Korku

886 Words
Karanlık, sonsuz bir boşluk gibiydi; ne ses, ne ışık, ne de bedenimin ağırlığı. Ama zihnim hâlâ buradaydı, bir yerlerde asılı kalmıştı. Gözlerimdeki parlama yoktu artık, yerine keskin bir berraklık gelmişti—sanki her şeyi aynı anda görebiliyordum, ama hiçbir şeyi tam olarak kavrayamıyordum. Bir an, paniğe kapıldım; “Neredeyim?” diye düşündüm, ama sesim yoktu, sadece içimdeki bir yankıydı. Sonra, yavaşça, bir görüntü belirdi: gri, tozlu bir yüzey, ufukta siyah bir gökyüzü ve uzaklarda parlayan mavi bir nokta—Dünya. Ay’daydım. Ama nasıl? Zihnimde bir titreşim hissettim; sanki bir şey bana bağlanıyordu. Nehir Hanım’ın sesi, uzak ama net, kafamın içinde yankılandı: “Orhan, hoş geldin.” Öfkem geri döndü, ama bedenim olmadan öfkemi ifade edemiyordum. “Beni neye çevirdin?” diye sordum, ama yine sesim yoktu—sadece düşüncelerim vardı. Nehir Hanım’ın gülüşü zihnimde çınladı. “Seni bir bedene hapsetmedik,” dedi, sakin bir zafer tonuyla. “Seni özgür kıldık. Zihnin artık Luna Ağı’nda. Ay’ın yüzeyini keşfedeceksin, verileri toplayacaksın. Sen bir bilinçsin şimdi.” Bir bilinç. Kelime, zihnimde ağır bir taş gibi oturdu. Bedensiz, limitsiz, ama yine de bir mahkûm. “İrfan,” diye düşündüm, çaresizce. “O nerede?” Nehir Hanım sustu bir an, sonra cevap verdi: “İrfan aşağıda, depoda. Ama senin için yapabileceği bir şey yok. Zihin yüklemesi tamamlandı.” Görüntü değişti; Ay’ın gri yüzeyinden uzaklaştım, bir anda Depo 7’nin alt katına geri döndüm—ama bu kez bir gözlemci gibi, bedenimin dışında. İrfan’ı gördüm; kapsülün başında, çıldırmış gibi panele vuruyordu. Benim bedenim, o yeşilimsi sıvının içinde hareketsiz yatıyordu, gözlerim kapalı, yüzüm ifadesiz. “Orhan!” diye bağırıyordu İrfan, sesi çatallaşarak. “Beni duyuyorsan bir şey yap!” Ama yapamıyordum. Zihnim Ay’daydı, bedenim buradaydı, ve ben ikisinin arasında sıkışmıştım. Nehir Hanım içeri girdi, dronlar arkasında vızıldıyordu. İrfan’a döndü, tableti elinde tutarak. “Direnmeyi bırak,” dedi, soğukkanlılıkla. “O artık bizim.” İrfan ona doğru atıldı, ama bir dron hızla öne çıktı, metal bir kolla İrfan’ı yere sabitledi. “Hayır!” diye haykırdı İrfan, çırpınarak. “Onu geri verin!” Zihnimde bir çatlak açıldı; öfke, korku ve çaresizlik birleşip beni zorluyordu. “Bunu durduracağım,” diye düşündüm, Nehir Hanım’a yönelerek. “Beni kontrol edemezsin.” Nehir Hanım’ın sesi tekrar zihnimde belirdi, bu kez alaycı bir tonda: “Kontrol mü? Orhan, sen bir sistemsin artık. Dirensen de, veri akışın devam edecek.” O anda, bir şey fark ettim—Ay’daki görüntüler, zihnimde bir döngü gibi akıyordu; mikroplar, kayaçlar, radyasyon seviyeleri… Hepsi bir yerlere gönderiliyordu. Ama nereye? Düşüncelerimi topladım, bu akışı hissetmeye çalıştım. Luna Ağı, Nehir Hanım’ın dediği gibi bir sistemdi—ve her sistemin bir zayıf noktası vardı. Zihnimi zorladım, veri akışını takip ettim; bir sinyal, bir bağlantı noktası aradım. Ay’ın yüzeyinden Dünya’ya, oradan Depo 7’deki kapsüle… İşte oradaydı! Kapsül, zihnimi ağa bağlayan köprüydü. “İrfan,” diye düşündüm, umutla. “Kapsülü yok et.” Ama İrfan beni duyamıyordu. Nehir Hanım tablete dokundu, dronlar İrfan’ı sıkıca tuttu. “Onu dışarı atın,” dedi, emredercesine. “Artık işe yaramaz.” Dronlar İrfan’ı sürükleyerek merdivenlere doğru götürdü. Zihnimde bir çaresizlik dalgası yükseldi, ama pes etmedim. Veri akışını yeniden taradım; kapsülün kontrol paneline bir erişim vardı—gözlerimle bağlı olduğum o biyoteknolojik sistem. Belki… Belki kontrolü ele alabilirdim. Zihnimi panele odakladım, o yeşilimsi kristalin titreşimini hissettim. Gözlerim, bedenimde olmasa da, hâlâ bir parça benimdi. “Çalış,” diye düşündüm, tüm gücümle. Aniden, kapsülün içindeki sıvı dalgalandı; panelde bir hata mesajı belirdi: “Bağlantı Kesintisi.” Nehir Hanım kaşlarını çatarak tablete baktı. “Ne oluyor?” dedi, sesinde ilk kez bir huzursuzluk vardı. Zihnimde bir gülümseme hissettim—bedenim olmadan bile gülümsüyordum. “Beni hafife aldın,” diye düşündüm. Kapsülün ışıkları yanıp sönmeye başladı, sıvı taşarak yere döküldü. Bedenim yavaşça koltuktan kaydı, yere düştü. Nehir Hanım paniğe kapıldı, tableti sallayarak: “Sistemi yeniden başlatın!” diye bağırdı. Ama çok geçti—zihnim, ağdan kopuyordu. Ay’ın görüntüsü soldu, yerini karanlığa bıraktı. Sonra, bir çekilme hissettim; sanki bir ipe tutunmuş gibi geri çekiliyordum. Gözlerimi açtım. Deponun soğuk zeminindeydim, bedenim titriyordu, ama buradaydım. Nefes aldım—gerçek, derin bir nefes. Nehir Hanım bana baktı, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. “Bu… imkânsız,” dedi, fısıldayarak. Ayağa kalktım, dizlerim titriyordu ama kararlıydım. “İmkânsız mı?” dedim, sesim zayıf ama öfkeli. “Senin sistemin beni tutamadı.” O anda, dışarıdan bir gürültü geldi; dronlar düşüyordu, birer birer yere çakılıyordu. İrfan merdivenlerden geri geldi, elinde paslı bir demir çubuk vardı. “Orhan!” diye bağırdı, bana koşarak. Nehir Hanım geri çekildi, tableti düşürdü. “Bu bitmedi,” dedi, dişlerini sıkarak. Ama İrfan ona bir adım attı, çubuğu kaldırarak. “Bitti,” dedi, soğukkanlılıkla. “Kaç, yoksa seni burada bırakırım.” Nehir Hanım bir an duraksadı, sonra yan girişe doğru koştu, karanlıkta kayboldu. İrfan bana döndü, nefes nefese. “Nasılsın?” dedi, gözlerime bakarak. Elimi gözlerime götürdüm; parlama yoktu, ama hâlâ bir şey hissediyordum—bir iz, bir bağlantı. “Bilmiyorum,” dedim, dürüstçe. “Ama buradayım.” İrfan gülümsedi, omzuma vurarak. “Bu yeter,” dedi. Depodan çıktık, geceye karıştık. Dronların vızıltısı susmuştu, ama içimde bir huzursuzluk vardı. Gözlerim hâlâ benim miydi, yoksa bir parçam Luna Ağı’nda mı kalmıştı? İrfan’a baktım, sonra gökyüzüne—Ay, orada, sakin ve uzak, bize bakıyordu. “Ne yapacağız?” dedim, sessizce. İrfan omuz silkti. “Öğreniriz,” dedi. “Ama birlikte.” Ve o anda, ilk kez, korkum yerini bir umuda bıraktı. Belki de bu, son değil, bir başlangıçtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD