Pelin duştan çıkıp üzerini değiştirene kadar Çiğdem neredeyse çoğu şeyi halletmişti. Şimdi de salonda kendi kendine bir şeyler mırıldanarak ortalığı topluyordu. Pelin kapıya yaslanıp arkadaşının bu sevimli hallerini seyrederken, bir yandan da her şeye rağmen ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu.
- Yine kendin gibi çiçek yapmışsın ortalığı.
- Çıktın mı su kuşu? Gel bak ne güzel oldu kitaplığımız Pelin. Ben benimkileri yerleştirdim ama seninkilere dokunmadım henüz. Şu koltuklar da çok yakıştı pencere önüne. Karşılıklı yorgunluk kahvelerimizi içeriz burada işten dönünce, dedikodu yaparız. Asıl şimdi eve benzedi burası biliyor musun? Sen gelmeden önce sıradan bir daireydi, şimdi yuva oldu.
- Saçmalama. Sen zaten çok şirin bir yuva yapmıştın burayı. Ben gelip hazıra kondum sadece. Var mı benim yapabileceğim bir şey?
- Yok kuşum. Ben koydum pastayı dolaba. Ortalığı da topladım. Hatta bak marketten bunları aldım. Böyle sivri köşelere takıyormuşuz, silikon ya çarpma falan olursa canları yanmaz çocukların. Hem onlar gittikten sonra da durmalı bence. Ben çok sakarım biliyorsun, illa çarpar morartırım bir yerlerimi. Zaten yaz ayındayız, şort falan giyemem mazallah.
- İlahi Çiğdem. Senin kafan nasıl çalışıyor hala anlamış değilim. Gerçekten de ana okulu öğretmeni olarak yaratılmışsın sen çiçeğim. Senin öğrencilerin çok şanslı.
- Ben de çok şanslıyım. Çok tatlı bir yol arkadaşım var.
- Bir de çok karizmatik bir komşumuz var. Hem de öğretmen, hem de kalabalık ailesi ve yedi tane yeğeni var. Sahi nasıldı senin hayalindeki koca adayı? Kumral, renkli gözlü, uzun boylu falan. Aaa aynı Ali değil mi?
- Pelo yaaa. Neden utandırıyorsun beni?
- Bir dakika, bir dakika. Ben sadece şaka yapmıştım. Yoksa sen ciddi ciddi hoşlanıyor musun bu adamdan?
- Ay çok tatlı değil mi?
- Anlaşıldı. Geçmiş olsun çiçeğim, sen de katıldın sevdalılar kervanına.
- Senden sonra tabii. Aramızda en tecrübeli sensin.
Kızlar aralarında birbirlerine böyle takılırken kapı çaldı. İşte o dakikadan sonra Çiğdem az önce bahsettiği gibi sağa sola çarpa çarpa koşarak kapıyı açtı. Elbette Pelin de onun hemen arkasındaydı ama Çiğdem'in heyecanını gölgelememek için geri planda kalmayı tercih etti. Çiğdem'in cıvıl cıvıl çıkan sesi ile "Hoş geldiniz" demesi dört çocuğun da içten bir şekilde tebessüm etmesine sebep oldu. Çiğdem sanki çok doğal bir şey yapıyormuş gibi önlerinde eğildi ve Asu ile Ömer'in ayakkabılarını çıkardı. Ela ve Ali, zaten yaşça büyük olmalarının verdiği öz güvenle kendi işlerini görmüş, buna rağmen Çiğdem'den büyük bir aferim almışlardı. Çocuklar içeri girdikleri andan itibaren,Ali sadece Pelin'i süzüyordu. Kaşının üzerindeki bandaj, kolundaki sargı ve ellerindeki berelenmeler çocuğun yüzünün buruşmasına sebep oldu. Pelin de sessiz kalarak çocukların ortama alışmasını beklemişti. Ama Ali'nin yüzünü buruşturması, onda başka travmaların tetiklendiğini belli edercesine belirgindi. Bu ifadeleri pedagog Yasin de fark etmiş tam müdahale etmeye yeltenmişti ki Pelin elini kaldırarak onu durdurdu.
- Ali'cim sen Pelin ablanı daha tam tanımıyorsun ama o çok sakar bir insan. Önüne bakarak yürümediği için bak başına ne geldi. Sen git, koskoca kaldırımı göreme, ayağını da yalnış yere bas; işte sonuç bu. Aslında ben gelecektim sizi ziyarete ama Yasin abiniz; biz geliriz, hem çocuklar da gezmiş olur diyince çok mutlu oldum. Evime hoş geldiniz yakışıklı, tanışalım mı Çiğdem ablanla?
- Hı hı. O abla senin kardeşin mi? Çok benziyor sana.
- Evet kardeşim. Ama ben daha güzelim bence. O bunu kabul etmiyor ama gerçek bu.
- Öyle deme Pelin abla üzülür. Ama kusura bakma sana yanıldığını söylemem gerekiyor. O da çok güzel. Saçları aynı senin gibi.
- Tamam, kabul ediyorum. Sen her zaman doğruyu söylersin çünkü. İtiraz etmeyeceğim bu yüzden. Hadi içeri geçelim de ben yokken neler yaptığınızı anlatın. Çok merak ediyorum. İyi anlaştınız mı ev arkadaşlarınızla?
- Anlaştık. Oyun oynadık bir sürü. Bizim oyuncaklarımızı getirmişler eve onlarla da oynadık. Ama gece olunca Asu ağladı, annemi istedi hep.
- Hımmm. Sonra nasıl sakinleşti pekii, ne söyledin ona?
- Artık burada yaşayacağız dedim. Yasin abinin gündüz söylediklerini anlattım ona. Hem Ela geldi, bebeğini verdi Asu'ya. O da sakinleşti hemen.
- Sen çok akıllı bir abisin biliyor musun, Asu çok şanslı.
- Pelin abla, canın acıyor mu çok? Buz koydun mu yarana? Annem hep buz koyardı, acısı hemen geçiyor derdi. Sen de koydun mu?
- Hı hı. Bu Çiğdem ablan var ya çok iyi baktı bana. Buz da koydu, krem de sürdü. Hatta mikrop kapmasın diye de sardı gördün mü? Ben de zaten çok iyi hissediyorum kendimi.
- Tamam o zaman. Sen iyisen soruun yok.
- Asu'c*m yanıma gelmeyecek misin birtanem?
Asu paytak adımlarıyla Pelin'in yanına gidip kucağına tırmanmak isteyince biraz zorlansa da yüzünü buruşturmamaya çalışarak kucakladı küçük kızı. Asu'nun başı direk boynuna yaslanmış, kollarını da bedenine sarmaya çalışmıştı. Çiğdem manzarayı, gözünü dolduran ama akıtmamak için çabaladığı yaşlarıyla seyretti. Onlar hasret giderirken, kenarda kardeşinin elini tutmuş, uslu uslu oturan diğer iki çocuğun yanına ilişti. " Merhaba çocuklar. Ben Çiğdem ablanız. Pelin'in kardeşiyim. Sizinle tanışalım mı?" diye sordu. Ela başını olur anlamında sallayınca heyecanla şakımaya başladı. "Pelin ablanız sizi anlata anlata bitiremedi biliyor musun? Çok akıllı çocuklar, çok sevdim onları dedi bana. Ben de öyle merak ettim ki sizi, heyecandan yerimde duramadım bütün gün. Hatta ne seversiniz bilemedim ama bisküvili pasta yaptım sizin için. Tabaklara koymamda bana yardım eder misiniz?" dedi. Çocukların ikisi de heyecanla olur deyince ayaklanıp mutfağın yolunu tuttular. Çiğdem'in amacı aslında Pelin'i Ali ve Asu ile yalnız bırakmak ve değerlendirmesini rahatça yapmasını sağlamaktı. Ela tıpkı kendisi gibi bıcır bıcır bir kız çocuğuydu. Ömer ise daha sakin ve ağır başlıydı. Ama meraklı bir çocuk olduğu, gözlerinin fıldır fıldır etrafında dönmesinden belliydi.
Dolaptan yaptığı tatlıyı çıkarıp tezgaha koyduğunda ikisinin de gözleri hayranlıkla ışıldamıştı. Çocukların mutfak masasına rahatça oturmasını sağladıktan sonra dolaptan tabakları çıkardı ve pastayı dilimlemeye başladı. O sırada mutfak rafında şarj olması için prize taktığı telefonundan bir bildirim sesi yükseldi. Ellerini kurulayıp telefonu aldığında mesajın Ali'den geldiğini gördü. İster istemez heyecanlanmış ve mesajı açarken ellerinin titremesine engel olamamıştı. Bir yandan dudaklarını kemiriyor, bir yandan da Ali'nin destan gibi yazdığı mesajı okuyordu. Okumayı bitirdiğinde yüzünde geniş bir tebessüm belirdi. Çünkü Ali; " Sen istemedin ama ben muhteşem el lezzetimi kullanarak otlu poğaça yaptım. Ayrıca sokağın sonundaki pastaneden tazecik İzmir bomba aldım. İkisini de güzelce paketleyip kapının önüne bıraktım. Mahallenin şer kedileri gelip emeklerimi zayi etmeden onları içeri alırsan sevinirim. Övgülerini daha sonra dinleyeceğim. Bu arada şu dalyan gibi pedagoga sor bakayım çocuklarla tanışmamın bir mahsuru var mıymış? Alt kat komşum meraktan geberiyormuş de. Canı çocuk sevmek çekmiş de tamam mı?" yazmıştı. Öncelikle koşa koşa gitti ve Ali'nin bahsettiği saklama kaplarını alarak mutfağa geri döndü. Sonra da onu meraklı bakışlarla seyreden çocuklara dönüp elindekileri gösterdi. "Sizin gibi tatlı misafirlerimiz olduğunu duyan komşumuz bize otlu poğaça ve İzmir Bombası getirmiş. Onları da tabaklarımıza koyalım mı? Ela'cım sen poğaçaları koy, Ömer'cim sen de bombaları. Bakalım bu güzel şeylere sizin elleriniz değince ne kadar lezzetli olacaklar.?"
Bir süre daha mutfakta oyalandılar. Ardından değerlendirmesini bitiren Pelin; bir eli ile Ali'nin, diğer eliyle de Asu'nun elini tutmuş bir şekilde mutfağa geldi. "Biz de size yardım etmeye geldik. Var mı yapabileceğimiz bir şey? Çiğdem ablası bu poğaçalar da nereden çıktı? Yoksa sen bir sihirbaz mısın, bizim fırınımız yok ki." Çiğdem, Pelin'in sözlerine kıkırdayıp telefonunu mesajı okuyabilmesi için Pelin'e uzattı. Kendi de Ali ile Asu'ya birer iş vermiş ve tatlı tatlı mutfakta dolaşmalarını seyre koyulmuştu.
- Ne dersin? Gelmesinde bir sakınca olur mu?
- Olmaz diye tahmin ediyorum. Ama yine de Yasin beye bir sorayım. Hem adam da içeride yalnız kaldı. Belki muhabbet edebileceği birileri onun için de iyi olur.
Pelin kısa bir anlığına salona gidip Yasin'e komşulamrının çocuklarla tanışmak istediğini ve bir mahsuru olup olmadığını sordu. Yasin'den olumlu bir cevap alınca da geri dönüp, Çiğdem'e Ali'yi de davet edebileceğini söyledi. Birlikte tabakları alıp salona döndükleri sırada kapı zili de hemen çaldı. Anlaşılan Ali hemen kapının ağzında bekliyordu.
Adamın içeri girip çocuklarla tanışması, Yasin ile yakın bir sohbet kurması ve ikramlar yendikten sonra yere oturup çocuklarla gürültülü ama eğlenceli oyunlar oynaması herkesi güldürmüştü. Hem gürültü yapıyor, hem de tek komşunuz nasıl olsa burada, rahatsız olmaz deyip milleti güldürüyordu. Onlara verilen zaman tükendiğinde vedalaşma vakti de gelmişti. Çocuklar yaşadıkları bu mutlu günü asla unutmayacaktı belki ama, geride kalanların dimağında da hoş bir hatıra olarak kalacaktı.
Pelin'i salondaki koltuğa uzandırıp bulaşıkları toplarken Çiğdem'e yardım eden Ali, aslında mükemmel bir ev adamı olduğunu gösteriyordu. Ellenmemiş yiyecekleri bir kaba alışı, tabakları bir poşete sıyırıp sudan geçirmesi ve bunları yaparken oldukça profesyonel davranması Çiğdem'in ağzını neredeyse açık bırakmıştı.
- Kapat ağzını kapat. Sinek kaçacak.
- Vallahi maşallah. Annelerin aradaığı mükemmel gelin adayları gibisin.
- Neden damat değil de gelin? Bence bir damat da ev işlerinde yetenekli olmalı. Anamın kızı yoktu ama hepimizi kız gibi yetiştirdi sağolsun. Vahşi dünyada aç kalmayalım, elin kızının eline bakmayalım diye yaptı biliyorum ama hem öğrenciyken hem de bekar evinde yaşarken epey işime yarıyor bu bilgiler. Bir de titizim görsen. Evim bal dök yala. Bir gün gel de sana kahve sunumu yapayım.
- Beni kendimden utandırmaya çalışıyorsan aferim başardın. Kendimi şu an çok yetersiz hissettim.
- Kendini yetersiz hisset diye söylemedim. Böyle bir komşun olduğu için ne kadar şanslı olduğunu bil diye söyledim. Arasalar bulamazlar benim gibisini. Tek başıma emlak piyasasını canlandırır, kiraları arttırırım vallahi.
- Aman Allah'ım! Becerikli olduğu kadar küstah da.
İkisi de muhabbetin gittiği yere kahkaha atınca içeride onları duyan Pelin'in dudağı keyifle kıvrıldı. Gerçekten Çiğdem ne kadar arasa Ali gibi bir adam bulamazdı. Tatlı arkadaşı da bunun farkındaydı ama kendini haklı olarak geri çekiyordu. Başını duvardaki saate çevirdiğinde akşam üzeri 6 olduğunu gördü. Acaba Yunus'un işi bitmiş miydi? Telefonunu eline alıp arama bölümüne girdi. Biraz tereddüt etse de adına dokununca telefon ilk çalışta açıldı.
- Güzelim...
- Müsait miydin, aradım ama.
- Müsaitim. Sana hep müsaitim. Nasılsın, nasıl geçti görüşmen?
- Çok güzeldi. Çocuklar çok eğlendiler. Ali ve Çiğdem onlarla benim yerime de ilgilendi sağolsun. Sen nasılsın, sesin çok yorgun geliyor.
- Yorgunum. Hem de öyle yorgunum ki olduğum yere yığılacak gibiyim.
- Gelemeyeceksin o zaman.
- Gelmemi istiyor musun?
- Gündüz mesaj atmıştım, gördüğünü düşünmüştüm, ondan sordum.
- Gördüm mesajını elbette. Ama cevap yazmaya fırsatım olmadı. Dinlenmeye çok ihtiyacım var Pelin. Şimdi çalsam kapını dizlerinde dinlenmeme izin verir misin?
- Yeter ki gel...
Telefonu henüz kapatmıştı ki kapı zili bir kez çaldı. Çiğdem içeriden "ben bakarım" diye seslendi ve adeta uçarak kapıyıaçmaya gitti. Pelin yerinden doğrulana kadar Çiğdem çoktan kapıyı açmış ve Yunus'u karşılamıştı. Adamın yorgun sureti ile tebessüm etmeye çalışıp Çiğdem'e selam vermesi ve elindeki tatlı paketini uzatması Çiğdem tarafından anlayışla karşılandı.
Arkasından gelen Pelin ise, elini Yunus'a uzattı ve hiçnir şey söylemeden onunla birlikte odasına doğru adımlamaya başladı. Ne Ali ne de Çiğdem onların bu sessiz yardım çağrısına duyarsız kalamadı. Çünkü ikisi de ancak birbirlerinin omzunda dinlenerek iyileşeceklerini sadece birbirlerine olan ihtiyaç yüklü bakışlarla anlatmayı başarmıştı...