Onur ve Kan

717 Words
Mardin’in taş sokaklarında yankılanan gecenin sessizliği, İbrahim’in adımlarıyla bozuluyordu. Gökyüzü yıldızlarla doluydu, ama onun içindeki karanlık bu güzelliği görmesine izin vermiyordu. İbrahim, iri cüssesi ve etkileyici duruşuyla bir dev gibiydi. Hafif esmer teni, kıvırcık siyah saçları ve ela gözleri, onun sert ama etkileyici görünümünü tamamlıyordu. Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla çevresindeki herkesin hayranlıkla karışık bir çekinceyle baktığı biriydi. Ama o gece, içinde taşıdığı mahcubiyet ve onur, bu güçlü adamı bile çaresiz bırakıyordu. Bu gece, bir töre gereği, işlediği bir günahın kefareti olarak hiç tanımadığı biriyle evlenmişti. Kızın babasını, bir kavga sırasında yanlışlıkla öldürmüştü. O günün ardından, ölen adamın aşiretine ve kendi aşiretine karşı duyduğu sorumluluk, onu bu evliliğe sürüklemişti. Kızın yaşı küçüktü, henüz 16 ya da 17 olmalıydı, ama bu evlilik ne onun ne de kızın seçimi olmuştu. İbrahim, kendi onurunu korumak için bu evliliği kabul etmişti; ancak onun bu evliliğe yüklediği anlam, törelerin dayattığından çok daha farklı olmuştu. Düğün, Mardin’in geleneklerine uygun şekilde yapılmıştı. Davullar çalmış, halaylar çekilmiş, çevre köylerden gelen misafirler taş evlerin avlusunda ağırlanmıştı. İbrahim, düğün boyunca sessiz ve mesafeli durmuştu. Gözleri her zaman olduğu gibi sert ve ifadesizdi, ama içinde kopan fırtınaları saklayamıyordu. Annesi ise oğlunun aksine her fırsatta oğlunun çok daha iyilerini hak ettiğini, bu çapulcu kızı onlara yamadıklarını ima etmekten geri durmuyordu. İbrahim’in sert ve uzak tavrı, çevresindeki insanlar için korkuyla karışık bir hayranlık uyandırıyordu. Çevresine hem güçlü hem de dokunulmaz bir hava yayıyordu. Ama onun iç dünyasını kimse bilmiyordu. Kız ise, düğün boyunca başını eğmiş, bir köşede oturmuştu. Henüz çocuk denecek kadar gençti. Üzerindeki gelinlik onun daha da kırılgan görünmesine neden oluyordu. Kızın bakışları, ona yabancı bir dünyaya zorla çekilmiş bir insanın korkusunu yansıtıyordu. İbrahim, o bakışları bir kez yakaladığında, içindeki suçluluk duygusu katlanarak artmıştı. Düğün sona erdiğinde, gerdek zamanı gelmişti. İbrahim ağır adımlarla taş evin üst katındaki odasına doğru ilerledi. Her adımı, onun ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu gösteriyordu, ama içinde hissettiği yük, bedeninin taşıyamayacağı kadar ağırdı. Kapının önüne geldiğinde bir an duraksadı. İçeride kendisini bekleyen genç kızın, onun geçmişindeki karanlık bir sayfanın kurbanı olduğunu biliyordu. Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı. Odaya girdiğinde kız, yatağın kenarında oturuyordu. Üzerindeki ince beyaz gecelik, onun masumiyetini daha da belirginleştiriyordu. Küçük ellerini kucağında birleştirmiş, korkuyla İbrahim’e bakıyordu. O bakışlar, İbrahim’in kalbine bir hançer gibi saplandı. Evet düşmanlarına karşı acımasızdı ama mazluma zulüm edenlerden değildi. Kızın babasına yaptığı hatanın bedelini onun ödemesine izin veremezdi. İbrahim birkaç adım ileriye yürüdü. Kendi heybeti, kızı daha da ufaltmış, odanın küçük duvarlarını daha da daraltmış gibiydi. Cebinden çakısını çıkarıp avucunun içine aldı. Kızın gözleri korkuyla büyürken, İbrahim çakıyı sert bir hareketle çekti ve avucuna derin bir kesik attı. Kan, avcundan süzülüp yatağın çarşafına damladı. “Yarın bu çarşafı anamgile verirsin,” dedi. Sesi derin ve tok bir tondaydı. Bu kızın bekaretinin kanıtıydı. Kız, sessizce ona bakarken, İbrahim yataktan bir yastık aldı ve odanın köşesindeki halının üzerine attı. Ardından kıza dönüp kararlı bir şekilde konuştu: “Soran olursa, İbrahim çok sertti, canımı çok yaktı diyeceksin,” dedi. Bu cümleyi kurarken gözlerinde bir kararlılık vardı. Sonra halının üzerine uzandı ve gözlerini kapattı. Yüzü, dışarıdan her zaman olduğu gibi ifadesiz görünüyordu, ama iç dünyasında çelişkilerle boğuluyordu. Kendi adalet anlayışı, törelerin ve geleneklerin çok ötesindeydi. Bu kızı bir kadın olarak görmesi mümkün değildi. O, babasının ölümünün masum bir kurbanıydı ve İbrahim, bu kurbanın hayatını daha fazla mahvetmeye izin veremezdi. O gece, halının üzerinde uzanmış yatarken hayatını sorgulamaya başladı. Gücüne ve otoritesine rağmen, kendi hatalarının sonuçlarıyla yüzleşmesi gerektiğini biliyordu. Babasını öldürdüğü bu masum kız, onun için yalnızca bir kefaretin sembolüydü. Ama İbrahim, bu kefareti kızın bedeni üzerinden değil, kendi vicdanı üzerinden ödemeye kararlıydı. Sabah olduğunda, güneş ışıkları odanın içine dolmuştu. İbrahim gözlerini açtığında, kız yatağın uzak kenarında uyuyordu. Onun uyandığını fark edince hemen kalkıp doğruldu. Yüzünde korku ve yorgunluk vardı, ama İbrahim o bakışların ardında küçük de olsa bir rahatlama hissi sezdi. Sessizce yerinden kalktı ve kapıya yöneldi. Kapının eşiğinde bir an duraksadı, arkasını döndü ve kıza alçak bir sesle, “Senden hiçbir zaman bana kadınlık yapmanı beklemeyeceğim,” dedi. Kız, şaşkın ve sessizce ona bakarken, İbrahim kapıyı açıp dışarı çıktı. Ardında, törelere değil, kendi onuruna sadık kalmayı seçmiş bir adamın izlerini bıraktı. Bu gece, İbrahim için yalnızca bir başlangıçtı. Gücü ve kararlılığı, törelerin dayattığı sınırların ötesine geçebilmek için yeterli olacak mıydı? Bu sorunun cevabını o da bilmiyordu. Ama o gece, İbrahim’in onuru ve vicdanı, törelerden daha güçlü olduğunu kanıtlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD