Toz ve Çelik

860 Words
Dronlar, karanlıkta parlayan sensörleriyle bir anda üzerimize atıldığında, oda bir kaos alanına dönüştü. Metalik kolları havayı yırtarken, İrfan çubuğunu savurdu ve en yakın drona sert bir darbe indirdi; makine yana savruldu, ama hemen toparlanıp tekrar saldırıya geçti. Mahir sinyal bozucuyu çalıştırdı, ama bu dronlar önceki modelden farklıydı—bozucunun vızıltısı onları sadece yavaşlattı, durdurmadı. Ben ise gözlerimdeki parlamayı bastırmaya çalışarak bir rafın arkasına sığındım, zihnimde beliren veri akışını anlamaya çalışıyordum. “Orhan!” diye bağırdı İrfan, bir dronu iterek. “Bir şey yap!” Zihnimi zorladım; dronların sistemine sızmıştım bir kez, tekrar yapabilirdim. Gözlerim, karanlıkta onların hareketlerini izliyor, sensörlerinden yayılan sinyalleri yakalıyordu. Bir erişim kapısı aradım—bir zayıf nokta, bir açık. Ama bu dronlar daha karmaşıktı; sistemleri şifrelenmiş, bağlantıları korumalıydı. “Çok güçlüler!” dedim, nefes nefese, İrfan’a bakarak. “Nehir bunları hazırlamış!” Mahir bir kutuyu devirdi, dronlardan birini kısa süreliğine engelledi. “O zaman başka bir yol bul!” diye bağırdı, bozucuyu bir drona fırlatarak. O anda, gözlerimdeki veri akışı bir an netleşti; dronların değil, terminalin sinyaliydi bu. Masadaki ekran, hâlâ kilitliydi, ama bir komut döngüsü çalışıyordu—dronları kontrol eden bir ana sistem. “Terminal!” dedim, işaret ederek. “Dronları oradan yönlendiriyorlar!” İrfan bir dronu savuştururken bana baktı. “Oraya nasıl ulaşacağız?” dedi, dişlerini sıkarak. Dronlar etrafımızı sarmıştı; metal kolları, rafları deviriyor, toz bulutları havada yükseliyordu. Zihnimde bir fikir belirdi—riskli, ama başka çaremiz yoktu. “Beni örtün,” dedim, kararlılıkla. İrfan şaşkınlıkla bana baktı. “Ne yapacaksın?” dedi, ama ben zaten hareket etmiştim. Rafın arkasından fırladım, dronların arasından sıyrılarak masaya doğru koştum. Bir metal kol omzuma sürtündü, derimi yırttı; acı keskin, ama durmad(epo). Terminalin ekranına ulaştım, ellerimi klavyeye koydum. Gözlerim, sistemi taradı; şifreleme katmanlarını, veri akışını görüyordum—sanki Luna Ağı’na hâlâ bağlıymışım gibi. İrfan ve Mahir arkamda dronlarla mücadele ediyordu. İrfan’ın çubuğu bir dronun sensörüne isabet etti, makine yere yığıldı, ama diğerleri hâlâ ayaktaydı. “Orhan, çabuk!” diye bağırdı Mahir, bir rafı dronların önüne devirerek. Parmaklarım klavyede uçtu; gözlerimdeki biyoteknolojik kristal, terminalin sistemine sızmamı sağlıyordu. Bir komut satırı buldum: Dron Kontrol Protokolü—Kapama. Ama kilidi açmak için bir şifre lazımdı. Zihnimde Nehir'in sesi yankılandı: “Sen bir sistemsin artık.” Öfkeyle dişlerimi sıktım. “Hayır,” dedim, kendi kendime. “Ben Orhan’ım.” Gözlerimdeki veri akışı, şifreyi çözmek için bir desen aradı. Nehir'in dosyalarından bir parça—Denek 17, tezim, mikrobiyoloji verilerim. Birden, bir tahmin: Luna17Orhan. Şifreyi girdim, ekran titredi ve kilit açıldı. Dronlar Devre Dışı mesajı belirdi. Aynı anda, odadaki dronlar titreyerek yere yığıldı, sensör ışıkları söndü. Nefes nefese masaya yaslandım, başım dönüyordu. İrfan ve Mahir bana koştu, ikisi de kan ter içinde. “Nasıldın bunu?” dedi İrfan, şaşkınlıkla. “Gözlerin… sanki seni yönlendiriyor.” Mahir elini omzuma koydu, endişeli bir ifadeyle. “Bu bağlantı,” dedi, fısıldayarak. “Seni kurtarıyor, ama aynı zamanda tehlikeli. Nehir bunu planlamış olabilir.” Başımı salladım, zorlukla. “Biliyorum,” dedim. “Ama şimdilik bizim lehimize.” Terminale döndüm; ekran, Proje Luna’nın ana veritabanına açılmıştı. Dosyalar, deney notları, denek listeleri… Hepsi buradaydı. İrfan ekrana eğildi, bir dosyayı açtı. “Bak,” dedi, sesi titreyerek. “Denek 17 sadece sen değilsin. Başka isimler var—onlarca kişi.” Listeyi kaydırdık; bazı isimler tanıdıktı, bazıları ise tamamen yabancı. “Bunlar… kaybolanlar,” dedi Mahir, kaşlarını çatarak. “Nehir ve Salim Bey, bir ordu kuruyorlar.” İrfan öfkeyle masaya vurdu. “Ama neden?” dedi. “Ay’da ne yapacaklar?” Dosyayı daha derinlemesine inceledim; bir not dikkatimi çekti: Luna Kolonisi—Biyoteknolojik Adaptasyon. Hedef: İnsan bilincini kalıcı olarak Ay’a aktarmak. Kalbim hızlandı. “Bizi bedensiz köleler yapmak istiyorlar,” dedim, sesim çatallı. “Zihinlerimizi ağa yükleyip, bedenlerimizi burada bırakacaklar.” İrfan bana baktı, gözlerinde korku ve kararlılık karışımı bir ifade. “O zaman bunu durduracağız,” dedi, sertçe. “Nehir'i bulup bu işe bir son vereceğiz.” Mahir başını salladı, ama yüzünde bir tereddüt vardı. “Bu veritabanı,” dedi, düşünceli bir sesle. “Eğer kopyalarsak, kanıtımız olur. Ama riskli—sistem sinyal gönderebilir.” “Göndersin,” dedim, kararlılıkla. “Artık kaçmıyorum.” Mahir bir veri çubuğu çıkardı, terminale taktı. Dosyalar kopyalanmaya başladı, ama o anda ekran titredi, bir uyarı belirdi: Uzaktan Erişim Algılandı. “Nehir,” dedim, nefes nefese. “Bizi izliyor.” İrfan çubuğunu aldı, kapıya bakarak. “O zaman çabuk olalım,” dedi. “Buradan çıkmalıyız.” Kopyalama tamamlandığında, veri çubuğunu kaptım ve terminali kapattım. Ama o anda, alt kattan bir ses geldi—ayak sesleri, ağır ve kasıtlı. Gözlerimde bir parlama; bir görüntü belirdi: Nehir , yanında iki insan değil'tan oluşan bir ekip, silahlı. “Geldiler,” dedim, fısıldayarak. İrfan ve Mahir’e baktım. “Arka çıkış nerede?” Mahir bir kapıyı işaret etti. “Bu taraftan,” dedi, feneri alarak. Koşmaya başladık, ama ayak sesleri yaklaşıyordu. Nehir'in sesi, karanlıkta yankılandı: “Orhan, bunu zorlaştırmana gerek yok. Bana verileri ver, bu bitsin.” İrfira, öfkeyle. “Asla!” diye bağırdı, kapıyı tekmeleyerek açtı. Dışarı çıktığımızda, gece bizi karşıladı—ama dronların vızıltısı yeniden başlamıştı. “Koş!” dedim, veri çubuğunu sıkıca tutarak. Sokaklarda kaybolduk, ama Nehir'in gölgesi peşimizden geliyordu. Ve gözlerim, bir kez daha parladı—bizi bir yere yönlendiriyordu. Ama kime güvenmeliydim: kendime mi, yoksa gözlerime mi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD