Şilan, üst birimden gelen revize dosyaları teslim etmek üzere Adar’ın ofisine yönelmişti. Yağmur yerinden bile kıpırdamamış, göz ucuyla olan biteni izliyordu.
Şilan eliyle dosyaları tutarken kapıyı iki kez tıklattı. İçeriden bir yanıt gelmeyince alışkanlıkla kapıyı hafifçe araladı. O an…
ZAMAN DURDU.
Adar, Ece’yi alnından öpmüş, eli belinde, ona gülümseyerek bir şeyler fısıldıyordu.
Ece başını Adar’ın omzuna yaslamıştı.
Şilan’ın kapıyı açtığını fark etmemişlerdi.
Şilan, saniyelik bir bakışla her şeyi gördü.
Gözleri büyüdü. Nefesi kesildi.
Ama hemen toparlandı.
Derin bir nefes aldı, dosyayı kapının yanına bırakıp sessizce geri çekildi.
Kapıyı kapatırken yüzünde ne bir öfke vardı, ne bir acı.
Sadece…
Kendine söylenmiş bir cümle gibi:
— “Zaten bir hayaldi…”
Yağmur, olan biteni izlemişti.
Şilan gerçekten başını hafifçe eğdi.
- “ içerdeler miymiş”?
Şilan göz teması kurmadan devam etti.
“Evet oldukça… yakındılar”.
Yağmur bir tebessümle arkasına baktı.
Ama Adar, içerde Ece’nin omuzundayken bile camdan aynı noktaya baktı.
Uzun masanın etrafı yavaş yavaş doluyordu. Arda, Yağmur, Selim, Burcu… herkes yerini almıştı.
Adar, cam kenarındaki koltuğunda oturuyor, toplantı notlarını gözden geçiriyor gibi görünüyordu ama gözü hep kapıdaydı.
Bekliyordu.
Hiç belli etmeden…
Ama yüreği adını koyamadığı bir şeyle sıkışıyordu.
Dersken kapı açıldı.
Şilan içeri girdi. Saçları özenle toplanmaştı . Sade ama şık bir kıyafet.
Elinde not defteri, başı dik , adımları ölçülüydü.
Adar onu görür görmez içinden geçen tek cümle:
“Nerede kaldın”
Şilan sesizce oturdu. Notlarını açtı. Bir an bile Adar’a bakmadı.
Gözleri ekranda, sesi ise netti.
- “Proje taslağını üç ayrı başlığa ayırdım.İzin verirseniz sunuma geçmek istiyorum.
Adar başını saladı. Gözleri ona takılıydı.
Yağmur araya girip alaycı bir tonda:
— “Daha ilk ayın bitmeden bu kadar ağırlık almak kolay mıydı?”
Şilan hiç bozulmadı.
Sadece şu cevabı verdi:
— “Yaptığım iş konuşsun isterim. Başka hiçbir şey değil.”
Adar gözlerini kapattı bir an.
İçinden bir cümle daha:
“Keşke seni o kapıda öyle görmeseydim…”
Şilan akşam eve dönünce odasında çıktı. Yatağının ucuna oturdu.
elindeki fincana boş gözlerle bakıyordu.
“Hayat garip…”
“Yıllar önce sadece bir kez görüp ‘keşke’ dediğim adam, şimdi karşımda… ve ben onun sadece çalışanıyım.”
Aklı o ana gitti…
İstanbul’da o eğlence yerinin çıkışında, kalabalığın arasında göz göze gelmeden görmüştü onu.
Simsiyah bir takım elbise, yeşil gözler, yüzünde duru bir ciddiyet.
Yanındaki arkadaşına dönüp:
— “Şu adama bak… Ne kadar tanıdık geliyor. Ya da bilmiyorum, insan bazılarını hiç tanımadan da özleyebilir mi?”
demişti.
Sonra o günü unutmuştu.
Hayat devam etmişti.
Ta ki…
“Ta ki o kapı açılana kadar.”
Ve şimdi…
Hayran olduğu adam, sevdiği bir başka kadına gülümsüyordu.
Onun gözlerinin içine bakıyordu.
Şilan derin bir nefes aldı.
Fincanı masasının üzerine bıraktı.
Sonra aynadaki yansımasına uzun uzun baktı.
“Sadece bir çalışan olacağım onun için. Ve bu da bana yetmeli.”
“Çünkü bazı insanlar, hayranlıkta kalmalı…”
Şirket yavaş yavaş boşalıyordu. Katlar sessizleşmiş, ışıkların çoğu sönmüştü.
Adar hâlâ ofisindeydi, elinde bir dosya… ama gözü sürekli saate gidiyordu.
Bekliyordu.
Şilan’ın o günkü sunum raporunu getirmesini istemişti özellikle.
Asistanı bunu başka bir ekip arkadaşına devretmeyi önermişti ama Adar net konuşmuştu:
— “Şilan getirsin.”
Kapı çaldı.
Adar, içinden geçen tuhaf heyecanı bastırarak seslendi:
— “Gel.”
Şilan içeri girdi. Elinde rapor, gözleri nötr, adımları net.
— “Sunumun özetini dosyaladım. Ekte ekipten gelen öneriler de var.”
Masaya dosyayı bıraktı. Göz göze bile gelmemişlerdi henüz.
Adar, onun sesindeki soğukkanlılığa rağmen yutkundu.
— “Teşekkür ederim. Yoğundun, farkındayım. Ama özellikle senden almak istedim.”
Şilan başını hafifçe salladı.
— “Hiç sorun değil. İşimiz bu.”
Adar, hafifçe gülümsedi.
— “Sadece iş mi?”
İlk kez bakıştılar.
Şilan’ın gözleri cam gibiydi. Ne öfke ne kırgınlık. Sadece mesafe.
— “Evet. Sadece iş. Öyle olması gerektiğini düşünüyorum.”
Adar arkasına yaslandı. Bir an durdu, sonra yumuşak bir sesle:
— “O gün… yanlış bir zamana denk geldin sanırım.”
Şilan gözlerini kaçırmadı. Ama sesi buz gibiydi:
— “Yanlış zamanlar, yanlış insanlara denk geldiğinde daha az acıtır. Ama ben öyle bir hata yapmadım. Ben sadece… dosya teslim ettim.”
Adar, gözlerini yere indirdi.
İlk defa bu kadar yenilmiş hissetti.
İlk defa biri, ilgisizliğiyle onu bu kadar çaresiz bırakmıştı.
Şilan döndü, çıkarken sadece şunu söyledi:
— “İyi akşamlar Adar Bey.”
Kapı kapandığında ofiste derin bir sessizlik kaldı.
Adar’ın elindeki kalem yavaşça masaya düştü.
“Keşke sadece dosya getirseydin Şilan… Keşke seni sadece çalışanım olarak görebilseydim.”
Adar, kalabalıktan uzak bir masada yalnız oturuyordu. Önünde bir kahve, dizüstü bilgisayarı açık… Ama dikkati orada değildi.
Gözleri, birkaç masa ötede kahkahalarla konuşan ekip arkadaşlarının etrafındaydı.
Ortada Şilan yoktu.
Ama masadakiler Şilan hakkında konuşuyordu.
Burcu:
— “Gerçekten mi? Kız İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuymuş, sonra üzerine işletme masterı yapmış…”
Selim:
— “Evet evet, hem de bursla. Ailesi öğretmenmiş. Ama asıl hikâye o değil. Bir önceki iş yerinde patron yüzünden işi bırakmış.”
Yağmur:
— “Patron mu?”
— “Ne olmuş?”
Burcu:
— “İlgisini belli etmiş, kız kabul etmeyince üstüne baskı kurmaya başlamış. Yani, bildiğin mobbing. Düşünsene, yine de pes etmemiş. Sınavla buraya girip ilk üçe kalmış. Biz kolay sandık ama bayağı sağlam biriymiş.”
Adar, duydukça olduğu yerde kaskatı kesildi.
Gözleri uzaklara daldı.
“Bu yüzden bu kadar mesafeli…”
“Bu yüzden kendine duvar örmüş…”
“Ve ben, o duvarın tam karşısında… istemeden bir gölge gibi duruyorum.”
Tam o anda, kafeteryanın kapısı açıldı.
Şilan içeri girdi.
Sakin, kendinden emin.
Ama gözlerinin içinde her zaman olduğu gibi bir yalnızlık çizgisi…
Adar ayağa kalkmadı.
Ama gözleri bir an ondan ayrılmadı.
“Seni ilk kez değil, geç kalmış bir tanımayla izliyorum şimdi Şilan.”
Şirket binasının terasındaki küçük kafe, mesai sonrası sessizliğe bürünmüştü. Gökyüzü kızıl-mavi tonlara boyanmıştı.
Adar masasında kahvesini yudumlarken Şilan’ı terasa çıktığını gördü.
Elinde defteri, not alıyordu.
Adar aniden ayağa kalktı, yanına yürüdü.
— “Yoğun musun?”
Şilan başını kaldırdı, kibar ama mesafeli bir tebessümle:
— “Yalnızca biraz toparlama yapıyordum. Buyurun Adar Bey?”
Adar boş sandalyeye oturdu.
— “Bey demeseniz olmaz mı artık? Aynı projede omuz omuza çalışıyoruz.”
Şilan hafifçe başını eğdi, sessizce defterini kapattı.
— “Alışkanlık…”
Adar bir süre sustu. Sonra doğrudan sordu:
— “Sen hep böyle miydin?”
Şilan kaşlarını çattı.
— “Nasıl?”
— “Bu kadar mesafeli. Bu kadar… ketum.”
Şilan’ın gözleri ufka takıldı.
— “İnsan bir şeylerden sonra öyle oluyor. Herkesin kırılganlığı başka yerde.”
Adar bakışlarını ondan ayırmadan:
— “Önceki iş yerin… kolay olmamış galiba.”
Şilan bakışlarını çevirmedi ama sesi biraz daha soğudu:
— “Orası bitti. Buradayım. Ve bu şirketin ciddiyetine güveniyorum.”
Bir sessizlik çöktü.
Adar, boş fincana baktı.
Şilan, ayağa kalktı.
— “Daha fazla kalamam. İyi akşamlar.”
Giderken, Adar’ın iç sesi yankılandı:
“Yaklaşmak istedikçe, daha uzağa düşüyorsun Şilan.”
Ama Şilan içinden sadece şunu mırıldandı:
“Yıllar önce bir kez uzaktan beğendiğim adam, şimdi yanımda. Ve ben onu yine… sadece uzaktan izlemeyi seçiyorum.”