1

998 Words
MÜŞTERİ DERT HATTI! "Hayat, yanlış trene binip sonunda doğru yere varmaktır. Bazen en güzel macera, beklenmedik rotalarda başlar." Gelmiş geçmiş en berbat hayat kimindi dersiniz? Hepinizin benim dediğini duyar gibiyim! Ama cevap vermeden önce bekleyin. Bir de hayatı benden dinleyin? Hazır mısınız? Masmavi gökyüzü, hafif tenimi yalayıp geçem rüzgâr. Ayaklarımın altında karınca gibi görünen dünya. Tamam tamam, fazla edebi oldu. Açıkçası bunların hepsi yalan. Şu an yerden 650 metre yukarı da bir adamın kucağında oturarak ki kendisi paraşüt hocam olur, bilmem kaçıncı denemem de yükselik korkumu yenmeye çalışıyorum hala. Madem korkuyorsun neden yapıyorsun diyorsunuz değil mi? Kötü haber bende bilmiyorum. “Gülbahar lanet olsun, sana kaç kere dedim yavaş hareket ettir diye” Rüzgâr paraşütü savururken başını çevirip nefesini ensemde hissettiğim adama ters ters baktım. “Ben sana kaç kere dedim, ipleri benim elime verme diye.” Bağırdım. Korkuyla kalbim küt küt atarken lanet olası hocaya içimden küfürler yağdırıyordum. İpleri benim elimden alıp paraşütü kendisi yönlendirmeye başladığında, derin bir nefes aldım. “Sen cidden akıllanmazsın. Korkudan geberiyorsun, bir gün ölüp başıma kalacaksın” dedi homurdanarak. Tamam, rüzgârdan tam anlamasam da kesinlikle homurdandı. Zaten yaşlı huysuz herifin tekiydi. Nasıl oluyordu da her seferinde ona denk gelebiliyordum acaba. “Sana ne acaba. Senin işin beni uçurmak, yorum değil” “İnsanların üzerine tekrar kustuğunda ve bayıldığında, bunu tekrar söyle,” dedi hocam, sesi alçalırken bile sert ve kararlıydı. Paraşütümüz, rüzgarla dans ederken, iniş yapacağımız yere yöneliyordu. Gözlerim, hızla yaklaşan toprağa odaklanmıştı. “Ben kimsenin üzerine kusmadım!” Sesim, rüzgârın uğultusunda kaybolurken, paraşüt daha da hızlanıyordu. Hocamın sert bakışları, adeta üzerime düşen bir yük gibi hissediliyordu. “Nasıl ineceğimizi hatırlıyor musun bari?” diye sorduğunda, zihnim karışmıştı. Heyecan ve korku arasında sıkışmıştım. “Oradan bakınca aptala mı benziyorum acaba? Bu benim yirminci uçuşum, lanet herif,” diye karşılık verdim, içimdeki endişeyi gizlemeye çalışarak. “Ve diğer 19 da olduğu gibi yine bayılacaksın, baş belası,” diye devam etti hocam, sesi alaycı bir tonla. Kalbim, göğsümde hızla atıyordu, adeta kurtulmak istiyordu bu korkudan. İniş yaklaştıkça, zihnimdeki karmaşa artıyordu. Toprağa yaklaşırken, bedenimdeki gerginlik de artıyordu. Ancak, bir şekilde kontrolümü sağlamaya çalışıyordum, çünkü bunu bir başarıyla tamamlamak istiyordum. “Hazırlan iniyoruz” Ayaklarımız yere değdiğinde koşmaya başladık. Paraşütün ağırlığını çekerken sonunda ilk kez bayılmadan yere inmiştim. “Gülbahar sakın bayılma!” Hızla kafamı salladım. Üzerimiz de ki teçhizatı çıkarırken kımıldamadan duruyordum. “İyi misin?” Başımı salladım. İyiydim! Kesinlikle bu sefer daha iyiydim. Bayılmamıştım ve hava da kusmamıştım. Her şey yolundaydı. Ya da çok erken de karar vermiş olabilirdim buna. Gökdelen hoca dibime kadar gelip, teçhizatı çıkarırken yapmamam gereken bir şey yaptım. Lanet olsun kımıldamamam lazımdı. Miden hızla ağzıma geldiğinde, öğlende yediğim her şeyi adamın vücuduna kusarken bu sefer beni kesinlikle öldürecekti. Yediğim tüm yemekleri, gökdelenin gömleğine ve ayakkabılarına kusarken, hayatı sorgulamam mı gerekiyordu acaba? Kaçmanın kaç türlü yolu vardı? Ya da acaba havadayken direk atsa mıydım kendi mi aşağı? Daha kolay bir ölüm olur muydu? Dişlerinin arasında bir tıslama sesi yükselirken aklımdan geçen tek şey şuydu? Bayılmanın tam sırası. “Seni kesinlikle öldüreceğim baş belasıııı” Sesi boş arazide yankılanırken en iyi bildiğim şeyi yaptım. Hayır hayır bayılmadım. Koştum! O gökdelenden kaçmanın en hızlı yolu koşmaktı. Bizi almak için bekleyen arabaya koşup kendimi arka koltuğa bıraktım. “Bu sefer seni kesinlikle öldürecek” “Arabayı sürmeye ne dersin?” “Gökmeni bırakıp gitmemi mi istiyorsun yani? Gözlüğünü hafifçe burun ucuna doğru indirip sırıtmaya başladı. “Fena fikir değil” dedim. “Bedavaya gaza basmıyorum” “Paramı istiyorsun pislik herif!” “Senin şu diline bir ayar çekmek gerek. Bedavaya gaza basmam dedim. Para istiyorum demedim” Ah bu kim mi? Diğer paraşüt hocası olan Mert. Ben kısaca ona namert desem de bunu daha sesli dile getirmedim. “Ne istiyorsun dökül” “Bir yemek?” “Rüyanda bile göremezsin.” Gözlerini devirerek arabayı çalıştırırken bana o küçümseyici bakışından attı. Bu adamdan cidden nefret ediyordum. Asıl onun üzerine kusmalıydım. Böylece gökdelenin gazabına da uğramak zorunda kalmazdım. “Şu uzun bacaklı arkadaşının numarasını istiyorum. Hani seninle gelen” Hangisiydi? Ben birçok arkadaşımla gelmiştim uçmaya ve lanet olsun hepsi de uzun bacaklıydı. “Cidden berbat bir hafızan var değil mi?” “Gereksiz bilgi beynimde yer kaplıyor aynı senin gibi” “Ayçanın numarası istiyorum” dedi bir anda. “Evime kadar götürürsen düşünürüm” Arkadaş satmak pek hobim olmasa da o kızdan hoşlanmadığım da bir gerçekti. Tamam belki hoşlanıyordum ama şıpsevdiliği sinirimi bozuyordu. Bu iki şıpsevdiyi birbirlerinin başına sarmak fena fikir değildi. Gökdelen arkamız da kalırken, boşalan midem için ne yemem gerektiğini düşünmeme gerekti. Şoförlüğümü yapan namert, bana yemek de ısmarlasa fena olmazdı. Eve sonunda geldiğiniz de ne bulmak isterdiniz? Açıkçası kapalı bir ışık sessiz bir evi tercih etmek istesem de içeriden gelen bağrış sesleri pek de umduğum gibi değildi. Kapının pervazına yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. Yine ve yine tartışıyorlardı. Aylardır, yıllardır bu durum hiç değişmemişti. Hakikaten bir insan nasıl her an laf sokmaya hazır oldurdu. Zavallı annecim klasik göz devirmesini yapıp kulaklığını takarken gözlerim ona kaydı. Ah o kim mi? Aslında bir tahmininiz olması lazım. Her kadının kâbusu olan kaynana Semra. Babacığımın validesi, annemin pek sevgili kaynanası. Eğer günümüz de cadılık hala suç olsaydı ilk direğe bağlanıp ateşe verilenlerden biri olurdu eminim. “Bu saatte mı geliyorsun sen yine eve” Huysuz sesi kulaklarımı tırmalarken, önceki hayatında nankör bir kedi olup olmadığını merak etmeden edemedim. “İzin günüm” dedim bıkkın bir sesle. “Kız dediğin, az oturaklı olur. Bir gün otur da bir işin ucundan tut şu evde. Anca car car konuşup duruyorsun.” “Benim işim konuşmak, işimle sorunun varsa niye, diğer oğullarına verdiğin mal mülkden birazda bize vermiyorsun. O zaman çalışmak zorunda kalmazdım” dedim alayla. “Gülbahar” dedi annem uyarır bir sesle. “Küçük küçüklüğünü de bilmez olmuş artık. Eğittiğin kıza bak gören de uzlu başlı bir şey sanar seni. Ayaklı belasın kızım sen” “Belalarımı senin üzerinde denememi ister misin Semra” “Babaanne, babaanne , kaç yaşına geldin hala Semra diyorsun. Terbiyesiz!” Omuz silktim. Annemin bakışlarını görmezden gelip Kaynana Semra’nın sözlerine kulaklarımı tıkamayı öğrenmiştim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD