1. BÖLÜM: İÇKİ

2766 Words
EFSUN LEVA: Üzerimde ki dar mini bordo elbiseyi son kez düzelttim. Sırt dekoltesi açık ve ipliydi, bundan dolayı da sutyen takmamıştım. Oldukça cüretkar olan bu elbise beni de yaşımdan olduğunca büyük gösteriyordu. Susmayan telefonumu yatağın üzerinde alarak cevap verdim. "Hadi Efsun seni bekliyoruz. Kapının önündeyiz" diyen Miraya gözlerimi devirip, "Bugün benim günüm, ancak hazırlanıyorum. Beş dakikaya ineceğim." deyip telefonu kapattım. Onun konuşmasını beklersem hiç susmayacağını çok iyi biliyordum. Saçlarımı alttan küçük bir topuz yapmıştım. Dünde saçlarımı sarıya boyatmış kendime renk gelmesini sağlamıştım. Bu gece kızlarla artık benim de rahatça girebileceğim içkili bara gidip, doğum günümü kutlayacaktık. Kimlikte yeni 18 olan ben normalde 21 yaşına girmiş bulunuyordum. Babam kimliğimi üç yıl sonra çıkardığından dolayı her şeye geç kalıyordum. Buna bir itirazım yoktu zaten ama bazı yerlerde bana sorun yaratıyordu. Tekrar çalan telefona cevap vermeden kapatıp el çantamın içine attıktan sonra üzerime bir şey almayı gerek görmemiştim yazın sıcağından dolayı lüzumsuz kalabalık olacaktı. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesle odamdan çıkarak mutfaktan gelen yemek konularına doğru yol aldım. "Ben çıkıyorum. Gece de kızlarla birlikte Mirayda kalacağız." dedim, bu durumu zaten bir haftadır söylediğimden annem bıkmış bir halde yakasını silkerek "Hadi git yeter kızım." kısa bir es verip konuşmasını sürdürdü. "Bizde zaten birazdan yola çıkacağız köye gidiyoruz haberin olsun. Telefon çekmez oralarda gelince biz seni ararız." dedi. Köye gitme durumu sanırım yeni bir gelişmeydi. Şuan bunu düşünecek zamanım olmadığımdan anneme el sallayarak mutfaktan çıktım. Dış kapıyı aralayıp yüksek topuklu ayakkabılarıma aldırmadan apartmana çıktım. Oturduğumuz apartman eski olmasa da yeni sayılmazdı. Yavaş ve dikkatli adımlarla dar olan merdivenlerden trabzanlara tutunarak indiğimde başka bir sorun kalmamıştı. Evimize ait olan büyük bahçe, bir yeri yeşillik bir yeri de yürüme alanı olarak ayrılmış durumdaydı. Yazın her akşam çardakta çay içmek için toplanır, otururduk. Mavi demir bahçe kapısını açıp çıktığımda Miray beyaz arabasından inmiş beni bekliyordu. Beş kız grubu toplanmıştık ama içimizde en sabırsızı ise Miraydı. Giymiş olduğu mavi kısa elbise onu oldukça muhteşem gösteriyordu. Elbisenin eteğinde bulunan siyah dantel ona uyumlu siyah stiletto ayakkabıları tamamen ince düşünülmüş gibiydi. Gülümseyerek karşıya geçip kollarımı Miraya sardım. Daha dün birlikte olmamıza rağmen özlemiştim. Arkadaştan çok kardeş gibiydik. Miray elini sırtıma vurup geriye çekilerek abartılı bir sesle "Ateş ediyorsun kızım, ben bir erkek olsaydım seni çoktan yürütmüştüm." dediğinde kaşlarımı havalandırıp elimi ağzına kapattım. Mirayın ağzının ayarı olmadığı gibi bir de yüksek sesle konuştuğundan millete rezil olacaktık. Elimde ki çantayı sıkı sıkıya tutup geriye çekildim. Biraz daha burda durmaya devam edersek alt mahallenin sarkıntılı erkekleri bizi burda rahat bırakmaz ve gecemizi de zehir etmekten çekinmezlerdi. "Hadi..." diyerek durduğum yerden adımlayarak ön kapıyı açtım. Miray bizi götürecekti ama geriye hangimiz bizi eve getirecekti orası biraz meçhuldü. Miray arabayı çalıştırıp mahalleden çıktığında bende arkamı kızlara dönerek hepsini sırayla süzdüm. Arkamda oturan Lila siyah askılı kısa bir elbise giymişti. Siyah saçlarını da tepesinden at kuyruğu yapmış ona uygunda koyu bir makyajla tamamlamıştı. Orta da oturan Özge de açık mavi bir elbise giymiş, göğüs kısmı oldukça derin bir dekolteye sahipti. Kısa küt siyah saçlarını da geriye doğru atmış kendine farklı hava katmıştı. Mirayın arkasında oturan Seda ise zümrüt yeşili kalın askılı dekoltesiz bir elbise giymişti. Sarı saçlarını da açmış ve maşalamış ona uygunda açık ve sade tonlarda makyajıyla kendini tamamlamış. Ellerimi büzerek "Mükemmel olmuşsunuz." deyip gülümsedim. Lila da gülümseyerek karşılık verdi. "Sende mükemmel olmuşsun, iyi ki doğdun Efsunum." Araba durduğunda önüme dönerek geldiğimiz mekana gözlerimi çevirdim. Trafik yoğun olmadığından dolayı yaklaşık yirmi dakilaya gelmiştik. Dışarısı oldukça kalabalık olan mekan, oldukça ışıklandırılmış göz alıyordu. Adı gibi namı da büyük bir yerdi. Herkesin gelmek istediği mekan ancak özel kişilere çalışıyordu. Normal insanlar kesinlikle içeriye alınmazdı. Mirayın arkadaşının abisinin yeri olduğundan Miray bize yer ayarlamıştı. Dışarısı bu kadar göz alıcıysa içeriyi düşünemiyordum. İlk defa geldiğim içkili bir mekan olduğundan dolayı heyecanlanmıştım. Bu ortamlara pek fazla girmesemde böyle özel günlerde arada kaynayarak giriyordum. Yüksek korumalı yerlere gitmediğimizden dolayı içeriye girmek benim için rahat oluyordu. Arabanın kapısının açıp aşağıya indiğimizde kapının önünde duran dört korumanın da gözü bize çevrilmişti. Rahatsız olsam da bu durumu göz ardı edip, Mirayın koluna girdim. Kapıda ki uzun boylu görevli önümüzü kestiğinde Miray bunu bekliyormuş gibi "Randevu numarası 118" diyerek bana doğru gülümseyerek döndü. Randevusuz kesinlikle çalışmadıklarını ve her önüne gelene de randevu vermedikleri bir gerçekti. Koruma elinde ki tabletten bir şeyler yaptıktan sonra geriye çekilerek "Buyurun" dedi. Aldığım derin nefesle ışıklandırılmış geniş koridorda ilerledim. Koridor o kadar sessizdi ki aldığımız nefes alış verişlerimizi duyuyordum. İstemsiz tedirgin olmuştum elimi Mirayın koluna iyice sarıp ondan destek aldım. Miraya bu konularda güveniyordum, asla tekinsiz ortamlara girmez ve gitmezdi. O olmasa şuan buraya bile gelmezdim. Kapalı siyah kapının hemen önünde duran başka bir koruma ellerini arkasında birleştirmiş bize dik dik bakıyordu. Burda ki tüm korumalar mı bu şekilde suratsızdı yoksa bende mi bir sorun vardı? Koruma geriye doğru çekilip kapıyı tamamen bize açtığında içerden gelen yüksek ses ve ışık gözümü almıştı. Kapılar ve duvarlar o kadar özenle yaptırılmıştı ki bu sesi tamamen koridorda yok etmişti. Birlikte içeriye girdiğimizde kapı tekrar kapandı. Kalabalık olan ortamla birlikte müzik sesi de kulaklarımı patlatacak derece de yüksekti. Miraya yaklaşıp kulağına doğru avazım çıktığı kadar bağırarak konuştum. "Nereye oturacağız." diyerek bedenimi geriye çekip yüzüne baktım. Pist kalabalıktı, aynı şekilde gördüğüm yerlerde de bir çok insan oturuyordu. Miray eliyle barın sol köşesini gösterip benimle birlikte o tarafa doğru yürüdü. Kolundan çıkmamıştım, burada tek kalmakta istemedim. Gösterdiği boş olan lacivert koltuğa sırayla tüm kızlar dizilip oturduk. Ortam güzeldi ama çok fazla kalabalık ve gürültü vardı. Miray arabadan inmeden önce üzerine giydiği siyah deri ceketi çıkarıp yanına bıraktıktan sonra "Eğlenmeye geldik, oturmaya değil. Kim bir şeyler içmek ister." ayağı kalkıp sırayla hepimize baktı. Daha yeni gelmiş olmamızın yanı sıra arabayı benden başka kullanan olmayacağından dolayı omuz silktim. Belki sonlara doğru bir kaç yudum bir şeyler içerdim. Lila da ayağı kalktığında birlikte kalabalığın içinden geçerek bara doğru gidip tabureye oturdular. Özge yanıma doğru kayarak "Dans edelim mi?" kollarını bana doğru uzattığında geri çevirmek istemediğimden dolayı ayağı kalkarak birlikte piste kalabalağın arasına karıştık. Çalan yabancı müziğe ayak uydurarak Özge'yle birlikte insanlara çarparak dans pistinde gülerek el ele kimseyi umursamadan dans ettik. Uzun zamandır kendimi bu kadar rahat hissetmediğimden şuan inanılmaz kendimi koyvermiştim. Yanımızdan geçen barmenin elinde tuttuğu tepsiden Özge iki küçük bardak alıp, birini bana doğru uzattı. Küçük bardakta ki beyaz sıvıyı hiç düşünmeden bir yudumda içip, bitirdim. Ağzımda bıraktığı mayhoş tadıyla kafamı iki yana sallayıp, bardağı yanımızda duran barmene uzattım. Bu gece çok içmeyeceğim desemde kendime engel olamamış, diğer bardağı da alarak bir yudumda içip bitirmiştim. Karşımda dans eden Özge'nin de benden bir farkı yoktu. Hem içiyordu hem de çalan müziğe ayak uyduruyordu. Barmenin uzattığı bardağı elime aldığımda aynı anda çalan müzik sustu, insanların "AAaa" diyen yankıları sessiz salonda yankılandı. "Polis" diyen gür sesle bakışlarımı arkaya çevirip gelenlere baktım. Dilimi çevirebildiğim kadarıyla "Alparslan" diye bir nida ağzımdan çıktı. Uzun boyu ve cüssesiyle birkaç adımda pistin tam ortasında durdu. Kafamı toparlayıpta düşünemiyordum. Onun burada ne işi vardı? Neden gelmişti? Arkasından gelen sayabildiğim kadarıyla beş poliste onun hemen arkasında yerini almıştı. Mekanda ki tüm gözler Alparslan'ı bulmuş herkes neden geldiklerini birbirlerine sorup duruyordu. Kolumda hissettiğim baskıyla başımı arkaya çevirdim. Özge başını yana yatırıp "Alparslan..." diye ağzının içinden mırıldandı, benim şaşkınlığımın aynısı onda da mevcuttu. Mekanın sahibi olan Metin abinin gür sesi sessiz salonda yankılandı. "Bir sorun mu var Komserim." büyük adımlarla gelip tam Alparslan'ın karşısına dikildiğinde benim görüş alanım kapanmıştı. Alparslanı göremesemde sesini gayet net duyabiliyordum. "18 yaş altı yasak değil mi?" yana doğru bir adım atarak hem gözlerimin içine bakıyor hemde yanında mekanın sahibi olan Metin'le konuşuyordu. Kimsenin konuşmasına müsaade etmeden kendim araya girdim. "18 yaşındayım." diye,bir miktar sesimi yükselterek konuştum. Başını iki yana sallayıp kabul etmedi. "Daha gece on ikiyi geçmedi. Seni emniyete alacağız." dediğinde inanmazca kafamı iki yana sallayıp geriye doğru bir adım attım. Gecemi zehir etmek için bilerek gelmiş ve başarıyordu da. Gözlerimi büyüterek "Gerçekten mi?" diye, ağzımın içinde mırıldandım. Bar sessizliğe bürünmüş tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Sinirimi yatıştırmak adını başımı tavana kaldırıp yanıp sönen lambaya baktım. Alparslan'dan kurtuluşum yoktu, bunu gözlerinde ki sinir ve öfkeden çok net anlamıştım. Emniyete gidip ifademi verdikten sonra bu sefer beni tutamayacağını bilmeliydi. Ellerimi ona doğru uzatıp, biçimli kaşlarımı kaldırıp indirerek, "Birde kelepçeyi tak tam olsun" diyip dalga geçtiğimde, Alparslan arkasında duran memura doğru başını döndürüp, "Kelepçe..." dediğinde polis memuru kendi kelepçelerini Alparslan'a uzattı. Başımı yana yatırıp "Yuh artık..." beni kaale almayarak uzatmış olduğum kollarıma kelepçeyi taktı. Kollarıma taktığı kelepçeye birde yanımda yürü dercesine bakan Alparslana inanmaz bir halde bakıp başımı iki yana salladım. *** Kendi arabasına bindirdiğinde tartışma yaratmadan ön koltuğa oturmuştum. Bileklerime takmış olduğu kelepçeye bakarak, "Sikeyim böyle işi..." ağzımın içinden mırıldanmama Alparslan beklemediğim yüksek çıkan sesiyle "Ne dedin sen?" Başıma ona doğru çevirip çattığı kaşlarına ve yüzüne baktım. Kirli sakalları ve kalın dudakları yüzünü oldukça olgun gösteriyordu. "Küfür mü ettin?" direksiyonu tutan elleri sıklaştı ve mavi gözlerini bana çevirdi. Omuz silkip onu sinir etmek amacıyla, "Kulakların yaşın geçtikçe daha da ağır işitmeye başlamış. Ben sana küfür etmedim." sonlara doğru sesimi yükselterek başımı ona doğru yaklaştırıp konuştum. Yaptığım tavırdan dolayı başını sallayıp, "Genelde olup olmadık yerlerde saçma sapan küfür ettiğinden dolayı..." gözlerini kısarak sesinin tonunun indirip konuşmasına devam etti. "Ağzının içinden söylediğin küfrü çok net duyuyorum." "Küfür ettiğim zaman bir dahakine sana sorayım ne dersin?" tek kaşımı kaldırıp indirerek meydan okudum. Onun o okyanusu andıran gözleri sinirden kısılırken başımı omzuma doğru yaslayıp umursamazca dudaklarımı büzdüm. "Ağzını toplarsan bana sormana gerek kalmaz." deyip önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Söylediğini ağzımı eğerek kendi içimden taklit ettim. Yaşımın yirmi bir olduğunu bilerek bu gece gelmiş ve resmiyette ki kimlik yaşıma takılarak beni emniyete götürüyordu. Şaka gibiydi ama gerçekti. Koluma taktığı kelepçelere sinirli bir bakış atıp, camdan dışarıya baktım. On dakikadır yola çıkmıştık ve ikimizden de tek ses çıkmıyordu. Araba tanıdığım yollardan ilerlemeye başladığında kaşlarımı çattım. "Emniyete gitmiyor muyuz?" bakışlarımı camdan çekmeden konuştum. Yüzüne bakmak istemiyordum. "Hayır saat geç oldu eve bırakacağım seni. Arkadaşların da fazla alkol aldığı için araba kullanacak gibi değillerdi onlarda evlerine bırakılacak." Başımı hızla Alparslana'a çevirip yandan yüzüne baktım. Az önce ki sinir ve öfkesi yüzünden silinmiş yerini rahat bir tavır almıştı. Dilimi döndürebildiğim kadarıyla, "Evde kimse yok beni Miraya götür." dedim. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. İçtiğim iki küçük kadeh beni inanılmaz rahatsız etmeye başlamıştı. Elimi ağzıma kapatıp, başımı geriye yaslayarak gözlerimi kapattım. Acı tat ağzıma geliyor, her an kusacak gibi olduğumdan kendimi sıkıp engel oluyordum. Miray'a gidene kadar kendimi tutmam gerekiyordu. "Ev nerede?" dediğinde omuz silktim. Konuşacak gibi değildim. Evi bu kafayla da zaten tarif etmem imkansızdı. Araba ani bir frenle durduğunda, kemerim olmasına rağmen öne doğru savrulmuştum. Bu ani sarsılmayla birlikte midemde kaynayıp duran sıvı ağzıma kadar geldiğinde hızla arabanın kapısını açarak, kemerimi çözüp indim. Nerede olduğuma bakamadan olduğum yere bedenimi bırakıp içimde, dışımda ne varsa çıkardım. Ellerimi güçsüzce asfalta yaslayıp, derin derin nefes aldım. Akşamın serin havası çıplak bedenimi yalayıp geçiyordu. Çıplak olan sırtımda kocaman bir el hissettiğim de kapalı olan gözlerimi yavaş yavaş araladım. Gözlerim karanlığa alışmaya başladığında, etrafıma kısa bir göz attım. Sık olan ağaçlardan başka etrafta hiçbir şey yoktu. Yanıma çöken koca bedenle, gözlerim utançla kapandı. Yüzüne bile bakamıyordum. İçimde ki tüm her şeyi çıkarmama rağmen ağzımda ki acı tat geçmemişti. Sırtımda ki el bir aşağı bir yukarı hareket ederek rahatlamamı sağlıyordu. Gözlerimi yavaşça açarak yanımda ki bedene doğru başımı çevirdim. Mavi gözleri endişeyle yüzümde gezinip en son gözlerim de durdu. Önüme doğru uzattığı su şişesini alarak, bir kaç yudum içip ağzımda ki acı tadı yok etmesini sağladım. "Gidelim." diye mırıldandım. Gözlerimi açamıyordum, bir an önce uyumak istiyordum. Alparslan ayağı kalktığında başımı yukarıya kaldırarak uzun boyuna baktım. Başını eğerek, elini bana doğru uzattığın da tereddüt etmeden uzattığı elini sıkıca tutarak oturduğum yerden ayağı kalktım. Arabaya tekrar bindiğim de rahatlamış olmanın etkisiyle kapanan gözlerime daha fazla direnmeden, bedenimi uykunun kollarına teslim ettim. *** Bacaklarımın altında ve sırtımda hissettiğim ellerle birlikte havaya kaldırıldım. Göz kapaklarımı yavaş yavaş açtığım da Alparslan'ın yeni çıkmış sakallarıyla karşılaştım. Ellerimi göğsüne yerleştirdiğim de, başını eğerek baktı, kaşları çatık olan Alparslan'a yüzümü buruşturdum. Bu adamın yüzünün güldüğünü hiç göremeyecek miydim? Yıllardır aynı mahallede, karşı apartmanım da oturan Alparslan'ı, hep içimden sevdim, beni kardeşi olarak görüyordu. Sevgimi dile getirsem yaş farkımızdan kabul etmeyeceği ortadaydı. Alparslan 27 yaşında ben ise kimlikte 18, normalde 21 yaşındaydım. Üniversiteye bu yıl tercihimi yapmıştım. Ben daha okuyup, mesleğime elime alıncaya kadar Alparslan çoktan başkasıyla evlenirdi. Beni yumuşak bir yere bıraktığında gözlerimi kırpıştırıp etrafa baktım. Burası Mirayın evi değildi. Karşımda büyük bir televizyon bulunuyordu, yattığım yere baktığım da üçlü siyah bir koltuktaydım. Koltuğun yanında birde siyah tekli berjer bulunuyordu. Alparslan beni buraya bırakıp gözden kaybolmuştu. Yattığım yerden kalkarak arkamı döndüm, amerikan mutfakta sırtı bana dönük olan Alparslan ocağın önünde bir şeyler yapıyordu. Başım döndüğünden dolayı koltuğa tutunarak mutfağa geçip masanın yanında duran iki sandalyeden birini çekerek oturdum. Sandalyeden çıkan sese Alparslan dönmemiş işine devam ediyordu. Elimi zonklayan başıma götürüp ovarak, gözlerimi kapattım. İki kadeh beni bertaraf etmişti. Başım bir yerden zonkluyor, midem diğer taraftan isyan bayraklarını indirmiş yanıyordu. Yanımda ki sandalye sesli bir şekilde çekildildiğin de gözlerimi açtım. Önümde duran beyaz büyük kupayı eliyle gösterip arkasına yaslanarak, "Bitsin..." dedi. Masanın üzerinde ki beyaz kupayı ellerimin arasına alarak, dudaklarıma götürdüm. Acı kahve tadıyla yüzümü buruşturarak kupayı tekrar masaya bırakarak, ellerimi göğsümün altından toparlayıp huysuz sesimle, "İçmiyorum." diyerek dudaklarımı buruşturdum. Midem zaten alev alev yanıyordu. Birde acı kahve içmek midemi daha da beter ederdi. "Bitecek." dediğinde bıkmış bir tavırla kaşlarını çattı. "Acı, bu kahve..." diyip elimle masanın üzerinde ki kupayı işaret edip, tekrar yüzüne baktım. "Ben içmiyorum. Çok hevesliysen sen iç. Zaten canım burnumda." diyerek konuştum. İçim dolmuş, taşmak üzereydi. Bazı şeyleri bahane ederek dolmuş gözlerimi kaçırmadan boğuk çıkan sesimle konuştum. "Gecemi zehir ettin. Üç yıldır resmiyette bugünü bekledim..." gözümden akan yaşları elimin tersiyle silip, "Zaten on sekiz olduğumu biliyordun." yükselerek konuştum. "Doğum günümü kutlamama bile izin vermeden geldin, ben pasta kesecektim." sonlara doğru sesim kısılmıştı. Üç yıldır bugünü bekliyordum. 21 yaşındaydım ben hevesle 18 yaşımı kutlamak için gün saymıştım. Bu geceyi ise tüm heyecanlımla başlamış, hüsranla bitirmiştim. Kalbimin kırıklarını yok sayarak devam ettim. "Biraz daha geç gelemez miydin?" sinirle yükselip gözyaşlarımın arasından yüzümü yüzüne doğru çevirdim. "Ne pastamı kesebildim ne de hediyelerimi alabildim. İçin rahat etti mi?" Alparslan elini omzuma koyarak başını yüzüme doğru yakalaştırdı. Nefesi nefesime karışıyor aklımı karıştırıyordu. Bu kadar yakınıma gelerek ne yapmaya çalışıyordu? Tuttuğum nefesimi yavaşça vererek, yutkundum. "Derdin pasta kesip, hediye almak mı?" deyip mavi gözlerini yumup açarak, "Eğer sorunun buysa gözyaşını dökmene gerek yok, halledilir" dedi. Kalbime böyle dokunaklı konuştukça ağlamamı durduramıyordum. Ağzımdan kaçan hıçkırığı elimle bastırıp omuz silktim. Derdim pasta kesip hediye almak değildi. Yıllarca beklediğim günü sorunsuz bir şekilde bitirmekti. Omuz silkmeme karşı devam etti. "Ağlama sebebin ne o zaman?" Kollarımla hırsla yüzümde ki ıslaklığı silerek sinirle Alparslan'a döndüm. "Beni sinir etmek için mi böyle konuşuyorsun? Neden ağladığımın gayet farkındasın." Bir haftadır tüm mahalle doğum günümü kutlayacağımı duymuş ve biliyordu. Alparslan'ın da kulağına gittiğini biliyordum. Bu akşam zaten gelip gecemi zehir ettiğinden belliydi. "Bilmiyorum eğer söylersen bende neden ağladığını bilirim." dedi. O böyle rahatça konuşup benim karşımda hiçbir şey olmamış gibi dururken beni deli ediyordu. "Neden, neden ağladığımı bu kadar önemsiyor musun gerçekten?" kaşlarımı çatarak öfkeyle konuştum. "Hıçkırıklara boğulup ağladığına göre önemli bir sebebin olmalı?" benim sorduğum soruyu lafı çevirerek cevap verdiğinde başka bir şey söylemedim. "Üç yıldır kutlamak için beklediğim gecemi bana zehir ettin. Ben ilk defa rahatça bir mekana girmiştim ve benim için özel bir gündü. Kutladıktan sonra çok fazla kalmayıp çıkacaktık zaten." dedim. "Sana sözüm olsun o halde, uygun bir zamanda düzgün bir yere gideriz sende eğlenir ve içersin." dedi. Alparslan geriye doğru çekilerek kollarını göğsünün altında birleştirdi. Benden uzaklaşmış olmasıyla rahat bir nefes aldım. Onun bana yakınlaşmasıyla ben zaten kafamı toparlayıp konuşamıyordum ki. "Ben bu gece yapmak istiyordum, sen ise gelip araya girerek saçma sapan bir sebepten alıp getirdin beni buraya" ellerimi ona doğru savurarak sinirime hakim olamadan ağzıma geleni saydım. "İçmiştin..." diyerek kaşlarını çatıp dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Bakışlarımı gözlerine sabitleyerek bakmamaya çalıştım. "Ben gelmesem devam edecektin..." devam etmesine engel olarak araya girdim. İşaret parmağımla kendimi göstererek "Benim günümdü, tabi ki içecektim." dedim. Alparslan söylediğim şeyi memnuniyetsizce karşıladığında bunu umursamadım. Bu tavrına bir anda yükselerek, "Hem sanane" deyip kaşlarımı çattım. "İçerim veya içmem kimseye hesap vermiyorum." Alparslan dirseğini masaya koyarak "İçebilirsin kimse sana karışmıyor ama gittiğin yerleri özenle seç Efsun, yoksa başın dertten kurtulmaz. Mesela bugün gittiğin mekanı biliyor musun?" Omuz silkerek dudaklarımı büzdüm. Miray ayarlamıştı ondan dolayı da araştırma gereği duymamıştım. "Belki haberin yok." ses tonunu bir miktar yükseltip "O zaman ben sana açıklayayım." Başını tekrar bana doğru eğerek beni dumura uğratan o cümleleri sıraladı, "Para karşılığı kadın satılıyor, bundan da hiç kimsenin haberi yok. Neden o kadar güvenli mekan hiç düşünmedin mi? İçeriye girerken bin tane şey istiyor adamlar. Siz ise elinizi kolunuzu sallayarak girdiniz, hepinize bu gece alıcı çıktı. İçtiğiniz içeceklere ilaç katıldı, saatlerdir başın dönüyor değil mi?" yutkunarak başımı geriye çektim. Söyledikleri beynime balyoz etkisi yapıyor ve konuşmama engel oluyordu. Söylediği şeyler kolay kolay hazmedilecek türden değildi. Ne demek satıldık...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD