Günler ilerledikçe, Nergis ve Bingazi’nin yolları daha sık kesişmeye başladı. Her karşılaşma, bir tartışma ya da bir meydan okumayla başlasa da, altında yatan bir çekim büyüyordu. Nergis’in zekâsı ve cesareti, Bingazi’nin soğukkanlılığına meydan okuyor; Bingazi’nin deneyimi ve kararlılığı ise Nergis’in sınırlarını zorluyordu. Birbirlerine karşı hissettikleri çekim, savaşın gölgesinde filizlenen yasak bir çiçek gibiydi—tehlikeli, ama karşı konulmaz.
Bir gece, simülasyonun ikinci aşaması için hazırlıklar devam ederken, Nergis bir sistem hatasını düzeltmek için üssün veri merkezinde geç saatlere kadar çalışıyordu. Loş ışıklı odada, ekranların mavimsi parıltısı yüzünü aydınlatıyordu. Parmakları klavyede dans ederken, zihni hem kodlarla hem de Bingazi ile meşguldü. Onun disiplinli duruşu, sert ama adil emirleri, ve nadiren beliren gülümsemesi… Nergis, kendi kendine itiraf etmek istemese de, onun varlığı zihnini esir alıyordu.
Kapı hafif bir gıcırtıyla açıldı ve Bingazi içeri girdi, elinde bir kahve termosu. “Hâlâ burada mısınız, Teğmen? Savaş daha başlamadı.”
Nergis gülümsedi, yorgun ama kararlı. “Savaş benim ekranımda çoktan başladı, Komutanım. Siz niye buradasınız?”
Bingazi bir an tereddüt etti, sonra termosu masaya bıraktı. “Belki de birinin, sizi kendinizden korumasını sağlamak için.”
Nergis’in kalbi, onun sesindeki beklenmedik yumuşaklıkla hızlandı. Hafif bir alayla yanıt verdi: “Beni korumak mı? Sanırım ben de sizi birkaç şeyden koruyabilirim.”
Bingazi’nin gözlerinde bir ışıltı belirdi. “Belki de, Teğmen. Belki de.”
Nergis, bir anlık cesaretle, masum bir merak maskesiyle sordu: “Komutanım, bir şey sorabilir miyim? Boyunuz ve kilonuz ne kadar? Simülasyon için bazı fiziksel parametreleri kalibre etmem gerekiyor.”
Bingazi, sorunun arkasında bir şey olmadığını düşünerek, düşünmeden yanıt verdi: “Bir seksen beş, seksen iki kilo. Niye ki?”
Nergis, gülümseyerek başını salladı. “Sadece veri tabanını güncelliyorum, Komutanım. Detaylar önemli.”
Bingazi, omuz silkti ve konuyu değiştirdi. “Simülasyonun ikinci aşaması hazır mı? Bu kez hata istemiyorum.”
“Merak etmeyin,” dedi Nergis, gözleri ekrana dönerken. “Bu kez sizi şaşırtacağım.”
Bingazi odadan çıkarken, Nergis’in dudaklarında sinsi bir gülümseme belirdi. Onun boy ve kilo bilgisi, masum bir detay gibi görünse de, Nergis’in elinde güçlü bir silaha dönüşecekti. Simülasyonun ikinci aşamasında, düşman yapay zekâsına bir yenilik eklemişti: biyometrik izleme algoritması. Bu algoritma, sahadaki askerlerin fiziksel özelliklerini analiz ederek, komuta kademesindeki önemli figürleri tespit edebiliyordu. Bingazi’nin verdiği bilgiler, Nergis’in algoritmasına onun hareketlerini izole etmek için bir anahtar sunmuştu.
Ertesi gün, simülasyon başladı. Bu kez senaryo, bir şehir savaşını içeriyordu; dar sokaklar, yüksek binalar ve pusuya yatkın bir arazi. Askerler, sanal düşmanla çarpışırken, Nergis kontrol odasından her şeyi izliyordu. Algoritması, sahadaki hareketleri tarıyor, Bingazi’nin boyu ve kilosuyla eşleşen bir figürü arıyordu. Kısa sürede, sistem onun yerini tespit etti—sanal bir binanın çatısında, taktik bir pozisyonda. Nergis, hafif bir gülümsemeyle, düşman yapay zekâsına bir komut gönderdi: “Hedef: Komutan. Öncelikli saldırı.”
Simülasyonda, sanal bir keskin nişancı, Bingazi’nin pozisyonuna ateş açtı. Ekranda, onun avatarı bir an için sendeledi, ama Bingazi hızlıca pozisyon değiştirdi ve “ölümden” kurtuldu. Kontrol odasında, teknisyenler şaşkınlıkla bağırırken, Nergis sessizce gülümsedi. Bingazi’nin telsizden gelen sesi, öfkeli ama kontrollüydü: “Teğmen Nergis, bu neydi?”
Nergis, sakin bir sesle yanıt verdi: “Sadece simülasyonu gerçekçi kıldım, Komutanım. Düşman, liderleri hedef alır, değil mi?”
Bingazi’nin cevabı kısa ve keskindi: “Akıllıca. Ama bu oyunu iki kişi oynar.”
Simülasyonun sonunda, Bingazi kontrol odasına geldi. Yüzünde karışık bir ifade vardı—kızgınlık, hayranlık ve belki de bir parça eğlence. “Teğmen,” dedi, “beni hedef tahtasına oturtmanız cesurcaydı. Ama unutmayın, gerçek savaşta böyle numaralar sizi kurtarmaz.”
Nergis, ona meydan okuyan bir bakış attı. “Belki de kurtarır, Komutanım. Siz de dediniz ya, korkuyu bir silah gibi kullan.”
Bingazi bir an sustu, sonra başını salladı. “Haklısın. Ama bir dahaki sefere, beni uyarmadan önce iki kez düşün.”
O gece, Nergis odasına döndüğünde, kalbi yine o tanıdık hızla atıyordu. Bingazi’yi alt etmek, onun zekâsını test etmek, bir şekilde ona daha yakın hissettirmişti. Ama aynı zamanda, onun gözlerindeki o ışıltıyı hatırladı—sanki o da bu oyundan zevk alıyordu. Bingazi ise odasında, Nergis’in dosyasını bir kez daha açtı. Bu kez, bir not ekledi: “Tehlikeli derecede zeki. Dikkatle izlenmeli… ve belki, güvenilmeli.”
Bu an, aralarındaki çekişmenin yeni bir boyuta ulaştığını gösteriyordu. Nergis’in zekâsı, Bingazi’nin deneyimine meydan okuyordu; ama aynı zamanda, birbirlerine karşı hissettikleri çekim, savaşın gölgesinde yavaş yavaş filizleniyordu. Bu, sadece bir simülasyon değildi; bu, iki ruhun birbirine dokunmaya başladığı bir dansın başlangıcıydı.