BÖLÜM 4

1337 Words
Elara’nın içindeki boşluk, artık bir yankıya dönüşmüştü. Lucien’in söylediği son cümle zihninde tekrar tekrar çınlıyordu: “Senin annen için düştüm.” Sanki tüm duvarlar çökmüştü. Bütün anlamlar başka yerlere sürüklenmişti. Lucien sadece onun koruyucusu değildi. Bir zamanlar annesine ait olan bir kaderin taşıyıcısıydı. O gece, Elara yatağına yattığında uyuyamadı. Tavan çizgileri değişiyor, gölgeler sanki onun kalp atışına göre hareket ediyordu. Rüzgar perdeleri oynatıyor, her fısıltı bir hatıra gibi kulaklarına dokunuyordu. Düşmemeye çalıştı ama göz kapakları yavaşça ağırlaştı. Ve rüyasında, ilk kez geçmişe dair bir görüntü gördü. Sisli bir orman. Geniş kanatlara sahip bir varlık. Ve genç bir kadın—annesi. Gözlerinde yaş, ellerinde bir bebek. Bebek ağlamıyor ama kadın ağlıyordu. Ve sonra bir ses: “Onu götürmeliyiz. Bu dünyada yeri yok.” Kadın başını iki yana sallıyordu. “Hayır, onun kalbi insan. Karanlık onu alamaz.” Sonra gök gürledi. Ve Lucien ortaya çıktı. Gençti. Yüzünde şimdiki gibi kırılgan bir soğukluk yoktu. O da ağlıyordu. “Ben kalırım. Onu ben korurum.” Rüya bir anda karardı. Elara uyandığında ter içindeydi. Göğsü sıkışmış, elleri titriyordu. Bu bir hatıra mıydı, yoksa zihninin uydurduğu bir senaryo mu? Ama bir gerçek vardı ki, artık hiçbir şey sadece bir rüya değildi. Sabah kahvaltıya indiğinde annesi mutfakta yoktu. Masada bir not vardı. “Dışarıdayım. Dikkatli ol. –Annen.” Elara dış kapıyı açtı. Bahçede melek heykeli yerindeydi ama çevresine siyah tüyler düşmüştü. Bu kez kuzgunlara ait değildi. Tüyler daha büyüktü, daha koyu ve uçları yanık gibiydi. Elara bir tanesini eline aldı. Parmaklarının ucunda hafif bir ısırma hissetti. Tüyü cebine koyup yola çıktı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Ama ayakları onu tekrar eski kilisenin yanına götürdü. Çatıda bu kez hiçbir kuş yoktu. Sessizlik ağırdı. Camlarının çoğu kırılmış, içerideki duvarlar yosun tutmuştu. Ama giriş kapısı hâlâ ayaktaydı. Elara, içeri girdiğinde keskin bir koku karşıladı onu. Nem, zaman, toprak ve… yanmış tüy. İçeride ilerledi. Duvarlardaki semboller yavaş yavaş belirginleşti. Kanat izleri, altı köşeli yıldızlar, iç içe geçmiş çemberler. Vaftiz masasının arkasında eski bir ahşap levha vardı. Üzerine kazınmış bir isim: “Velitas.” Elara bu kelimeyi tanımıyordu ama zihninin bir yerinde yankılandı. Sonra bir tıklama sesi geldi. Ahşap gıcırdadı. Arka köşedeki duvarda bir hareket. Elara geri çekilmek isterken biri gölgeden çıktı. Lucien. Bu kez yorgun görünüyordu. Ceketinin yakası yırtılmıştı. Gözlerinin altı morarmış gibiydi ama hâlâ sakindi. “Rüya gördün mü?” diye sordu. Elara başını salladı. “Evet. Sen vardın. Annem de.” Lucien yaklaştı. “O senin hafızan değil. Onunki.” “Nasıl olur?” “Bazen kan bağı, hatıraları geçirebilir. Özellikle senin gibilerde. Bağ taşıyıcılarında.” Elara titredi. “Ben… her şeyi görmek istemiyorum.” “Ama artık göreceksin. Bu, kapısı açılmış bir oda gibi. Geri kapanmaz.” Lucien onu bir bankın üzerine oturttu. Kendisi karşısına geçti. Aralarındaki mesafe bu kez daha yakındı. Elara onun kokusunu duyabiliyordu. Yağmur sonrası taş gibi bir koku. Soğuk ama tanıdık. “Benim kaderim ne?” diye sordu Elara. “Beni korumanın ötesinde… ben kimim?” Lucien başını eğdi. “Sen bir anahtarsın. Ama aynı zamanda bir kapısın. Karanlık senden geçmek isteyecek. Işık seni korumaya çalışacak. Ama en sonunda, karar senin olacak.” “Peki ya sen?” Lucien’in sesi alçaldı. “Ben sadece seni izlemekle görevlendirildim. Ama sen doğduğunda… bu görevin üstüne bir şey eklendi.” “Neydi o?” “Benim iradem.” Elara gözlerini kaçırmadı. “Yani beni seçtin.” “Hayır,” dedi Lucien. “Ben sana teslim oldum.” O cümle Elara’nın içinde bir dalga gibi yayıldı. Kalbi göğsüne sığmadı. Gözleri doldu. “O zaman neden hep uzağa çekiliyorsun?” Lucien sustu. Sonra yavaşça elini uzattı. Elara'nın yanağına dokundu. Parmağının ucu, tenine karıştı sanki. Soğuktu ama aynı anda yanıyordu da. “Çünkü sana yakın olmak… karanlığı da sana yakınlaştırır.” Elara elini onun bileğine koydu. “Ben karanlıktan korkmuyorum.” Lucien’in gözlerinde bir parıltı belirdi. “O zaman benimle gel. Sana birini göstereceğim. Ama onu görmek… seni tamamen değiştirir.” Elara ayağa kalktı. “Hazırım.” Lucien gülümsedi. Bu, gerçek bir gülümsemeydi. İlk kez yüzünde bir insan ifadesi vardı. Ve o anda, kilisenin duvarları çatladı. Dışarıdan bir ses yükseldi. Gökyüzü değişti. Ve Elara, hayatının bir daha asla aynı olmayacağını hissetti. Kilise çatırdadı. Tavan arasından düşen toz bulutu bankların üzerine serildi. Rüzgarın yönü değişmişti, içerideki hava boğucu bir hâl almıştı. Elara Lucien’in elini tuttuğu halde içinden bir titreme geçti. Bir şey yaklaşıyordu. Lucien gözlerini gökyüzüne kaldırdı. "O buradaydı." "Kim?" diye sordu Elara. Lucien cevap vermedi. Elara'nın elini bıraktı ve sessizce kilisenin yan kapısından çıktı. Elara arkasından yürüdü. Geniş avlunun sonunda, taşların arasından kıvrılarak ilerleyen ince bir sis vardı. Gölgeler arasında karanlık bir iz… bir ayak izi gibi ama biçimsizdi. Sanki bir varlık toprağı değmeden geçmişti. Lucien durdu. "Bunu tanıyorum." Elara gözlerini kısarak bakmaya çalıştı. "Kime ait?" "Ona." Lucien’in sesi ilk kez yumuşamadı. İçinde soğukluk ve eski bir çatışma gizliydi. "Kim o?" Lucien sessiz kaldı. Sadece avuç içini yere bastı. Parmaklarından çıkan gri bir ışık toprakta dolaşan izi kısa süreliğine görünür hale getirdi. İki kanatlı bir figür. Uzun, silüet gibi bir şekil. Başında yanmış taç izleri. Gözleri olmayan bir yüz. Elara ürperdi. "Bu bir melek değil…" "Hayır," dedi Lucien. "Ama bir zamanlar öyleydi." Elara biraz daha yaklaşmak istedi ama Lucien kolunu açarak onu durdurdu. "Henüz değil. O karanlıktan beslenir. Ama henüz kendini göstermedi." "Peki neden geldi?" Lucien başını çevirip Elara’ya baktı. "Çünkü seni hissetti." Elara geri çekildi. Kalbi hızla çarpıyordu. "Beni tanımıyor. Değil mi?" Lucien’in yanıtı gecikti. "Henüz değil." O sırada kasabanın çan kulesinden tiz bir ses duyuldu. Saatin kaç olduğu belli değildi ama ses bir alarm gibiydi. Lucien irkildi. "Bu normal değil." Elara da çan sesini daha önce hiç böyle duymamıştı. Yalnızca Pazar sabahları çalan o eski, paslı çan... Şimdi adeta çığlık atıyordu. Lucien arkasını döndü. “Geri dönmeliyiz.” “Nereye?” “Senin başladığın yere. Melek heykelinin oraya. Onun gözleri altında bir şey değişiyor.” Eve vardıklarında annesi bahçedeydi. Heykelin önünde diz çökmüş, toprağa bir şey kazıyordu. Elara yaklaştığında annenin ellerinin çamur içinde olduğunu gördü. Gözleri kararmış gibiydi, dudakları kımıldıyordu ama ses çıkmıyordu. Lucien hemen öne atıldı. “Ona bir şey yapıyor.” Elara diz çöktü. “Anne?” Kadın başını kaldırdı. Gözleri donuktu. Avuç içiyle toprağa bir sembol çizmişti. Aynı mühür. İki kanat arasında yanan bir daire. Elara’nın boğazı kurudu. “Bu ne?” Lucien sembole baktı. “O geldi. O seni istiyor.” Kadın yere kapandı. Elara onu sarstı ama kadın bilincini kaybetmişti. Lucien diz çöktü. “Ona dokunmuş. Zihnine girmiş. Rüyalarını kullanıyor.” “Kim?” Lucien bir nefes aldı. “Adını unuttuk. O kadar eski ki, hafızamızda yeri yok. Ama ben onu sesinden tanırım. Geceleri karanlıkta fısıldayan, mühürleri çözen o.” “Beni neden istiyor?” “Çünkü sen bir anahtar taşıyıcısısın. Ama yalnızca kilidi açmak için değil… içeri girmesi için de.” Elara titredi. “Ben onun geçidi olamam.” Lucien onu tuttu. “Bu yüzden buradayım.” Elara annesinin yüzünü silerken, toprağın içinde bir şey parladı. Siyah bir taş. Üzerinde ince çatlaklar ve hafif bir yanık izi vardı. Elara taşı eline aldı. Taş ısındı. Parmaklarının ucunda kıvılcımlar dolaştı. Gözlerini kapattığında bir şey gördü. Gökyüzü olmayan bir yer. Alev içinde kanatlar. Ve karanlığın ortasında duran bir figür. Yüzü yoktu ama varlığı oradaydı. Sonra sesi duydu. Fısıltıyla ama net. “Seni gördüm.” Elara gözlerini açtı. Avuç içi yanıyordu. Taşı attı. Ama his içinde kaldı. Onu görmüştü. Ve o da Elara’yı görmüştü. Lucien başını salladı. “Temas kuruldu.” “Bu ne anlama geliyor?” Lucien yavaşça kalktı. “Bu, onun seni tanıdığı anlamına geliyor. Ve artık karanlık seni arayacak.” Elara başını çevirdi. Gökyüzü kararırken ağaçların arasında bir figür belirdi. Uzun boylu, ince yapılı, yürürken gölgesi geriye doğru yayılıyordu. Ama net değildi. Sadece hissediliyordu. Lucien hemen Elara’yı arkasına aldı. “Gitmemiz gerek.” “O kimdi?” Lucien kılıcını çıkardı. Gümüş parıltılı, kanat şekilli bir silahdı. “Onun habercisi.” Elara bir kez daha arkasına baktı. Figür gözden kaybolmuştu ama varlığı hâlâ içindeydi. Kalbinde yankılanan o ses… “Seni gördüm.” Ve o anda Elara anlamıştı. Lucien onu koruyacaktı. Ama karanlık, başka birini gönderiyordu. Ve bu kişi, Elara’nın kaderini hem yok edecek hem de ona ilk kez aşkın ne olduğunu gösterecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD