Bölüm 6: Törenin Kıskacında
Gülizar Ana'nın odasının loş ışığında, ağır ahşap sandığın kapağı gıcırtıyla açıldı. İçi, ömrünü tamamlamış anılar ve dokunulmamış kumaşlarla doluydu. Ter kokusuna, toprağa, gözyaşına bulanmış bir ömürün sessiz tanığıydı sanki. Parmakları, bir gelinliğin ipek dokusunda gezinirken, gözlerinde bir planın soğuk ve kararlı ateşi yanıyordu. Aşiretin fısıltıları, Hacı Ali'nin sözleri, Volkan'ın itirazları... Hepsi, bu ateşe atılan çıralar gibiydi. Onlar "töre" diyorlardı; o ise töreyi, kendi amacı için büken bir ustaydı. Evet, Berivan'ı kimseye vermeyecekti. Ama onu sadece bir "hatıra" olarak değil, Tufan'ın kanını taşıyacak bir rahim olarak tutacaktı. Soy, Tufan'ın adıyla, onun evinde devam edecekti.
Bu düşünce, yüreğindeki uçurumu anlık olarak dolduran bir ilaç gibiydi. Torununu kucağına aldığı anı hayal etti. O çocuk, Tufan'ın yeniden doğuşu, onun intikamı, Gülizar'ın zaferi olacaktı. Ve bu çocuğun babası, Tufan'ın kardeşi, kanından olacaktı. Plan mükemmeldi. Volkan, Berivan'la evlenecekti.
Bu kararı aşiretin büyüklerine açtığında, şaşkınlık ve sonrasında derin bir düşünme hali oldu. Kimi, "Bu da bir çare," diye mırıldandı. Kimi, "Gülizar, bu biraz ağır değil mi? Tufan'ın ardından..." diye söze başlasa da, Gülizar Ana'nın "Bu evde Tufan'ın kanı devam edecek. Başka yolu yok," diyen kesin ve madeni sesi, her türlü itirazı boğuyordu. Nihayetinde, aşiret bu çözümü onayladı. Töre, bir dulun yeniden evlenmesine izin veriyordu, üstelik kayınbiraderle evlilik de görülmüş şeylerdi. Bu, Gülizar Ana'nın inatçılığını kıran, Berivan'ı evde tutan ve soyu sürdüren bir çözümdü. Aşiret susacaktı.
Ancak bu plan, evin içinde bir bomba etkisi yarattı.
Volkan, annesine isyan etti. "Olur mu öyle şey anne?" diye haykırdı, yüzünde inançsızlık ve iğrenme ifadesiyle. "O benim yengem! Tufan'ın karısı! Ben onunla aynı yatağa nasıl girerim? Bu, ağabeyime, onun hatırasına ihanet etmek gibi bir şey!"
Gülizar Ana, oğlunun gözlerinin içine baktı. Gözlerinde acıma yoktu, sadece demirden bir irade vardı. "İhanet mi? Asıl ihanet, onun adının toprakta unutulup gitmesi olur! Sen, onun kanını, onun adını yaşatacaksın. Bu, senin borcun. Hem, Berivan bu evden giderse, kim bakacak bana? Sen mi? Tarladan, hayvanlardan artan vakit mi kalacak? O burada, benim yanımda kalacak. Ve bu evde bir bebeğin sesi yükselecek. Tufan'ın bebeğinin."
Volkan'ın itirazları, annesinin değişmez gerçeği karşısında eriyip gidiyordu. "Ama Dilan... Dilan ne olacak?" diye mırıldandı çaresizce.
Dilan... Volkan'ın karısı, sessiz, çalışkan, gözlerinde hep bir tedirginlikle dolaşan Dilan. Bu haberi duyduğunda, önce anlam veremedi. Sonra yavaş yavaş, kocasının, kayınbiraderinin dul karısıyla evlendirilmek istendiğini anladığında, yüreğine bir buz kütlesi saplandı. Bu, onun konumuna, varlığına yapılmış en büyük hakaretti. Kuma getirilmekti. İkinci kadın olmak, evinde, kocasını bir başkasıyla, hem de hiç beklenmedik biriyle paylaşmaktı.
Gülizar Ana'nın karşısına çıktığında, elleri titriyordu. "Ana Bu doğru mu? Volkan'ı... Berivan'la mı evlendireceksiniz?"
Gülizar Ana, onu hiç kıpırdamadan süzdü. "Evet, Dilan. Bu evin, bu ailenin devamı için gerekli. Sen de anlayış göstermelisin. Sen zaten bu evin gelinisin. Hiçbir şey değişmeyecek."
"Hiçbir şey mi değişmeyecek?" diye fısıldadı Dilan, gözleri dolarak. "Ben... Ben ne olacağım? Bu nasıl bir şey? Kocam..."
"Kocan yanında olacak!" diye keskin bir tonla girdi Gülizar Ana. "Sen evin hanımısın. Berivan da... O da bu evin bir ferdi olacak. Bu, aşiretin kararı. Töre böyle."
"Töre mi?" diye sordu Dilan, sesi ilk kez bu kadar sert çıkmıştı. "Bu töre değil, zulüm! Ben razı olmuyorum! Asla!"
Gülizar Ana'nın yüzü gerginleşti. "Razı olmak zorunda değilsin. Sadece boyun eğeceksin. Bu evde benim sözüm geçer. Ve ben, Tufan'ımın soyunun sürmesini istiyorum. Senin çocuğun olmadı. Bu, en doğru yol."
"Çocuk..." diye inledi Dilan. Bu kelime, onun en hassas, en acı noktasına basmıştı. Yıllardır çocuk sahibi olamamanın ezikliği, şimdi onu bu zulmün ortağı yapmak için kullanılıyordu. Odayı terk etti, yüreği paramparça, kendini bir hiç gibi hissederek.
Bu fırtınanın tam ortasında, her şeyin bir eşya gibi alınıp satıldığı, planlandığı Berivan ise, adeta bir tahta kukla gibiydi. Kimse onun fikrini sormamıştı. Onun duyguları, istekleri, korkuları hiç mi hiç önemli değildi. Gülizar Ana, bir akşam onu odasına çağırdı ve olacakları, bir emir verir gibi anlattı.
"Volkan'la evleneceksin," dedi, odanın loşluğunda sesi metalik ve soğuk. "Bu evde kalacaksın. Bana bakacaksın. Ve Tufan'ımın çocuğunu doğuracaksın. Anladın mı?"
Berivan, yere bakıyordu. İçinde bir şeyler kırılıyor, dağılıyordu. Tufan'ın anısı, şimdi onu başka bir erkeğin, hem de onun kardeşinin kollarına itmek için kullanılıyordu. Bu, Tufan'a yapılan son ihanetti. Ama hayır, ihanet değildi. Çünkü ihanet etmek için bir irade gerekirdi. Onun iradesi yoktu ki. O, sadece Gülizar Ana'nın öfkesi ve aşiretin töresi arasında öğütülen bir buğday tanesiydi. Hiçbir şey söylemedi. Sessizce başını eğdi. Bu, onun teslimiyetinin, çaresizliğinin en ağır ifadesiydi.
Volkan, Dilan'ın ağlayışlarını, Berivan'ın donuk sessizliğini gördükçe içi parçalanıyordu. Annesine yalvardı, bu fikirden vazgeçmesi için. Ama Gülizar Ana'nın kararı okyanusa kazınmış yazı gibiydi. "Hazırlanın," dedi bir akşam yemeğinde, herkese bakarak. "Düğün, gelecek hafta. Aşiret büyükleri de gelecek. Küçük, sade bir tören olacak."
Dilan, tabağına bakakaldı, yutkundu. Volkan, yumruklarını sıktı. Berivan, boşluğa bakmaya devam etti.
Ve böylece, bir düğün hazırlığı değil, bir idam mahkumunun son yemeği gibi bir atmosfer sardı evi. Gülizar Ana, sandıktan çıkardığı eski bir gelinliği Berivan'ın önüne attı. "Bunu giyeceksin," dedi. Dikişler gevşemiş, rengi solmuştu. Berivan ona baktı. O gelinlik, bir zamanlar umutları, sevgisi, Tufan'ın sıcak gülüşüyle dolu olan genç kızı değil, sadece Gülizar Ana'nın karanlık planının bir uzantısını giyecekti.
Düğün gecesi yaklaştıkça evdeki gerilim dayanılmaz bir hal aldı. Dilan, odasına kapandı. Volkan, sürekli dışarıda, tarlalarda dolaşıyordu. Berivan ise, kendi sonunun bekçisi gibi, pencerenin yanında oturuyor, dışarıdaki karanlığı seyrediyordu.
Gülizar Ana ise, hiç olmadığı kadar hareketli, hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu kendini. Oğlunun intikamını alıyor, soyunu sürdürüyor, aşireti susturuyor ve kontrolü elinde tutuyordu. Bu, onun zaferiydi. Acısının, onu ne hale getirdiğini göremiyordu. Göremediği bir diğer şey ise, bu zoraki evliliğin, evin temellerine ekeceği nefret, acı ve yıkım tohumlarıydı. Tufan'ın anısı, belki bir çocukla yaşayacaktı, ama bu çocuk, sevgisizliğin, zoraki bir birleşmenin ve derin bir mutsuzluğun gölgesinde doğacaktı. Gülizar Ana'nın "akıllıca" çözümü, aslında hepsini içine alacak daha büyük, daha karanlık bir fırtınanın habercisiydi.
Düğün günü, gökyüzü bulutlu ve ağırdı. Sanki güneş bile bu törene şahit olmak istemiyordu. Evin avlusuna serilen kilimler ve ortaya konan birkaç kazan yemek, bir şenlikten ziyade, bir mecburiyetin soğuk tarafını andırıyordu. Aşiretin büyükleri, sakallı, ciddi yüzlerle, sedirlere yerleşmişlerdi. Kahveler yudumlanıyor, ama kimsenin yüreğinde bir sevinç yoktu.
Berivan, o soluk gelinliğin içinde, bir hayaletten farksızdı. Gülizar Ana, onu bir eşya gibi süslemiş, saçlarını örmüş, ama gözlerindeki donuk ifadeyi gizleyememişti. Berivan'ın aklı, yıllar önceki ilk düğünündeydi. Tufan'ın gülüşü, ellerinin sıcaklığı, “Berivan”diyen sesinin titreyişi... Şimdi ise, etrafını saran yabancı ve kayıtsız yüzler, Gülizar Ana'nın memnun bakışları ve Volkan'ın yüzünde derin ıstırap vardı.
Volkan, takım elbisesinin içinde kendini bir hükümlü gibi hissediyordu. Dilan'ı düşünüyordu. O sabah, onun kapalı kapısının önünde dakikalarca beklemiş, ama bir ses, bir yanıt alamamışti. İçi, ağabeyine karşı bir ihanet duygusuyla kemiriliyordu. İmam geldiğinde, Volkan'ın ağzı kurumuş, dizlerinin bağı çözülmüştü. İmam, dini ve töreyi birleştiren kısa bir konuşma yaptı. "Bazen hayat, beklenmedik yollar çizer. Önemli olan, ailenin devamı, soyun sürmesidir. Bu nikah, bir mecburiyetin değil, bir vazifenin sonucudur," gibi sözler sarf etti.
Nikah kıyılırken, Berivan'ın 'evet' sözü, bir rüzgar fısıltısı kadar zayıf çıktı. Volkan'ınki ise, bir taşı yerinden oynatırken çıkan sese benziyordu; ağır, güçlükle ve içinde bir şeylerin kırılışının sesiyle. Gülizar Ana, o an, zaferinin tadını çıkardı. Gözleri, Berivan'ın hala düz bir karın olan karnına takıldı. Orada, umudu filizlenecekti.
Tören biter bitmez, Volkan, sanki nefes alamıyormuş gibi avludan uzaklaştı. İçki masasına oturup, birbiri ardına kadehleri devirmeye başladı. Acısını ve utancını boğmak istiyordu. Berivan ise, Gülizar Ana'nın işaretiyle, sanki bir suçlu gibi sessizce içeri, kendisine ayrılan odaya girdi. Oda, Tufan'ın anılarıyla doluydu. Duvardaki fotoğrafı, onu izliyor gibiydi. Pencereye yürüdü, camdan dışarıyı seyrederken, gözlerinden süzülen yaşlar, solgun gelinliğin üzerine düşüp lekeler oluşturdu. Bu, bir evlilik değil, ruhunun resmi törenle öldürülüşüydü.
O gece, Volkan, sarhoşlukla ayakta durabildiği kadar, odasına girdiğinde, Berivan hala pencerenin yanında, sırtı dönük duruyordu. Odaya girer girmez, donakaldı. İki kişilik bir ıstırap ve utanç vardı orada. "Berivan," diye mırıldandı, sesi alkol ve acıyla peltekleşmiş. "Ben... Bunu istemedim. Ağabeyimi... Seni..."
Berivan, arkasını dönmedi. Sadece, "Biliyorum," diye fısıldadı. Sesinde ne öfke ne de merhamet vardı. Sadece bitkin, tükenmiş bir kabulleniş.
Volkan, yatağın kenarına yığıldı kaldı. Başını ellerinin arasına aldı. Berivan, sabaha kadar aynı yerde, ayakta durdu. Aynı yatağa girmek, Tufan'a ve kendisine yapılacak son ihanet olurdu. Gün ağarırken, Volkan'ın sızdığını gördü. Sessizce odadan çıktı, mutfağa doğru ilerlerken, koridorda Dilan'a rastladı.
Dilan'ın gözleri, uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmişti. İki kadın, bir anlığına göz göze geldi. Dilan'ın bakışlarında kıskançlık değil, derin bir acıma ve ortak bir acının yarattığı garip bir bağ vardı. İkisi de bu karanlık oyunun kurbanıydı. Hiçbir şey söylemeden, birbirlerinin yanından geçip gittiler.
Gülizar Ana ise, o sabah her zamankinden erken uyandı. Kahvaltıyı hazırlarken, yüzünde nadir görülen bir gülümseme vardı. Planı mükemmel işlemişti. Herkes yerine oturmuş, aşiret susmuş, soy sürecekti. Torununun hayalini kurarken, mutfak penceresinden, avluda dolaşan Berivan'ı gördü. Onun yüzündeki donuk ifadeyi, yürüyüşündeki tükenmişliği görmek bile, onun zafer hissini gölgeleyemedi. Berivan artık kaçamazdı. Onun kaderi, Gülizar Ana'nın iradesiyle çizilmişti.
Ancak Gülizar Ana, en ince hesapları yaparken gözden kaçırdığı bir şey vardı: İnsan ruhunun sınırları. Volkan'ın içinde biriken suçluluk, Dilan'ın yüreğindeki kırgınlık ve Berivan'ın ruhundaki ölüm... Bunlar, bir gün patlamaya hazır bir yanardağ gibi, sessiz sedasız birikiyordu. Bu zoraki birliktelik, bir aileyi bir arada tutmak için değil, onu içten içe kemiren bir yara olarak evin tam kalbine yerleşmişti. Ve bu yaranın, bir gün hepsini yutacağını kimse tahmin edemiyordu.