Mahir’in dükkânına sığındığımızda, nefesim hâlâ sıkışıktı; gözlerimdeki parlama, sanki içimdeki bir makineyi çalıştırıyordu. İrfan, arka kapıyı kapattı, Mahir ise pencereden dışarıyı kontrol etti. “Dronlar,” dedi, sesi alçak ama gergin. “Sizi buldular.” Elimdeki kutuyu masaya koydum; Nehir Hanım’ın belgeleri, o mikroçip ve “Proje Luna” notu, artık birer ipucundan çok birer tehditti. “Ne yaptılar bana?” dedim, sesim titreyerek. Mahir bana baktı, sonra gözlerime; “Bunlar… normal değil,” dedi, fısıltıyla. “Biliyorum,” dedim, öfkeyle. “Ay için yaptılar.”
İrfan kutuyu karıştırdı, belgeleri masaya yaydı. “Nehir Hanım buradaysa, buluruz,” dedi, kararlılıkla. “Ay’a gitmiş olamaz. Salim Bey yalan söylüyor.” “Neden yalan söylesin?” dedim, kaşlarımı çatarak. “Bizi oyalamak için,” dedi İrfan, bir notu eline alarak. “Bak, burada bir adres var.” Notu bana uzattı; Nehir Hanım’ın el yazısıyla yazılmış bir satır: “Kilikya Depo 7—03.26.” Tarih, dün geceydi. “Bu ne?” dedim, şaşkınlıkla. Mahir araya girdi. “Depo 7, şehrin kuzeyinde. Eski bir tesis, ama hâlâ kullanılıyor. Organ nakli için yedek parça saklarlar.”
Bir an sustuk. “Oraya mı gitti?” dedim, İrfan’a bakarak. “Belki,” dedi, gözleri parlayarak. “Ama neden?” Mahir, çekmeceden mikroçipi çıkardı. “Bununla ilgili olabilir,” dedi, çipi masaya koyarak. Yeşilimsi çizgiler, gözlerimdekiyle aynıydı; kalbim hızlandı. “Bu ne işe yarıyor?” dedim, sesim sertleşerek. Mahir omuz silkti. “Bilmiyorum. Ama atölyeden buldum. O gece sesler vardı—bağırmalar.” İrfan çipi eline aldı, yakından inceledi. “Bir takip cihazı olabilir,” dedi, düşünceli bir sesle. “Ya da bir kontrol mekanizması.”
“Kontrolden mi bahsediyorsun?” dedim, öfkeyle. “Gözlerim… beni mi kontrol ediyorlar?” İrfan bana baktı, sonra çipe. “Belki,” dedi, sakince. “Ama bunu öğrenmenin bir yolu var.” Mahir’e döndü. “Bunu açabilir misin?” Mahir kaşlarını çattı. “Deneyebilirim,” dedi, bir alet kutusuna uzanarak. “Ama riskli. Eğer aktifse, sinyal gönderir.” “Göndersin,” dedim, kararlılıkla. “Bulsunlar bizi. Artık kaçmıyorum.”
Mahir, küçük bir lazer tornavida aldı, çipi masaya sabitledi. “Hazır mısınız?” dedi, bize bakarak. İrfan başını salladı; ben de öyle. Lazer, çipin yüzeyini kesti; bir tıslama sesi duyuldu, sonra küçük bir duman yükseldi. Mahir, çipi ikiye ayırdı; içinde ince teller ve bir devre vardı. “Bu… bir verici,” dedi, şaşkınlıkla. “Ama başka bir şey daha var.” Bir cımbızla devreden küçük bir parça çıkardı; parlak, yeşilimsi bir kristal. “Bu ne?” dedi İrfan, kaşlarını çatarak. Mahir sustu, sonra fısıldadı: “Biyoteknolojik. Canlı dokuya bağlanıyor.”
O anda, başım dönmeye başladı; gözlerimdeki parlama şiddetlendi. “Bağlanıyor mu?” dedim, nefes nefese. Mahir bana baktı. “Evet,” dedi, sakince. “Gözlerin… bu çiple çalışıyor olabilir.” İrfan öfkeyle masaya vurdu. “Bizi izliyorlar!” dedi, sesi yükselerek. “Nehir Hanım, Salim Bey—hepsi bunun içinde!” “Sakin ol,” dedim, ama kendi sesim de titriyordu. “Depo 7’ye gitmeliyiz. Cevaplar orada.”
Dışarıdan bir vızıltı geldi; dronlar yaklaşıyordu. Mahir, “Arka çıkış,” dedi, kapıyı açarak. “Hadi!” Kutuyu kaptım, İrfan’la koşmaya başladık. Sokaklar daralıyordu; nefesim sıkışıyor, gözlerim yanıyordu. “Nasılsın?” dedi İrfan, bana bakarak. “Bilmiyorum,” dedim, zorlukla. “Bir şey… değişiyor.” O anda, gözlerimde bir görüntü belirdi; bulanık, ama gerçekti—bir harita. “Dur!” dedim, İrfan’ı çekiştirerek. “Ne?” dedi, şaşkınlıkla. “Görüyorum,” dedim, nefes nefese. “Depo 7’nin yerini.”
İrfan bana baktı, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. “Nasıl?” dedi, panikle. “Çip,” dedim, sesim çatallaşarak. “Gözlerimle bağlı.” Mahir’in sözleri aklıma geldi; biyoteknolojik, canlı dokuya bağlı. “Beni yönlendiriyorlar,” dedim, korkuyla. İrfan elini omzuma koydu. “O zaman yönlendirsin,” dedi, kararlılıkla. “Ama biz kazanacağız.”
Harita, zihnimde netleşti; Depo 7, Kilikya’nın kuzeyinde, terk edilmiş bir sanayi bölgesindeydi. “Bu taraftan,” dedim, İrfan’ı çekiştirerek. Sokaklarda koştuk; dronların vızıltısı peşimizden geliyordu. Birleşik Sokak’ın sınırlarını geçtik, gri betonların yerini paslı depolar aldı. Depo 7, devasa bir yapıydı; kapıları kilitli, ama bir yan giriş açıktı. İçeri daldık; hava soğuk ve küflüydü.
Deponun içi, kutular ve makinelerle doluydu. Bir köşede, bir ışın terminali vardı; üzerinde “Luna Aktarımı” yazıyordu. İrfan kutuyu yere koydu, belgeleri karıştırdı. “Bak!” dedi, bir notu uzatarak. “Nehir Sena—Deney Koordinatörü. Hedef: Göz Adaptasyonu.” Kalbim hızlandı. “Buradaymış,” dedim, sesim titreyerek. O anda, bir ses duyuldu; ayak sesleri, sonra bir öksürük. İrfan’la saklandık, bir kutunun arkasına geçtik.
Bir kadın içeri girdi; orta yaşlı, kilolu, kumral. Nehir Hanım’dı. Elinde bir tablet, gözleri yorgundu. “Teslimat tamamlandı,” dedi, tablete konuşarak. “Hedef aktif.” İrfan bana baktı, fısıldadı: “Sen misin?” Başımı salladım; gözlerimdeki parlama, onun sesiyle şiddetlenmişti. “Beni görüyor,” dedim, korkuyla. Nehir Hanım başını kaldırdı, bize doğru baktı. “Orhan,” dedi, sakince. “Bekliyordum.”
İrfan öne atıldı. “Ne yaptın ona?” dedi, öfkeyle. Nehir Hanım gülümsedi; o sevimli, ama şimdi tekinsiz gülümsemesiyle. “Onu kurtardım,” dedi, tableti masaya koyarak. “Ay’da yaşamak için gözlere ihtiyacımız var. Gerçek gözler işe yaramadı—sentetik ama canlı olanlar gerekliydi.” “Beni mi seçtin?” dedim, sesim yükselerek. “Neden?” Nehir Hanım sustu, sonra fısıldadı: “Tesadüf değildi. Mikrobiyoloğun—tezinde Ay mikroplarını araştırıyordun. Verilerin… değerliydi.”
O anda, her şey çöktü. Tezim, mikroskobum, hayatım… Hepsi bu deneyin bir parçasıydı. “Gözlerimi çaldınız,” dedim, öfkeyle. Nehir Hanım başını salladı. “Değiştirdik,” dedi. “Ve şimdi, bize yardım edeceksin.” İrfan ona doğru hamle yaptı, ama Nehir Hanım tablete dokundu; gözlerimde bir acı patladı. Yere düştüm, nefesim kesildi. “Dur!” dedi İrfan, panikle. Nehir Hanım gülümsedi. “O artık bizim,” dedi, sakince.