İbrahim’in Düşünceleri

1267 Words
İbrahim’in sert ve kararlı adımlarla konağın dış kapısına yöneldi. Konağın büyük ahşap kapısını hızla açıp dışarı adım attığında, serin sabah rüzgârı yüzüne çarptı ama içindeki öfkeyi yatıştırmaya yetmedi. Aklında yalnızca İsa vardı. Onun tehditkâr sözleri, sakat bile olsa İbrahim’in canını almayı planlaması ve küstahlığı… Bunu düşünmek bile damarlarındaki kanı kaynatıyordu. Tam yola ulaşmıştı ki, arkasından gelen ayak seslerini duydu. Yusuf hızla ona yetişmeye çalışıyordu. "Ağam! Nereye gidiyoruz?"diye seslendi Yusuf, biraz nefes nefese kalmıştı. İbrahim, Yusuf’un telaşlı bakışlarını görmezden gelerek yürümeye devam etti. "Şantiyeye gidelim," dedi, sesi kararlı ve sertti. "Sonra da hastaneye geçelim. Geçenlerde iskelenin altında kalan Mehmet Usta’yı ziyaret edelim. Bir ihtiyacı var mı, durumu nasıl bakalım." Yusuf, İbrahim’in bu ani öfkesiyle harekete geçtiğini anlayınca başını salladı. "Emredersin ağam," dedi ve hızla aracın kapısını açtı. İbrahim, siyah SUV’nin ön koltuğuna oturdu. Motorun homurtusuyla birlikte, Yusuf direksiyona geçti ve gaza bastı. Yol boyunca İbrahim’in yüzü gergindi. Pencereden dışarı bakarken, gözleri düşünceli ama bir o kadar da öfkeliydi. Yusuf, onun bu hâlini iyi biliyordu. Böyle öfkeli olduğunda, İbrahim Ağa gerçekten çok tehlikeli bir adam olurdu. Bu yüzden böyle anlarda ondan uzak durmak en iyisiydi. Bir süre sessizlik içinde gittikten sonra, Yusuf sonunda dayanamayıp sordu: "Ağam, İsa meselesi yüzünden mi bu kadar öfkelisin?" İbrahim başını yavaşça çevirip ona baktı. Bakışları buz gibiydi. "Sence Yusuf?" dedi alaycı bir şekilde. "Babamın katili, gözümün içine baka baka beni öldüreceğini söylüyor. Buna rağmen nasıl sakin mi olayım?" Yusuf başını öne eğdi. "Haklısın ağam. Ama dikkatli olman lazım. Adam sakat makat ama deli. Ne yapacağı belli olmaz." İbrahim gülümsedi ama bu gülümseme soğuk ve sertti. "O piç daha beni tanımamış." Arabayı hızla şantiye alanına sürdüler. Şantiyeye vardıklarında işçiler hummalı bir şekilde çalışıyordu. İbrahim arabadan iner inmez herkes saygıyla toparlanıp ona selam verdi. O, buradaki herkes için hem bir patron hem de saygı duyulan bir liderdi. İbrahim çalışanları bir süre izledikten sonra, şantiye şefine doğru yürüdü. Orta yaşlı, saçları kırlaşmış adam, onu görünce hemen toparlandı. "Ağam, hoş geldin." İbrahim başıyla selam verdi. "Durum nedir? Her şey yolunda mı?" Şantiye şefi biraz sıkılarak, "Ağam, işler yolunda ama geçen kazadan sonra ustalar biraz tedirgin. Güvenlik önlemlerini artırıyoruz ama yine de sizin gelmeniz iyi oldu.." dedi. İbrahim başını salladı. "İyi, dikkat edin. Bir daha böyle bir şey olursa, sorumlusu kim olursa olsun gözünün yaşına bakmam." Şantiye şefi başını öne eğerek "Emredersiniz ağam," dedi. İbrahim birkaç işçiyle daha konuşup, eksikleri kontrol ettikten sonra Yusuf’a döndü. "Tamamdır, şimdi hastaneye gidelim." Yusuf başını sallayarak tekrar arabaya geçti ve motoru çalıştırdı. Hastaneye vardıklarında, İbrahim hızla içeri girip resepsiyondaki hemşireye yöneldi. "Mehmet Usta hangi odada?" Hemşire başını kaldırıp, ona bakınca onu tanıdı ve hemen bilgi verdi. "305 numaralı oda, üçüncü katta." İbrahim başıyla teşekkür edip, hızlı adımlarla asansöre yöneldi. Yusuf hemen arkasındaydı. Odaya vardıklarında kapıyı tıklatıp içeri girdiler. Mehmet Usta yatakta, bacağı sargılı bir şekilde yatıyordu. Yüzünde biraz solgun ama mutlu bir ifade vardı. İbrahim’i görünce gözleri parladı. "Ağam! Hoş geldin, zahmet ettin." İbrahim yatağın yanına oturdu. "Ne zahmeti ustam? Nasılsın? İyi misin?" Mehmet Usta derin bir nefes aldı. "İyiyim ağam. Doktorlar biraz dinlenmem gerektiğini söyledi. Ama iyileşeceğim inşallah." İbrahim başını salladı. "Sen iyileşmekten başka hiçbir şeyi düşünme. Hastane masraflarını hallettik. Evine de destek olacaklar. Sen yeter ki iyileşmene bak." Mehmet Usta’nın gözleri doldu. "Allah razı olsun ağam, senin hakkını ödeyemeyiz." İbrahim hafifçe gülümsedi, "Önemli değil, ustam" diyip onun sırtına yavaşça vurdu. Odadan çıkarken Yusuf'a eğilip, "Bir elin hep Mehmet ustanın üzerinde olsun. Ne ihtiyacı olursa hemen görülsün." dedi. Hastaneden çıkıp arabaya binerken yorgunlukla arkasına yaslandı. Vücudu yorgundu evet ama zihni İsa’yı halen bulamadığı için vücudundan daha yorgundu. Yusuf arabayı çalıştırıp konağa doğru giderken aklında sadece İsa ve onu bir an önce bulmak vardı. ... İbrahim konağa gelip odasına çıktığında, içeride yankılanan su sesi onu bir an duraksattı. Banyodan gelen bu ses, onun için yeni bir şeydi. Simya her zaman o yokken duş alırdı. Onunla karşılaşmamak ya da mahremiyetini korumak için gösterdiği bu özen, neredeyse bir alışkanlığa dönüşmüştü. Ama şimdi... İbrahim kaşlarını hafifçe çatarak kapıya doğru ilerledi. Banyonun buzlu cam kapısının ardından süzülen buğulu siluet dikkatini çekti. Simya içerideydi. Oysa normalde İbrahim’in odada olmadığından emin olmadan asla banyoya girmezdi. Şimdi duşta olması bilinçli bir tercih miydi, yoksa dalgınlığından mı olmuştu? İçindeki merakı bastırarak, yatak odasına geri döndü. Ceketini çıkarıp sandalyeye astı. Sonra yavaşça gömleğinin kol düğmelerini açmaya başladı. Parmakları düğmelerde ilerlerken bir yandan kulakları banyodan gelen sese odakladı. Su hâlâ akıyordu. Bir an gözlerini kapattı. Simya’nın o suyun altında nasıl göründüğünü düşündü. Ilık su damlalarının çıplak teninden süzülüşünü, ıslanan saçlarının sırtına yapışmasını... Göğüs kafesi ağır ağır inip kalktı. Derin bir nefes alarak bu düşünceleri zihninden atmaya çalıştı. Ama bir kez aklına düşen bu hayal kolay kolay silinmiyordu. Gömleğini çıkarıp yatağın ucuna bıraktı. Atletini de çıkarınca kaslı vücudu ortaya çıktı. Aynaya kısa bir bakış attığında, boynundaki eski yarayı fark etti. İsa’nın bıçağının açtığı yara neredeyse iyileşmişti, ama izi kalmıştı. O iz, geçmişin bir hatırası gibi teninde duruyordu. Tam kemerini çözmeye başlamıştı ki banyo kapısının kolu hafifçe oynadı. Kapının ardından Simya’nın ıslak ayak seslerini duydu. Bir an ikisi de duraksadı. Simya, İbrahim’in odada olduğunu fark etmiş miydi? Yoksa zaten en başından beri biliyor muydu? Simya ise bu gece farklı bir şey yapmaya karar vermişti. Bütün gün bunu düşünmüş, sonunda cesaretini toplamıştı. Banyodan çıktığında üzerinde incecik siyah geceliği vardı. Saçları ıslaktı ve üzerinden hâlâ damlalar süzülüyordu. İnce siyah geceliği, vücuduna adeta bir ikinci ten gibi yapışmıştı. Yavaşça odasına adım attığında, İbrahim'in istediği gibi orada olduğunu fark etti. İbrahim'in üzeri çıplaktı, bir eli kemerinde, kemerini çözmek üzereyken öylece kalakalmıştı. İbrahim önce bakışlarını ondan kaçırmaya çalıştı ama kaçıramadı. Bunu yapamayacağını fark edince bakışlarını doğrudan onun yüzüne dikti. Simya, bir an duraksadı. Göz göze geldiklerinde içinde yine o tanıdık arzu kıpırdadı. İbrahim duyduğu yoğun arzuyu bastırmak için bakışlarını yere çevirdi. Simya'nın gözleri istemsizce İbrahim’in çıplak geniş omuzlarına ve güçlü kol kaslarına takıldı. İbrahim’in varlığı odadaki havayı bile değiştirmişti. Kalbi güm güm atarken, kendini cesaretlendirerek ona doğru yürüdü. İbrahim başını kaldırıp tekrar ona baktığında, gözlerinde hem şaşkınlık hem de farklı bir şey belirdi—belki arzu, belki da bastırmaya çalıştığı bir duygu. Simya’nın geceliğinin ince ip askılarına baktı. Her an kayacak gibi duran bu askılar onu tahrik ediyordu. Geceliğin kumaşı Simya’nın vücuduna usulca yapışıyor, her adımda dalgalanıp küçük göğüslerini ve onun sivri uçlarını belli ediyordu. İbrahim’in bakışları giderek koyulaştı, dudakları hafifçe aralandı. Simya onun yanına vardığında, İbrahim yatağa attığı gömleğini aldı ve ansızın Simya'nın omuzlarına attı. Bu hareketiyle aralarındaki elektrik bir anda kesilmiş gibi oldu. Simya’nın içini tarifsiz bir hayal kırıklığı kapladı. "Simya," dedi İbrahim, sesi her zamanki gibi sertti ama içinde titreyen bir şeyler vardı. "Bana bunu yapma." Simya donup kaldı. "Beni... Beni istemiyor musun?" diye sordu, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. İbrahim gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldı. Elini saçlarının arasından geçirdi ve sertçe yumruğunu sıktı. "Bu, seni istemekle ilgili değil," diye mırıldandı. "Sana dokunursam… dönüşü olmaz." Simya'nın boğazı düğümlendi. Bütün cesaretini toplayarak ona yaklaşmıştı, ama şimdi İbrahim ondan kaçıyordu. Onun gözlerinde gördüğü tutkuya, yutkunarak sakladığı arzulara rağmen, kendini geri çekiyordu. "Neden?" diye sordu Simya, gözlerinde sitemle. İbrahim ona döndü, bir adım attı. Aralarındaki mesafe kapanmıştı. "Beni tanımıyorsun," dedi, sesi titrek bir fısıltıya dönüşmüştü. "Sadece… ben diğer erkekler gibi değilim. Arzularım ve zevklerim çok daha karanlık. Senin canını yakmaktan korkuyorum. Ayrıca...." Simya’nın kalbi daha da hızlandı. "Ayrıca... Ne?" dedi, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan. İbrahim bir an duraksadı, sonra derin bir iç çekti. Eli Simya’nın yanağına gitti ama dokunmadı, parmaklarının ucuyla havada gezindi. Sonra hızla geri çekti. "Kendime söz verdim. İsa'yı öldürmeden olmaz," dedi ve hızla odadan çıktı. Simya’nın masum ama baş döndürücü cazibesiyle mücadele etmesi mümkün değildi. En azından bugünlük oturma odasında yatacaktı. Simya olduğu yerde kaldı. Gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu. Sadece göğsündeki ağırlıkla, İbrahim’in sözlerinin yankısıyla baş başa kalmıştı. Yatağa uzanıp derin düşüncelere dalarken, yaşadığı hayal kırıklığıyla uyuyakaldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD