Nemoris’in üzerine çöken akşam sessizliği, kasabanın sokaklarını karanlığın yavaş yavaş yuttuğu bir tabloya dönüştürmüştü. Elara pencerenin önünde, elleri ince perdenin kenarında, dışarıdaki silueti seçmeye çalışıyordu. Raphien’i… Onun varlığı bazen bir gölge, bazen bir rüzgâr gibi hissediliyordu ama asla tamamen görünmüyordu. O an bile, gölgelerin arasında fark edilemeyen bir silüet olup olmadığını kestiremiyordu.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. İçinde anlam veremediği bir çarpıntı vardı. Onun yakınındayken kalbi farklı atıyor, tehlikenin ve yasak olanın çekiciliği damarlarında dolaşan soğuk bir zehir gibi bütün aklını işgal ediyordu. “Böyle hissetmemeliyim” diye fısıldadı kendi kendine. Ama Raphien’in gözlerindeki derinlik, dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz o alaycı ifade… Her şeyini unutmasına yetiyordu.
Alt kattaki ahşap kapı gıcırtıyla açıldığında irkildi. Ayak sesleri, evin içine yayılan rüzgâr uğultusuyla birleşti. Merdivenlerden ağır adımlarla biri çıkıyordu. Elara, bir an nefesini tutup bekledi. Sonra kapısının eşiğinde durdu o: Raphien. Yüzü yarı karanlıkta, gözleri ise sanki bütün ışığı kendisine çekiyordu.
“Beni mi arıyordun?” dedi, sesinde ince bir meydan okuma.
Elara dudaklarını araladı ama kelimeler boğazında düğümlendi. “Sana… Sana sormam gereken şeyler var.”
Raphien hafifçe gülümsedi, o gülüşün altında saklanan keskin bir gerilim vardı. “O zaman sor.”
Elara, adımlarını ona doğru attı. Aralarındaki mesafe birkaç adım kaldığında, onun varlığı bütün havasını kapladı. “Neden buradasın, Raphien? Gerçek sebebin ne?”
Raphien gözlerini ondan ayırmadan konuştu. “Sebebim… senin bilmen gerekmeyen bir şey.”
“Bunu kabul etmiyorum. Hayatımın içine böylesine girip bana hiçbir şey söylememeni kabul etmiyorum.”
O an Raphien’in bakışları sertleşti, sonra bir anlık bir yumuşama geldi. Sanki Elara’nın gözlerinde geçmişten birini görmüş gibi. Ama bu his, saniyeler içinde yerini soğuk bir mesafeye bıraktı. “Elara… bazen bilmemek, yaşamaktır.”
O anda pencereden içeri düşen ay ışığı, Raphien’in yüzünün yarısını aydınlattı. Yüzünde derin bir hüzün vardı ama bu, o an kayboldu. Geri çekilmek yerine, Elara bir adım daha yaklaştı. Gözleri Raphien’in gözlerinde kilitlenmişti. “Belki de bilmek… yaşamamın tek yoludur.”
Raphien’in dudaklarının kenarı belli belirsiz titredi. Cevap vermek üzereydi ki dışarıdan gelen metalik bir ses, ikisini de irkiltti. Pencerenin ardında, karanlığın içinde hareket eden gölgeler vardı. Raphien anında pencereye yöneldi, perdenin kenarından dışarı baktı. Gözlerinde bir anda bambaşka bir sertlik belirdi. “Burada kal. Sakın çıkma.”
Ama Elara, onun bu sert emrine aldırmadan bir adım attı. “Kim o?”
Raphien kapıyı hızla açtı ve karanlığa karıştı. Elara, kalbinin gürültüsüne rağmen onu takip etmemek için kendini zor tuttu. Ancak içindeki merak ve korku, yerinde durmasına izin vermiyordu…
Kapının sertçe kapanma sesi, Elara’nın kulaklarında çınladı. Birkaç saniye içinde evin içi boşalmış gibi hissetti. Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarpıyor, nefesleri hızlanıyordu. Pencereye koştu ve perdenin aralığından dışarı baktı. Gölgeler hareket ediyordu. Fakat bu gölgeler sıradan değildi, insan biçiminde ama bedenleri bulanık, sis gibi dağılan siluetlerdi.
Sokağın köşesinde Raphien belirdi. Karanlık pelerin gibi dalgalanan siyah kanatları kısa bir anlığın ardında görünüp kayboldu. Elara’nın gözleri büyüdü. O an onun gerçekten düşmüş bir melek olduğunu, bütün gerçekliğiyle kavradı. Bu görüntü, zihninde yasak olan her duyguyu daha da derinleştirdi.
Raphien, gölgelerin arasına adım attığında sokak, sessizliği bozan metalik çığlıklarla yankılandı. Karşısına çıkan varlıklar, Elara’nın hayatında hiç görmediği kadar korkunçtu. Çarpık yüzleri olmayan bu gölgeler, sanki yalnızca saldırmak için yaratılmış gibiydi. Raphien’in elleri parladı; ellerinden dökülen ışık parçaları, karanlığı bıçak gibi yarıyordu. Gölgeler üzerine atıldığında, bir hamleyle havaya sıçrayıp kanatlarını açtı, geceyi yırtan bir gölgeye dönüştü.
Elara, nefesini tutarak izliyordu. Bir gölge Raphien’in arkasından hamle yaptığında çığlık atacak gibi oldu. Raphien o an arkasını döndü ve ışıkla yüklü yumruğunu yaratığın gövdesine sapladı. Gövde, sanki duman gibi dağıldı ve yok oldu. Ama diğerleri hızla çoğalıyordu.
Elara’nın bacakları titriyordu. İçinde garip bir şey uyanmaya başladı; korkunun yanında tuhaf bir güç titreşiyordu. Kalbinde bir ateş yanıyor gibiydi. Elini göğsüne götürdü ve bir an için parmaklarının arasında sıcaklık hissetti. O an, ailesinden duyduğu efsaneler zihninde yankılandı: Avcı soyundan gelenler, karanlığın varlıklarına karşı kanlarında gizli bir güç taşırdı.
Sokakta Raphien’in çarpışması devam ederken, Elara istemsizce kapıyı açtı ve dışarı adım attı. Ay ışığı altında durduğunda gölgelerden biri gözlerini ona çevirdi. Elara’nın bedeni donmuş gibi hissetti ama aynı anda içindeki sıcaklık yükseldi. Gölge hızla ona doğru atıldığında, Elara kollarını savurdu. Hiç bilmediği bir refleksle, parmak uçlarından ışığa benzeyen ince kıvılcımlar fırladı. Gölge çığlık atarak geriye savruldu ve dağıldı.
Raphien, bunu görünce gözleri dehşetle Elara’ya çevrildi. Bir an için savaşı unutmuş gibi oldu. “Elara… sen…” diyebildi, sesi çatallaşarak.
Ama cümlesini tamamlayamadan diğer gölgeler yeniden üstlerine atıldı. Raphien hızla toparlandı, Elara’nın önüne geçerek onu korudu. “Buraya gelmen delilikti” dedi, nefesi sert, gözleri öfke ve endişe arasında sıkışmış halde.
Elara, dizlerinin titremesine rağmen fısıldadı: “Ben de savaşabilirim.”
Raphien bir anlığına duraksadı. Onun gözlerinde, avcı soyunun işaretini görmüştü. Bu, kaçınılmaz bir gerçeği açığa çıkarıyordu. Ama o gerçek, Elara ile arasındaki uçurumu daha da büyütüyordu.
Gölgeler birer birer dağıldığında, sokak sessizliğe gömüldü. Raphien ağır adımlarla ona döndü. Yüzü hem gölgelerden hem de duygularından yorgundu. “Bunu görmemem gerekiyordu” dedi soğuk bir sesle.
Elara, elleri hâlâ titrerken, onun gözlerine baktı. “Artık saklayamazsın. Ne sen… ne ben.”
Raphien’in bakışları ay ışığında keskinleşti. Dudaklarını araladı ama söylemek istediği kelimeler, göğsüne hapsolmuştu. Onların arasında kalan tek şey, derin ve imkânsız bir sessizlikti.
Raphien’in yüzünde beliren gölge, savaşın bittiğini değil, asıl fırtınanın yeni başladığını anlatıyordu. Sokakta dağılan varlıkların dumanı hâlâ havada asılı dururken, Elara onun sert bakışlarının altında nefes almakta zorlandı.
Raphien, birkaç adımda ona yaklaştı. Yüzü öfke ve çaresizlik arasında gidip geliyordu. “Ne yaptığını biliyor musun” dedi, sesi karanlığın içinden gelen yankı gibi. “Bu güç… seni mahvedecek.”
Elara, korkusuna rağmen geri adım atmadı. “Beni zaten mahveden şey sensin” dedi, sesi titremesine rağmen gözleri kararlıydı. “Bana hiçbir şey söylemedin. Oysa seninle tanıştığımdan beri her şey değişti.”
Raphien’in boğazından derin bir nefes çıktı. Parmaklarını saçlarının arasından geçirip başını geriye attı, sonra gözlerini tekrar ona dikti. “Keşke seni hiç tanımasaydım” dedi kısık bir sesle.
Elara’nın yüreği sıkıştı. O an kelimelerin bıçak gibi saplandığını hissetti. Ama gözlerinden yaşlar süzülmeden önce, içindeki öfke daha ağır bastı. “Ama tanıdın. Ve artık ne ben eski ben olabilirim ne de sen kendini saklayabilirsin.”
Raphien bir adım daha yaklaştı. Aralarındaki mesafe yok denecek kadar azaldı. Elara onun nefesini, savaşın metalik kokusuna karışan sıcaklığını hissedebiliyordu. Gözleri kısa bir an için yumuşadı, sonra yeniden buz kesildi. “Beni asla sevmemelisin Elara” dedi, her kelimesi zehirli bir ikaz gibiydi.
Elara’nın gözleri bu sözle alevlendi. Dudaklarını sıkıca kapattı ama içinden geçenleri susturamadı. “Belki de çok geç.”
Raphien’in yüzünde kısacık bir acı kıvılcımı parladı, sonra hemen bastırıldı. Bir süre hiçbir şey söylemedi, yalnızca onun gözlerine baktı. Sokakta rüzgâr uğuldadı, dumanı sürükledi, ikisini de içine alan ağır bir sessizlik bıraktı.
Sonunda Raphien arkasını döndü. “Eve dön. Bu gece gördüklerini unut. Bu senin için en iyisi olacak.”
Elara bir adım atmak istedi ama bedeni ona ihanet etti. Raphien’in kanatları karanlıkla bütünleştiğinde, tek başına kaldığını fark etti.
Ama kalbinin içinde yankılanan şey açıktı: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.