tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Kendime bir kahve hazırladım bir fırsat bulup. Bütün gece ayakta kalmalıydım ve sabah okul vardı. Bünyem alışıktı ama bu tempoyu kaldırabilir miydim emin değildim. Sadece mecburdum işte. Gece kalabalık çekilip temizliği bitirince Özgür abi eve bıraktı beni. Korkuyordum eve girmeye. İçerinin ışığı yanıyordu ve bu saatte çoktan sızmış olmalıydı. Penceredeki karaltıya bakılırsa sızmamıştı ama. İçeri girdim sessizce. Sonrası felaketti işte. O kemerin sırtıma her değişindeki yanma hissi. Çıkan sesler çınladı kulaklarımda.       Sabah yedi gibi uyandım. Bıraktığı yerdeydim. Koridorda yerde yatıyordum. Acıdan bayılmış olmalıyım. Duvardan destek alarak kalktım. Yavaşça banyoya gidip duş aldım. Suyun vücudumdaki yaralarda bıraktığı o inanılmaz acı bile yıldıramadı beni. Bütün kanı temizledim vücudumdaki. Aynaya baktığımda gri gözlerimin daha da açılmıştı renkleri. Durulmuştum çünkü. İçim boştu şuan. Hazırlanıp yola çıktım. Açtım. Dün geceden beri hiçbir şey yememiştim ama midem almıyordu. Alışmıştım açlığa. Hep açtım ki, hiçbir zaman tam doymazdım. Okula geldiğimde daha dersin başlamasına vardı. Ben de üç yıldır yaptığım gibi arka bahçedeki ağacın dibine oturdum. Sınıftan ne zaman çıksam oraya giderdim zaten. Artık okuldakiler de alışmıştı buna. Suskunun yeri olmuştu bu ağaç. Benden başka da kimse gelmezdi zaten. Suskundum ben ve bura bana aitti.      Okul bu yıl biraz değişmişti. Ek bir bina yapılmıştı bahçeye ve daha kalabalıktı sanki bugün. Müdür Bey ve öğretmenler kürsünün orada beklerken öğrenciler sıraya girmeye başlamıştı bile. Herkes toplandıktan sonra ben de geçtim sınıfımın olduğu yere. Pek kimseyi tanımazdım, konuşmazdım kimseyle ama yeni kişiler vardı sanırım ya da yoktu emin değildim açıkçası. Müdür Bey konuşmaya başlayınca birden bir sessizlik oluştu bahçede. "Evet çocuklar yeni eğitim öğretim yılına bugün itibariyle başlamış bulunuyoruz. Bu yıl okulumuza yeni bir bina daha yapıldı. Yaz başında çıkan bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelen Çamdibi Lisesi öğrencileri de bu yıl bizlerle birlikte bulunacaklar. Şimdiden hepinize iyi bir eğitim öğretim yılı dilerim."      Müdür Bey'in söylediklerini boş gözlerle izledim. Benim için çokta ilginç bir haber değildi. Umursamıyordum ki ben kimseyi. Kimse de beni umursamazdı zaten. Onlara göre farklıydım çünkü. Suskundum ben. Sessiz çığlıklarım vardı ama suskundum... ***  Çoğu kişinin peşinden ben de girdim binadan içeri. Son sınıflar en alt katta olduğu için çok acele etmeme gerek yoktu. Sınıftan içeri girip çantamı her zaman ki gibi cam kenarı en arka sıraya koydum. Sınıf büyüktü ama çok kalabalık değildi. Kimseyle göz göze gelmeden geri çıktım sınıftan. Lavaboya gidip yüzümü yıkamalıydım. Lavaboya girip kapüşonumu açtım. Yüzümdeki yaralar Allah'tan çok kötü değildi. Dün sırtıma kemerini indirmekten yüzüme sıra gelmemişti. İyi ki de gelmemişti. Yine ilk günden rehber hoca ile görüşmek istemiyordum. Saçlarımla yüzümü biraz daha kapatıp çıktım lavabodan. Sınıfın önüne geldiğimde tedirgindim. Yine ve yine dalga geçeceklerdi benimle ama yapacak bir şey yoktu ki. Elden bir şey gelmiyordu. Güçlüydüm ben. Onları umursamamalıydım. İçeri girdiğimde sıramın olduğu yerde bir sürü kişi vardı. Neler oluyordu orada öyle? Konuşmaları dinledim kıpırdamadan.  "Yeni çocuk bence orada oturmak istemezsin." "Bir adım var benim. Yağız. Ayrıca niye oturmak istemeyeyim?" "Suskunun yeri orası da ondan. Şeytan gözlerini görmek istemezsin."     Baydı artık bu muhabbet ama. Gözlerimde ne vardı da herkes şeytan gözlü diyordu. Sadece açık griydi ve sinirlenince koyulaşıyordu. Hem ben seviyordum gözlerimi. Babama benziyordu çünkü gözlerim.  "Aa. Ama bak belki de yerin onun gibi en arka sıradır. İki engelli bulmuş olursunuz birbirinizi." "Bana bak sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun. Kendi beyin özrüne bak önce. Bas geri bozma benim asabımı."     Çocuk öyle bir bağırmıştı ki herkes susmuştu bir anda. Daha fazla burada durmanın anlamı yoktu. Kalabalığa doğru ilerledim başım öne eğik. Sıramın olduğu yere geldiğimde görüşümde bir tekerlekli sandalye vardı. Bu yüzden mi çocukla dalga geçiyormuş bu salaklar? Sinirlenmiştim yine. Cenk'ti değil mi dalga geçen? Kafamı kaldırıp sinirlice baktım Cenk'in tam gözlerinin içine. İki adım geriledi birden. "S..tir! Kızım çek şu şeytan gözlerini. Ne haliniz varsa görün."      dedi ve sırasına geçti. Kimseyle göz temasına girmeden oturdum yerime. Kapüşonumu kapatıp sıranın üzerine koydum başımı. Uykusuzdum, yorgundum, açtım. Yeni çocuğun gözleri üzerimdeydi hissediyordum. Adı neydi? Yağız...      İçeride oluşan sessizlikle hocanın geldiğini anlayıp başımı kaldırdım. Sınıfa giren hoca çok gençti. Uzun boylu, sarı saçları olan çok tatlı bir kadındı.  "Merhaba çocuklar. Ben yeni rehber öğretmeninizim. Bu yılı sizinle birlikte geçireceğiz. Aynı zamanda sınıf öğretmeninizim. Adım Aylin Taşçı. Son yılınız olduğu için çok fazla görüşmemiz, konuşmamız gerekecek. Öncelikle yoklamayı alıp sizleri tanıyalım. Dahan sonra hedefleriniz hakkında konuşuruz."      deyip masasına oturup defteri açtı. Yoklamayı almaya başladı. Sadece dinliyordum boş gözlerle. Başımı pencereye çevirmiş, kollarımı bağdaştırmıştım. Yine üşüyordum ben.  "Asya Birtan."      diye seslenince hoca elimi kaldırdım hiç hocaya bakmadan. O da bakmamış olmalıydı sınıfa.  "Asya Birtan yok mu çocuklar?"      diye hocanın sorusunu duyup gözlerimi hocaya çevirdim. Herkes kıkırdıyor, kendi arasında fısıldıyordu. Hoca anlamaz gözlerle onlara bakıyordu, kaşlarını çatmıştı. Ayağa mı kalksaydım acaba? "Asya burada hocam. Yanımda oturuyor."       Yağız söylemişti bunu. Hocayla göz göze geldik o an. Anlamsızca bakıyordu bana. Sonra Yağız'a çevirdi gözlerini, ben de bahçeye çevirdim tekrar.  "Tamam pekala devam edelim. Yağız Taşçı." "Burada..."       Zilin çalmasına az kalmıştı. Herkes kalkıp hedeflerinden bahsederken ben biraz uykunun hayalini kuruyordum sadece.  "Suskun sıra sende. Sen de konuşsana biraz."       Yine mi Cenk? Kahkahalar sonrası. Boş boş baktım hepsine.  "Kesin çocuklar. Yeter! Bir kez daha Asya ile bu şekilde konuşmaya kalkan olursa disiplin kurulunda bu konuyu konuşuruz. Saygısız bireyler olursanız asla saygı göremezsiniz."      Ve işte zil çalmıştı. Gidip ağacımın dibinde oturmalıydım. İlk tenefüs yirmi dakikaydı. Belki de biraz kestirirdim. Ama işte hayal bunlar. Aylin Hoca'nın sesiyle kapıdan çıkamadan kaldım yerimde. "Asya ve Yağız biraz benimle odama gelir misiniz? Bekliyorum sizi."      Aylin Hoca'nın peşinden çıktık bizde. Yağız biraz arkamda sürüyordu sandalyesini. Hoca odasına girmiş, açık bırakmıştı kapıyı. Kapının önünde ufak bir çıkıntı vardı. Geçebilir miydi acaba Yağız? Biraz yavaşladım ve onun öne geçmesini bekledim. Tekerlekli sandalyesini kapıya sürdü ama tekerlek o çıkıntıya takıldı. Aylin Hoca tam ayağa kalkıyordu ki, Yağız'a yardım edip geçmesini sağladım kapıdan. Başını kaldırıp bana baktı ama ona bakmadım.  "Oturun çocuklar biraz konuşalım. Asya önce senden başlasak olur mu canım?"       Ellerimi ceplerime sokup yokladım. Defterimi çantamda unutmuş olmalıyım. Hocaya baktığımda ne yaptığımı sorguluyordu. Masanın yanındaki yazıcıdaki kağıtları görünce kalkıp bir kağıt aldım. Masanın üzerindeki kalemlikten bir kalem alıp yazmaya başladım. "Buyrun hocam sizi dinliyorum. Neyi merak ediyorsunuz?"      Kağıdı Aylin Hoca'ya uzattım. Okuyup bana çevirdi bakışlarını.  "Canım doğuştan mı konuşamıyorsun?"     Kağıdı bana uzatmıştı tekrar. Cevap yazabilmem için. "3 yıl önceye kadar konuşabiliyordum."     yazdım ve uzattım kağıdı.  "Peki neden sustun?"      Yağız sormuştu bunu. Yazdıklarımı okuyordu demek ki. Bomboş bakan gözlerimi diktim ona. Göz göze ilk gelişimizdi. Derin bir nefes aldığını gördüm ama diğerleri gibi korkak bakmıyordu. Sonra Aylin Hoca'ya çevirdim bakışlarımı. O da korkmuyordu, diğerleri gibi şeytan gözlü demiyordu. Acıyarak değilde şefkatle bakıyordu. Kağıda "Çıkabilir miyim hocam?" yazıp uzattım.  "Tamam canım çık ama sonra yine konuşalım." dedi.      Başımı sallayıp ayağa kalktım. Yağız'ın yanından geçerken bileğimi sardı elleri. Hemen geri çekildim iki adım.  "Sadece kapıdan çıkmama yardım eder misin diyecektim."     Hiçbir şey demeden sandalyenin arkasına geçip ittirmeye başladım. Kapıdan çıktıktan sonra hocanın kapısını kapattım ve bahçeye doğru yürümeye başladım. Yağız bundan sonrasını kendisi gidebilirdi sonuçta. "Asya!"      Arkamda Yağız'ın sesini duyunca başımı ona çevirdim. Benimle birlikte birkaç kişi daha dönmüştü ona. Gülümsedi ve "Teşekkür ederim." dedi. Uzun zaman sonra ilk kez biri içten bir samimiyet kurmuştu benimle. Gülümsedim bende. Yıllar sonra ilk kez babama gülümsediğim gibi gülümsedim. Derin bir nefes daha aldığını gördüm önce, sonra yüzündeki gülümseme büyüdü, gözleri parladı. Babamın dediğinin gerçek olduğunu o zaman anladım ben. Meğer gözler gerçekten gülermiş. Yağız'ın gözlerinin güldüğü gibi. Ve bu muhteşem bir şey işte şimdi anladım babamı. Annemi neden büyülenmiş gibi izlediğini... *** YAĞIZ'DAN      Yaz başında okuduğum okulda yangın çıkıp, okul kullanılamaz hale gelince bu yıl okulumuz Üsküdar Lisesi'ne taşınmıştı. Ablam da sırf ben bu okula geçiyorum diye tayinini bu okula aldırmıştı. Tabi bu konuda babamın payı büyüktü. Herkes istediği okula tayin isteyemiyor sonuçta. Müdürün konuşmasını ablamla birlikte arabada dinledik. Ali abi herkes içeri girdikten sonra beni tekerlekli sandalyeme geçirmişti.       İki yıl önce geçirdiğim trafik kazası yüzünden bu haldeyim. Bir yılım ameliyatlar ve iyileşme süreciyle geçmişti ki bu bir yıl kaybetmeme sebep olmuştu. Şimdi ise son bir yıldır olduğu gibi fizik tedaviyle iyileşmeye çalışıyorum. Az kaldı başarmama. Sonunda yürüyebileceğim. Bu konu ile ilgili ailem bana çok destek oldu. Babam Selçuk Taşçı çok yetenekli bir mimardır. Dedemden kalan şirketi kendisi yönetiyor. Sanırım onun izinden gideceğim ben de ama yine de bu üniversite işlerinde ablamdan yardım almalıyım. Ablam pdr okudu ve şuan bizim okulda öğretmenlik yapıyor. Onun bu mesleği seçmesinin sebebi de annem. Aslında annem Sedef Taşçı bir doktor. Psikiyatr olur benim sultanım. Gerçekten bu hayattaki en büyük destekçilerim onlar.      Okula girdiğimizde ablam müdürle konuşmaya gitti ben de sınıfıma geçtim. Sınıfa geçtiğimde herkes tip tip bana bakıyordu. Eski okulumdaki gibi çok arkadaşım olmayacak demekti bu. Orada da zaten pek arkadaşım yoktu ama onlar dalga geçmezdi en azından. En arka cam kenarında bir çanta vardı ve yan sıra boştu. Sanırım benim için en ideal yerdi. Sandalyemi oraya doğru ilerlettim ve oturak sırayı kenara itekledim. Sıraya sonunda yerleştiğimde bir çocuk geldi yanıma ve saçma sapan konuşup dalga geçmeye başladı. Etrafımdaki kalabalık artmıştı iyice. Sinirli bir insandım ben ve sonuç olarak bağırmıştım onlara. Sınıfta kısa bir sessizlik olmuştu ve bu sessizliği ayak sesleri bozdu. Kafasında kapüşonu olan bir kız kafasını eğmiş bize doğru geliyordu. Aramızda bir adım kala başını hafif kaldırdı ama yüzüme çevirmedi bakışlarını. Sonra aniden benimle dalga geçen çocuğa çevirdi bakışlarını ve yumruklarını sıktı. Çocuğun ondan neden korktuğunu ve neden ona şeytan gözlü dediğini anlamamıştım. Çünkü kız bana bakmadan sıraya geçip başını kollarına gömmüştü ve hoca gelene kadar da kalkmadı bir daha.       İlk derse ablam girdi ve önce yoklamayı aldı. Sıra Asya'ya geldiğinde sadece elini kaldırdı, gözünü bile çevirmedi camdan. Adını da böylece öğrenmiş oldum. Ablam sınıfa bakmamıştı ve tekrar okudu Asya'nın adını. Herkes gülüyordu. Asya tam yerinden kalkıyordu ki yanımda olduğunu söyledim. Yine döndü pencereye ve dışarıyı izlemeye devam etti. Göz göze gelmek istiyordum ama bakmıyordu ki bana. Hangi renkti acaba? Ders sonuna doğru yine dalga geçtiler. Ona suskun diyorlardı. Ablam Asya ve beni korumak için sınıftakilere göz dağı vermişti. Ben pek takmazdım kimseyi ki Asya'nın da takmadığını zil çalınca kimseye bakmadan sınıftan çıkmaya çalışmasından anladım. Ablam bizi odasına çağırınca onun peşinden gittik. Asya iki adım önümde gidiyordu. Ne kadar güçlü olsam da tekerlekleri çevirirken zorlanıyordum hala. Ablamın odasına yaklaşmışken yavaşlamıştı Asya, böylece öne ben geçmiştim ama odanın kapısındaki çıkıntıya takılmıştı tekerlek. Zorlasam da geçmeyince ablamla göz göze geldim. Ne olduğunu anlamış olacak ki ufak bir tebessümle ayağa kalkacakken biri sandalyemi içeri doğru iteledi. Başımı kaldırıp yukarı bakınca Asya'yı gördüm. Demek bu yüzden yavaşladın küçük cadı. Ama insan bir bakar bana değil mi? Sandalyemi masanın yanına kadar itti ve ben de onu inceledim. Uzun kahve saçları vardı. Tam çenesinde çok çok küçük bir ben. Bembeyaz bir teni vardı. Yüzünde makyaj olmadığı belliydi ama sanki biraz fondöten vardı. Şu krem rengi yüze sürülen şey. Ablam sürer bazen oradan biliyorum canım bakmayın öyle. "Oturun çocuklar biraz konuşalım. Asya önce senden başlasak olur mu canım?"     Ablamın sesiyle kendime geldim ve Asya'ya baktım. Ceplerini kurcaladı ama yüzünde tedirginlik vardı sanki. Sonra masanın oradan bir kağıt ve kalem alıp yazmaya başladı ve kağıdı ablama uzattı. Hala ona bakıyorken ablam konuştu tekrar. "Canım doğuştan mı konuşamıyorsun?"    İşte merak ettiğim soru. Yazdığı kağıdı ablama uzatırken eğilip baktım bende. "3 yıl önceye kadar konuşabiliyordum."      Ee niye sustu o zaman bu kız? "Peki neden sustun?"     Ben bunu sorar sormaz bana dikti gözlerini. Gözleri..Gözleri nefesimi kesti sanki. Derin bir nefes çektim içime. Herkesin şeytan gözlü dediği kızın gözleri bence büyüleyiciydi. Merak ediyordu insan. İçine çekiyordu sanki. Griydi gözleri, açık gri. Araftı o. Ne siyahın içinde kaybolmuş ne de beyazlar içinde sonsuzlaşmış bir ruhtu. Tam arasıydı, araftı. Beyazı yok saymış, siyahı hiç etmişti.      Ben düşüncelere dalmışken ablamın çıkabileceğini söylemesiyle kendime geldim. Tam yanımdan geçerken bileğinden tuttum onu. İki adım geriledi birden. Ne yani korkmuş muydu benden?  "Sadece kapıdan çıkmama yardım eder misin diycektim."      Hiçbir şey demeden sandalyemi ittirip kapıdan çıkardı ve ardımızdan kapıyı çekti. Sonra da bahçeye doğru ilerlemeye başladı.  "Asya!"      Bana döndüğünde gülümsedim ona.  "Teşekkür ederim."      O da gülümsedi ve ben eridim. İnsanlar onun ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı ki ve ben kendimi özel hissettim. O sadece bana gülümsemeliydi. Annemin anlattığı her şey gerçekleşiyordu. "Bir gün sen de diğer yarını bulacaksın." demişti bana. Bu kadar erken bulunur muydu ki o yarım? Ben bulmuştum işte. 19 yaşımda hayatımdan asla çıkmasını istemediğim kişiyi bulmuştum. Bunları düşünürken öyle mutluydum ki gözlerim parlıyordu eminim. Bundan sonra benden kaçışın yok küçük cadı. Ne kadar beklemem gerekirse gereksin sen artık benimsin... *** Tenefüsün geri kalanını ağacımın altında geçirdim. Sonra ki dersler de sıradan geçmişti. Yağız'ın yüzüne bakamıyordum. Nereden çıkmıştı şimdi bu utangaçlık. Tabi doğru düzgün kimseyle bir muhabbetim olmayınca ve birden bire tanımadığım biriyle iletişime geçmek kolay olmuyor. Son ders zili çalar çalmaz eşyalarımı toplamaya başladım. Hızlı olmalıydım. Kafedeki mesaimin başlamasına yirmi dakika kalmıştı. Ben eşyalarımı toplayıp yerimden kalktığımda sınıfta bir iki kişi kalmıştı ve tabi bir de Yağız. Sınıftan çıkmak için kapıya doğru ilerlerken Aylin Hoca girdi içeri. "Asya'cım yarın görüşürüz."     Hafif bir gülümsemeyle başımı salladım Aylin Hocaya. "Hadi Yağız hazırsan gidelim biz de." "Tamam geldim. Hadi gidelim."      Yağız'da bize doğru geldiğinde sınıftan çıkmıştık. Bahçeye çıktığımızda çantamı boynumdan astım ve kapüşonumu kapattım. "Asya'cım seni de bırakalım ister misin?"      Onlara dönüp başımı iki yana salladım sonra da elimi hafif kaldırıp parmaklarımı hareket ettirdim. Arkamı dönüp iki üç adım attım ve yavaş tempoda koşmaya başladım sonra.       Kafeye geldiğimde hemen işe başlamıştım. Yine servis işi bendeydi. Çıkış saatine yakın da bulaşıklara girişmiştim. Saat 11 olduğunda işten çıktım ve koşarak bara gittim bu sefer. Kapıdan içeri nefes nefese girdiğimde Özgür abinin bakışlarıyla karşılaştım.  "Kızım sakin ol. Acele etmene gerek yok. Nasıldı bakalım okul?" Başımla iyi diye işaret edip önlüğümü bağladım hemen ve bardakları kurulamaya başladım. Özgür abi bir defterde hesap yapıyordu. Önünde bir sürü fiş vardı. İşini bitirip yanıma geldi. "Asya telefon numaranı hala bildirmemişsin bir sorun mu var?"      Kağıt uzattı bana ve yazmamı işaret etti. "Telefonum yok abi en yakın zamanda alıcam bir tane o zaman versem olur mu?"      Yazdıklarımı okuyunca kaşlarını çattı.  "Tamam bakalım öyle olsun ama en yakın zamanda hallediyorsun bu işi. Şimdi al bakalım bak burada benim numaram yazılı herhangi bir şey olursa mutlaka ulaş bana abicim tamam mı?"      Gülümseyip başımı salladım.  "Bu arada çıkarken bana uğra da avansını al. Ama şimdi hadi iş başına."     Ne avans mı? İyi de ben daha bir gün çalıştım sadece. Yine de sormayacaktım nedenini sonuçta evdeki canavardan bu gece kurtulma yolum olabilirdi bu para. Tüm gece içtiğim üç bardak kahve ve yorgun ayaklarla bitirdim mesaimi. Yine Özgür abi bıraktı beni eve. Kapıyı açıp girdiğimde daha çok korkuyordum.  "Geldin mi sonunda seni küçük s..tük. Konuşsana!"      diye bağırıp tokat attı bir tane. Hemen cebimdeki parayı çıkarıp uzattım. Kağıda işten çıkarken açıklama yazmıştım. Ona uzattım kağıdı da. "Geceleri çalışıyorum artık. Okul yüzünden maaşım düşmüştü ben de geceleri çalışıp para kazanıyorum." "Aferin benim küçük kızıma. Aferin çalış, çalış. Hepsi bu mu?"     Kağıt alıp yazdım.  "Avans verdiler bugün." "İyi git zıbar yat."      Toparlandım hemen odama girip pijamalarımı giyindim. Kapımı aralayıp nerede olduğuna baktım. Sızıp kalmıştı koltukta. Sessizce mutfağa geçip dolabı açtım. Dolap boştu resmen. Tabağın içinde biraz zeytin ve peynir vardı. Onları aldım. Bir parçada ekmek vardı poşetin içinde. Ekmek biraz kuruydu ama yapabileceğim bir şey yoktu, açtım. Çabucak yedim onları ve odama geçip kapıyı kilitleyip uyudum.       Aradan geçen birkaç günü rahat geçirmiştim. Para getirdiğim sürece sorun yoktu zaten. Kafedeki maaşımı almama daha 3 hafta vardı ve Özgür abi de daha geçen hafta avans vermişti. Yani bir süre eve para götüremeyecektim ve bu beni gittikçe daha çok korkutuyordu. Bu sabah içimdeki kötü hisle uyandım. Sanki biri kalbimi eline almış sıkıyordu. Nefesim kesiliyordu bazen. Okula geldiğimde çok fazla kişi yoktu. Ağacımın altında oturmuş çevreye bakarken bir araba girdi okulun bahçesine. Tanıyordum bu arabayı. Aylin Hoca ve Yağız gelmişti. Yanlarındaki adam Yağız'ın sandalyesine geçmesine yardım etti önce, sonra da arabaya binip uzaklaştı. Aylin Hoca Yağız ile konuşarak binaya doğru ilerlediler. O zaman göz göze geldik Yağız ile yine. Gülümseyip el salladı bana. Aylin Hoca'da bana doğru dönünce o da gülümsedi. Bende hafifçe gülümseyip elimi kaldırıp parmaklarımı kıpırdattım. Onlar içeri girdi bende yine çevreme bakmaya başladım. Aradan beş dakika geçmeden yanıma geldiler. Aylin Hocayı görünce ayağa kalktım.  "Günaydın Asya!"      Yağız gülerek demişti bunları. Bana bakıyordu sürekli zaten ve bu utanmama sebep oluyordu. Başımı hafifçe sallayıp gülümsedim ona. "Asya'cım günaydın. Biz kahvaltı yapamadık bugün evde. Şimdi yapalım dedik sende bize katılır mısın rica etsem?"     Başımı salladım iki yana iştahım yoktu zaten . "Ama rica ediyorum kırma beni lütfen."      Öyle bir bakıyordu ki Aylin Hoca. Sıcacık... Kıramadım onu ve biraz ilerideki banka gidip oturduk. Yağız'da tam karşımıza geçti. Ders zili çalana kadar oturduk orada. Simit yeyip çayımızı yudumladık. Yağız sürekli konuşup durdu, güldürmeye çalıştı bizi. Sabahtan beri düşündüğüm onca kötü düşünce silinmişti sanki aklımdan. Mutluydum şuan.       Bugün dersler çok hızlı geçti. Sürekli Yağız'ın bana bakışlarını yakaladım. Utanıyordum ona bakarken. Okul çıkışı kafeye gitmeyecektim bugün izin günümdü. Dersler bitip de okuldan çıktığımızda yavaş yavaş yürümeye başladım. Serbesttim nasıl olsa saat on bire kadar.  "Asya! Asya!"       Arkamdan birinin seslenmesiyle durup döndüm arkama. Yağız arabanın içinden sesleniyordu. Yanıma yaklaştıklarında Aylin Hoca konuştu.  "Canım nereye gidiyorsun?"      Cebimden defteri çıkarıp yazdım. "Hiç dolaşıyorum hocam izin günüm bugün."     Aylin Hocaya söylemiştim kafede çalıştığımı. Tabi bar olayını söylemedim çünkü kızabilirdi. "Bize gelmek ister misin Asya'cım? Önce yemek yiyeceğiz sonra da Yağız ile üniversiteler hakkında konuşacağız. Lütfen bize katıl. "     Çok şaşırmıştım ama gitmeli miydim ki. Yüzümdeki tereddütü gören Aylin Hoca atıldı hemen. "Lütfen annem çok güzel yemekler yapmış ve bizi bekliyor. Sadece yemek ve biraz hedefleriniz hakkında konuşacağız. Sonra seni eve bırakırız olur mu?"     Biraz çekinsem de başımı sallayıp onayladım Aylin Hocayı . Arka koltuğa Aylin Hocanın yanına oturup camdan dışarıyı izledim eve ulaşana kadar. Neler olacak bilmiyordum ama hayatım da ilk kez birilerine bu kadar güveniyordum. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD