üç

839 Words
"Seviyor, sevmiyor, seviyor ve sevmiyor. Yankı beni sevmiyor!"  Nil, papatya falının sonuna geldiğinde yine aynı sonuç çıkınca isyan ederek ince bir çığlık atmıştı. En yakın arkadaşlarımdan biri olmasına rağmen, sesi berbat ötesiydi diyebilirim. "Sabahtan beri şu saçma hurafe şeyleri yapıyorsun, kendini bu kadar yorma Nil. Bana sorsaydın bende sana 'Yankı seni sevmiyor' diyebilirdim." Gazel'in Nil'e söylediklerine her ne kadar gülmek istesemde Nil'in gözleri dolduğu için susmak zorunda kalmıştım. "Sen ne anlarsın sevmekten?! Gidiyorum ben!" atarlı atarlı yanımızdan kalkıp Gazel'e omuz attığında Gazel de onun saçına yönelmişti ki, kolundan tutmam ve geri çekmemle bir kaç adım sendelemesi bir oldu. "Boş versene lise aşkı işte. Hem aşk çok saçma bir şey bunun için tartışmaya bile girmeniz aşırı gereksiz. İlerde ne için sana bağırdığını anlar ve saçmaladığını fark eder."  Bu söylediklerimin hepsinin arkasında değildim, hayatım boyunca hiç aşık olmadığım için o duyguyu küçümsüyor olabilirdim. "Hayır yani Yankı'yı mı tanımıyor? Benim kuzenimin onunla ne işi olur Allah aşkına."  Gazel'in tek derdi buydu. Yankı'ya değer veriyordu, sonuçta kuzendiler ama onun her yanlışına doğru demesi fazla rahatsız edici bir durumdu. Benim kuzeninden ne kadar nefret ettiğimi bile bile bana karşı sürekli onu savunuyordu. Gerçi Gazel'in hoşuna gidiyordu, Yankı ve benim aramdaki sürtüşme. Aslında ortada bir sürtüşme yoktu. Yankı bana durup dururken bulaştığı için öyle gözüküyordu. Bunu neden yapıyor hiçbir fikrim yok ama bir gün öğreneceğime dair kendime defalarca söz vermiştim.  "Çıkışta bir işin var mı?" başımı olumlu anlamda sallamıştım. O da her zaman yaptığı gibi yüzüme karşı söylenmeye başlamıştı, 'Bir zamanda işin olmasa şaşırırım, Ne işin var gerçekten çok merak ediyorum...'  Konu ne ara buraya gelmişti bilmiyorum ama değiştirmezsem zor durumda kalıcağımı hissediyordum. "Basketbol sahasına gidelim mi?" dememle söylenmeyi bırakıp kolumdan tuttuğu gibi beni basketbol sahasına sürüklemesi bir olmuştu. Evet karşınızda Gazel Saygıner. Hoşlandığı çocuk için bir çita hızında basketbol sahasına depar atıcak kadar 'zeki' bir arkadaşımız. Hoşlandığı derken, Gazel vücudunu beğendiği bütün erkeklerden hoşlanır o yüzden, 'yıllardır birine platonik' gibi algılayıp onu hoş göremiyorum. Sahaya gelip seyirci kısmında en fark edilebilir yere -her taraftan bakınca tam ortaya denk gelebilen bir yere- oturduk.  Gazel'i 10 senedir tanıyorum ve bu okula geldiğimizde ilk baktığımız yerin basketbol sahası olduğunu ve Gazel'in o gün şu an oturduğumuz yer için tam yarım saat uğraştığını biliyordum.  "Antrenman çoktan başlamış." Aah yavrum, ağla! Sanki yarın başka birini bulmayacak kendine. Sırf Gazel'in gözünü doyurmak için her gün bu sahaya geliyorduk. Ben mi? Benim böyle şeylerle işim olmazdı. Hele de Yankı'nın kaptan olduğu bir spor dalına ilgim yüzde sıfır falan oluyordu. Buraya erkeklere bakmak için gelmiyordum, Gazel'in gönlü olsun diye geliyordum. Benim aradığım kişi ne bu sahadaydı ne de bu okulda. O kişi Milan Kolejindeydi.  Sevgi ve aşk aynı şeyler değildir. Bugüne kadar kimseye aşık olmadım ama biri var ki, ben o kişiye hep sonsuz sevgi barındırdım içimde. O beni kardeşi olarak görürken bile ben ondan vazgeçmedim.  "Öldün mü?" Gazel'in beni sarsması, düşünce aleminden çıkmama vesile olmuştu. "Sence, biri için savaşmadığımız halde o kişiyi kaybedince üzülmeye hakkımız var mıdır?"  Bu soru beni yansıtmasada sormuştum. Neden bilmiyorum ama ağzımdan çıkmıştı bir kere. "O kişi, eğer senin ona karşı olan duygularını fark edemediyse bu senin suçun. Ona karşı daha açık olabilirdin, ona en azından onu ne kadar çok sevdiğini söyleyebilirdin ama hiçbir şey yapmadan, sırf kaybettiğin için arkasından göz yaşı döker, isyan edersen bu çok komik olur." sonunu alayla söylemişti. Ben Doruk'a onu sevdiğimi defalarca söylemiştim. Sadece başlarda o anlamda söylemiyordum o kadar. Ya da şöyle söyleyeyim ben o anlamda söylüyordum ama o bunu anlamıyordu, arkadaşça sanıyordu. En son ona açıldığımda 'Saçmalama, geçicidir. Seni kaybetmek istemiyorum, sen benim en iyi arkadaşımsın.' deyip konuyu kapatmıştı. Bu savaşmaya giriyorsa, ben Doruk için savaşmıştım. Ondan hoşlandığım dan haberi vardı en azından.  "Kim için sordun?" Gazel'in sorusuyla tam ona dönmüştüm ki kafama atılan basketbol topuyla gözlerimi sıkıca yumup küfür mırıldanmıştım.  Bu topu atan Yankı değilse bende hiçbir şey bilmiyorum. Çocuk resmen beni öldürmek için programlanmış. "Topu atsanıza." Umut'un sesi kulaklarıma geldiğinde sinirle ayağa kalkıp Gazel'in elinde tuttuğu topu almıştım. "Seni varya..." lafımı devam ettirmek için seyirci kısmından kalkıp merdivenlerden sahaya inmek için hareketlenmiştim ki dengemi kaybedip kalçamın üstüne düşmem bir oldu. Sahadan gülme sesleri duyduğumda göz ucuyla oraya baktım. Herkes gülüyordu, Murat hoca bile.  Tamam normal bir zaman olsa gülmelerine bağırabilirdim ama ben konuşmak için ağzımı açıcağım sırada midemden ağzıma metalik bir tat yükselmişti. Elimdeki topu sahaya fırlatıp ayağa kalktım. Midemden yükselen şey ağzımdan dışarı çıkmak için baskı yapıyordu ve ben burada kusamazdım. Bu gerçekten de gülünecek bir şey olurdu, 'Yere düşünce kusan kız' imajı oldukça komikti çünkü. Sahayı terk etmek için birkaç adım attığımda Yankı'nın sesini duydum. İçimden 'şimdi olmaz, lütfen şimdi bana bulaşma, daha sonra yap... ' diye geçirirken duymayacağını bilsemde o, "Yanlışlıkla topu atmamıştım ama yinede sen bilirsin." demişti. Ağzımı açmak istesemde bu davranışımın sonu kötü olacaktı ve ben bunu göze alamadığım için ona cevap vermeden sahadan çıktım ve önüme çıkan ilk tuvalete girip kustum. Gözlerimi açtığımda gördüğüm şeyle korkup bir iki adım gerilemiştim. Normal insanlar kustuklarında o şey sabah yedikleri ya da karnında ki herhangi bir zamandan kalma öğün olurdu ama benim ağzımdan çıkan şeyin rengi kırmızıydı. Bir insan durup dururken neden kan kusar ki?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD