Babam öfkeden köpürmüş halde güvertenin içinde bir o yana bir bu yana yürüyordu… “Geberteceğim pisliği, kızıma dokunmak, hele ki benim kızıma dokunmak… Kitapsız herif”
Yanıma gelince kolundan tuttum bu kadar hızlı yürümeye yine bacakları ağrıyacaktı “Sakinleş babacığım yine bacakların acıyacak”
“Ya yetişemeseydik, ya Jack ses duyup koşmasaydı”
“Turist duymuş geldiniz, geçti gitti işte”
“Lamia bu işin şakası yok kızım, herifçioğlu gözünü karartmış ki tekneye kadar çıkmış.” Yine yürümeye başlamıştı. Hırsından ayaklarını vurarak yürüyor tahtaya hırsla vuruyordu “ Birde evlenme niyetiyleymiş… Ulan bende sana kız verecek göz var mı pislik herif. Kızımın gönlü olsa resti çekerim”
Baba kız ayni düşünüyorduk, Osman’ın çocukluğundan beri yapmadığı pislik kalmamıştı, babasının parasına güvenen beceriksizin biriydi. Şile küçük yer olduğundan kim nerede ne yapmış hemen duyulur gizli saklı hiçbir şey kalmazdı. Küçük yerde oturduğuma seviniyordum kimin ne olduğunu biliyor insanlar ona göre hareket ediyorlardı. Babamın öfkesi dillere destandı, sakin durur bir kez tepesi attı mı sinirinden yanına varılmazdı.
Babam bana döndü “Ya sen, senin ne işin vardı da geldin?”
Sesi sertleşmişti “Size yemek getirdim” Biraz alttan almak gerekiyordu…
“Anan olacak kadının ne işi vardı da seni gönderdi” Hah öfkesini alamamış şimdide anneme sarmaya başlamıştı” Ben getirmek istedim”
“Yok mutlaka sağa sola komşuya gitmiştir”
“Baba yeter, koskocaman insanım aylarca sizden uzakta yaşıyorum. Uzatma, dayağını yedi bir daha yanıma gelirken düşünür”
“Bir gelsin bak ben onun anasından doğduğu günü burnundan getirmez miyim?”
“Getirirsin babacığım, hadi bak mis gibi börek getirdim.”
“Sanki yiyecek hal kaldı”
“Yersin yersin, hem turist de acıkmıştır”
Turist teknenin denize bakan tarafında durmuş, babamın benle konuşma süresince hiç arkasını dönmemişti, uzun boyluydu koyu sarı saçları başında ki şapkanın altından çıkmış ensesinde kıvrılmıştı… Yüzünü tam görememiştim, aceleyle yemek kutularını çıkardım. Portatif masanın üzerine getirdiğim örtüyü sererek hazırladım… “Baba hadi”
“Siz yiye durun ben hemen namazımı kılıp geleyim.”
“Bekleriz”
Turistle bir başımıza kalmıştık, ne yapsaydım nasıl konuşma başlatsaydım. Annem konuşmadığını söylemişti… Yanına gittim “Selam”
Adam sırtını bile dönmemişti “Ne kadar Türkçe anladığını bilmiyorum, ama ben İngilizce bilmediğime göre… Yo azıcık biliyorum sayılır, okul İngilizcesi neyse… Sözlerimi anlasan da anlamasan da sana çok teşekkür ederim. Tabii sırtına konuşmanın oldukça komik olduğunu söylemek zorundayım. Aslında sırtın fena durmuyor, bir ara gömleğini çıkar kenarı sökülmüş. Hakkı reisin çalışanı sökük gömlekle dolaşıyor dedirtmem” Bir ses mi duymuştum gülmüş müydü?
“Yüzünü göstermek için yüz görümlülüğü istiyorsan yok, bildiğin gibi desem de bilmezsin öğretmen maaşları hele yardımcı öğretmen maaşları kuş kadar” Adamın sırtına konuşmaktan bıkmıştım, parmağımla tam omzundan dürtükledim… Ağır hareketlerle döndü, döndü de saç sakal bir arada olduğundan yüz ifadesini anlamak imkânsızdı… Bir tek gözleri, fırtınalı deniz gibi koyu lacivertti. İlk kez böyle güzel bir renk görmüştüm. Erkekten ziyade kadına yakışacak güzellikte olan gözler, ah bu gözlere sahip olabilmek için neler yapmazdım. Ya saç rengi beyaza yakın sarıydı. Daha birkaç saat önce sarışın olmak istemiştim… Hem gözleri hem sarışınlığı… Bu adam beni hasedimden çatlatmak için gönderilmiş olmalıydı. Bakışları yüzümde dolaştı, tenimde karıncalar dolaşıyor gibiydi… Saçmalıyordum, tamam adam sakalları olmasa hoş adamdı… Sakal da her erkeğe yakışmazdı, ama buna… Her neyse ilk kez yakışıklı adam görmüyordum.
Elimi uzattım, diğer elimle de kendimi gösterdim “Ben Lamia”
“Mia”
“Hayır hayır ben Lamia, ismim mia değil Lamia… Hecele bakayım la-mi-a”
Kaşlarını çattı, sanki dünyanın en uzun cümlesini kuracakmış gibi düşündü “Mia” dedi…
Bu adam da Osman gibi anlama özürlüydü, niye önüme çıkan her erkeğin beyninde sorun olurdu ki? “Öf tamam, beni kurtardığın için teşekkür ederim… Ah babam geldi hadi masaya buyurun”
Taburelere oturduk, babam biraz sakinleşmiş gibiydi. Jack yine hiç konuşmadan böreğini yemeye başladı. Martı çığlıkları, arada bir kulağıma çalınan yakın yerde ki balıkçıların konuşmaları içinde zaman geçiyordu. Hah babam kendi gibi birini bulmuştu, konuşmazzadeler…
“Baba birkaç günlüğüne Ankara’ya Berrin’e gitsem”
“Olmaz”
“Yapma baba Sibel ile birlikte havuza gideceklermiş” Babam çatalını masaya vurdu… Ne oldu der gibi yüzüne baktım yine o kalın kaşlarını çatmıştı… Eliyle etrafı gösterdi…
“Su istediğin suysa burada alası var, denizi bırak git ilaçlı suya gir bu akıl işimi?”
Omuzlarımı silktim hem haklı hem haksızdı “Havuz bahane ben onları görmek istiyordum”
“Daha yeni geldin, sonra düşünürüz. ”
Birkaç günlüğüne kızların yanına gitsem ne güzel olurdu “Ben senin düşünmelerini bilirim, beni bakkala gönderirken bile düşünürsün. Hem her istediğimde denize girmemi engelliyorsun.”
“Açıkta gir”
“İyi bende onu diyorum, açıklara gitmem için teknenin çalışması gerek”
“Bu gün işim var”
Çocukluğumdan beri babamın yanında dolaşır, teknenin her işini yapar kullanırdım. Benim için bisiklet kullanmak kadar kolaydı “Baba tekneyi tek başıma kullanabileceğimi biliyorsun”
“Jack küçük teknenin motorunu tamir etti, onunla gidersin ama tek başına değil. Normal motor değil de hız motoru gibi kullandığın için neler olduğunu biliyoruz” Bir kaşını alaycı bir tavırla kaldırmıştı… Büyük teknenin arkasına bağladığımız kayıktaki motorun bozulmasına ben sebep olmuştum.
“Hayatımda bir kez hata yaptım, her sefer yüzüme vurmasan olmaz sanki”
“Deniz hata yapmaya gelmez, güzel olduğu kadar acımasızdır. Kayığı aldığını fark etmeseydim açık denizlerde sürüklenip gidecektin. O zaman ki fırtınalı günü konuşmuyorum bile”
“Fırtınanın patlayacağını bilemezdim”
“Hah bilemezmiş, balıkçı kısmının kulağı hava raporlarında olur, senin gibi yalancı balıkçılar gibi müzik kanallarında olmaz”
“Vur, sağdan soldan vur abalıya, küstüm” Kollarımı kavuşturdum, yalandan suratımı astım, babam çok haklıydı. Gülerek saçlarımı karıştırdı, oy tonton babam yine dayanamamıştı.
Babamla konuştuğumuz sürece Turist başını tabağından hiç kaldırmadı… Bir dilim börek daha koydum eliyle geri çevirdi…
“Turistimizin konuşma veya duyma problemi mi var?”
Babam ters gözlerle bana baktı “Bildiğim kadarıyla yok” Ay ben babamın çatılan kaşlarını yerdim Tam Atatürk kaşlıydı… Birkaç teli sağa sola dağılmıştı, parmağımın ucuyla sıvazladım…
“Lamia ne yapıyorsun”
“Kaşların dağılmış, düzeltiyorum”
“Kadın mıyım ben bırak dağınık kalsın, git ananın kaşlarını düzelt”
Yemek bitmişti, Jack çoktan kalkmış yerleri paspaslıyordu. Sakalları olmasaydı keşke. Sakallı adamları hiç sevmezdim, babam ne zaman sakal bırakacak olsa ilk itiraz eden ben olurdum…
Sesimi alçalttım “Baba bu adam kim? neyin nesi?”
“Bir garip yolcu, kim olduğu yabancı dil bilen birine sordurttum söylemedi. Bende ısrar etmedim”
“Ne zaman gidecek?”
Babam başını iki yana salladı “Ne ben sordum, ne de o söyledi… Tanrı misafiri olarak geldi istediği zaman gider”
“Niye buradaymış? Kimi kimsesi yok mu?”
“Bilmiyorum dedim ya”
“Ne meraksız adamsın”
“Kızım garibanın biri belli ki bir derdi var, o bana anlatmadıktan sonra ısrar etmenin bir anlamı yok”
Eh babamın ağzından laf çıkmıyordu, turistimizde konuşmadığına göre gitme vaktim gelmişti, masayı topladım babamın yanağına kocaman bir öpücük kondurdum “Ben eve gidiyorum”
“Jack seni götürsün”
“Yapma baba tek başıma giderim”
Babamın kaşları yine çatılmıştı, ses tonu yükseldi “Bu gün olanlardan sonra asla tek başına bir yere çıkmayacaksın. Serseri akıllanacak bir adam değil… Jack benim kızı eve kadar götürüver, benim konuşacağım insanlar olacak”
Korkmuştum, tek başına Osman’ın babasıyla koşmaya gidecek olması beni huzursuz etmişti “Baba sakın ha kimseyle konuşma, biliyorsun babasıyla oğlu bir”
“Kızım ben doğma büyüme buralıyım, en küçüğünden en büyüğüne kadar beni tanımayan yoktur… Onlar sonradan gelip yerleştiler hadlerini bilmeleri gerek”
“Yine de dikkatli ol”
“Merak etme hadi gidin, babası oğlundan çok daha akıllı. Bana bulaşmayacağını bilmesi gerek, oğlunu peşinden çekmesi için uyaracağım zorla güzellik olmaz”
Jack çoktan yemek çantasını almış, tekneden inmişti… Geniş adımlarla yürüyordu, aklım babamda kalmıştı “Sen Türkçe bilmediğine eminmisin? Biraz yavaş yürü…” Türkçe anlamasaydı babamın benim kızı götür sözlerini de anlamazdı…
“Sen ol çabuk, reis yalnız”
“Oh nihayet konuştun, sen çabuk ol reis yalnız diyeceksin” Homurdanmıştı, gerçekten homurdanmıştı… Yetişemiyordum adımlarımı hızlandırdım “Baksana bana” Hah sanki ne dediğimi anlıyordu. Yavaşlamadı bile… Çevreme bakındım birkaç kişi bizi izliyordu, kendimi eski zamanlarda hissettim, kadının kocası önden yürür kadın sanki köpekmiş gibi eşinin arkasından kocasının adım izlerini takip eder. O günlerde yaşamadığıma şükür ettim. Kolundan tutunca durdu, elime baktı… “Bak bu böyle olmuyor, zaten babamda beni bir yere göndermiyor. Sen bana İngilizce öğret, bende sana Türkçe öğreteyim okey”
Koskoca cümlede bir tek okey İngilizceydi, birazını bile anlamış olsa çok sevinecektim. Kolunu çekti daha ağır adımlarla yürümeye başladı… Onun geniş adımları ne kadar ağırsa yürüyüşümüz o kadar ağırdı. Birkaç kez bu adamla yürürsem kalçamda ki fazlalıkları hemen atardım. Bakanımız çoktu, daha fazlası da yanımda ki adama bakıyordu, genç kızlar ve kadınlar. Tanıdıklarıma selam verdim, tanımadıklarıma sert gözlerle baktım. Eve yaklaştığımızda annem komşusundan çıkıyordu, Jack çantayı elime tutuşturdu, gerisin geriye koşmaya başladı adam bir anda gözden kaybolmuştu. Babamı merak ediyordu bu adamı sevmiştim, ben olmadığım zaman ailemi kollaması hoşuma gitmişti.
“Ne oldu kızım, Turist niye yanındaydı, niye birden bire koşmaya başladı?”
“Şimdi bana kızarsın gelir gelmez başını belaya soktun dersin, vallahi bu sefer benim suçum yok”
“İçeri gel millet bir şey sanacak, konu komşu balkonda”
Kendime kahve yapıp bahçedeki rengârenk ortancaların içinde olan masaya oturdum… Annem akşam yemeği için fasulye ayıklamaya başladı… “Anlat bakalım yine ne oldu”
“Osman var ya”
“Anlatmana bile gerek yok, analıkızlı başımın etini yiyorlar. Hele araya soktukları kişileri görsen şaşırırsın. Neymiş efendim çok zenginlermiş, ev almışlar… Görsen ne övünmeler sana anlatamam… Hele sen gelmeden iki gün evvel gün yaptığımız evde toplanmıştık… Kadının iki kolu, boynu silme altın dolu sanırsın kuyumcu dükkânı… Bak Semiha Hanım kızın oğluma he desin üzerimde gördüklerinden daha fazlası kızının boynunda, kolunda olacak demesin mi görgüsüz”
Kahvemi bitirmiştim, annemin onların taklidini yaparak anlatması çok hoşuma gitmişti “Sen ne dedin”
“Şöyle bir dikildim, hanım hanım bizim çengelde satılık etimiz yok çok şükür, kızımın kolunda sizinkiler gibi olmasa da çok daha değerli bileziği var. Benim kızım koskoca öğretmen dedim”
“Oh iyi yapmışsın sonradan görmelere, sonra ne dedi?”
“Ne diyecek morardı hanım, şalını şöyle bir eliyle arkasına attı, benim oğlum elini sallasa ellisi dedi…”
“Hah elini sallasa ellisiymiş”
“He bende öyle dedim, şileden oğluna kız alabilirsen beşi bir yerde benden hediye diyiverdim”
“Of ağır olmuş”
“Doğrusu bu kızım, oğlunun ne mal olduğunu bilmeyen yok. Kızını veren hata eder iki günde dayaktan öldürür dışarı atar”
“Sonra ne dedi”
“Sen öyle san, sana inat şilenin en güzel kızını alacağım senin kaknem kızına kalmadık dedi”
“Bak sen terbiyesize, kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş”
“Bende ayni sözü söyledim”
“Eeee sonra ne oldu”
“Ne olacak Necla’nın evindeydik, Necla ver Mediha teyzene bir bardak soğuk su buzlu olsun. Diye seslenince, kadın sinirle kalktı bileziklerini şangırdatarak çekti gitti”
“Aslan annem benim, kızını nasılda korurmuş”
“Tabi koruyacağım, seni yolda bulmadım…”
Yerimden kalktım, boynuna sarıldım “Annem ben buradayken elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacağım… Sen otur yemeği ben yaparım”
Annem sandalyeye şöyle bir yaslandı “Güzel kızım, henüz elim ayağım tutuyor, biliyorsun baban benim yaptığım yemekten başkasına mırın kırın eder.”
“Sen demezsen anlamaz, bırak annem ben yapayım”
“Turist oğlan zeytinyağlı yemekleri çok seviyor”
“Yanına köfte yapsam mı? Koca adam tek zeytinyağlıyla nasıl doyar”
Annemi bahçede bıraktım aklım babamdaydı, yemeği koyup köfteyi yapmaya başladım acaba Turist bizim yemekleri seviyor muydu? Yok içim rahat değildi “Anne sen köfteleri kızartmaya başla ben bir koşuda fırından ekmek alıp geleyim”
“Hıh rahatlığım buraya kadarmış, ekmeğimiz var ne ekmeği”
“Sıcak ekmek annem, sıcak ekmek” Başka bir söz söylemesine fırsat vermeden spor ayakkabılarımı giydim… Kapıdan çıkıp ev gözden kaybolunca limana doğru koşmaya başladım…