BÖLÜM 9

1104 Words
Elara, köprüden ayrıldığında ay ışığı hâlâ tenine dokunuyordu; fakat içi buz kesmişti. Adımlarını hızlandırdı, rüzgâr saçlarını yüzüne savurdu. Ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, Raphien’in sesi zihninde kalmıştı: "Kalbin, avcılığından daha güçlü." Lucien onu odasında bekliyordu. Elara kapıdan içeri girdiğinde, adamın yüzündeki ifade öfke ile endişe arasında gidip geliyordu. "Oradaydın." dedi, sesinde sorgusuz bir kesinlik vardı. "Onunla." Elara’nın gözleri yere kaydı. “Ben istemedim—” "İstemedin mi?" Lucien’in sesi keskinleşti. "Elara, o bir düşmüş. Senin kanın onunla bağ kurarsa… ikiniz de geri dönüşsüz bir yola girersiniz." Elara başını kaldırdı. “Belki de zaten o yoldayız, Lucien. Benden her şeyi saklıyorsunuz. Annem hakkında, avcı kanı hakkında, geçit hakkında… Her şey yarım, her şey sisli!” Lucien’in bakışları sertleşti ama gözlerinin derinliklerinde suçluluk vardı. “Seni korumak için sustum.” “Ya beni susturduğun sırlar beni öldürürse?” diye sordu Elara, sesi titreyerek. Lucien yanıt vermedi. O an, odanın içindeki hava ağırlaştı; sanki görünmez bir el kapıyı kapatmış, tüm ışığı söndürmüştü. Mührün sıcaklığı Elara’nın boynunda yanmaya başladı. Raphien, pencerenin kenarında beliriverdi. Gölgeler onunla birlikte odaya süzüldü. Lucien bir refleksle öne atıldı, ancak Raphien elini kaldırarak durdurdu. "Geçit bir kez daha açılıyor." dedi, sesi düşük ama tehditkâr bir melodi gibi. "Ve bu kez, kimin yanında olacağına karar vermek zorundasın, Elara." Lucien dişlerini sıktı. “O, seni seçmeyecek.” Raphien gülümsedi. “Bunu o söylesin.” Elara’nın nefesi hızlandı. İki farklı dünya, iki farklı kader karşısında duruyordu. Avcı kanının yankısı zihninde, Raphien’in dokunmamış ama hissedilen varlığı kalbinde çarpışıyordu. O an, mühürden bir yankı daha yükseldi: "Her seçim bir iz bırakır… ama bazı izler asla silinmez." Odayı dolduran sessizlik, fırtına öncesi ağır bir basınç gibiydi. Elara’nın kalbi öyle hızlı atıyordu ki, sanki göğüs kafesinden çıkıp iki adamın arasına düşecek ve hangi tarafta atmaya devam edeceğine kendi karar verecekti. Lucien, Raphien’e yaklaşırken gözlerinde ölümcül bir ciddiyet vardı. “Senin yolun buradan geçmez, düşmüş. Onu da yanında götüremezsin.” Raphien’in dudaklarında yarım bir gülümseme belirdi, ama gözleri hiç gülmüyordu. “Belki de asıl sorun, onun kendi yolunu seçmesine izin vermemen.” Elara, ikisinin arasında kalmış bir bıçak gibi duruyordu. Mührün sıcaklığı boynunda artıyor, nabzıyla aynı ritimde atıyordu. İçinde bir ses, Lucien’in haklı olduğunu fısıldıyor; başka bir ses ise Raphien’in gözlerinde gördüğü o kırılmaz bağı arzuluyordu. Birden pencerenin dışından uğursuz bir uğultu duyuldu. Rüzgârla birlikte gelen ses, sanki taşların altından yükselen bir iniltiydi. Lucien irkilerek başını çevirdi. “Geçit… yaklaşan fırtınayı hissediyor.” Raphien, Elara’ya doğru bir adım attı. “Bu gece seçim yapmazsan, seçim senin yerine yapılacak.” “Elara, onu dinleme!” diye haykırdı Lucien. “Geçidin açılması seni tüketir. Avcı kanın seni korur, ama düşmüş kanına bağlanırsan—” “—senin bildiğin tüm dengeler yıkılır,” diye araya girdi Raphien, sesi fısıltı kadar yumuşak ama tehdit kadar keskin. “Ve belki de Elara’nın kaderi tam olarak bu olmalı.” Elara’nın gözleri ikisinin arasında gidip geliyordu. Lucien’in yumrukları sıkılmış, damarları belirginleşmişti. Raphien’in yüzünde ise bir meydan okuma vardı, ama gözlerinde… gözlerinde, Elara’nın gitgide daha az direnebildiği o tehlikeli dürüstlük parlıyordu. Birden mühürden parlak bir ışık fışkırdı. Elara’nın ayaklarının altındaki zemin titredi, odanın duvarları derin bir uğultuyla yankılandı. Rüzgâr, içeride olmayan bir fırtına gibi odanın her köşesini sardı. Ve o an, Elara bir şeyi fark etti: Bu ışık sadece ona ait değildi. Raphien’in silueti de aynı parlaklığa gömülmüştü. Lucien’in yüzünde korku belirdi. “Hayır… Bu imkânsız.” Raphien, Elara’nın elini tuttu. Dokunuşu buz gibi ama yakıcıydı. “Geçit seni çağırıyor, Elara. Bu kez birlikte gidebiliriz.” Elara nefesini tuttu. Çünkü biliyordu — bu çağrıya cevap verirse, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Elara’nın nefesi hızlanmıştı. Nemoris’in dar sokaklarında yürürken, sanki gölgeler ona doğru eğiliyor, kulaklarına anlaşılmaz fısıltılar üflüyordu. Birkaç adım geriden gelen ayak seslerini bastırmak için tempolu yürümeye başladı ama o sesler de aynı ritimde hızlandı. Bir an dönüp bakmayı düşündü fakat içindeki bir his, dönmenin hata olacağını söylüyordu. Köşeyi dönüp kasabanın arka tarafındaki terk edilmiş ahşap eve sığındığında, kalbinin atışı kulaklarında yankılanıyordu. Pencereden dışarı baktığında, sokağın bomboş olduğunu gördü. Ayak sesleri kesilmişti. Bu sessizlik, en az kovalanma hissi kadar ürkütücüydü. "Yine mi peşindeler?" diye bir ses duyuldu arkasından. Elara irkildi. Raphien kapının gölgesinde durmuş, gözleri o tanıdık karanlık ışıltıyla parlıyordu. "Sen miydin?" dedi Elara, hem rahatlamış hem de sinirlenmiş bir tonda. "Beni mi takip ediyorsun?" Raphien başını iki yana salladı, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme. "Seni koruyorum." "Koruyacak bir şeyim yok." "Yanılıyorsun Elara" dedi Raphien, sesi beklenmedik bir ciddiyetle. "Kanındaki bağ seni onlar için hedef yapıyor. Avcıların mirasını taşıyorsun." Elara’nın gözleri büyüdü. "Ne saçmalıyorsun?" Raphien bir adım yaklaştı, aralarındaki mesafe tehlikeli derecede azaldı. "Bu saçmalık değil. Ataların, bizim gibileri yok eden bir soydan geliyor. Ve sen farkında bile olmadan, hem onların hem de bizim dünyamızın kaderini değiştirebilecek bir anahtar gibisin." Elara geri çekildi. "Beni korkutmaya çalışıyorsun." "Hayır" dedi Raphien, bakışlarını onun gözlerinden ayırmadan. "Sana gerçeği söylüyorum. Ama... belki de bu gerçeği bilmek istemiyorsun." O an, evin arka penceresinden bir gölge geçti. Elara refleksle başını çevirdiğinde, camın ardında insan olmayan, bozulmuş bir yüz gördü. Kalbi bir kez daha hızlandı. Raphien kılına bile dokunmadan, pencereden dışarı süzüldü. Ve birkaç saniye sonra sessizlik… Sadece Elara’nın hızla atan kalbi. Raphien, Elara’nın omzunun hemen ardında durmuştu. Onun nefesini neredeyse ensesinde hissedebiliyordu. Nemoris’in bu geceye ait havası, göğün içine işleyen soğukla birlikte daha da ağırlaşmıştı. Elara, pencereden dışarı bakarken uzaklarda ormana çöken sisin, sanki bilinçli bir varlık gibi hareket ettiğini fark etti. “Bir şey yaklaşmakta” dedi kısık bir sesle. Raphien gözlerini kısmış, elini hafifçe Elara’nın koluna koymuştu. “Biliyorum… Bu kasabada sessiz olan hiçbir şey gerçekten sessiz değildir.” O an kapının altından çok ince bir gölge süzüldü. Gölge, kıvrılarak odanın ortasına geldi ve yavaşça yok oldu. Elara, kalbinin hızlandığını hissetti. “Bu… normal değil.” Raphien başını yana eğdi. “Normal kelimesi, bu kasabada varlığını çoktan yitirdi Elara.” Ardından pencereye doğru bir adım attı. Parmak uçlarıyla soğuk camı yokladı. “Onlar seni arıyor.” Elara istemsizce geri çekildi. “Beni mi? Neden?” Raphien, gözlerini ondan ayırmadan cevapladı. “Çünkü sen onlardan farklısın. Kanında taşıdığın miras seni hem av hem avcı yapıyor. Ve bu seni… tehlikeli kılıyor.” Elara boğazındaki düğümü yutkunarak bastırmaya çalıştı. “Avcı olduğumu söylüyorsun ama…” sesi titredi. “…ben silah bile tutmayı bilmiyorum.” Raphien ona doğru yaklaştı, gözleri karanlık bir parıltıyla yandı. “Bunu öğrenmen gerekecek. Çünkü çok yakında, seçim yapmak zorunda kalacaksın… ya onların tarafında olacaksın ya da benim.” Bu sözler odanın havasını daha da ağırlaştırmıştı. Dışarıdan bir çatırtı sesi geldi. İkisi de aniden irkildi. Raphien, Elara’nın önüne geçip pencereden dışarı baktı. “Görünüşe göre beklediğimizden önce geldiler.” Elara’nın parmakları istemsizce pencerenin kenarını kavradı. “Kim… ya da ne geldi?” Raphien’in dudakları sertçe kıvrıldı. “Avcıların düşmanları… ama bu gece yalnız değiller.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD